30 Aralık 2017 Cumartesi

YUNANİSTAN ATEŞLE OYNUYOR "Atina, önce İyon ardından da Ege Denizi’nde ‘Münhasır Ekonomik Bölge’ ilanına hazırlanıyor." TÜRKİYE ÇOK DİKKATLİ OLMALI VE BU ALÇAKLIĞA ASLA İZİN VERMEMELİDİR.

ALÇAKLIK VE KÜSTAHLIK!.. PALİKARYA "EGE YUNAN DENİZİDİR" İLANINA HAZIRLANIYOR...
İki yüzlü, azılı Türk ve Türkiye düşmanı sinsi, kurnaz ve ırkçı, aşırı milliyetçi Atina; Önce İyon, ardından da Ege Denizi’nde ‘Münhasır Ekonomik Bölge’ ilan ederek, menfur emellerini gerçekleştirmek; Türkiye'yi köşeye sıkıştırmak; Açık denizlere çıkamaz hale getirmek, Türk denizciliğini (özellikle zor durumdaki deniz ticareti ve deniz kuvvetlerini) yok ederek ülkemizi karaya mahkûm etmek istiyor.
ANKARA/Güney Kıbrıs’ın etkili gazetelerinden Fileleftheros’ta geçen hafta yayınlanan habere göre, Yunanistan Milli Savunma Bakanı Vekili Dimitris Vitsas, “Yunan Münhasır Ekonomik Bölgesi’ni ilan etmeyi umuyor ve buna hazırlanıyoruz” dedi. Ege denizinde adeta meydan okuma anlamı taşıyan hamleye Türk Dışişleri Bakanlığı ise sessiz kaldı. Yunan Milli Savunma Bakan Vekili Vitsas, ERT Radyosu’na yaptığı açıklamada, Yunan Dışişleri Bakanı Nikos Kotzias’ın gündeme getirdiği karasuları egemenlik bölgesini kademeli genişletme meselesinin, “Daha fazla sürtüşme yaratmaksızın Deniz Hukuku’na atıfla, Yunan egemenlik haklarının ifade edilmesi ile ilgili açık bir dış politika konusu olduğunu” söyledi.
12 MİLE ÇIKARMA HEVESİNDE
Gazete, Yunanistan’ın, Dışişleri Bakanı Kotzias’ın projesi temelinde, Yunan karasularını kademeli olarak genişletme ilanında bulunmaya hazır olduğunu belirtti. Rum gazetesi ayrıca Atina’nın ilk kademesinin İyon Denizi olacağını ve Deniz Hukuku’ndan kaynaklanan haklarını ilk kez kullanarak karasularını 12 mile çıkardığını ilan edeceğini vurguladı. Yunan Dışişleri Bakanı Kotzias’ın Atina’nın sözde karasularını 12 mile çıkarma ilanını hangi tarihte yapacağı ise net değil. Kotzias’ın önce İyon Denizi’nden başlayarak karasularını genişletmek istediği, ikinci aşamada ise aynı kriterlere sahip Girit’te karasularını genişletebileceği iddia edildi.
DIŞİŞLERİ SESSİZ
Aydınlık, Yunan bakan ve bakan vekilinin açıklamalarını Dışişleri Bakanlığı’na sordu. Konu ile ilgili herhangi bir açıklama yapılıp yapılmayacağı konusunda bakanlığa ısrarlı sorularımıza rağmen, yanıt gelmemesi dikkat çekti. Uzmanlara göre ise Ankara, Atina’dan gelen bu “kendini bilmez” açıklamalarına derhal cevap vermeli.
Atina’nın Münhasır Ekonomik Bölge ilan etmesi ve karasularını 12 mile çıkarmasının uluslararası hukukun ve Lozan Antlaşması’nın ihlali olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Sencer İmer, “Adaların işgali ile zaten defacto (fiili) durum yaratmışlardı. Şimdi bunu bir adım daha ileriye götürüyorlar ve böylece Ege Denizi’ni bir Yunan denizi haline getirmeye çalışıyorlar” diye konuştu.
‘MEYDAN OKUYORLAR’
Yunanistan’ın böyle bir hakkının bulunmadığının altını çizen Hacettepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. İmer, bakanların bu açıklamaları neden yaptığına dikkat çekti. İmer, “Türkiye ne yapacak onu görmek için bu açıklamaları yapıyorlar, çünkü biz bunu kırmızı çizgi olarak ilan ettik. Yunanistan, bizim nereye kadar gideceğimizi, ne yapacağımızı görmek için bu sözleri kullanıyor” ifadelerini kullandı. Türkiye’nin bu durumu kabul etmemesi gerektiğini, Münhasır Ekonomik Bölge’nin ancak ikili görüşmelerle tescil edilebileceğini, 12 mil gibi konuların da kabul edilmeyeceğini söylemesi gerektiğini belirten İmer, “Bu hamleler tam manasıyla bir meydan okumadır” dedi. İmer şöyle devam etti: “Buna kesinlikle bir cevap vermek lazım. Sineye çektiğimiz takdirde defacto (fiili olarak kabul etme) duruma dönüşür. Bunu kabul etmememiz lazım. Kıbrıs’ta da benzer şeyler yapmaya başlayabilirler. Yavaş yavaş, adım adım gidiyorlar.”
‘ANKARA UYANIK OLMALI’
Emekli Hava Pilot Tümgeneral Beyazıt Karataş da Ege’de uyanık olunması gerektiğini belirtti. Aydınlık’a yaptığı açıklamada Karataş, Yunanistan’ın uzun zamandır fırsat kolladığını hatırlatarak, “O yüzden de Türkiye’nin Kıbrıs’ta olduğu gibi, Ege’de de bir oldubittiye izin vermemesi, uyanık olması ve hazırlıklı olması uygun olur” diye konuştu.
YUNANİSTAN’A İNCE MESAJ
Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı Karataş Yunanistan’a da seslendi. Karataş, “Yunanistan’ın dikkate almadığı konu var. Türkiye ne kadar bölünmüş, parçalı gibi görünse de, milli konularda Türkiye tek bilek tek yürek tek ses olur. Yunanistan bunu Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan biliyor. Bu Türkiye’yi birleştirecek bir karar olur” ifadelerini kullandı.
TÜRKİYE MUTLAKA CEVAP VERMELİ
Konuyu Aydınlık’a değerlendiren emekli Büyükelçi Onur Öymen de şunları söyledi: Statükoyu bozduğunuz zaman bu çok ciddi ekonomik ve güvenlik sorunları yaratır. Bunu üstelik Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin aldığı casus belli kararı var. Bunu niçin Yunanistan’ın böyle bir hamle yapacağını sanmıyorum. Belki Türkiye’nin tepkisini ölçmek için böyle bir beyanla çıkarabilirler ortaya. O ihtimali düşünmek lazım. Bir de Türkiye’nin bu son zamanlarda yaptığı çıkışlara tepki olarak yapabilirler. Bunu tam bilemeyeceğim ama amaçları ne olursa olsun bunlar sağlıklı demeçler değil, ikili ilişkilere zarar veren demeçlerdir. Ama Türkiye mutlaka bunları cevaplandırması lazım. Yani bir kere, Yunanistan’ın resmi görüşümü mü? Bunu sormak lazım. Eğer doğruysa ciddi ve rahatsızlık vericidir.”
MÜNHASIR EKONOMİK BÖLGE NEDİR?
Deniz Hukuku ile ilgili Birleşmiş Milletler Sözleşmesi uyarınca bir devletin deniz kaynaklarının araştırılması ve kullanılmasında su ve rüzgar enerjisi de dâhil olmak üzere özel haklara sahip olduğu deniz bölgeleridir. Yeraltı kaynakları da buna dâhildir. (HABER/ERDEM ATAY: http://cokizlenen.xyz/ege-yunan-denizidir-ilanina-hazirlaniyor)
YORUM, ELEŞTİRİ VE KATKILAR:
Ben (haberde yer alan) yukarıdaki haritaya özellikle dikkat çekmek istiyorum. Türk karasuları ister 6 mil ister 12 mil olsun çok fark etmiyor, çünkü adalarımız olmadığından tamamıyla sahillerden itibaren ileri doğru ancak kısıtlı bir mesafede uzanıyor.
Ama Yunanların adaları olduğunda 6 mil, 12 mil çok şeyi değiştiriyor. 6 mil kara suları olduğunda bile Ege’de uluslarası su olarak çok az bir alan kalıyor. Sivil gemiler için barış zamanlarından çok sorun yok. 
Sivil gemiler gerek uluslar arası gerek Yunan ulusal sularından barışçı geçiş yoluyla geçiş yapabilirler. Elbette, sivil gemileri Yunan karasularından barışçı geçişi yine de Yunan hükumetinin müsaadesine bağlıdır, ve dilediği anda bu geçişi durdurabilir.
Ancak, askeri gemiler için büyük sorun var.
Askeri gemilerin geçişi ancak uluslar arası sular yoluyla olur. Amatör denizci olduğum için dijital deniz haritalarında rota çizme çalışmalarım oldu. Bir Türk denizcisi olarak Yunan kara sularına asla girmeyen bir rota çizmeye kalkıştığınızda, iki yol var. Ya Ege denizinin ortasından hayli uzun zigzaglar çizen karmaşık bir rota çizmeniz lazım, ya da tamamıyla Türk ana karasına yanaşarak görerek seyir yapmanız lazım.
Eğer Türk ana karasana yakın bir rota çizmeye yeltenirseniz, yer yer Yunan adalarıyla aramızdaki mesafenin birkaç kilometreye düştüğünü, kayalıklar ve sığlıklar nedeniyle orta hat ve kıyı arasında güvenli seyir için ancak beş yüz metreden az mesafe kalan darlıklardan geçmek zorunda kaldığınızı görürsünüz. Unutmayın ki, ülkemizin deniz kuvvetlerinin Karadenizden Ege denizine, oradan da Akdenizene hızla ve kolayca geçiş yapabilmesi çok önemli bir stratejik gereksinimdir.
Üstelik, ülkemizin en büyük deniz üslerinden birisi de Aksaz’da Yunan adaları arasında hapsolmuş durumdadır. Yunan karasuları 12 mil olduğu takdirde artık Ege denizinde serbestçe geçişe imkan veren uluslar arası bir su kalmamış oluyor. İster Türk, ister Karadeniz‘de sahildar diğer ülkelerin askeri gemileri Yunan karasularına girmeden geçiş yapma imkanına artık sahip olamazlar. Diğer milletlerin askeri gemileri de Yunan kara sularına girmeden, izin almadan Marmara ve Karadeniz geçişi yapamaz.
12 millik karasuları konusunun diğer bir uzantısı da Mühasır alan, ekonomik alan konusudur.
Bunun içinde bu alanda kalan petrol ve deniz altında kalan madenlerin ve diğer zenginliklerin çıkarılması, balık avlanma alanlarının paylaşılması konusu vardı. Bu anlamda Türk balıkçıları artık Ege‘de balık avlayamayacak, Türkiye petrol ve diğer zenginliklerin kullanımından mahrum kalacaktır.
Evet, RTE ve AKP hükumetlerinin Ege’de Yunan‘lara verdiği tavizler öyle üç beş değildir.
Bence aşağıdaki haritayı bir yerlere kopyalayıp zaman zaman göz gezdirin, konuyu çok iyi açıklamış. Oraj POYRAZ(0raj.p0yraz@neomailbox.net / oraj.poyraz@openmail.cc / oraj_poyraz@alpinaasia.com )

25 Aralık 2017 Pazartesi

SON DAKİKA!.. Olağanüstü hal kapsamında hazırlanan 695 ve 696 sayılı iki yeni Kanun Hükmünde Kararname, Resmi Gazete'de yayımlandı. Kamudan 2 bin 766 kişi ihraç edildi.

