26 Mart 2019 Salı

HABER MAKALE: "Dünya Nereye Koşuyor? Yeni Zelanda neyin fitiliydi? "Prof Dr İ Hamit Hancı" Adli Bilimciler Derneği Başkanı -Unutmayalım!.. Korku her zaman ihmalkarlıktan kaynaklanır. Emerson, 1837

Dünya Nereye Koşuyor? 
Yeni Zelanda neyin fitiliydi?..
Prof. Dr. İ. Hamit Hancı 
Adli Bilimciler Derneği Başkanı
Yeni Zelanda’da Christchurch (İsa nın Kilisesi) kentinde iki ayrı camiye silahlı saldırı sonucu 49 kişi hayatını kaybetti. Aralarında 3 Türk ün ve çocukların da olduğu 50 ye yakın yaralı var.
Ülke alarmda...
Avustralya Başbakanı Scott Morrison da terör saldırısı olarak nitelendirdiği saldırılarda 28 yaşındaki bir Avustralya vatandaşının rol oynadığını ve “sağcı bir terörist” olduğunu söyledi.
Saldırı yerel saatle 13.45’te başladı ,saldırgan şehir merkezindeki ilk camiye girdiğinde yaklaşık 300 kişi cuma namazı için camideydi.Cemaatin üzerine ateş açan saldırgan kask ve zırhlı bir yelek giyiyordu. İlk saldırının sonrasında başka bir camiden de silah sesleri duyuldu.
Bu arada Polis araştırmasında farklı otomobillerde patlayıcı ele geçirildi.
Ve camilerden birinde çekildiği söylenen Saldırı kayıtları sosyal medyada yayınlandı
Bu videoyu yüklediği söylenen Brenton Tarrant aynı zamanda 74 sayfalık göçmen karşıtı bir manifesto yayımladı.
Yeni Zelanda’daki Bosna Hersek Büyükelçisi Mirza Hajric, görüntülerdeki kişinin otomobilinde Sırp milliyetçilerinin dinlediği Bosnalı Sırpların eski lideri, savaş suçlusu Radovan Karaciç’i öven bir şarkının çaldığını belirtti.
Halka ve özellikle Müslümanlara evlerinden çıkmamaları çağrısında bulunuldu. Polis, o an ülkedeki camilere hiç bir suretle gidilmemesini istedi.
Çoğu Hristiyan olan Yeni Zelanda’da Müslümanlar nüfusun sadece küçük bir bölümü.
Çoğu Pakistan ve Hindistan’dan gelen göçmenler (DW den özet)
74 sayfalık Manifesto da Avustralya doğumlu bir İskoç göçmeni olan kişi Kosova’dan da söz etmekte, ABD’nin 1999 yılı savaşında Kosova tarafını tutmakla hata yaptığını belirtmekte. Irkçı söylemlerde bulunmakta. Türkiye aleyhinde sözler sarfetmekte.
Video da Türkleri; “Boğazın doğusunda kalın, avrupa’ya geçerseniz öleceksiniz” diyerek tehdit etmekte.
Adli Bilimler Yorumu
-Katliam yapılan şehrin adı nedeniyle özellikle seçildiği anlaşılıyor. (İSA’NIN KİLİSESİ)
-Bu olay 22 temmuz 2011 Norveç katliamına benziyor. İdeoloji benzer,Nüanslar var.
-Olay sıradan bir terör eylemi değil
-Sosyal Medyada dolaşan aşağıda resim doğru ise başta Türkler olmak üzere Müslümanlara ağır bir düşmanlık var.
– Manifesto da Viyana , Osmanlı, Cami, İstanbul, Türkiye, Ayasofya tabirlerinin geçmesi uzun vadede planlanmış, kararlı bir eylem olduğu, inandırılmış bir fail tarafından işlendiğini göstermektedir.
-Çok organize ve iyi hazırlanmış bir eylem olması, arkasında örgütlü güçlerin olduğu izlenimi vermekte olup, devamının gelebileceğini düşündürmektedir.
– Saldırı için bir İngiliz Milletler Topluluğu (Commonwealth) ülkesinin seçilmesi de uluslararası bir çatışmanın yeni bir muharebe sahası olabileceği izlenimi vermektedir.
-Künyede bulunan Çarkıfelek , Yaradılış ya da Oz veyahut Swastika denilen semboller, hem Türk tarihinde hem de farklı versiyonları olarak Hitler döneminde kullanılmış sembollerdir.
İkinci şarjör de işaretli yerin altında 
Ermenice Sarıkamış Savaşı yazmakta.
-ikinci şarjör de işaretli yerin altında Ermenice Sarıkamış Savaşı yazmakta. 24 Nisan yaklaşırken bu sembolün olması da manidar. Ermeni ulusunu tenzih ederek, Ermeni terör örgütlerinin saldırıları için bir başlama işareti olmamasını ümit ediyoruz.
– Saldırının, Müslümanların nispeten az olduğu ve güvenlik sorununun pek bulunmadığı bir yerde yapılması bilinçli, organize ve çok can kaybı olmasına yönelik bir izlenim vermektedir.
-Bu provakasyondan sonra Müslümanların dünyanın başka yerinde diğer dinden olanlara daha kötüsü ile karşılık vermesine sebep olabilecek ve daha korkuncu bir dünya savaşına yol açmaya kadar giden bir amaç güdülüyor olabilir.
-Şahsın çok soğukkanlı olması sadece askeri eğitim almayla açıklanamayacaktır. Bir beyin yıkama faaliyeti sonucu inandırılmış bir fail olduğu aşikardır (Ek te açıklama vardır)
-SERİ TERÖR…..
Geçtiğimiz yıllarda gündeme getirmiştik.
Son 10-15 yildir batı ve doğu arasında benzer nitelikte terör eylemleri gidip gelmektedir. Bir Abd bir ingiltere bir rusya bir kıta avrupası bir iskandinav ulkeleri bir Türkiye nin buyuk sehirleri.. Aralarda kısa sessizlik dönemleri.
Ortadogu ve Afrika nın bazı bölgelerini dahil etmiyoruz çünkü oralarda devamlı teror eylemleri mevcut.
Seri terör.. Ya da Seri Kopya Terör Ya da kopya katliam denilebilecek bu durumlar yakın takip edilmeli ve analiz edilmelidir. Yeni Zelanda daki bu eylemden sonra Türkiye daha dikkatli olmalı, önlemler arttırılmalıdır.
– Terörizm medya olmadan yaşayamaz. Terör örgütleri medya sayesinde dehşet yayarlar ve propaganda yaparlar. Bu eylemde de bu net olarak görülmüştür.
– Hiç bir terör saldırısı göründüğü kadar basit değildir…
Buz dağının altı vardır
– Terör maksatlı bu tür saldırıların saf dışı bırakılabilmesi için; tehdidin disiplinler arası bir anlayışla değerlendirilmesi, risk analizinin yapılması ve yönetilmesi gerekir. Bir kez daha yıllardır söylediğimiz Terörle Mücadele Akademisi Önerimizi yeniliyoruz.
Unutmayalım,
Korku her zaman ihmalkarlıktan kaynaklanır. 
(Emerson, 1837)
Ek Not:
TERÖR bir metottur.
Toplumları belli doğrultulara yönlendirmek ve ona bunları kabul ettirmek ve dayatabilmek için kullanılan bir maşadır.
Çağdaş kaynaklar terörizme ait dört belirleyici özellik üzerinde durmaktadır.
Bunlardan en önemlisi ve önde geleni politik etki yaratabilmek amacıyla şiddet uygulamaktır. İkincisi, terörizmin planlı, hesaplanmış sistematik bir eylem olmasıdır. Üçüncüsü teröristin belirlenmiş savaş kuralları ile sınırlandırılamayacağı gerçeği olup, dördüncü ve son belirleyici özellik ise seçilen hedef üzerinde anlık alınabilen sonuçlar yanında uzun vadeli psikolojik yansımaların olmasıdır.
Teröristlerde ortak karakteristik özellikler
*Dış ülkelerde barınabilmekte ve faaliyet gösterebilmekte,
*Para kaynakları, lojistik destekleri ülke sınırları ile sınırlanmamakta,
*Ekonomik ambargolarla para akışları durdurulamamakta,
*Hızlı ve etkin bir haberleşme sağlamak için en üstün teknolojileri kullanmaktadır.
İnsan davranışları psikolojik ve fizyolojik yöntemler kullanılarak belirlenen hedefler doğrultusunda değiştirilebilir. Bunu uygulayan örgütler bulunmaktadır.Bu tekniklerle Herhangi bir kişi, grup ve hatta toplum,normalde yapmayacakları bir işlemi yapmaya ikna edilebilir. Psikolojik manipülasyon alanında iyi eğitimli ve negatif eğilimli profesyoneller kullanılmakta ve bu tekniklerle insan suça yönlendirilmektedir. Suç işleyen Bu kişiler inandırılmış faillerdir
Ann Weil: “Terörizm; rastgele seçilmiş ya da sembolik değeri olan kurbanların, şiddetin aracı olarak seçildikleri bir savaş yöntemidir.” Der.
Tipik Bir terör saldırısı döngüsü
TERÖRLE MÜCADELE AKADEMİSİ
Kuruluş Amacı: 
Türkiye’de Terörle Mücadele nin Kalitesinin Arttırılması,Bilimsel Yöntemlerle Etkinliğinin geliştirilmesi, Alanda çalışanlarla, bilimsel olarak araştırma yapanların bir araya gelerek bilgilerin paylaşılması.
Konu tamamen tarafsız bir şekilde ele alarak bir beyin fırtınası yapılıp, bir akademi modeli oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu modelin oluşturulmasında hiçbir kurum ve kuruluş örnek alınmamış, Önerilere , eleştiriye , geliştirmeye ve desteğe açık bir sistemin ön hazırlığı yapılmıştır.Yaşanan iç ve dış gelişmeler birlikte değerlendirildiğinde Terörle Mücadelenin etkin bir şekilde sürdürülebilmesi için: Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak artık bir TERÖRLE MÜCADELE KONSEPTİ oluşturmamız gerekmektedir.
İç ve dış politikaların oluşturulmasında ülke menfaatlerinin korunması temel hedef olarak alınırken; bu politikaların Terörle Mücadeleyle uyum içerisinde gelişmesini sağlamak, bu kapsamda tüm kurumların işbirliği içinde çalışmasını temin etmek asli amaç olmalıdır.
Böyle bir konsept için; farklı disiplinlerden bilim insanları ile farklı meslek alanlarından uzmanların bir araya getirilecekleri bir yapılanmaya ihtiyaç vardır.Bu kurulda yer alacak kişiler liyakat esasına göre belirlenmelidir.Beyin fırtınası, serbest çağrışım ve özgür düşünme yoluyla elde edilecek çıktıların,Sağduyulu bilimsel analizlerle uygulamaya geçmesi sağlanmalıdır.
120 alt alanı olan Adlibilimler in pek çok alanından Terör konusunda da yararlanılabilir.Kurulun oluşumunda Teoloji ,
Güvenlik, Yöneylem, Jeostrateji, Ekonomi, Enerji, Hukuk,Adli Sinergoloji, Adli Jeopolitik, Sosyoloji, psikoloji, Adli Tıp ve adli bilimler gibi pek çok alandan uzmanlardan yararlanarak kurumsal bir yapı oluşturulmalıdır.
Ülkemizde her türlü uzman mevcut olup, esas sorun organizasyonundadır.
Terör le ilgili narkoterör , siber terör, siyasal terör, algı operasyonu, fuhuş, tıbbi istihbarat, KBRN terörü, canlı bomba analizleri , terör istihbaratı gibi pek çok alanda çalışma yapılmalıdır.
Akademi nin resmi görevliler ayağında,TSK, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma, Sahil Güvenlik, Gümrük ve Muhafaza , Orman Muhafaza gibi güvenlik birimleri yanı sıra,İstihbarat , dışişleri, sağlık , diyanet, maliye birimleri de yer almalıdır.
Bilimsel ayağı ise akademisyenlerden oluşmalıdır.Tıp, Fen, Mühendislik ve sosyal bilimler alanlarından bilim insanlarının, laboratuvarlar ve diğer teknik imkânlarla donatılmış bir merkezde, yapacakları özgün çalışmalar, Terörle mücadele de ülkemizin elini sağlamlaştıracaktır.Yakın süreçte kurulması düşünülen Milli DNA Bankası da bu Akademi ye bağlanabilir.
KAYNAK:
-Halil Ülker. Oz Damgaları
-Prof.Dr.Kerem Doksat TERÖRÜN PSİKOLOJİK MEKANİZMALALARI
-Psik.Rebia Dirim
-Psik.Sevgi Güney. İnandırılmış Failler.
-Cemal Eruç.Temak Eleştirisi
-Hamit Hancı. Terörle Mücadele Akademisi
zaman: Mart 26, 2019
1 yorum:

Mahiye Morgul26 Mart 2019 05:10
Adli Bilimcilere seslenmek istiyorum.
Öğrenci intiharları artıyor. Basına yansıtılmıyor, belki haklı nedenledir. Ancak, ders kitapları mavi balinalarla momolarla dolu, bunlar intiharı olağanlaştırma propagandasıdır. Bir yandan da çocukları hayattan uzaklaştıran hayali kahramanlarla insan olmaktan uzaklaştırılıyorlar. Matematik 1.sınıf kitabında geçen yıl kapakta bile mavi balina vardı. Adli yoldan savcılıklara yaptığımız şikayetlerle suç duyuruları ile o kitap kalktı fakat bu sene Türkçe 1.sınıf ve diğer kitaplarda çokça var.2.sınıf İngilizce kitabında MOMO maske yapımı var, ve çocuklar BEN SÜPERMENİM, BEN ÖRÜMCEK ADAMIM vb.şeklinde cümlelerle ya hayvan olarak ya böyle sanal kahramanlarla cümle kurduruluyor, örümcek adam oldum diye duvarlara tırmanıyor pencereden uçuyor çocuk. Önce diline sonra beynine yerleşiyor bunlar. eğitimci yazar olarak çok sayıda ilkokul ders kitabına davalar açtım suç duyuruları yaptım. Çocuğun mantık muhakeme ve kara vermesi köreltilirken alt beyin yani ilkel hayvan beyni öne çıkartılıyor. Nerdesiniz Adli Blimciler. Bu hafta ankara BAtıkent'te Lise.1.sınıftan bir öğrenci, Eryaman'dan 7.sınıf öğrencisi ve dün de ODTÜ Biyoloji böl.1.sınıf öğrencisi intihar etti. artık bu çocukları hayattan uzaklaştıran ders kitaplarına bir bilirkişi raporu hazırlama zamanınız geldi geçiyor. Lütfen, bunun bir psikolojik savaş olduğunu, eğitim kalemiz içeriden işgal edilmiştir, bunu kamuoyuna açıklamanızı bekliyoruz. mahiye.com sitemde ücretsiz erişime açık 1970li yılların tüm İLK-ORTA-LİSE ders kitaplarını bulacaksınız, yeni ders kitaplarının derhal kaldırılması gerek. Adli Bilimciler olarak çocuğu intihar eden acılı aileler adına hukuk savunması başlatınız. Okula gönderiyoruz hayatını kazansın diye çocuğumuz hayatını kaybederek eve dönüyor, bu bir savaş değil de nedir. Anneler adına size yalvarıyorum, elinizden gelen hukuk mücadelesini başlatın.

18 Mart 2019 Pazartesi

18 Mart, Çanakkale Savaşlarının başlangıcının yıl dönümü: "ÇANAKKALE SAVAŞLARI VE MUSTAFA KEMAL (ATATÜRK) "Sonuçlarıyla, Türkiye’nin olduğu kadar dünyanın geleceğini etkileyen büyük savaş (Haber . MAKALE . Kaynak: Kuramsal Aktarım/Metin Aydoğan)

ÇANAKKALE SAVAŞLARI VE MUSTAFA KEMAL
18 Mart, Çanakkale Savaşlarının başlangıcının yıl dönümüdür. Sonuçlarıyla, Türkiye’nin olduğu kadar dünyanın da geleceğini etkileyen bu büyük savaş; savaştan çok, inançta birleşmiş yoksul bir ulusun neleri başaracağını gösteren bir destandır. Bu yazıyı, bir metrekaresine 6500 mermi düşen Gelibolu Yarımadası’nda şehit düşenlerin anısına saygı için yayınlıyoruz.