İKİ YENİ KHK YAYIMLANDI
AKP Hükümeti tarafından Olağanüstü hal kapsamında hazırlanan 695 ve 696 sayılı iki yeni Kanun Hükmünde Kararname, Resmi Gazete'de dün (24 Aralık 2017 - Pazar günü)  yayımlanarak resmen yürürlüğe girdi. Mezkür Kanun Hükmünde Kararname ile Kamudan 2 bin 766 kişi ihraç edildi. Yayımlanan iki yeni KHK ile kamu kurum ve kuruluşlarından toplam 2766 kişi ihraç edildi. 24 Aralık 2017 günü resmi gazetede yayımlanan Kanun Hükmünde Kararname ile Adalet Bakanlığı'ndan 245 kişi ihraç edildi. Ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan 341 personel ihraç edildi. Danıştay'da 3, Sayıştay'da 1, Yargıtay'da 22, Türk Silâhlı Kuvvetleri (TSK)'dan 637 kişi de ihraç edildi. Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) kapsamındaki 105 öğretim üyesi, 50 üniversite personeli ihraç edildi. Ayrıca; Önceden görevlerinden ihraç edilen 115 kişi ise göreve iade edildi.
2 BİN 766 PERSONEL KAMUDAN İHRAÇ EDİLDİ
695 sayılı KHK kapsamında çeşitli kurumlarda görev yapan 2 bin 766 personel kamudan ihraç edildi. TSK'dan 637 personel ihraç edildi. KHK ile 155'i Kara, 155'i Deniz, 327'si Hava Kuvvetleri Komutanlığından olmak üzere Türk Silahlı Kuvvetlerinden 637 personel ihraç edildi. Jandarmadan 360, Emniyetten 61, Sahil Güvenlikten 4 personel ihraç edildi. Kanun Hükmünde Kararname kapsamında Jandarma Genel Komutanlığından 360, Emniyet Genel Müdürlüğünden 61, Sahil Güvenlik Komutanlığından 4 personel ihraç edildi.
Diyanetten 341 kişi ihraç edildi. Olağanüstü hal kapsamında yayımlanan 695 sayılı KHK ile Diyanet İşleri Başkanlığından 341 kişi ihraç edildi, 18 kişi görevlerine iade edildi. Anayasal düzene karşı suç işleyenlere tek tip kıyafet. 696 sayılı KHK'ya göre, 5275 sayılı "Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun"a eklenen maddeyle, Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar nedeniyle tutuklu veya hükümlü bulunanlara, duruşmaya sevk nedeniyle ceza infaz kurumu dışına çıkarılmaları durumunda, ceza infaz kurumu idaresince verilen giysileri giyme zorunluluğu getirildi.
Bu kapsamda, Türk Ceza Kanununun "Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar" başlıklı beşinci bölümünde yer alan suçlardan hükümlü ve tutuklu bulunanlar için bu madde hükmü uygulanacak. "Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs" ile "Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs" suçunu işleyenler badem kurusu renginde tulum giyecek. "Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevlerini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs", "Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine karşı silahlı isyan", "Cumhurbaşkanına suikast ve fiili saldırı" suçlarını işleyenlerle, "Devletin güvenliğine karşı suçlar" ile "Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar" nedeniyle örgüt kuran tutuklu ve hükümlüler ise duruşmalara gri renkli tulum giyerek katılacak. Kadın tutuklu ve hükümlülerin giysileri tulum olmayabilecek. Söz konusu madde hükümleri çocuklar ile hamile kadınlar hakkında uygulanmayacak.
TAŞERON İŞÇİ DÜZENLEMESİ
696 sayılı KHK'ya göre taşeron işçiler, on gün içinde çalıştıkları idarenin hizmet alım sözleşmesinin yapıldığı birime, sürekli işçi kadrolarında istihdam edilmek üzere yazılı başvurabilecek. KHK ile taşeron işçilerin sürekli işçi kadrosuna geçmesi, 4 Aralık 2017 itibarıyla çalıştırılmakta olanları kapsayacak. Taşeron işçiler, sürekli işçi kadrosuna geçebilmek için yazılı ve/veya sözlü ya da uygulamalı sınava alınacak. Sınavda başarılı olanların kadroya geçirilmesine ilişkin süreç 90 gün içinde sonuçlandırılacak. KHK'ya göre taşeron işçilerin sürekli işçi kadrosuna geçebilmesinde, herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan emeklilik, yaşlılık veya malullük aylığı almaya hak kazanmamış olmak şartı yer alacak.
GEÇİCİ PERSONEL KALDIRILDI: Olağanüstü hal kapsamındaki 696 sayılı KHK ile 4/C (geçici) personel statüsü kaldırılarak, bu statüdeki personel 4/B (sözleşmeli) statüsüne geçirildi. Şehit çocukları ve kardeşlerine zorunlu askerlik yok. Olağanüstü hal kapsamında çıkarılan 696 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle, askerlik görevlerini yerine getiren yükümlülerle terör eyleminin ortaya çıkarılması, etkilerinin azaltılması veya bertaraf edilmesinin sağlanması sırasında yardımcı olan sivillerden Terörle Mücadele Kanunu kapsamında hayatını kaybedenlerin çocukları ve kardeşleri istekli olmadıkça silah altına alınmayacak, silah altındakiler istemeleri durumunda terhis edilecek. Şehit yakınları ile gazilere manevi ve maddi destek sağlamak, toplumla ve kendi aralarında iletişim ve dayanışmalarını güçlendirmek amacıyla Ankara'da Türkiye Şehit Yakınları ve Gaziler Dayanışma Vakfı kuruldu.
115 KİŞİ İADE EDİLDİ: KHK kapsamında 115 kişi, eski görevlerine iade edildi. 22 subayın rütbesi alındı. KHK ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden emekliye sevk edilen, kendi isteğiyle emekli olan, istifa eden veya başka bir sebeple ayrılan 22 subayın rütbesi alındı.
ŞEKER KURUMU KAPATILDI: KHK ile Şeker Kurumu kapatıldı. Şeker Kurumuna ve Şeker Kuruluna yapılmış olan atıflar Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına yapılmış sayıldı.,
ASFAT A.Ş. KURULDU: Resmi Gazete'de yayımlanan Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine göre, askeri fabrikalar ve askeri tersanelerin imkan ve kabiliyetlerini kullanarak kamu idarelerinden, kamu iktisadi teşebbüslerinden, yabancılar dahil gerçek ve tüzel kişilerden sipariş almak veya bunların ihtiyaçları için teklif vermek, bu siparişler ve teklifler sebebiyle gerektiğinde müşterek imalat, tasarım, araştırma-geliştirme, ürün geliştirme faaliyetlerinde bulunmak, askeri fabrikalar ve tersanelerin gelişimini ve modernizasyonunu sağlamak, tesisler inşa etmek ve esas sözleşmesinde düzenlenecek diğer ticari faaliyetlerde bulunmak üzere, Askeri Fabrika ve Tersane İşletme Anonim Şirketi (ASFAT A.Ş.) kuruldu.
17 KURUM KAPATILDI: KHK ile 7'si dernek, 7'si vakıf olmak üzere 17 kurum kapatılırken, daha önceden kapatılan bir vakıf açıldı, yurt dışında öğrenim gören 6 kişinin ise öğrencilikle ilişiği kesildi. Savunma Sanayii İcra Komitesi, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanacak. Kanun Hükmünde Kararnameye göre, Savunma Sanayii İcra Komitesi, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanacak. Cumhurbaşkanının daveti üzerine toplanacak komite üyeleri Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, İçişleri ve Milli Savunma bakanları olacak.
MİT PERSONELİ YAZILI BAŞVURU İLE İSTİFA EDEBİLECEK: Olağanüstü hal kapsamında yayımlanan 696 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye göre, MİT fiili kadrosuna atanan personel teşkilata yazılı olarak müracaat etmek suretiyle istifa edebilecek. İstifa müracaatında bulunan personel hakkında; uhdesinde bulunan bilgi, belge ve kayıtlar, yürüttüğü faaliyetler, takip ettiği iş ve işlemler ile kullanımında bulunan kaynak ve diğer hususlara ilişkin olarak teşkilat tarafından bir rapor oluşturulacak ve bu rapor sonucuna göre işlem yapılacak.
DANIŞTAYA 16, YARGITAYA 100 YENİ ÜYE KADROSU: KHK ile Danıştaya 16, Yargıtaya ise 100 yeni üye kadrosu ihdas edildi. Savunma Sanayii Müsteşarlığı Cumhurbaşkanına bağlandı. Olağanüstü hal kapsamında yayımlanan 696 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle, Savunma Sanayii Mu¨stes¸arlıgˆı Cumhurbaşkanına bağlandı. Buna göre, müsteşarlık personeli Cumhurbaşkanı onayı ile atanacak, Cumhurbaşkanı bu yetkisini Müsteşara devredebilecek. (AA Günün Gündemi ve Güncel Haberleri)

21 Aralık 2017 Perşembe

SON DAKİKA: Türkiye'nin BM gündemine taşıdığı Kudüs tasarısı, ABD'nin tehditleri altında görüşülüyor.