Gelibolu Yarımadası’nda bugün küçük bir mermer anıtın yükseldiği Kemalyeri, Mustafa Kemal’in Arıburnu savaşlarını yönettiği yere verilen addır. Kimi Türk tarihçisi, Kemalyeri için “Mustafa Kemal’in gerçek doğum yeri” der. Türk halkı onu Kemalyeri’nde tanıdı, Conkbayırı’yla yüceltti,“Anafartalar’ın yenilmez komutanı” olarak ona duygulu ve içten bir saygıyla bağlandı. Saygı ve bağlılığı, halk kahramanlarına binlerce yıldır gösterilen gizemli bir sevgi, halk söylencelerinde görülen destansı öğeler içerir. Türk halkı için, yurdu kurtaran, “ölümden korkmaz ” kahraman; asker için, kendisiyle birlikte en önde savaşan ve asla yenilmeyen, “kurşun işlemez” bir komutan; subay için, iyi yetişmiş bilgili bir asker, usta bir savaş tasarımcısı ve “güvenilir bir” komutandır.
Çanakkale ve Mustafa Kemal
Çanakkale Savaşı, Türkiye’de ve dünyada ne denli etkili olduysa, Mustafa Kemal de Çanakkale Savaşları üzerinde o denli etkili olmuştur. Yarbay rütbesinde bir subayın çok önemli sonuçlar doğuran büyük bir savaşta, belirleyici düzeyde etkili olması sıradışı bir olaydır.
İngiliz General Aspinal Oglander, bu durumu, İngiltere resmi tarihinde, “bir tümen komutanının, üç ayrı yerde, tek başına giriştiği harekatlarla; bir savaşın, hatta bir ulusun kaderini değiştirecek büyüklükte bir zafer kazandığı tarihte pek enderdir”1 sözleriyle dile getirmiştir. Türkiye’de, yeterince incelenmeyen, üstelik çoğu kez çarpıtılan Çanakkale Savaşı ve Mustafa Kemal olgusu, neden ve sonuçlarıyla ve en küçük ayrıntısına dek, Batıda incelenmiş, askeri-politik uygulamalarda edinilen deneyimler, 20.yüzyıl boyunca kullanılmıştır. Türkiye Çanakkale’yi unuturken, Batı hiçbir zaman unutmamıştır.
Kemalyeri
Gelibolu Yarımadası’nda bugün küçük bir mermer anıtın yükseldiği Kemalyeri, Mustafa Kemal’in Arıburnu savaşlarını yönettiği yere verilen addır. Kimi Türk tarihçisi, Kemalyeri için “Mustafa Kemal’in gerçek doğum yeri” der. Türk halkı onu Kemalyeri’nde tanıdı, Conkbayırı’yla yüceltti,“Anafartalar’ın yenilmez komutanı” olarak ona duygulu ve içten bir saygıyla bağlandı.
Saygı ve bağlılığı, halk kahramanlarına binlerce yıldır gösterilen gizemli bir sevgi, halk söylencelerinde görülen destansı öğeler içeriyor. Türk halkı için, yurdu kurtaran, “ölümden korkmaz” kahraman; asker için, kendisiyle birlikte en önde savaşan ve asla yenilmeyen, “kurşun işlemez” bir komutan; subay için, iyi yetişmiş bilgili bir asker, usta bir savaş tasarımcısı ve “güvenilir bir” komutandır. Çanakkale’de oluşan bu imgeyi, Harp Akademisi eski komutanlarından Orgeneral Ali Fuat Erden (1882-1957), “Mustafa Kemal, Türk milletinin Çanakkale Savaşlarında bulduğu en gerekli insandır” biçiminde dile getirir.2 Çanakkale saldırısını öneren ve yenilgiden sorumlu tutulan3 İngiltere Denizcilik Bakanı Sir Winston Churchill için ise Mustafa Kemal, savaşın yönünü değiştiren “bir kader adamıdır”.4
Kendini Yetiştiren Kurmay Subay
Mustafa Kemal’in Çanakkale’deki başarısı, yurt sevgisine dayalı inanç ve kararlılık yanında, sahip olduğu askeri bilgi ve deneyimlere dayanır. Okuyor, araştırıyor ve yüzbaşılığından beri, tüm tatbikatlara büyük bir özen ve dikkatle hazırlanıp katılıyordu. Savaşta deniz-kara işbirliğinin önemini incelemiş, düşüncelerini Trablusgarp’ta sınama olanağı bulmuştu. İtalyan askerinin deniz topçusunun ateşiyle korunarak karaya çıkarılmasının, kıyı savunmasını güç duruma soktuğunu görmüş, çıkartmalarda, denizden yapılan topçu ateşinin taktik gücünü kavramıştı. Bilgisini dizgeli bir görüş durumuna getirerek, alınacak önlemler konusunda, askeri değeri olan yeni düşünceler geliştirmişti. Çanakkale savaşı başladığında, deniz-kara işbirliği konusunda bilgi ve deneyimi olan tek subay oydu. Çanakkale’deki başarısının bir başka nedeni, yüksek donanımlı bir komutan olmasıydı.5
Ulusal Önder
Dönemin aydınları, Çanakkale’den haberler geldikçe, yalnızca iyi yetişmiş bir komutanla değil, çok gereksinim duydukları ve belki de yıllardır bekledikleri, ulusal bir önderle karşılaşmakta olduklarını düşündüler. “1915 de, İstanbul’un kurtuluşunu büyük ölçüde ona borçlu olduklarını”öğrenmişler6, onun ülke geleceğinde önemli bir yeri olacağını anlamışlardı. Bu anlayış, ilerdeki Kurtuluş Savaşı’yla Cumhuriyet Devrimleri’nin dayandığı inanç ve güvenin temelini oluşturacak, onu “vatan kurtarıcılığından yeni bir devletin kuruculuğuna” götürecektir.7
Çanakkale’de ortaya çıkan Mustafa Kemal imgesinin nasıl oluştuğunu anlamak için, orada nelerin yapıldığını ve neler yaşandığını bilmek gerekir. Bu bilgiye birinci elden ulaşmak, olayları onun anlatımıyla öğrenmek daha anlamlıdır. Hiç sevmediği savaştan ve acılarla dolu anılarından söz etmekten pek hoşlanmadığı için, bu tür anlatımlar çok değildir.
Çanakkale Savaşları ile ilgili açıklamalar yaptığı Ruşen Eşref’e imzalayarak verdiği (24 Mayıs 1918) fotoğrafın arkasına; “Her şeye karşın kuşkusuz ki bir aydınlığa doğru yürümekteyiz. Bende bu inancı yaşatan güç, yalnız sevgili ülkeme ve ulusuma duyduğum sınırsız sevgim değil, bugünün karanlıkları içinde, yalnızca yurt ve gerçek sevgisiyle ışık saçmaya ve aramaya çalışan bir gençlik gördüğümdendir...” diye yazmıştı.8
Usta Savaşçı
İngiliz ve Fransız birlikleri, Avustralya ve Yeni Zelandalılar’dan oluşan Anzak Kolordusu’yla birlikte, 25 Nisan 1915’te Arıburnu’ndan çıkartma girişiminde bulundu. O günlerdeki çarpışmalar; onun savaşan askerle birlikteliğini, kararlılığını ve komutan olarak yeteneklerini ortaya koyan örneklerle doludur. Sabaha karşı çıkartmaya başlayan düşmanın, Conkbayırı’ndan tepeye doğru ilerlediğini gördüğünde, ana çıkarmanın yapılmakta olduğunu anladı ve hemen harekete geçti. Conkbayırı’nın önemini biliyordu. Fransız Tarihçi Benoit Mechin’in daha sonra yazdığı gibi, “İstanbul’un kilidi Çanakkale Boğazı, Çanakkale Boğazı’nın kilidi ise Conkbayırı’ydı; burayı ele geçiren, İstanbul’u ele geçirecekti”.9