BM'DE GÖRÜŞMELER BAŞLADI!.. 
BÜTÜN DÜNYA GÖZÜNÜ KIRPMADAN İZLİYOR
Türkiye'nin BM gündemine taşıdığı Kudüs tasarısı, ABD'nin tehditleri altında görüşülüyor. Oylamada her ülkenin tercihi kritik rol oynayacak. Ezici bir sonuç Washington'ın Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanımasını yok sayabilir.
Oturumda kürsüye çıkan Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, ABD'nin tehditlerini sert sözlerle eleştirip "Kabadayılık yapıldı, üye devletlerin onuru satılık değildir" dedi. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu, Türkiye ve Yemen'in teklifiyle yeni Kudüs tasarısını görüşmeye başladı. ABD'nin şantaj ve tehditleri arasında başlayan görüşmelerin ardından tarihi oylamaya geçilecek.
193 üyeli uluslararası örgütün üçte ikisinin tasarıya destek vermesi yeterli olacak. Ankara ve müttefikleri, ABD ve İsrail'i hezimete uğratmayı hedefliyor. Oylamadan çıkacak ezici bir sonuç, ABD lideri Donald Trump'ın Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıyan kararını 'yasa dışı' sayacak. Ancak bu sonucun bağlayıcı tarafı yok. Oturumda Yemen temsilcisi ve Filistin dışişleri bakanından sonra, Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu kürsüye çıktı. Trump'ın aldığı kararı eleştiren Çavuşoğlu, ABD'nin dünyayı tehdit etmesinin kabul edilemez olduğunu söyledi. Dışişleri Bakanı, "Kabadayılık yapıldı, üye devletlerin onuru satılık değildir. Ülkelerin oylarının satın alınabileceğini düşünmek ahlaki değildir. Biz korkmadık! Güçlü olabilirsin ama bu seni haklı yapmaz" dedi. Çavuşoğlu, "Oylama Filistin davasının hala davamız olduğunu göstermek için önemlidir. Bu bağlamda, bugün adalet ve barış için sesimizi yükselteceğiz. Türkiye asla Kudüs’ü yalnız bırakmayacaktır. Filistin halkı asla yalnız kalmayacaktır. Dünya beşten büyüktür" ifadesini kullandı.
İSRAİL'DEN "BM GENEL KURULUNA KATILAN ÜLKELERE" SERT TEPKİ! İsrail’in BM Daimi Temsilcisi Danny Danon, “Bu görüşmenin olması bile utanç. Kudüs, İsrail’in başkentidir. Bu gerçeği tartışamazsınız. Bugünkü teklifi destekleyenler, Filistinlilerin iplerini çektiği kuklalardır” diyerek oturumu destekleyenlere hakarete varan sözler sarf etti.
ABD'DEN AÇIK TEHDİT: Washington yönetimi, BM üyesi ülkeleri dünyanın gözü önünde açık açık tehdit etti. Trump tasarıyı destekleyen ülkelere ABD'nin mali yardımlarını keseceğini ilan ederken, BM daimi temsilcisi Nikki Halley Amerika'nın karşısında yer alacak ülkelerin not edileceğini söyledi. Amerikan haber kanalı CNN International, ABD Başkanı Trump'ın BM'deki kritik Kudüs oylaması öncesinde kimleri tehdit ettiğini araştırdı. Ortaya çıkan sonuç, Washington'un tehditlerinin altını dolduramayacağı yönünde.
OYLAMAYA DAKİKALAR KALDI... TRUMP'IN TEHDİDİ KİMLERE?.. Çavuşoğlu Filistinli mevkidaşıyla. Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, oylamaya Filistinli mevkidaşı Riad el Maliki ile birlikte gitti. Görüşülen tasarıda ayrıca, Filistin-İsrail sorununun en kritik maddelerinden biri olan Kudüs'ün statüsünün müzakerelerle belirlenmesi teklif ediliyor. İsrail, 40 yıl önce işgal ettiği Kudüs'ü 1980'de başkent ilan etti. Ancak bu karar, dünyada kabul görmüyor. ABD, dünyada Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıyan ilk ülke.
PAZARTESİ VETO EDİLMİŞTİ: Pazartesi BMGK'de yapılan ve ABD'nin veto ettiği Kudüs oylamasında konseyin 15 üyesinden 14'ünün lehte oy kullanması, ABD'nin tek taraflı Kudüs kararının uluslararası kamuoyunda destek bulmadığını ortaya koymuştu. ABD’nin yakın müttefikleri Büyük Britanya ve Japonya’nın dahi Washington’a bu konuda karşı çıkmasının, diğer ülkeleri de Filistin’i desteklemek konusunda cesaretlendirebileceği yorumları da sıklıkla zikrediliyor.

16 Aralık 2017 Cumartesi

SON DAKİKA: ŞİMDİ LÜBNAN HEDEFTE. İSRAİL SAVAŞ İLAN ETTİ! 'LÜBNAN TAŞ DEVRİNE DÖNECEK'

NİHAYET BEKLENEN OLDU!.. FELÂKET GELDİ ÇATTI.
İSRAİL SAVAŞ İLÂN ETTİ! 'LÜBNAN TAŞ DEVRİNE DÖNECEK'
İstihbarat Bakanı Katz, İran'ın Lübnan'da gelişmiş bir füze tesisi inşa ettiğini savunarak "Askeri harekata girişip onlara engel olacağız, tıpkı Suriye'de olduğu gibi. Çok daha geniş ve güçlü bir saldırı olacak, bu kez tüm Lübnan hedef alınacak" dedi.
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Salman’ı ülkesine davet ederek  gündem  olan  İsrail  İstihbarat Bakanı Yisrael Katz, İran'ın Lübnan'da füze tesisi inşa ettiğini ileri sürerek söz konusu yeri vuracaklarını ilan etti.
Suudi Arabistan'ın online haber portalı Elaph'a konuşan Katz, "İran'ın Lübnan'da gelişmiş bir füze tesisi inşa ediyor olduğunu biliyoruz ve üstüne basarak vurgulamak istiyorum bu bizim kırmızı çizgimiz. Her ne pahasına olursa olsun izin vermeyeceğiz" dedi.
İstihbarat bakanı Katz, İran'ın bölgede neler yaptığını İsrail'in çok iyi bildiğini savunarak "Evet, askeri harekata girişip onlara engel olacağız, tıpkı Suriye'de olduğu gibi. Çok daha geniş ve güçlü bir saldırı olacak, bu kez tüm Lübnan hedef alınacak" ifadesini kullandı.
Röportajda İsrail'in 2006'daki savaşta Hizbullah'a karşı yenilerek Lübnan'dan geri çekilmek zorunda kalması da gündeme geldi. 11 yıl önce yaşananları bir piknikle karşılaştıran Katz, "Size söylüyorum, Lübnan'ı taş devrine çevireceğiz" diye konuştu. İsrail'in bölgedeki tüm operasyonlarının arkasındaki isim olan İstihbarat Bakanı Katz, Lübnan'a savurduğu tehditlerin ardından ülkesinin savaş istemediğini savundu. ABD'nin Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanımasıyla rüzgarı arkasına alan İsrail, bir haftadır onlarca Filistinli'yi gözaltına aldı ve protesto gösterilerine sert şekilde müdahale ediyor.
Suriye'de devam eden iç savaşta defalarca birçok hedefe saldırı düzenleyen Tel Aviv yönetimi, şimdi gözünü Lübnan'a dikmiş gibi görünüyor. Ortadoğu'da ezeli düşmanlar Suudi Arabistan ve İran arasında devam eden savaşta İsrail beklendiği gibi Suudi Arabistan'ın yanında saf tutuyor. Suudi Arabistan İsrail’i tanımasa da, iki ülke de Ortadoğu’da İran’ın güçlenmesini bölgesel konjonktür içerisinde kendi menfaatleri için istemiyor.
Geçen ay yine Elaph internet sitesinde İsrail Genelkurmay Başkanı Gadi Eisenkot’un röportajının yayımlanması, dünya kamuoyunu şaşırtmıştı. Bu şaşkınlığın gerekçesi, ilk kez yüksek rütbeli bir İsrailli askerin Suudi Arabistan’daki bir yayın organına konuşmasıydı.
Tahran yönetimini bölgedeki gerçek ve en büyük tehdit olarak nitelendiren Eisenkot, İran'a karşı Riyad’la tam mutabakat içinde olduklarını söylemişti. (Posted by: "sefa m. yurukel" sefamyurukel65@gmail.com)

15 Aralık 2017 Cuma

ONLAR, DAİMA BİZE DÜŞMANLIK, KALLEŞLİK VE HAİNLİK ETTİLER. OYSA ŞİMDİ BİZ; SÖZDE ERMENİ SOYKIRIMI YALANINI TANIYAN VE ERMENİSTAN'A DESTEK VEREN FİLİSTİNLİLER İÇİN AYAKLANDIK!..

SÖZDE ERMENİ SOYKIRIMINI "ARSIZCA" TANIYAN VE MÜFTERİ ERMENİSTAN'A DESTEK VEREN FİLİSTİNLİLER İÇİN AYAKLANDIK!..
“KUDÜS BİZİM KIRMIZI CİZGİMİZDİR” diye Filistin için dünyayı haklı olarak ayağa kaldırdık, Doğu Küdüs’ü Filistin’in Başkenti ilen ettik ama Filistin’in Türklerin Ermeni Soykırımı 100. Yıl dönümü anısına “hatıra pulu” bastırdığını unuttuk.
Ermeni “soykırım” iddialarının 100. yılı nedeniyle Filistin’de 26.04.2015 tarihinde bir pul bastırıldı. Ermeni Haber Ajansı, pulun Filistin’de bastırıldığını duyurdu. sosyal medyada tartışma yaratan “Ermeni soykırımının 100. yılı” anısına basılmış pul için “Filistin Ermeni Soykırımının 100. yıldönümüne adanmış bir pul ” ifadelerini kullanmıştı.
O zamanlar söz konusu pula Türk İslamcı kesimden eleştiri gelmişti. Söz konusu pul için “Bu pul, Filistin hükümetinin bilgisi dışında bastırmış anı puludur” ifadelerini kullanılmıştı.
Yerlere göklere sığdıramadığımız Filistin Cumhurbaşkanı Mahmud Abbas ise 18 Ocak 2016’da kutlanan Ermeni Noel Yortusuna katılmıştı. Bethlehem’de Ermeni kilisesinde yapılan törenden sonra konuşan Abbas, Ermenilerin “bu toprakların tuzu” olduklarını ve bu toprağı asla terk etmeyeceklerini dile getirmişdi.
SOYKIRIM YALANI İÇİN "HATIRA PULU" BU MU İNSANLIK, BU MU ADALET VE MÜSLÜMANLIK?..
Mahmud Abbas, Filistin halkının içinde bulunduğu vahim durumu Türk Soykırım yıllarında Ermenilerin durumuna benzetmişti. Filistin Cumhurbaşkanı Ermeni mevkidaşı Serj Sarkisyan’ı Filisein’e davet ettiğini, Sarkisyan’ın davetini kabul edeceğini ümit ettiğini söylemişti.
Türkiye tarafından devlet olarak tanınan FİLİSTİN; İnsani ve vicdani bakımdan zorunlu olduğu halde: "40 yıldır Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini devlet olarak TANIMAMAK’da ısrar eden" devletler arasındadır.
Filistinlilerin PKK’nın kuruluş aşamasında PKK’lı teröristlere kendi kamplarında savaş eğitimi vermişlerdir. PKK’lı teröristler 1982 yılında İsrail’in işgalinde Filistinliler’le yan yana savaşmışlar ve 11 pkk gerillası ölmüş, 15’i de İsraile esir düşmüştür.
1980’li yıllarda PKK ile Filistinli Navaf Havetma’nın gerillaları ortak bir kamp yapmışlar ve birlikte bu kamplarda eğitim görmüşlerdir. Daha sonra bu kamp tamamen PKK teröristlerin kampı olarak “Mahsum Korkmaz Akademisi” olarak anılmıştır. 1992’de kapatılana kadar Mahsum Korkmaz Akademisi’de PKK teröristler eğitim görmüşlerdir. Kısaca PKK kuruluş ve gelişmesinde Filistin örgütlerinin, Filistin halkının desteği ve katkısı vardır.
Ezilen ve işkence gören Filistin halkının yanında durmak, yardım etmek bir insanlık görevidir. Ama geçmişte olanlarıda unutmamak şartı ile.
HABER MAKALE: Dr. Ahmet GÜLER (15.12.2017)
AMA HANGİ FİLİSTİN VE ABRAHAM’IN (HZ. İBRAHİM'İN) KANLI MİRASI!
Ömer SAĞLAM (TURKISH-FORUM) 
Arapça adı İbrahim olan Hz. İbrahim’in adı, Aramice Abram, İbranice Abraham’dır. İbrahim, gerek Yahudiler, gerek Hıristiyanlar ve gerekse Müslümanlar için son derece önemli bir şahsiyettir. Ayrıca İbrahim, insanlık tarihi ve dinler tarihi bakımından da üzerinde durulması gereken birisidir. Zira ismi her üç dinin kutsal kitaplarında da geçen, dini ise her üç dine de kaynaklık eden bir peygamberdir İbrahim. Öte yandan İslam inancına göre; babasız doğan Hz. İsa dışında, kendilerine kapsamlı kitaplar gönderilen üç peygamber(Hz. Mûsâ, Hz. Dâvut ve Hz. Muhammed)’in büyük atası da yine Hz. İbrahim’dir. Ayrıca, Hz. İsa’nın annesi Meryem’in soyu da yine Hz. İbrahim’e dayandırılmaktadır.
Örneğin, “İbrahim” isminin, Kur’an-ı Kerim’de “Muhammed” isminden 17 kat daha fazla geçtiğini ve “İbrahim” isminin namazda okunan duâlara (ki; bu duâlar Salli-Bârik duâlarıdır) kadar sirayet ettiğini söyleyecek olursam, bu konuda ne demek istediğimi herhalde daha iyi anlatmış olurum! Evet, İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in adı, tebliğ etmiş olduğu kitapta sadece 4 kez geçerken “İbrahim” adı tam 69 kez zikredilmektedir! İslam âlimleri, Hz. Muhammed’in ve yakın çevresinin, İslam’dan önce, İbrahim’in dini olan “Hanif” dinine mensup olduklarını söylerken, Arap soy bilginleri, Hz. Muhammed’in soyunun da yine İbrahim’e dayandığını söylerler…
Müslümanlığı ve Hıristiyanlığı bir yana bırakarak söyleyelim ki; İbranice adı Abraham olan İbrahim, İsrailoğulları ve Yahudilik için her şeydir. İsrail’in var oluş ve varlık sebebidir! Öyle ki; bazı batılı yazarlara göre; Abraham demek, Yahudilik ve İsrailoğulları demektir. İsrailoğulları, Abraham’la var olup, Abraham’la ortaya çıkmışlardır. Tarihten Abraham’ı çıkartın, ortalıkta Yahudilikten ve İsrail Oğullarından eser kalmayacaktır…
Her ne kadar, Yahudiliğin temeli Tevrat’a ve Hz. Mûsa’ya dayanıyor ise de; İbrahim’in, Mûsâ’nın 6. göbekten dedesi olması ve Tevrat’ta (Kur’an’dan çok daha fazla ve ayrıntılı olmak üzere) Abraham’dan çok fazla bahsediliyor olması, onun Yahudiler için ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. İtiraf etmek gerekirse; İbrahim hakkında İslami kaynaklarda verilen belgilerin büyük çoğunluğu, Tevrat’a ve Tevrat çevresinde oluşturulan Yahudi kaynaklarına dayanmaktadır. Çünkü Kur’an’da, İbrahim hakkında, diğer İslami kaynaklarda anlatılanlar kadar geniş ve çeşitli bilgi bulunmamaktadır. Bu konuda belki de en büyük sebep, Yahudi iken (Vehb b. Münebbih, Kâ’bul Ahbar ve Abdullah b. Selâm gibi) sonradan Müslüman olan bazı şahsiyetlerin, Tevrat ile yazılı veya sözlü olmak üzere; diğer Yahudi kaynaklarından öğrendiklerini, İslami kaynaklara sokuşturmalarıdır.
Tarihi kaynaklarda, Hz. İbrahim’in yaşadığı dönem konusundaki ağırlıklı görüş; İÖ. 1900-1800 yıllarıdır. Bu bakımdan efsanelerde Abraham’ın mücadele içinde olduğu söylenen Nemrud’un, ünlü Bâbil hükümdarı Hammurabi, Mısır’da eşi Sâra yüzünden başını derde girerek kendisiyle mücadele etmek zorunda kaldığı Firavun’un ise II. Tuhtmosis (Totis veya Totiş) olduğunu söyleyenler vardır. Tevrat’ta Abraham’ın 175 yıl yaşadığı yazılıdır. Genel kabul görmüş görüşe göre; Bâbil Hükümdarı Hammurabi’nin İÖ.1810-1750 yıllarında yaşadığı, Mısır Firavunu II. Tuhtmosis’in de M.Ö. 1527 yılında tahta çıktığı düşünülerse, verilen tarihlerde ya çok büyük hatalar var, ya da adı geçen üçlüden birisi çok daha uzun süre yaşadı. Hz. Adem’e 1000 yıl, Hz. Şit’e 912 yıl ve Hz. Nuh’a da bir o kadar ömür biçen din âlimlerinin, Hz. İbrahim’e sadece 175 yıl ömür biçmeleri, doğrusu biraz garip! Umulur ki; Hz. İbrahim’de, Nemrut Hammurabi ve Firavun Totiş’i görecek kadar (ve tıpkı ataları gibi) uzun yaşama şansını elde etmiş bir şahsiyettir! Ya da en azından İbrahim hakkında verilen tarihler (ki; bu tarihler İÖ.1900 ve1800’lü yıllardır) tümüyle yanlıştır! Kim bilir belki de Nemrut veya Firavun’dan birisi çok uzun süre yaşadı…
Bu arada, Hz. Musa’nın, Hz. İbrahim’in 6. göbekten torunu olduğuna ve Hz. Musa‘nın mücadele ettiği Mısır Firavunu’nun (İÖ.1302-1212 yıllarında yaşayan) ünlü Mısır Kralı II. Ramses olduğuna ilişkin bilgiler doğru kabul edilirse, Hz. Mûsa’nın da dedesi kadar olmasa bile gayet uzun yaşadığı sonucuna varılır. Bugün elimizde bulunan Tevrat nüshalarının, ünlü Bâbil sürgününü (İÖ.587) müteakip, Kral Sirus yönetimindeki Persler sayesinde (İÖ. 539) özgürlüklerine kavuşan Yahudi bilginlerince kaleme alındığını, bu sürgünü yapan Babil Kralı’nın da Nabukatnezar olduğunu düşünürsek, bugünkü Tevrat nüshalarının, en iyimser tahminle Hz. Musa’dan en az 750-800 sene sonra yazıldığı sonucuna varırız(1).
Zira Kudüs’ü işgal ile yakıp yıkan Bâbil Kralı Nabukatnezar için düşülen tarihler, İÖ. 602-502 arasında değişmektedir. Hemen bütün tarihçiler, Nabukadnezar (diğer adıyla Buhtunnasar)’ın Küdüs’ü yakıp yıktığını, bu arada Tevrat nüshalarını yakarak imha ettiğini, Tevrat okuyanların büyük kısmını öldürdüğünü ve bir kısmını da Bâbil’e sürgün ettiğini söylerler. Onlara göre; Tevrat, Hz. Musa’dan çok sonraları ve İsrail oğullarına bir kimlik kazandırmak düşüncesiyle Yahudi Bilginleri Ezrâ ve arkadaşları tarafından kaleme alınmıştır. İşte bu sırada Tevrat’ın içine bu bilginler tarafından hem kendi kanaatlerinden, hem de Sümer ve Bâbil efsane, gelenek ve kanunlarından bazı eklemeler yapılmıştır. Bu görüşe göre; Yahudi milliyetçiliğinin temelini atanlar ve onlara zaman zaman hayal ve ütopyaya varacak derecede yüksek idealler aşılayanlar, işte Hz. Musa’dan asırlar sonra olmak üzere Tevrat’ı yeniden kaleme alan bu Yahudi bilginleri olmuşlardır.