25 Nisan’da başlayan ve 16 Mayıs’a dek 21 gün süren Conkbayırı savunması, tarihin gördüğü en kanlı savaşlardan biridir. Saldırının ilk günü; düşman durdurulmuş, Kabatepe çıkarması başarısız kılınmış ve düşmana ağır yitikler verdirilmişti. Saldırıyı gerçekleştiren Kolordu Komutanı General Birdwood, 25 Nisan akşamı İngiliz Kuvvetler Komutanı General Hamilton’a başvurmuş ve çıkartmanın durdurularak “bütün askerlerin geri çekilmesini” istemişti.10
Komuta yeteneği ve ortaya konan direnme gücü bakımından olağanüstü bir gün olan 25 Nisan 1915 için, Ruşen Eşref’e şunları anlatır: “Yirmi dört saatten beri aralıksız süren savaş, askeri çok yormuştu. Verdiğim bir emirle saldırıyı kestim. Ancak vatanı kurtarmak için, kazanılmış olan hattı güçlendirmekten ve ne olursa olsun bırakmamaktan başka çare yoktu. Bu nedenle gereken şu emri verdim: ‘Benimle birlikte burada savaşan bütün askerler bilmelidirler ki, bize verilmiş olan namus görevimizi tümüyle yerine getirmek için, bir adım geri gitmek yoktur. Rahatlık uykusu aramanın, yalnız kendimizin değil, bütün milletin sonsuza kadar rahattan yoksun kalmasına neden olacağını, hepinize hatırlatırım”.11
Askere Örnek Olma
Mustafa Kemal, bu tür subayların en ileri örneklerinden biriydi. Kurup eğittiği birliklerin ve savaşın o denli içindeydi ki, Çanakkale’den sağ çıkması olasılığı düşük bir rastlantıydı. Çok dar bir alanda, beş yüz bin insanın ölüp yaralandığı kanlı bir savaşta, çatışmaların yalnızca içinde değil, hemen her zaman önündeydi. Üstelik sağlığı da pek yerinde değildi. Buna karşın, askere gönülgücü (moral) vermeyi amaçlayan, bilinçli bir yüreklilik ve atılganlık gösterdi. Sürekli “ilk ateş hattında”12 dır. “Ne yokluktan ne de sıcaktan”13 yakınır. Birlikte savaştığı askerlerle yazgısını birleştirmiş, ölümü içeren kutsal bir bütünlüğe ulaşmıştır. Ölümden korkmaz. Birliklerini etkilemek için, “düşman mermilerine ölçülü bir gözüpeklikle karşı çıkar”14, hiçbir düşman kurşunu kendisine değmeyecekmiş gibi davranır. Çatışmanın yoğunlaştığı bir gün, savaşı yönettiği yer, seri bir top ateşiyle karşılaşır. İlk mermi, bulunduğu yerin altmış metre ötesine, ikinci ve üçüncüsü kırk ve yirmi metre yakınına düşer. Uzaklık ve zamanlama hesaplanmış ve dördüncü merminin onun bulunduğu yere düşeceği saptanmıştır. Subaylar kaygıyla uyarırlar, ancak yerinden kalkmaz ve sigarasını içmeyi sürdürerek, “artık çok geç, kaçarak askere kötü örnek olamam”15der. Siperdekiler, dehşetle dona kalmış bir durumda, dördüncü merminin düşmesini beklerler. Ancak bir şey olmaz; “düşman üç mermi atmış, dördüncü atışı yapmamıştır”.16
10 Ağustos’taki Conkbayırı çatışmalarının en önemli anında, göğsünden vurulur. Durumu gören yanındaki Yarbay Servet’e (Yurdatapan) susmasını işaret eder, bir şey olmamış gibi davranır. Mermi parçası, üst cebindeki saate denk gelmiş ve kendi söylemiyle, “büyükçe bir kan çukuru bırakmaktan” başka bir zarar vermemişti.17 Parçalanmış saati, aynı akşam, karargahta karşılaştığı Ordu Komutanı Liman von Sanders’e armağan eder. Son derece duygulanan Sanders,“aile markalı” kendi altın saatini o günün anısına olarak ona verir.18
Büyük Yığınak
İngiltere ve Fransa, Churchill’in önerilerine uygun olarak, Mısır’a ve Çanakkale Boğazı’nın karşısındaki Limni Adası’na, “iki yüz binden fazlasını”savaşta yitireceği19 büyük bir askeri güç yığdı. Doğu Akdeniz Donanması’nı İskenderiye’de topladı; Avustralya ve Yeni Zelanda dahil, sömürgelerden asker getirildi. İngiliz donanmasının, “teknoloji harikası” en yeni gemileri bu işe verildi. Önemli bir direnişle karşılaşılmayacağı söyleniyordu ancak büyük bir hazırlık yapılıyordu. Hazırlıklar yoğun biçimde sürerken, kimi çevrelerde kaygı ve kuşkular belirmeye başlamıştı. “Türkler’in askerlikteki ustalığını”20bilen Amiral Fisher, “korkularını yutmuş” hazırlıkları sürdürüyordu. Ancak, İngiliz Deniz Kuvvetleri’ni, “Çanakkale’nin zorlanarak, modern bir donanmayı böyle bir tehlike altına sokmanın” kaygısı sarmıştı.21
Churchill, üç yıl önce 1911’de benzer düşünceler taşıyordu. Ancak, Aralık (1915) başındaki kabine toplantısında, “Almanlar’ın Belçika’daki savunma hatlarına yaptığı bombalamayı ve bunun etkilerini” gördükten sonra düşüncesini değiştirdiğini açıkladı ve “yerleri bilinen modası geçmiş Türk toplarının” kolayca yok edileceğini, savaşın kolay kazanılacağını ileri sürdü. Savaş Bakanı Lord Herbert Kitchener (1850-1916) başta olmak üzere, “Savaş Kabinesini yola getirdi”22 ve donanmayı Çanakkale’ye gönderdi. O dönemde, “yenilmesi olanaksız, karşı konulmaz güç” olarak görülen, dünyanın en büyük deniz gücü, 19 Şubat 1915’te, yedi bin nüfuslu Çanakkale’nin“dış tabyalarını bombalayarak” saldırıya geçti. (23) Savaş Bakanı Kitchener; Çanakkale Ortak Kuvvetler Komutanı, Sir Monteith Hamilton’a (1853-1947) gönderdiği iletide, şunları söylüyordu:“Çanakkale’yi alıp İstanbul’u susturursanız, bir zafer kazanmayacaksınız, savaşı (Dünya Savaşı’nı y.n.) kazanacaksınız”.24
Şaşırtıcı Direnç ve Düşkırıklığı
Masa başında hazırlanan plan, dışardan bakıldığında; akılcıl, parlak sonuçlu ve kolay uygulanabilir görülüyordu. Ancak, savaş başlar başlamaz,Churcill başta olmak üzere, savaş kabinesi üyeleri ve askeri yetkililer karamsar bir düş kırıklığına uğradılar.
Bir yıl önce, Balkan Savaşı’nda, “bir nefeste bir vilayeti bırakıp dağılan”25 bir ordu yerine, dünyanın en büyük askeri gücüne karşı, “savunduğu toprağın bir karışı için, bir taburunun kanını bir nefeste kurban eden”26 bir orduyla karşılaşmışlardı. “Herkes, bulunduğu taşa, toprağa; elleri, ayaklarıyla sarılmış, ölüyor ama tutunduğu yeri bırakmıyordu”.27 Gözleriyle gördükleri büyük değişim, “bir komuta mucizesi mi, yoksa anlaşılması olanaksız bir bilinmezlik miydi?”28 İki savaş arasında orduda görülen direnç gücü ve savaşkanlık ayrımı, birçok insan için, anlaşılması olanaksız boyuttaydı. Ancak, kuşkusuz bir bilinmezlik olayı değildi. Türk halkında varlığını her zaman sürdüren yurt savunma güdüsü, yönetim yeteneği yüksek, bilinçli ve atılgan komutanlık istenciyle buluşunca, Çanakkale’deki direnişi ortaya çıkarmıştı. Aynı sonuç, dört yıl sonra, yapılamaz denilen Anadolu direnişinde alınacak; Kurtuluş Savaşı’yla, büyük güçlerin Türkiye’ye yönelik plan ve uygulamaları, Çanakkale’de olduğu gibi geçersiz kılınacaktır.