Yahudi bilgini Ezrâ (İslam kaynaklarında Hz. Uzeyr olarak zikredilmektedir) ve arkadaşlarınca Hz. Mûsa’nın vefatından asırlar sonra ve ünlü Bâbil sürgününü müteakip yazılan tahrif edilmiş Tevrat’a göre; Abraham, Güney Mezopotomya’da Ur şehrinde doğmuş, sonra babası Terah (Azer), kardeşi Nahor ve yeğeni Lût (Harran’ın oğlu) ile birlikte, Kenan Eli’ne, yani bugünkü Filistin’e gitmek üzere; Harran’a gelmiştir. Babası Terah Harran’da ölmüş, kardeşi Nahor orada yerleşmiş ve Abraham, karısı Sâra’yı ve yeğeni Lût’u da yanına alarak önce Filistin’e, sonra Mısır’a gitmiş. Daha sonra bugünkü Filistin’e dönerek orada yaşamış ve ölmüştür. Tevrat ve diğer Yahudi kaynakları Abraham efsaneleriyle doludur. Tarihçilere göre; Abraham aynı zamanda bir tüccardır, Filistin ve Mısır’a yapmış olduğu seyahatlerin bir sebebi de ticari faaliyetleridir. “Dolayısıyla” diyor tarihçiler, “Abraham Filistin’e vardığında orada yerleşik bir halk vardı ve bu halk, ticari faaliyetlere cevap verebilecek kadar kalabalık ve medeni idi…”. O tarihlerde, yani Abraham’ın Filistin’e varmış olduğu tarihlerde (İÖ.1900-1800) Araplar’dan haber yoktur.
İslam tarihçileri, her ne kadar Cürhümlüler sebebiyle Arapların geçmişini, Hz. İsmail’den öncelere dayandırıyorlar ise de o tarihlerde Araplardan henüz söz edilmemektedir. Zira İslam tarihçileri; Hz. Muhammed’in soyunu, Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İsmail’in Mekke’de Yemen asıllı Cürhüm Araplarından bir kadınla yapmış olduğu evliliğe dayandırırlar. Oysa batılı tarihçiler ve Tevrat, Hz. İsmail’den fazla söz etmezler ve genelde Abraham ve oğlu İshak etrafında dönerler. Onlara göre, cariye (Hz. Hacer)den olma oğul olan İsmail, asıl eş olan Sâra’nın İshak’ı doğurmasıyla birlikte ikinci plana düşmüş ve babası Abraham’ın mirasından da mahrum kalmıştır. Daha sonra annesi Sâra ile birlikte Sina yarımadasında bulunan Paran çölüne atılmış ve orada Mısırlı bir kadınla evlenmiştir. Ayrıca kaynaklarda, Abraham’ın oğlu İshak’ı, İshak’ın da oğlu Yakup’u, ısrarla Harran’daki akrabalarının kızlarıyla evlendirmeye çalıştıklarından ve yeni memleketleri olan Filistin’de (Kenan ülkesi) yaşayan halkın kızlarıyla evlendirmeme konusunda ısrarcı olduklarından bahsedilmektedir. O zaman, Abraham ve oğlu İshak’ın, çocuklarına, kızlarını eş olarak almak istemedikleri bu yerleşik halk kimlerdi? Bu halk sakın Filistinliler (Falistîler) olmasın?
Dedik ki; Abraham Filistin’e vardığında, orada yerleşik bir halk ve oldukça gelişmiş bir medeniyet vardı. Hatta bu halkın kendilerine özgü tanrıları da vardı. Tevrat kaynaklı Yahudi tarihlerinde, genelde “Falisti” (Phalisti) isimli bir halktan bahsedilmekte ve İsrailoğulları ile Falistiler arasındaki mücadelelere geniş şekilde yer verilmektedir. Bu Falistiler acaba kimlerdir? Filistinlilerin ataları olabilirler mi? Kanaatimizce olması kuvvetle muhtemel. Eğer böyle ise, İsrailoğulları ile Filistinliler arasındaki kanlı mücadelelerin tarihi yaklaşık 4000 yıl öncesine gider ki; dünyada böyle bir kin, böyle bir kavga ve böyle bir intikam hırsı henüz görülmemiştir(2).
Buraya kadar yazdıklarımızdan anlaşılacağı üzere; Filistin’in yerleşik halkı kuvvetle muhtemel Filistinliler, buraya sonradan gelenler ise İsrailoğullarıdır. Yani bir anlamda, İsrail ile Filistin arasındaki tarihi mücadeleyi, “dağdan gelenlerin bağdakileri kovmaya çalışması” olarak isimlendirmek pek ala mümkündür. Türklerin Anadolu’ya gelişini 1071 olarak kabul eden görüşe göre Türkler de İsrailoğulları ile aynı pozisyondadır! Ancak arkeolojik son bulgular, Türklerin en az İÖ.13000’lerde (özellikle Doğu) Anadolu topraklarında görüldüklerine işaret ettiği için, Türkler bu konuda İsrailoğullarından en az 7.5 kat daha haklıdırlar. Üstelik Türklerin 1071 yılından beri bu coğrafya’da kesintisiz olarak devlet olduklarını, İsrailoğullarının ise bulundukları coğrafyaya (en son Romalılar tarafından MS. 70 yılında gerçekleştirilen sürgün itibarıyla) yaklaşık 2000 yıl aradan sonra dönerek ancak 60 yıl önce (1948 yılında) hile ve desise ile devlet kurduklarını düşünürsek, İsrailoğulları’nın tamamen haksız olduklarını bile düşünebiliriz.
Aklımızı kurcalayan taraf ise Arapların Filistinlileri neden bu kadar yalnız bıraktıkları konusudur. Suudi Arabistan ve körfez ülkeleri gibi, belki de dünyanın en zengin ülkeleri olan Arap ülkeleri, kendileri gibi Müslüman olan, Arapça konuşan ve Arap kültür dairesi içinde mütalaa edilen bir avuç Filistinliye acaba neden gereği gibi sahip çıkmazlar? Burada cevaplandırılması gereken temel soru galiba budur. Okuduklarımdan ve yaşadığım sürece gördüklerimden hareketle bende oluşan kanaat, Filistinlilerin Arap olmadıkları istikametindedir. Her ne kadar dinleri İslam, dilleri Arapça olsa da Filistinliler Arap kökenli değildir. Üstelik onlar, Araplardan çok daha eski bir millettir ve onlardan çok daha eski bir medeniyete sahiptirler. Sâmi ırkından gelmekle şüphesiz Araplarla akrabalıkları vardır. Ancak bu akrabalık, Yahudilere oranla çok daha uzak bir akrabalıktır. Yani Filistin halkı, ırki yakınlık bakımından, Araplardan çok, İsrailoğullarına yakındırlar. Çünkü eğer Filistinliler, Arap kökenli olsalardı, Arap âlemi onları bu derece yalnız bırakmazlar ve koruma altına alırlardı. Araplardaki bu tavrı, onların “Aman İsrail’e bulaşmayalım” veya “Aman ABD ile gerginlik yaşamayalım” düşüncesi ile açıklamak herhalde mümkün değildir. Arapların, Filistinlilere, Türklerin dahi göstermiş olduğu ilgiyi göstermemelerinin temelinde Araplarla Filistinliler arasındaki ırkî uzaklık yatmaktadır. Öte yandan Filistinlilerdeki yüksek mücadele ruhunun Araplar’da olmaması da, bu konudaki tahminleri güçlendirici etkiler yaratmaktadır. Yine Filistin halkının, Edward Said örneğinde olduğu gibi dünya çapında meşhur bilim ve düşünce adamları yetiştiriyor olması da bu konuda kayda değerdir.
Bölge halklarının genetik yapısı üzerinde yapılan bazı çalışmalar ise bu konudaki tahminleri son derece güçlendirmiş bulunmaktadır. 2003 yılında Evrensel gazetesinde yayınlanan The Observer kaynaklı bir haberde şöyle deniliyordu:
“…Yayınladığı bilim dergileri ile alanında tekel olan şirketlerden Elsevier, skandal bir sansür uygulamasına imza attı. Ortadoğulu Yahudiler ve Filistinlilerin, genetik olarak hemen hemen aynı olduğunu kanıtlayan önemli bir araştırma, gruba bağlı dergilerden birinde yayınlandıktan sonra geri çekildi. Ama ‘Human Immunology’ adlı derginin ilgili sayısının ilk kopyaları, abonelere ulaşmıştı. Şirket abonelerden, söz konusu araştırmanın yayınlandığı sayfaları ‘yırtıp atmalarını’ talep etti. Böylesi açık bir sansür, bilimsel yayıncılık dünyasında derin tedirginlik yarattı. Araştırmacılar, Tevrat ve İncil’deki dogmaları sorgulayan bilimsel çalışmaların benzer şekilde bastırılabileceğinden endişeleniyor. Dinsel dogmaları yerle bir eden araştırmayı gerçekleştiren ekibin başında, İspanyol genetikçi, Prof. Antonio Arnaiz Villena bulunuyor. Çalışmalarını Madrid’deki Complutense Üniversitesi’nde sürdüren Villena, ‘Bazıları Nature ve Science gibi büyük dergiler olmak üzere, birçok yayında yüzlerce bilimsel makalem yayınlandı. Daha önce böyle bir şey yaşamamıştım. Afallamış durumdayım’ diye konuştu. Aynı ekipten İngiliz genetikçi Sir Walter Bodmer da, ‘Dergi makaleyi beğenmediyse, yayınlamazdı. Bu sansürü uygulamadan önce neden beklediler?’ diye sordu.