Savaşı Yitiriyorlar
Savaşın sonucu, 1915 Ağustos’unda belli oldu. Anafartalar cephesindeki Conkbayırı ve Kireçtepe çatışmaları, Çanakkale zaferini belirleyen savaşlardı. Saldırganların savaşım isteği kırılmış, tinsel gücü çökmüştü. Ne yaparlarsa yapsınlar, başarılı olamıyor, Türk savunmasını aşamıyorlardı. Askeri teknolojinin en son ürünlerini kullanıyor, askerlerine her türlü olanağı sağlıyor ancak Türk askerini yenemiyorlardı. İnsanlık suçu saydıkları kimyasal silah bile kullandılar. Türk Ordusu içinde önce, “zehirli gaz kullanılacak, önleyecek gücümüz yok” sözünü yayıp, direnç gücünü kırmaya çalıştılar Daha sonra, gerçekten kimyasal silah kullandılar. Mustafa Kemal, bu konuyu ilerde şöyle anlatacaktır: “Çanakkale Savaşları sırasında, düşmanın zehirli gaz kullanacağı haberi duyuldu; (önlem alacak y.n.) karşı bir silahımız yok. Düşman zehirli gaz kullansa bile, biz tepedeyiz onlar ovada, bize tesir etmez sözünü yazdım (cepheye dağıttırdım y.n.). Daha sonra bir deneme yaptılarsa da, rüzgarın yön değiştirmesi üzerine bu beladan da kurtulmuş olduk. Askerin de bize güveni arttı”.29
Büyük bir orduyla gelmelerine karşın, Müttefik komutanlar daha çok askere gereksinim olduğunu söylüyordu. Hamilton; 17 Ağustos’ta Londra’ya gönderdiği raporda, “yeni ve büyük çapta” yardımcı kuvvet gönderilmesini istiyor ve “üzülerek söylemeliyim ki, Türkler bizim bazı birliklerimiz üzerinde manevi üstünlük sağlamıştır; iyi komuta edilen ve cesaretle savaşan bir ordunun karşısındayız... Eğer, Majestelerinin Hükümeti benim denize dökülmemi istemiyorsa, derhal 95 bin yeni asker gönderilmelidir” diyordu.30
Sonucu Gören Uyarılar
Hamilton kaygısında haklıydı. Conkbayırı yenilgisinden sonra, bağlaşık (itilaf) ordusu savaş gücünü önemli oranda yitirmiş, sahil şeridine sıkışıp kalmıştı. Yaptıkları her çıkış püskürtülüyor, birlikleri sürekli eriyordu. Denize dökülerek Gelibolu’dan tümüyle atılabilecek durumdaydılar.Mustafa Kemal, üstlerine ve asker arkadaşlarına, “Düşman artık güçsüz, tümüyle kovulabilir”31 diye yazılar yazıyor, saldırıya geçilmesini istiyordu. Ancak, gerek Ordu Komutanı Liman Von Sanders, gerekse Başkomutan Vekili Enver Paşa, uyarılarını değerlendirip harekete geçmiyordu. Bağlaşık ordularındaki çözülme ve “Çanakkale’yi terk etme eğilimini”32 görmüş, belli etmemeye çalışarak çekileceğini anlamıştı. Gizliden başlattıkları çekilmenin 1916 başında tamamlanacağını öngörüyordu. “Buna fırsat vermeden işgalcileri yok etmek için, son bir saldırının tam zamanıdır”33diyerek, harekete geçilmesi için üstlerini zorladı. Ancak, “çekilme ihtimali görülmemektedir” 34, “harcanacak kuvvetimiz yok”35 biçiminde yanıtlar aldı. Saldırı önerisinin kabul edilmemesi üzerine, komutan olarak Çanakkale’de yapacağı önemli bir işi kalmamıştı. Görevini 10 Aralık’ta 5.Ordu Komutanı Fevzi Paşa’ya (Çakmak) bırakarak İstanbul’a döndü. Dönüşünü daha sonra Salih Bozok’a şöyle anlatacaktır: “Düşmanın çekileceğini anladığım için saldırılmasını önermiştim. Ancak önerimi kabul etmediler. Bu nedenle canım sıkılmıştı. Çok da yorgundum. İzin alarak İstanbul’a geldim. Eğer düşman, ben oradayken çekilmiş olsaydı, herhalde daha çok sıkılacaktım”.36
Gerçekleşen Öngörü
İtilaf Devletleri, sanki Çanakkale’den ayrılmasını bekliyormuş gibi, 19 Aralık 1915’te, yani onun İstanbul’a gidişinden dokuz gün sonra çekilmeye başladı. Karanlık ve sisten yararlanarak sessizce hareket ediyor, çekilmeyi belli etmemeye çalışıyorlardı. 31 Aralık’tan 8 Ocak 1916’ya dek, 95 bin asker ve büyük miktarda askeri donanım, silah ve yiyeceği gemilere yüklediler. Price George Kruvazörü, karanlık ve puslu bir havada, son 2 bin askerle suçlulara özgü bir gizlilik içinde ve kaçar gibi, Çanakkale’den ayrıldı. Kaçışı o denli sır vermeden başarmışlardı ki, Türk yetkililer olayın farkına bile varmamışlar, durumu ancak Çanakkale’de hiçbir İngiliz kalmadığını görünce öğrenmişlerdi.37 Mustafa Kemal, bir kez daha haklı çıkmıştı.
DİPNOTLAR
1 “Millitary Operations, Gallypoly” Aspinall-Oglander: C.II, sf.485; ak. Y.H Bayur, “Atatürk- Hayatı ve Eseri-I Atatürk Araş. Mer., Ank. 1997, sf.98
2 “Çankaya” Falih Rıfkı Atay, Sena Mat., İstanbul-1980, sf.92
3 Büyük Larousse, Gelişim Yayınları, 4.Cilt, sf.2357
4 “Çankaya” Falih Rıfkı Atay, Sena Mat., İstanbul-1980, sf.92
5 “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kit. 12.Baskı, İstanbul-1994, sf.99
6 “Çankaya” Falih Rıfkı Atay, Sena Mat., İstanbul-1980, sf.92
7 a.g.e. sf.86
8 “Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” Sadi Borak, Kaynak. Yay., 2. Bas., İst.-1998, sf.124
9 “Kurt ve Pars” Benoit Mechin, Kum Saati Yay., İst.-2001, sf.59
10 “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü”U. Kocatürk T.İş B.Yay., Ank., sf.30
11 “Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal İle Mülakat” Ruşen Eşref, Yeni Mecmua, İst.-1918; ak. Uluğ İldemir, a.g.e. sf.XXV
12 “Mustafa Kemal” Benoit Mechin, Bilgi Yay., Ankara-1997, sf.111
13 “Kurt ve Pars” Benoit Mechin, Kum Saati Yay., İst.-2001, sf.60
14 a.g.e. sf.112
15 “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitaplar, 12.Bas., İst.-1994, sf.123
16 a.g.e. sf.123
17 “Tek Adam” Ş. S. Aydemir, I.C,lt, Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.256
18 a.g.e. sf.257
19 “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, I.Cilt, Remzi K., 9.Bas., 1983, sf.237, 238
20 “Çanakkale Savaşı”, R.R.James, “20.Yüzyıl Tarihi”, Arkın Kit., İst.-1970, sf.368
21 a.g.e. sf.364
22 a.g.e. sf.364
23 a.g.e. sf.264
24 “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” U. Kocatürk T.İş B.Y., Ank., sf.27
25 “Mustafa Kemal” Benoit Mechin, Bilgi Yay., Ankara-1997, sf.107
26 “Tek Adam” Ş. S. Aydemir, I.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.246
27 a.g.e. sf.246
28 a.g.e. sf.246
29 “Anafartalar Muharebatına Ait Tarihçe”Uluğ İldemir, T T. K. Bas., Ankara-1990, sf.XXII
30 “Çankaya” Falih Rıfkı Atay, Sena Mat., İstanbul-1980, sf.91
31 “Atatürk’ün Hayatı ve Eseri”, Hikmet Bayur, 1963, sf.95; ak. Prof.U.Kocatürk, “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü”, T.İş Ban.Kül.Y., sf.42 ve “Kurt ve Pars” Benoit Mechin, Kum Saati Yay., İst.-2001, sf.68
32 “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü”U. Kocatürk T.İş B.Yay., Ank., sf.45
33 “Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” S.Borak, Kaynak Yay., 2. Bas., İst.-1998, sf.84
34 “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.125
35 “Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” S.Borak, Kaynak Yay., 2. Bas., İst.-1998, sf.84
36 “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.125
37 “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü”U. Kocatürk T İş Ban.Yay., Ank. sf.46

Haber.kaynak: Kuramsal Aktarım ve Metin Aydoğan
http://kuramsalaktarim.blogspot.com/2019/03/canakkale-savaslari-ve-mustafa-kemal.html?m=1

14 Mart 2019 Perşembe

60 YILDIR BEKLENEN OLDU! "AP'den skandal Türkiye kararı ve (Bundan Böyle) Türkiye'nin mutlaka olması gereken AB KRİTERLERİ (26 Nisan 2006 Gazete-dergi ve ajanslar) Konuya dair Haber ve çok önemli bir yorum

AP'den skandal Türkiye kararı
HABER: Avrupa Parlamentosu, Turkiye'nin AB müzakerelerinin askıya alınmasının istendiği yıllık AP, raporunu, oy çokluğuyla ile 370'e 109 oyla kabul etti. Avrupa Parlamentosu, müzakerelerin askıya alınmasını öneren Türkiye raporunu kabul etti. (12 Mart 2019) Avrupa Parlamentosu, müzakerelerin askıya alınmasını öneren Türkiye raporunu kabul etti. Raporda, müzakerelerin askıya alınması önerisi dışında, ilişkilerin "etkin bir ortaklık kapsamında yeniden tanımlanması" isteniyor.,
AVRUPA PARLÂMENTOSU'NDAN İLK KEZ AĞIR İKAZ, AÇIK TEHDİT VE GÖZDAĞI "ASKIYA ALMA ÇAĞRISI!.."
Raporun onaylanmasıyla, Avrupa Parlamentosu ilk kez üyelik sürecindeki aday bir ülke ile müzakerelerin askıya alınması çağrısı yapmış oldu. Bununla birlikte, parlamento oylaması sembolik önem taşıyor; Avrupa Komisyonu üzerinde bağlayıcı yetkisi bulunmuyor.
YORUM: TÜRKİYE'NİN
"OLMASI GEREKEN" 
AB KRİTERLERİ
TÜRKİYE'NİN "AB" KRİTERLERİ (*)
Mustafa Nevruz SINACI
Bundan böyle; Tıpkı Mustafa Kemal ATATÜRK'ün Milletler Cemiyeti (Cemiyet-i Akvam) üyeliği için yaptığı gibi yapmalı ve aynı onur, ilke, erdem, dirayet, cesaret, fazilet, asalet ve kararlılıkla hareket etmeliyiz.
BUNA GÖRE:
Türkiye Cumhuriyeti, birliğe tam üye olabilmek için AB'den aşağıdaki şartları yerine getirmesini ev ödevi olarak verir ve yazılı olarak taahhüt ister:
1. Kıbrıs iki ayrı toplum, iki ayrı devlet, iki ayrı ülke olarak AB üyesi yapılacak; Annan Plânı çerçevesinde Güney Kıbrıs Yönetimi lehine sağlanan bütün haklar, vaad ve taahhütler keellem yekün yok sayılacak; T. Louzidiu dahil olmak üzere; toprak ve sair bilumum edinimler ile Londra-Zürich ve Garanti Antlaşmaları ve KKTC Anayasasına mugayir verilen bütün tavizler fesih ve iptal olunacak ve Kuzey Kıbrıs TÜRK Cumhuriyeti, Güney Kıbrıs Rum Yönetimini tanıyan bütün AB ülkelerince, eşit şartlar muvacehesinde tanınacaktır
2. AB Anayasası'nda, ''AB Marşı'' olarak kabul edilen, ''Bethoven'inin 9. Senfonisinin 4. Bölümü'', Hıristiyanlığın marşı olduğu için, AB'nin olması gereken laik yapısına aykırıdır. Ve de AB bu marş ile bir Avrupa Hıristiyan Cumhuriyeti olmuştur. Mezkür marş derhal değiştirilmelidir. Biz, AB'nin barış ikliminde 'Uygarlık Ülkesi' olabilmesi, için marşının da, İnsanlığın ortak yüksek ülküsü' ne uygun olması gerektiği kanaatindeyiz. Ve AB Marşı olabilecek, üzerinde konuşulabilecek bir taslak hazırladık. Aksi takdirde her devlet kendi milli marşını muhafaza edecektir.
3. AB ülkelerinde cezaevlerinde uygulanan ''Betonlaştıran İlaç'' işkencesine derhal son verilecek ve sorumlular yargılanacaktır. Ayrıca, mahkumların maruz kaldıkları tecrit uygulaması derhal kaldırılacak, Polis merkezlerinde görülen ve sistematik bir hal alan münferit işkence olaylarına hemen son verilecek ve ıslah ağırlıklı bir program uygulamasına geçilecek ve idam cezası "taammüden adam öldürme, vatana ihanet, ırza tasallut ve ölüme sebebiyet veren bütün hırsızlık, yolsuzluk ve kastı mucip kaza vukuunda" uygulamaya konulacaktır.
4. Yabancı kökenli AB vatandaşlarına karşı, ırkçı kundaklama, kışkırtma vs. gibi olaylar Hitler Almanya'sını aratmaz boyutlara ulaşmıştır. Başta Almanya ve Fransa olmak üzere tüm Avrupa'da ari ırkçı terör eylemleri artmış, hiçbir yabancı kökenli vatandaşın can ve mal güvenliği kalmamıştır! (Oysa TC, bir taraftan, yabancı kökenli vatandaşlarına güven dolu bir yaşam sunarken, yabancı turistleri de özellikle konuk olarak ağırlamaktadır. Neredeyse kendi vatanlarında Türkler 'emanet' yaşar duruma düşmüştür!). Daha iki ay önce Hollanda'da cereyan eden olaylar, geçen yıl İspanya'da Fas kökenlilere karşı uygulanan ırkçı sindirme ve tecrit, Almanya'da Türkleri hedef alan zorunlu " GÖÇ YASASI" benzeri yaptırımlar ve olaylar günlük cereyan etmekte, Fransa'da Cezayir asıllı Müslüman vatandaşlar her yerde ırkçı tecrit, yıldırma, toplumsal baskı işkencelerine maruz kalmaktadırlar. Bu alanda derhal bir Avrupa Gözlem Komisyonu kurulmalı ve sonuçlar düzenli raporlar halinde Türkiye'ye bildirilmelidir. Tüm bu olayları yerinde değerlendirmek için denetlemelere gelecek Türk delegasyonlarının incelemelerini sağlıklı yapabilmeleri için her türlü kolaylık sağlanmalıdır.
5. AB ülkelerinde yaşayan Müslüman, Musevi, Budist, Taoist, her dinden ve yahut dinsiz (ateist-pagan) olan insanlara karşı uygulanan her türlü ayrımcılık, sınırlama ve kısıtlamalara derhal son verilecek; Din, ibadet, vicdani kanaat ve dini vecibelerini özgürce yapabilmeleri için her türlü ortam hazırlanıp tedbir alınacak; Camii, Havra, Sinagog ve sair ibadethane yapım ve faaliyeti bütünüyle serbest bırakılacak; Başta eski Yugoslavya coğrafyasında yeni kurulan devletler, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve Almanya olmak üzere "Müslüman (dinsel) Azınlık" kavramı ve tanımına derhal son verilecek ve bütün milletler, yaşadıkları ülke ve devletin (Türkiye'de olduğu gibi) "eşit haklara sahip" birinci sınıf vatandaşları sıfatıyla muamele göreceklerdir.
6. AB Anayasası'nın dine atıf yapan maddesi, "Avrupa'nın dini, Avrupa din kültürünün dinidir!'' biçimindeki "çağdışı Hıristiyan devlet" görüntüsü veren bu hüküm ve durum derhal değiştirilerek; Bunun yerine, gerçek anlamda çağdaş ve modern, laik bir anlayış, hoşgörü ve yaklaşımla " herkes din ve vicdan özgürlüğüne sahiptir'' biçiminde yeniden düzenlenecek; Dinler arası ilişkilere asla siyaset ve devlet karıştırılmayacak ve din AB'de siyaset alanı dışına çıkartılacaktır.Zira, esas olan kurumsal bazda devletin lâik olmasıdır. Fertlerin lâikliğinden asla ve kesinlikle söz edilemez. Herkesin kimlik kartına mutlaka "dini" yazılacak ve fakat bu asla bir ayrımcılık vasıtası olarak kullanılmayacaktır. AB Komisyonu bunu garanti eder.
7. AB ülkeleri, Türkiye'yi eşit haklara sahip müstakbel ortakları olarak görmek istiyorlar ise eğer; Uluslar arası terörizmin Türkiye uzantılarıyla birlikte müştereken planladıkları ve her türlü lojistik destek verdikleri terörist örgütlerle olan ilişkilerini derhal kesecek ve bitirecekler, iktisadi, siyasi, sosyal ve lojistik desteklerine son verecekler ve ülkelerinde mukim terörist ve terör örgütü yönetici, taraftar ve militanlarının sınır dışı edeceklerdir. Zira, uygar devlete yakışan biçimde şeffaf olmaları esastır. Aksi halde TC, kuruluşundan bu yana, ' dostlara dostça davranılır' ilkesiyle, uhdesinde saklı (mahfuz) tuttuğu, 17. maddede adı sayılan halkların, ''bağımsızlık savaşları'' için kendisinden istedikleri yardımlara başlayacağını en şeffaf biçimde uluslararası kamuoyuna duyurur!