Sansürcü derginin editörü, New York’taki Columbia Üniversitesi’nden Nicole Sucio Foca. Foca, makalenin ‘aşırı siyasi’ nitelik taşıdığını ve bu nedenle tepki aldığını öne sürüyor. Makale, derginin internet sitesinden de çıkartıldı. Editörler, dünyanın her yerindeki kütüphane ve üniversitelere mektuplar yazarak, söz konusu sayfaları ‘fiziksel olarak yok etmelerini’ istedi. Bu arada Arnaiz Villena, derginin yayın kurulundan atıldı. Dergiyi yöneten Amerikan Histokompatibilite ve İmünogenetik Topluluğu’nun başkanı Dolly Tyan da, abonelere ‘bu makaleden dolayı utanç duyduklarını’ anlatan bir başka mektup yolladı. Bu kadar gürültü koparan makalenin başlığı, ‘Filistinlilerin Kökeni ve Diğer Akdeniz Popülasyonları İle Genetik Bağlantıları’. Araştırma; Ortadoğu halklarındaki bağışıklık sistemini, genlerindeki çeşitliliği inceliyor. Araştırma ekibi, bu konudaki geçmiş çalışmalarla aynı sonuca ulaştı: Yahudilerin, genetik olarak bölgedeki diğer halklardan farklı olduğu fikrini destekleyen tek bir kanıt yoktu. Yani araştırma, Yahudilerin ‘özel halk’, Yahudiliğin de nesilden nesile geçen ‘seçilmiş insanların dini’ olduğu iddialarını temelden sarsmaktaydı. Dahası da var. Ortadoğulu Yahudiler ve Filistinliler, çok benzer bir gen havuzunu paylaşıyorlar. Bu nedenle iki halk, yakın akraba sayılmalı. Araştırmacıların dediği gibi; ‘Sorunların temelinde genetik farklılıklar değil, kültürel ve dinsel sorunlar’ yatıyor…”(3).
Özetle söylemek gerekirse; uzun yıllardır ve günümüzde de en kanlı biçimde devam eden İsrail-Filistin mücadelesi, iki düşman kardeş arasında yaklaşık 4000 yıldır devam eden bir kavganın devamından ibarettir. Bu kavga bizi ilgilendiriyor mu? Elbette ilgilendiriyor. Zira Filistinliler bizim din kardeşlerimizdir, üstelik de kanlı savaşların cereyan ettiği coğrafyada ceddimizin 400 yıllık manevi hatırası vardır. Örneğin benim dedem (babamın babası) bugün orada yatmaktadır. Birinci Dünya Savaşı sırasında orada şehit düşmüştür. Ancak bu böyledir diye, işi şirazesinden çıkarmaya hiç gerek yoktur. Cumhurbaşkanından başlayıp, Başbakana ve muhalefet partisi liderlerine varıncaya kadar en üst perdeden ve altından kalkamayacağımız biçimde İsrail ve Yahudiler hakkında ile geri konuşup, halkı sokaklara dökmeye ve sürekli lânetler yağdırmaya hiç gerek yoktur. Onlar, Kur’an’a göre; Allah tarafından zaten lanetlenmiş bir millettir(4).
Ayrıca Musul ve Kerkük’te, Kafkasya’da ve Doğu Türkistan’da oluk oluk Müslüman kanı akarken, kılını kıpırdatmayanların, Filistinliler konu olunca, ayağa kalkmalarını ve Türkiye’yi ayağa kaldırmalarını anlamakta gerçekten güçlük çekiyorum. Demek oluyor ki (bu satırları okuduklarında peşin peşin beni ırkçılık yapmakla suçlayacak) bu aymazlar sürüsüne göre; Türk’ün kanı, çok daha ucuz, çok daha değersiz ve kıymetsizdir. Onun için akıtılmasında hiçbir beis yoktur!
Bir taraftan haddinizi bilmeden arabuluculuk ayaklarına soyunacaksınız ve bunun adına “uluslar arası siyasette Türkiye’nin etkinliğini arttırdık” diyerek, bunu siyasi ranta tahvil edeceksiniz, bir taraftan da bu aciz ve ucuz politikanın çabuk fos etmesi üzerine düşmüş olduğunuz mahcubiyetten kaynaklanan öfke ile İsrail’e veryansın edeceksiniz! Allah’tan Filistinliler ve Arap Dünyası ortaya çıkıp da “İsrail’in arkasında Türkiye vardır” demiyorlar. Zira İsrail saldırısı, İsrail Başbakanı Ehut Olmert’in Ankara seyahatinden hemen sonra başladı.
Müslüman kardeşlerimiz olarak Filistin’e elbette yardım elini uzatacağız. Orada çocuklar ölürken ve analar ağlarken, bütün bunlara elbette kayıtsız kalamayız. Ancak bu yardımlar, sadece el uzatmakla kalmalıdır. Yoksa ortaya gövdemizi koyarak yardım etmeye kalkışırsak, bunu ne bugünkü nesiller kaldırabilir, ne de gelecek nesiller bunu kolay kolay affedebilir. 4000 yıllık kardeş kavgasını bitirmek, sadece bize kalmadı. Bu görevi, 1516-1918 arasında 400 küsur yıl boyunca canla başla yerine getirdik. Artık yetişir. Bırakın da bundan sonrasını, biraz da bizi oradan sürüp çıkaranlar ve çıkaranlarla işbirliği yaparak bizi arkadan vuranlar düşünsünler.
Üstelik biz hangi Filistin’e yardım edeceğiz? Ortada tek Filistin yok ki! Gazze şeridinde Hamas Devleti, Batı Şeria’da El Fetih Devleti var! Bu adamlar, daha kendi içlerinde birliği ve dirliği sağlayamamışlarken, biz hangisine ve nasıl yardım edeceğiz? HAMAS’ın kusursuz olduğunu kim söyleyebilir? Ateşkesi bozan ve geçtiğimiz hafta İsrail topraklarını roket yağmuruna tutan ve daha önce İsrail askerlerini kaçıranlar onlar değil midir? Sulh yanlısı olan ve sorunları diplomatik yollardan çözme yanlısı gözüken Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’ı yetersiz bulan, üstelik ABD’nin ve İsrail’in uşağı olarak niteleyen HAMAS ve El CİHAD değil midir? Hiçbir ülkenin hüsnü kabul göstermediği HAMAS lideri Halit Meşal’i Ankara’da ağırlayanların, biraz daha dikkatli olması ve Türkiye’yi altından kalkamayacağı maceraların ve yükümlülüklerin altına sürüklememeleri gerekir.
Kanaatimce Türkiye, eğer somut bir şeyler yapmak istiyorsa, İsrail ile Filistinlilerin arasını bulmadan ve bu amaçla Ortadoğu turu adı altında sonuçsuz seyahatlere çıkmadan önce, Filistinlilerin kendi arasındaki anlaşmazlıkların giderilmesi için çaba sarf etmeli, bunun için Filistinli yöneticileri derhal Ankara’ya çağırmalıdır. Bunun için gerekirse genel sekreterliğini yaptığı İKÖ’yü devreye sokabilmelidir. Dolayısıyla yapılacak öncelikli iş, Filistinli düşman kardeşleri barıştırmak ve böylece onları daha da güçlendirmektir. İslam’ın öncelikle öngördüğü de zaten budur(5). Çünkü bu adamlar, İsrail ile savaşmadıkları zamanlarda, bu kez birbirlerini boğazlıyorlar! Değilse sadece İsrail’i lanetlemek yetmiyor ve yetmeyecektir. Öte yandan o bölge, zaten toptan lanetli bir bölgedir! Çünkü o bölgede Osmanlı’nın lanetli mirası vardır! O miras hiç kimseye yar olmayacak, ikinci bir 4000 yıl geçse bile, bu kardeş kavgası asla bitmeyecektir. Zira ben, 91-92 yıl önce şehit düşerek kumlara gark olmuş dedemin acı feryadını ve son nefesinde, kumlara belenmiş dudaklarıyla inilti halinde vermeye çalıştığı Kelime-i Şahadeti hâlâ duyar gibiyim…(*)
30 Aralık 2008 - Ömer Sağlam
1- Bazı kaynaklarda Hz. Musa’nın İÖ.1313 yılında peygamber olduğu, Babil ülkesinde esaret hayatı yaşayan Yahudilerin ise Kudüs ve Bâbil ülkesinin Persler tarafından işgalinden 70 yıl sonra hürriyetlerine kavuştuğundan bahsedilmektedir. Bunun anlamı, Tevrat’ın Hz. Musa’ya verilmeye başlaması ile yazıya geçirilmesi arasında geçen sürenin yaklaşık 850 yıl olduğudur. Ancak Hz. Musa’nın kaç yıl yaşadığı, kaç yaşında peygamber olduğu ve hangi tarihte öldüğü konusundaki bilgilerimiz yetersiz olduğu için, bu konuda en sağlıklı hareket noktamız, Hz. Musa’nın mücadele içinde olduğu söylenen Mısır Firavunu II. Ramses’in ölüm yılı (İÖ.1212) ile Yahudilerin, Persler’in Kudüs’ü ve Babilonya’yı işgalinden 70 yıl sonra hürriyetlerine kavuştukları şeklindeki bilgi olacaktır. Bu esasa göre (İÖ.1212 ile İÖ.469 arasında) geçen süre yaklaşık 750 (743)yıl yapıyor.
2- Türkler ve Çinliler arasındaki mücadele, belki ancak bu kadar (belki bundan da) eskidir. Çin milletinin uzun geçmişte Ön-Türk atalarımızla, bugün de Doğu Türkistan(Uygur Özerk Bölgesi)’daki katliamlarını düşünürsek, İsrail ve Filistin arasındaki mücadelenin tek benzeri Türklerle Çinliler arasındaki mücadeledir diyebiliriz.
3- http://www.evrensel.net internet sitesinde bulunan 22.10.2003 ve ”Bu da bilimde ırkçılık” başlıklı yazı(http://www.evrensel.net/03/10/22/toplum.html).
4- Mâide Sûresi’nin 78. ayetinde şöyle buyrulmaktadır: “İsrailoğullarından inkâr edenler, Davud ve Meryemoğlu İsa diliyle lanetlendi. Bu, onların isyan etmeleri ve hadlerini aşıyor olmalarından ötürüydü.”
5- Hucurât Sûresi’nin 10. âyetinde şöyle buyrulmaktadır; “Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.”
* Bu yazının hazırlanmasında şu kaynaklardan geniş ölçüde istifade edilmiştir:
– Muazzez İlmiye Çığ, İbrahim Peygamber-Sumer Yazılarına ve Arkeolojik Buluntulara Göre,
– Muazzez İlmiye Çığ, Kur’an, İncil ve Tevrat’ın Sumer’deki Kökeni,
– Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler,
– Doç. Dr. Abdullah Aydemir, Tesir’de İsrailiyat
– M. Asım Köksal, Peygamber Tarihi,
– TDV. İslam Ansiklopedisi, “İbrahim” maddesi,
– Ömer Sağlam, Çöldeki Osmanlı ve Kavm-i Necip