Ayrıca, Türkiye'de özellikle tanker uçaklarla yürütülen biyolojik, kimyasal, gensel faaliyetlerinizi çok yakından biliyor ve izliyoruz! Türkiye'den kaçak yollarla kaçırdığınız Anadolu'nun Endemik bitki kaçakçılığınızı, çok yakında Uluslar arası Adalet Divanı'na getireceğiz!
Ayrıca, yine aynı alan-bağlamda; 'Antropolog, Arkeolog, Barış Gönüllüsü, Gazeteci, Kimyager, Biyolog' vs. gibi sahte kimlikli ajan provokatörlerle, Türkiye tarımını mahveden kurtçuk larvalarını ürünlerimize bırakan yıkıcı, 'Biyo-terörist' faaliyetlerinizi de aynı divana taşıyacak ve hesap soracağız ! Yine, biyolojik ve kimyasal alanda, Türkiye'ye yolladığınız, ''E'' maddelerini, tohum, hormon ve diğer zararlı kimyasal maddeleri çok yakından biliyor ve izliyoruz! Bunları da aynı divana taşıyacak veya kendi mahkemelerimizde yargılayacağız.
Bu nedenle:
Başta "Biyo-Terörist" faaliyetler olmak üzere; Irkçı ve bölücü terör, psikolojik savaş, kültür emperyalizmi, siyasi-sosyal dezinformasyon, dinsel deformasyon ile masonik içerikli misyonerlik faaliyetlerine derhal ve bütünüyle son verilecek, ahlâki çözülüm ile Türk ulusunu yozlaştırma girişimleri durdurulacak ve bu güne kadar verilen tahribata mukabil TC'ne telâfi tazminatı ödenecektir. Aksi taktirde: AB himayesinde sevk, idare ve idame olunan ve yukarıda özetlenen art niyetli ve düşmanca faaliyetleriniz, konvansiyonal savaşın öncü birlikleri olarak mütalâa edilecektir !
UYARIYORUZ!
8. AB üyesi olan Almanya, halihazır ülkemiz üzerinde büyük tehdit oluşturan "Dijital Kale'' den sonra 2. büyük tele kulağı olan "hukuk ve ahlâk dışı" olarak tüm dünyayı dinleyen casusluk işletmesini derhal kapatacaktır. Bu ve benzeri teşebbüs ve tasarruflar ''uygarlık merkeziyim'' diyen Avrupa, (Almanya ve diğer taraf ülkelerin) yüz karasıdır! AB bu tür teşebbüsleri kesin surette önlemeyi ve gerekli önlemleri almayı kabul ve taahhüt eder.
9. Fransa, Cezayir'de, Vietnam'da, Korsika'da ve Tunus'ta uyguladığı "soykırımları'' derhal kabul eder, adı geçen milletlerden özür diler ve yol açtığı bütün zarar ve ziyanı tazmin eder. İtalya, Libya'da yaptığı soykırımı kabul eder ve Libya halkından özür dileyerek, tazmin eder. Almanya, Namibya'da uyguladığı 'Herero Soykırımı'nı kabul eder, özür diler ve tazmin eder. Ayrıca Almanya'nın Musevi soykırımı için yaptıkları yetersiz kalmaktadır. Tüm okul kitaplarında ders olarak genç beyinlere anlatmalıdır. Ayrıca Almanya, Rus soykırımını derhal kabul etmeli ve özür dileyerek, gereğini tazmin etmelidir. İngiltere, Avustralya'da ve Yeni Zelanda'da uyguladığı yerli halk soykırımlarını kabul etmeli, özür dilemeli ve tazmin etmelidir. İspanya, Ortaçağ Yahudi katliamı, Amerika kıtası yerlileri Mayalar, Aztekler ve İnkalar'a yaptıkları soykırımları kabul etmeli, özür dilemeli ve tazmin etmelidir. Danimarka, Grönland yerlileri 'Eskimo'lara uyguladıkları soykırımı kabul etmeli, özür dilemeli ve tazmin etmelidir. Yunanistan, 'Ege-12 Adalar' ülkesinde, Makedonya'da, Girit'te, Rodos'ta, Batı Trakya'da, Güney Arnavutluk'ta uyguladığı soykırımları kabul etmeli, özür dilemeli ve tazmin etmelidir. Ayrıca, AB, "Ermeni soykırımı" iddialarından vazgeçer ve bunu inkâr edenlere karşı uygulanan 'insanlık dışı' cezai yaptırımlara derhal son verir. Yunanistan Anadolu'da yaptığı katliam ve soykırımı kabul eder ve tazminat taahhüdünde bulunur. Kıbrıs'ta yapılan katliam ve soykırıma maruz kalan muhataplara tazminat ödemeyi kabul ve taahhüt eder. Batı Trakya' da uygulanan ayrımcılık derhal sona erdirilir, Müslüman azınlık yerine Türk azınlık tanımı kabul edilir ve Türkiye de mukim "Rum-Yunan" azınlıkların sahip olduğu bütün haklar Batı Trakya Türklerine de eksiksiz olarak tanınır.
10. AB, Bosna-Hersek katliamlarının hazırlayıcısı, kışkırtıcısı, tahrikçisi ve fiilen seyircisi kalarak soykırımın baş sorumlusu olduğunu derhal kabul eder, özür diler ve gereğini tazmin etmeyi kabul ve bundan böyle Bosna-Hersek üzerinde yürütmekte olduğu anarşi, terör, dinsel ayrımcılık ve etnik bölücülüğe derhal son vermeyi taahhüt eder. Ayrıca, AB Komisyonu başta Bulgaristan, Romanya, Güney Kıbrıs Yönetimi ve Yunanistan'da Türk ve Müslümanlara karşı uygulanan bütün ayrımcılık ve farklılıklara son vermeyi ve AB içinde bütün ortak ülke halklarına karşı birinci sınıf vatandaş muamelesi yapmayı ve aykırı yasaları derhal men ve ilga etmeyi kabul ve taahhüt eder.
11. Fransa, hâla işgalci olarak bulunduğu, Guyana'dan koşulsuz olarak derhal çekilmeyi ve Guyana'nın zararını tazmin etmeyi kabul eder. Yine, aynı bağlamda, İngiltere, işgalci olarak bulunduğu Falkland adasını koşulsuz ve derhal terk etmeyi, adayı gerçek-yasal sahibi Arjantin'e bırakmayı ve bu bağlamda 'emperyalist amaçlarla' başkaca bir ülkeyi gasp ve işgalde bulunmamayı; Haksız, hukuksuz ve dayanaksız olarak işgal edilen IRAK ittifakından derhal ayrılmayı ve askerleri çekmeyi, Irak halkının bu güne değin uğradığı "maddi-manevi" her türlü zarar, ziyan, kayıp ve hasar bedelini tazmin etmeyi kabul ve taahhüt eder. .