13 Aralık 2017 Çarşamba

SON DAKİKA! Bütün Arap devletlerindeki ABD askeri üslerinin kapatılması kararının gündeme taşınması; Çok ciddi, sağlam ve güçlü bir karar alınması bekleniyordu.SONUÇ: Son derece pasif, palyatif ve spekülâtif bir karar

İSLÂM İŞBİRLİĞİ TEŞKİLÂTI (İİT) İSTANBUL ZİRVESİNDEN TARİHİ KARAR! DOĞU KUDÜS, RESMEN FİLİSTİN DEVLETİ'NİN BAŞKENTİ İLÂN EDİLDİ!..
Kudüs için İstanbul'da toplanan İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT), yapılan müzakereler sonucu Doğu Kudüs'ü Filistin'in başkenti olarak resmen tanımaya karar verdi ve alınan kararı bütün dünyaya açıklamak suretiyle de tanımış oldu. Kuruluş döneminde adı İslâm Konferansı olan şimdiki anlatım ve tanım biçimiyle "İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT)" Türkiye'nin çağrısıyla yapılan Olağanüstü Zirvesinin sonuç bildirisinde, Doğu Kudüs Filistin'in başkenti ilan edildi. Sonuç bildirisinde, uluslararası topluma Doğu Kudüs'ü Filistin'in işgal altındaki başkenti olarak tanıma çağrısı da yapıldı ve ABD’nin Kudüs kararı kınandı.
"DOĞU KUDÜS'Ü BAŞKENT İLAN EDİYORUZ"
İslam ülkeleri zirvesi İstanbul Deklarasyonu'ndan yapılan açıklamada, "Başkenti Doğu Kudüs olan Filistin Devletini tanıdığımızı ilan ediyoruz. ABD Başkanı'nın kararını en güçlü şekilde reddediyor ve kınıyoruz" denildi.
"ABD YÖNETİMİ BARIŞ SÜRECİNDEKİ ROLÜNDEN ÇEKİLMELİ"
İslam İşbirliği Teşkilatı sonuç birdirgesinde, "ABD yönetimi barış sürecindeki rolünden çekilmeli.  ABD geri adım atmazsa, tüm sonuçlarından sorumlu olacaktır" çağrısı da yapıldı.
İİT'NİN SONUÇ BİRDİRGESİNDE ÖNE ÇIKAN MADDELER:
-Doğu Kudüs'u Filistin'in başkenti olarak ilan ediyoruz.
-Bütün ülkeleri bunu tanımaya çağırıyoruz.
-ABD'nin Kudüs kararını kınıyoruz.
-ABD'nin kudüs kararı Filistin halkının haklarına saldırıdır.
-ABD barış sürecindeki rolünden çekilmeli.
-ABD gerim adım atmazsa tüm sonuçlarından sorumlu olacak.
-BMGK'nın harekete geçememesi halinde bu ağır ihlali BM Genel Kurulu'na götürmeye hazırız.
CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN ÇAĞRI YAPMIŞTI
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın zirvedeki konuşmasında dile getirdiği, "Tüm dünyayı Kudüs'ü Filistin'in işgal altındaki başkenti olarak tanımaya çağırma" önerisi, sonuç bildirisine de yansıdı. İslam ülkeleri, bildiride Doğu Kudüs'e ilişkin kararlarını teyit ederek, uluslararası toplumun çağrıya olumlu yanıt vermesini istedi.
İİT ZİRVESİNE, SUUDİ ARABİSTAN'DAN DEVLET BAŞKANI DÜZEYİNDE KATILIM OLMADI!
Kudüs için toplanan İslam İşbirliği Teşkilatı Zirvesine, Suudi Arabistan'dan devlet başkanı düzeyinde katılım olmaması "Trump'ın kararı Suud ve Mısır ile anlaşmalı." iddialarını güçlendirdi. İslam İşbirliği Teşkilatı Olağanüstü Zirvesi İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT), ABD Başkanı Donald Trump'ın Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıma ve ABD Büyükelçiliğini Tel Aviv'den Kudüs'e taşıma yönündeki planını açıklamasının ardından dönem başkanı Türkiye'nin ev sahipliğinde olağanüstü toplandı.
SUUDİ ARABİSTAN'DAN DEVLET BAŞKANI DÜZEYİNDE KATILIM OLMADI
Zirveye, Suudi Arabistan'dan devlet başkanı düzeyinde katılım olmaması, İsrail televizyonunun ortaya attığı "Trump'ın kararı Suud ve Mısır ile anlaşmalı. Arapların kınama açıklamaları ciddi değil!" iddiasını güçlendirdi.
"TRUMP'IN KARARI SUUD VE MISIR İLE ANLAŞMALI" İDDİASI
ABD Başkanı Donald Trump'ın, ABD Büyükelçiliği'ni Kudüs'e taşıma ve Kudüs'ü işgalci İsrail'in başkenti olarak tanıma kararının yankıları sürerken, dikkat çekici bir iddia İsrailli televizyon kanalından gelmişti. İsrailli Kanal 10 televizyonu, "Trump'ın kararı Suud ve Mısır ile anlaşmalı. Arapların kınama açıklamaları ciddi değil!" iddiasında bulunmuştu.
KÖKENİ 1969'DA KUDÜS'TEKİ MESCİD-İ AKSA'NIN KUNDAKLANMASINA UZANAN İSLAM İŞBİRLİĞİ TEŞKİLATI
İslam İşbirliği Teşkilatı Kudüs için Erdoğan'ın çağrısıyla İstanbul'da toplandı. BM'den sonra en büyük kuruluş olan İİT'nin kökeni 1969'daki Mescid-i Aksa'nın kundaklanmasına kadar uzanıyor. ABD Başkanı Donald Trump'ın Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıması sonrası İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) bugün Türkiye'nin çağrısıyla İstanbul'da olağanüstü gündem ile toplandı. Birleşmiş Milletler'in ardından en büyük hükümetlerarası kuruluş olan teşkilatın dönem başkanı Nisan 2019'a dek Türkiye. Teşkilatın 4 kıtada 57 üyesi var.
KÖKENİ 1969'DAKİ KUNDAKLAMAYA UZANIYOR
İİT'nin nüvesini Suudi Arabistan merkezli İslam Birliği adlı kuruluş oluşturdu. 1966'da dönemin Somali Cumhurbaşkanı Aden Abdullah Osman'ın ortaya attığı zirve fikrine Suudi Arabistan Kralı Faysal bin Abdülaziz el-Suud da destek verdi. İİT'yi oluşturma fikri, Fas'ın başkenti Rabat'ta yapılan İslam ülkeleri devlet ve hükümet başkanları konferansında olgunlaştı. Konferans, 21 Ağustos 1969'da Kudüs'teki El Aksa Camii'nin kundaklanması üzerine toplanmıştı. Bu konferansta, İslam ülkelerinin dışişleri bakanlarının Mart 1970'te bir araya gelmesi kararı alındı.
KURULUŞUN YAPISI
İİT'nin 1972'de kabul edilen kurucu belgesinde kuruluşun amaçları ve prensipleri şöyle sıralandı; İİT Genel Sekreterliği, Dışişleri Bakanları Konferansı tarafından dört yıllığına atanıyor ve görev süresi sadece bir kez daha uzatılabiliyor. Genel Sekreter'in dört yardımcısı bulunuyor. Siyasi İşlerden Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı; Siyasi İşler Departmanı, Arap işleri Departmanı, Afrika İşleri Departmanı, Asya İşleri Departmanı ve Azınlık İşleri Departmanı'ndan sorumlu. Kültürel, Sosyal ve Enformasyon İşlerinden Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı, Enformasyon ve Kültürel ve Sosyal İşler Departmanı'ndan sorumlu. Ekonomik İşlerden Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı, Ekonomik İşlerden Departmanı'nın başında. Bilim ve Teknoloji İşleri'nden Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı, Bilim ve Teknoloji Departmanı'nın da sorumlusu. Genel Sekreter Yardımcısı pozisyonunu alan, Filistin ile Koordinasyon Direktörü, Filistin ve Kudüs Departmanı'ndan sorumlu. Yine Genel Sekreter Yardımcısı pozisyonundaki, İsrail'i Boykot Yüksek Komiseri de İsrail'i Boykot Bürosu'nun başında, aynı zamanda Dawa Bölümünü de yönetiyor. İİT'nin bir iç denetçisi de bulunuyor.
ÜYE OLAN ÜLKELER
Hukuk İşleri, Protokol İşleri, Yönetim ve Mali İşler, Konferanslar, Bilgisayarlar ve İletişim departmanları ise Genel Sekretere bağlı. Kabine Direktörü ve İİT'nin New York  ve Cenevre'deki daimi gözlem misyonu da genel sekretere bağlı. Türkiye 2019'a dek dönem başkanı Türkiye'nin Nisan 2016-2019 arasında dönem başkanlığını üstlendiği İİT'ye üye ülkeler şöyle; Afganistan, Arnavutluk, Cezayir, Azerbaycan, Bahreyn, Bangladeş, Benin, Brunei, Burkina Faso, Kamerun, Çad, Komor Adaları, Fildişi Sahilleri,  Cibuti,  Mısır,  Gabon,  Gambiya, Gine, Gine Bissau, Guyana, Endonezya,  İran,  Irak,  Ürdün,  Kazakistan,  Kırgızistan,  Kuveyt, Lübnan, Libya, Malezya, Maldivler, Mali,  Moritanya,  Fas,  Mozambik, Nijer, Nijerya, Umman, Pakistan, Filistin, Katar, Suudi Arabistan, Senegal, Sierra Leone, Somali, Sudan, Surinam, Tacikistan, Togo, Tunus, Türkiye, Türkmenistan, Uganda,  Birleşik Arap Emirlikleri, Özbekistan, Suriye, Surinam, Yemen.
GÖZLEMCİ ÜLKELER
Gözlemci statüsüne sahip ülkeler; Bosna Hersek, Orta Afrika  Cumhuriyeti,  Tayland,  Rusya Federasyonu, Kuzey Kıbrıs. Moro Ulusal Kurtuluş Cephesi, İİT Üye Ülkeler Parlamentolar Birliği, İslami Gençlik Diyalog ve İşbirliği Forumu, Birleşmiş Milletler, Bağlantısızlar Hareketi, Arap Birliği, Afrika Birliği ve Ekonomik İşbirliği Teşkilatı da İslâm İşbirliği Teşkilâtı (İİT)'nin gözlemci üyelerinden.

5 Aralık 2017 Salı

Amasya'nın Suluova ilçesinde ayrı yaşadığı eşi tarafından bıçaklanarak öldürülen Ayşe Z., kılınan cenaze namazının ardından defnedildi. Talihsiz kadının tabutunu 11 yaşındaki oğlu da taşıdı.

Çok Büyük Bir Hüzün. Kan, Katliam, Elem, Keder ve Masum Bir Çocuğun Görenleri Derinden Yaralayan, Yürekleri Sızlatan Buruk Acı.. Allah, Bu Acıya Sebep Olanların Belâsını versin İnşallah...
ONBİR YAŞINDAKİ ÇOCUK "DERİN ACILAR İÇİNDE" ANNESİNİN TABUTUNU BÖYLE OMUZLADI
Amasya'nın Suluova ilçesinde ayrı yaşadığı eşi tarafından bıçaklanarak öldürülen Ayşe Z., kılınan cenaze namazının ardından defnedildi. Talihsiz kadının tabutunu 11 yaşındaki oğlu da taşıdı. (İHA)
Edinilen bilgiye göre, dün akşam saatlerinde Suluova Orta Mahalle'de meydana gelen cinayette pazarcılık yapan Ferhat Z. bugünkü boşanma davaları öncesi bir süredir ayrı yaşadığı eşi Ayşe Z.'nin kaldığı eve gitti. İkili arasında başlayan tartışma sonrası Ferhat Z., başını yastıkla kapattığı iki çocuğunun annesi Ayşe Z.'yi göğüs boşluğundan bıçakladı. Kanlar içinde kalan talihsiz kadın olay yerinde hayatını kaybetti. Ayşe Z.'nin cenazesi polis ekiplerinin incelemesinin ardından gönderildiği Ankara Adli Tıp Kurumundan getirildi.
TABUTA SON BAKIŞI YÜREKLERİ DAĞLADI
Ortayazı köyünde helallik alınması sonrası Merkez Orta Cami’de cenaze namazı kılındı. İlçe Müftüsü Hüseyin Okuş’un kıldırdığı namaz sonrası talihsiz kadının cenazesini geride bıraktığı iki oğlundan 11 yaşındaki Salih omuzladı. Büyüklerinin arasında gözyaşları içinde annesinin tabutunu taşıyan Salih’in cenaze aracına konan tabuta son bakışı yürekleri dağladı. Polisin yakalayarak gözaltına aldığı Ferhat Z. emniyetteki sorgusunun ardından adliyeye sevk edildi.

30 Kasım 2017 Perşembe

SON DAKİKA... "Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, Rusya'nın Soçi kentinde düzenlenecek Suriye Halkları Kongresi'nde PYD'nin yer almayacağını açıkladı"

TÜRKİYE: ZİRVEDE PYD OLMAYACAK

Dışişleri Bakanlığı, Rusya'nın Soçi kentinde düzenlenecek Suriye Halkları Kongresi'nde PYD'nin yer almayacağını açıkladı. Ankara, ayrıca ABD'nin YPG'ye verilen silahlar konusunda tatmin edici bir açıklama yapamadığını belirtiyor.

Türkiye, Suriye iç savaşında gelinen son noktayı özetleyen bir açıklama yayınladı.
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla yapılan açıklamada, Rusya'nın Soçi kentinde düzenlenecek Suriye Halkları Kongresi'nde PYD'nin yer almayacağı duyuruldu.
Açıklamada, "Yeni Suriye'de rejimin imzası olmamalı. Ulusal Diyalog Konferansı’nın tarihi noktasında Rus basını Şubat dedi ancak resmi ağızlardan bize yansıyan kongrenin tarihinin henüz kararlaştırılmadığıdır. Suriyeli Kürtlerin Suriye’nin geleceğine yönelik her siyasi girişimde yeri olmalı. Soçi’de de Suriyeli Kürtlerin meşru beklentilerini yansıtabilecek olanların katılmasında bir beis olmayacak. Tabi ki YPG/PYD ile bir bağlantısı olmayanların" denildi.
ABD, Suriye'nin kuzeyinde terör örgütü PKK'nın Suriye uzantısı YPG'yi destekliyor. Dışişleri açıklamasında şu ifadeler kullanıldı: "ABD yönetiminin ahenkli olarak davranmadığı bir gerçektir. Önceki yönetim döneminde de taahhütler verilmiş ve teknik düzeyde gerçekleştirilmemişti. Geçici iş birliği ne demek? Bu soruya verilen yanıt bizi tatmin etmekten çok uzak. Bizim için 1 saatlik işbirliği bile son derece zararlıdır.
Silahlar konusunda bilgi paylaşımı oluyor ancak bunun çok daha net bir paylaşım olması gerekir. Mesele, bu silah yardımının bize tehdit olarak geri dönmesidir. Bu geçici ortaklığın ne zaman biteceği konusunda bize söylenen net bir tarih yok. ABD, bölgeye giden tırların sınırlı bir kısmının PYD/YPG’ye gittiğini, önemli bir kısmının ise orada bulunan ABD birliklerinin ihtiyacı için gittiğini söylüyor."
Türkiye, Rusya ve İran'ın ateşkes ilan ettiği ve gözlemci asker göndermeye hazırlandığı İdlib'deki son durum da açıklamada yer aldı. Buna göre, kurulacak 12 gözlem noktasından üçü tamamlandı.

24 Kasım 2017 Cuma

MISIR'DA CAMİDE KATLİAM! ÖLÜ SAYISI ARTIYOR

Son dakika... 
Mısır'ın Ariş kentinde camide patlama!.. 
Mabet'de kan gövdeyi götürdü. Toplu cinayet ve alçakça katliamda en az 235 kişinin hayatını kaybettiği bildiriliyor. 
MISIR'DA CAMİDE KATLİAM! 
ÖLÜ SAYISI ARTIYOR
Mısır'ın Ariş kentinde camide patlama meydana geldi. Menfur olayda en az 235 masum ve müsamma, korumasız ve suçsuz kişinin; En alçakça, vahşice ve hunharca hayatını kaybettiği bildirildi. Görgü tanıkları, Bir el-Abed'de bulunan bir camiye önce bombalı saldırı düzenlendiğini daha sonra ise, lânetli teröristlerin cemaatin ve sivil halkın üstüne makineli tüfeklerle ateş açtığını belirtti.
Haberi dünyaya duyuran Ajanslar tarafından, "Mısır'ın Ariş kentinde bir camide meydana gelen patlamada en az 235 kişinin öldüğü 120'den fazla kişinin yaralandığı belirtildi." Reuters’e konuşan görgü tanıklarının açıklamasında göre saldırganlar Gazze sınırına yakın Ariş kentinin batısındaki Bir el Abed’de bulunan El Ravdah camisine cuma namazı sırasında saldırdı.
Güvenlik güçlerini destekleyen cemaatin hedef alındığını söyleyen görgü tanıkları saldırganların bir bombayı infilak ettirdiğini ayrıca camiidekilere 4 adet zırhlı arazi aracından,  her hangi bir hedef gözetmeden, doğrudan sivil halka ve cami cemaatine ateş açtıklarını aktardı.
MISIR'DA 
ÜÇ GÜNLÜK ULUSAL YAS İLAN EDİLDİ
Mısır Hükümeti Sağlık Bakanı Halid Megahid Kahire televizyonunda yaptığı konuşma ve menfur olay hakkındaki açıklamada: "En az 25 ambulansla yaralıların Er Ariş hastanelerine taşındığını" söyledi.
Ayrıca; Mısır devlet televizyonunun bildirdiğine göre, Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah el Sisi saldırıdan hemen sonra acil güvenlik toplantısı düzenledi.
Reuters haber ajansı, Mısır'da kanlı saldırının üzerine bütün ülke kapsamında 3 günlük yas ilan edildiğini duyurdu. 
​Saldırıyı henüz üstlenen bir örgüt olmadı. Fakat, 2014'te terör örgütü DEAŞ'a biat eden Sina yarımadasındaki bazı örgütler bölgede yapılan bir dizi ölümcül saldırının sorumluluğunu üstlenmişti.
Sosyal medyada cuma namazı esnasında gerçekleşen katliama ilişkin çok sayıda fotoğraf paylaşılıyor... Saldırı, DEAŞ'a bağlılık yemini eden Mısır merkezli terör örgütlerinin yoğun olarak bulunduğu Sina Yarımadası'nda gerçekleşti. Alınan bilgi ve intikal eden haberlere göre: Cinayet-Saldırı ve katliam mahallinde ölü ve yaralı sayısı her dakika artıyor.

22 Kasım 2017 Çarşamba

AKP'den Seçim Güvenliğini Sarsan Yeni Düzenleme: YSK’Yİ AKP’YE BAĞLIYORLAR (İnsan Hakları, Adalet-Hukuk ve Dürüstlüğün Teminatı Olmaya Mecbur Bir Kurumla Oynanmasına Asla Müsaade Edilmemelidir)

AKP'DEN SEÇİM GÜVENLİĞİNİ SARSAN YENİ DÜZENLEME: YSK’YI DA AKP’YE BAĞLIYORLAR!..
AKP, YSK’nin teşkilat yapısını belirleyen kanun teklifine seçim güvenliğini sarsan maddeler ekledi. CHP’nin YSK temsilcisi Yakupoğlu, “Bu düzenleme ile tüm sandıkların başkanı yandaş sendika üyesi olabilir ve buna itiraz hakkı da bulunmuyor” dedi
AKP, Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) teşkilat yapısı ve görevleriyle ilgili hazırladığı kanun teklifini TBMM’ye sundu. Düzenleme öncesinde Adalet Bakanlığı bünyesinde bulunan YSK’nin, teklif yasalaşırsa kendisine özel bütçesi ve kadrosu olacak.
Sandık başkanları itirazsız belirleniyor
AKP’nin TBMM Başkanlığı’na sunduğu 14 maddelik teklifin iki maddesi, 16 Nisan referandumunun ardından tartışmaları artıran seçim güvenliğine bir kez daha gölge düşürecek. Düzenlemenin kabul edilmesi durumunda bundan böyle seçimlerde sandık kurulu başkanları kura ile belirlenemeyecek. Kurul başkanlarına memur olma zorunluluğu getirildi ve bu isimler ilçe seçim kurulu tarafından belirlenecek. Seçilen isimleri itiraz hakkı ise olmayacak.
Müşahitlere sınır
AKP’nin satır aralarına eklediği kritik değişikliklerden bir diğeri de sandık müşahitlerine ilişkin oldu. Eskiden seçim günü belirlenebilen ve büyük oranda sınırı bulunmayan müşahitler bundan böyle belirlenen tarihe kadar ilçe seçim kurullarına bildirilmek zorunda. Müşahit olmak isteyenler, YSK tarafından hazırlanacak formu doldurmak zorunda olacak ve vesikalık fotoğrafı ile bu formu ilçe seçim kuruluna teslim edecek. Böylece her partinin istediği kadar müşahit belirleme ve seçim saatine kadar müşahit bulma hakkı ortadan kalkmış olacak.
‘Kanun teklifinde olmamalıydı’
YSK’nin yapısında yapılan kritik değişiklikleri CHP’nin YSK temsilcisi Hadimi Yakupoğlu BirGün’e değerlendirdi. YSK’nin kendisine özel bir bütçesi ve kadrosunun olmasına itirazlarının olmayacağını belirten Yakupoğlu, sandık kurulu başkanlığı ve sandık müşahitliği ile ilgili maddelerin ise Kanun teklifinde olmaması gerektiğini söyledi. Yakupoğlu, şunları söyledi: “14 maddeden oluşan Kanun teklifi ile YSK’nin Adalet Bakanlığı’na bağlılığı azalacak. Ancak seçim güvenliği büyük oranda ortadan kalkacak. Bu tasarı dört senedir gündemdeydi ancak AKP bugün getirmek istedi. Bu düzenleme ile tüm sandıkların başkanı yandaş sendika üyesi olabilir ve buna itiraz hakkı da bulunmuyor. Müşahitlere kota koyarak seçimlerin siyasi partilerce denetlenmesinin de önüne geçilmek isteniyor.” (22.11.2017 07:11 SİYASET // HÜSEYİN ŞİMŞEK huseyinsimsek@birgun.net @simsekhuseyinn)
YSK'YE BAŞVURAN AKP'Lİ: SEÇİM İPTALİNİ RÜYALARINDA GÖRÜRLER
ÇOK ÖNEMLİ BİR NOT: POLİTİKA-19.04.2017
Mühürsüz oylar için YSK'ya başvuran AKP'li Recep Özel 'Seçimin iptal noktasına gitmesi mümkün değildir. Bunu ancak rüyalarında görürler.' dedi. Referandum sonrası ‘mühürsüz oy pusulalarının geçerli sayılmasına ilişkin Yüksek Seçim Kurulu’na (YSK) AKP adına başvuruda bulunan Recep Özel, mühürsüz oy pusulalarını "sandık kurulu görevlilerinin hatası" olduğunu savunarak"seçmen iradesini gasp etmemesi" için YSK’ya gittiklerini iddia etti. Özel “Oyları geçersiz saymak seçmen iradesine saygısızlık olacak. Bu nedenle YSK oyların geçerli sayılmasına karar verdi” görüşünü  savundu. "Vatandaşlar sabah saatlerinde kalkıp iradelerini yansıtmak için oylarını kullanmış" diyen Özel, "Seçim kurulları ve Yüksek Seçim Kurulu’nun bu oylara sahip çıkması lazımdı. Arada 1 milyon 300 bin oy farkı var. Bunun kapanması ya da seçimin iptal noktasına gitmesi mümkün değildir. Bunu ancak rüyalarında görürler" şeklinde konuştu.
Habertürk'ten Fevzi Çakır’a konuşan Recep Özel'in konuşmasının devamı şöyle: "Seçim günü sabah saatlerinde ‘Tercih’ mührü yerine, bazı yerlerde ‘Evet’ mührünün kullanıldığına dair teşkilatlarımızdan mesajlar geldi. Reyhanlı, Elazığ, Edirne’de, Ankara’da bile oldu. Talebimiz üzerine YSK’dan ‘Evet’ mührünün de geçerli olacağına dair karar çıktı. İlerleyen saatlerde ise bu kez mühürsüz oy pusulalarının olduğuna dair yoğun bildirimler tarafımıza ulaştı. Vatandaşlar sabah saatlerinde kalkıp iradelerini yansıtmak için oylarını kullanmış. Seçim kurulları ve Yüksek Seçim Kurulu’nun bu oylara sahip çıkması lazımdı. Sandık kurullarındaki görevlinin hatasının (oy pusulalarının mühürlenmemesi) seçmen iradesini gasp etmemesi için YSK’ya müracaat ettik. Müracaatımızı kurul tartıştı ve geçmiş dönemde alınan emsal kararları ışığında bu oyların geçerli sayılacağına karar verdi. Çünkü seçmen gerçek seçmen, oy pusulası da gerçek. Kullanılan mühür de gerçek. Bu durumda bu oyları geçersiz saymak seçmen iradesine saygısızlık olacaktır. Bu nedenle YSK oyların geçerli sayılmasına karar verdi. Bu durumda ne kadar oy pusulası olduğunu belirlemek mümkün değildir. Kaldı ki bu pusulaların mühürleri sonradan da tamamlanmış olabilir."
'YASADA BÖYLE DİYE OYLAR GEÇERSİZ SAYILAMAZDI'
"Anayasa’nın 79. maddesi Yüksek Seçim Kurulu’na seçim ile ilgili her türlü kararı alma imkânı veriyor. YSK aynı zamanda bir yargı organıdır. Yani seçim yargısı vazifesi vardır. Aynı zamanda Anayasa’da yeni yasama bölümünde düzenlenmiştir. Bu nedenle de düzenleyici işlemler yapma ve karar alma yetkisi de var. Benim seçme hakkımdan alınıyorsa YSK ‘Vay yasada böyle’ diye bu oyların geçersiz sayılmasına karar veremezdi."
"Biliyorsunuz seçim yargısının üzerinde Anayasa Mahkemesi ya da uluslararası bir yargı kurumunun denetim yapması mümkün değildir, ilk ve son yargı yeri YSK’dır. Tabii CHP’nin müracaatlarının önünde bir engel yok. Arada 1 milyon 300 bin oy farkı var. Bunun kapanması ya da seçimin iptal noktasına gitmesi mümkün değildir. Bunu ancak rüyalarında görürler. İtirazlardan da bir sonuç alınamayacağını düşünüyorum." (HABER MERKEZİ)