12. AB, 'Çağdaş Uygarlık Projesi'nin çok gerisinde kalmış ve insanlık alemine kötü örnek olmuştur. Bu gün için üretim araçlarından insanların tamamı istifade edememekte ve gelir tabana adaletli olarak yayılamamaktadır. Ayrıca, projenin sürdürülmesi halinde AB, bilgi teknolojilerinde çağı yakalamak için bir dizi yatırımlar yapmak zorundadır. Şöyle ki : -Sağlık alanında, GDO'ların denetimi yetersizdir. Hormon ve kimyasal ilaç ve gübre kullanımı insanların yiyeceklerinin genetik yapısını bozmuş, her 100 Avrupalıdan 66'sı alerjik hastadır. Yiyeceklere katılan (E) maddelerine katılması derhal durdurulmalıdır. Aksi takdirde AB'den hazır gıda ürünleri almayacağımızı beyan ederiz. -Yeni para birimi euro ile Avrupa halkı yoksullaşmış ve önemli miktarda gelir kaybına uğramıştır. Yeni paranın taraf ülkelerde sıkı bir denetimi sağlanmalı ve taraf ülkeler milli paralarından vazgeçmeye zorlanmamalıdır. Türkiye, asla euro para birimine geçmeyecektir bu husus derhal ve peşine kabul edilmelidir. -Tüm Avrupa çapında çalıştırılan çocuk işçi sayısı yüz binleri bulmaktadır. Yabancı iş gücü istismar edilmekte ve bu işçilere, insan haklarına aykırı çifte standart uygulanmakta ve farlı ücret tahakkuku yapılmaktadır. Derhal bu durum kovuşturulmalı ve bize (TC'ye) düzenli raporlar verilmelidir! -AB ülkelerinde kadın işçiler, "eşit iş karşılığı eşit ücret alamamaktadırlar!" Bu ayrıma derhal son verilecek, kadın ve erkekler arasında eşitlik fiilen ve hukuken sağlanacak, kadın istismarına her alanda bütünüyle son verilecek, kadınlar "cinsel obje" olmaktan ve istismar edilen varlıklar olmaktan çıkartılarak insanca yaşama, namuslu ve dürüst bir hayat sürme hak, imkân ve ortamına kavuşturulacak ve sonuçları bize rapor olarak sunulacaktır. -Tüm Avrupa'da sendikalı olmak işten atılma nedenidir.Bundan böyle tüm çalışanlara, yeniden toplu sözleşme, grev ve pazarlık hakkı sağlanacak ve sendikasız eleman çalıştırmak suç sayılacak; Sendika kurma ve sendikalı olma konusunda yerli ve yabancı işçiler hakkında hiçbir farklı hüküm, haksız uygulama ve ayrıcalık kalmayacaktır. -Bütün AB ülkelerinde işsizliğe karşı önlem için, emek yoğun ve "Tam İstihdamlı Kalkınma Modeli'' uygulanacak; Başta Türkiye olmak üzere "Serbest Dolaşım ve Yerleşim" hakkı üye ve aday ülke halklarının tamamını kapsayacak biçimde genişletilecektir. AD, 1963 Ankara Antlaşması ile bu hakkı 1970'li yıllardan bu yana iktisap ettiğini kabul ve müktesep hakkın engellenmesinden dolayı uğranan zararın peşinen ve derhal tazminini kabul eder. -AB, eğitim sistemini, "İnsani Boyut ve Bilgi Toplumu" usul ve esaslarına dayalı olarak" temelden ve tümden değiştirmeyi; IQ ları temel alan ve insanlara aşı yapar gibi kafalara bilgi doldurmaya, prototip varlık yetiştirmeye son vermeyi; EQ temelinde, herkesin "insan olarak" bilgi, yetenek ve geleceğe yönelik ideallerini ortaya çıkaracak ve o yeteneğe uygun bir eğitim sistemi uygulamayı; Anne ve babası ateist olsa dahi, ayırımsız olarak bütün çocuklara 18 yaşını ikmal edinceye kadar (kendi resmi din görevlileri tarafından) " Din ve Ahlâk Dersi" verdirmeyi kabul ve taahhüt eder. .
13. AB, 'Avrupa Adalet Divanı'nı "AB Anayasa Mahkemesi'' adıyla yeniden kurup, siyasetten arınmış "Objektif Hukuk Kurumu" olarak düzenlenmeyi ve bu mahkemeyi ortak ülkelerin Barolarınca seçilecek ve yüksek mahkemelerince atanacak üye ve kurullarından oluşturmayı; AİHM' ni aynı kural, norm, ilke ve standartlara göre yeniden teşkil etmeyi; Ortak ülke vatandaşları arasında, bu mahkemeye başvuru ve karar mekanizmaları konusunda hiçbir ayrım ve farklılığa meydan vermemeyi kabul ve taahhüt eder. Şu kadar ki: Tam üyeliği kabul ve tescil edilmemiş hiçbir ülke ve vatandaşı bu mahkemelere başvuramaz ve mezkür mahkemelerin karar ve yaptırımları "tam üye olmayan" ülkeleri ilzam etmez.
14. AB ülkeleri ucuz işgücü adına ve gelecekte acaba yaşlı nüfus yerine ikâme edebilir mi!'', kaygısıyla fiilen yaptıkları, "modern köle, insan ve beyaz kadın ticaretine" derhal son vermeyi; Yolsuzluk, gasp, irtikap, görevi kötüye kullanma ve her türlü suiistimalle en etkin biçimde mücadeleyi; Uyuşturucu ticareti ve kullanımını engellemeyi kabul ve taahhüt ederler. Yoksa, bu konuda elimizdeki dosya, Uluslar arası Adalet Divanı'na sunulacaktır !
15. ''e-avrupa'', ''dijital avrupa'' derhal yaşama geçirilmelidir.
16. Ortak ülke vatandaşları müzakere ile birlikte AB üyesi sayılır ve ''serbest yerleşim'' -dikkat ''serbest dolaşım'', değil!- hakkından yararlanır. Cari mevzuatta bu hakkı engelleyecek her hangi bir hüküm bulunamaz ve bütün AB ülkeleri birbirlerine karşı "vize" uygulamasına derhal son verirler. Asla tek taraflı vize uygulaması yapılamaz.
17. Avrupa Parlâmentosu, AB'nin en üst yasama organı kabul edilecek ve ortak ülkelerin nüfusuyla doğru orantılı olarak seçilecektir. Şu kadar ki, bu seçinin "doğrudan halk iradesi çerçevesinde" ve en demokratik biçimde yapılması esastır. AP'nin seçeceği AB Hükümeti tüm ortak ülkelerin hükümetlerinin üstünde bir icra organı olarak Avrupa'yı "tam eşitlik, adalet ve hakkaniyet" ilkelerine uygun olarak temsil edecektir. Bu parlâmentonun bütün karar, tasarruf ve icraatlarına karşı üye ülke Meclisleri ve gerektiğinde münferiden vatandaşların itiraz ve dava açma, tedbir talep etme hakları var olacaktır.
18. AB, Bernard Shaw'ın itiraf ettiği gibi ırkçı, eksik, yanlış yazılmış, Avrupa Tarihinin yeniden yazılması için Türkiye'nin hazırladığı metni birlikte değerlendirecek derhal bir ''Tarih Komisyonu'' kuracak ve üye ülke tarih kitaplarında (müfredatında) yoğunlukla yer alan Türk, Türkiye ve Osmanlı aleyhindeki bütün iddialar ile "Türklerin Ermeni soykırımı yaptığına dair yalanlar" her türlü yayın ve dokümandan kaldırılacaktır.
19. AB, başta Fransa, İngiltere ve Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerinde bulunan, Anadolu'dan yağmalanmış tüm tarihi eserlerin derhal, UNESCO'nun ' 'İnsanlığın Ortak Kültür Mirası'' kapsamında almış olduğu karar gereğince -''Tarihi eserler, alındıkları doğal ortamlarına veya o yerin en yakın müzesine geri verilirler''- Türkiye'ye teslim edilmesini yazılı olarak (Avrupalılar yazılı taahhütlerini bile yerine getirmezler! Sözlü taahhütlerini yerine getirdiklerini ise tarih kaydetmemiş!) taahhüt ederler.
20. AB, aile hayatını yeniden düzenleyerek, yaşlı, çocuk ve annelere daha yaşanabilir bir hayat standardı getirmeyi; Emekli maaşlarında norm ve standart birliği sağlamayı, yeniden vergi ve ilâç kesintisine son vermeyi kabul ve taahhüt eder. Bütün Emekli sandıkları, sağlık ve sosyal güvenlik kurumları devlet güvencesine alınır. Komple sağlık ve üniversite dahil eğitim hizmetleri bütün (taraf) AB ülkelerinde bedelsiz olacaktır.
21. AB ülkelerinin atıkları Atmosferimizi değiştirmeye başlamıştır! AB, Kyoto ve Sao Paulo Çevre Kararlarının altına imza koymuş ama hâla gereğini yapmamıştır. Kararlara tam uygulamasının sonuçlarını düzenli raporlar hâlinde kamuoyuna sunmayı yazılı olarak kabul ve taahhüt eder. Bütün AB ülkelerinin ormanlaştırılması, ağaçlandırılması, tarım alanlarına her hangi bir inşaat ve sanayi tesisi yapılmaması, atıkların kesinlikle deniz, göl ve akar sulara bağlanmaması esastır. Doğal dengenin korunması AB'nin ana politikalarından biri olacak ve bütün AB ülkeleri bu konuda konulan yaptırım ve kurallara mutlaka uyacaktır.
22. Korsika, Sicilya, Alsac Loren, Kuzey İrlanda, İskoçya, Girit, Rodos, 12 adalar Ege ülkesi, Flamanlar, Valonlar, Galler, Bask, başkenti Selanik olan bütün Makedonya... buraları işgal etmiş büyük ülkeler bu işgallerine derhal son vermeyi ve bu ülkeler tam bağımsız ülkeler olarak AB'de ortak olmalarını kabul ve taahhüt ederler. Bu ülkelerin en kısa sürede kendi devlet yapılanmalarını kurmaları için işgalci ülkeler gerekli tazminatı sağlayacaklardır. Tarihi olarak "hak sahibi" bu ülke ve toprakların dışında, her ne koşul altında olursa olsun bölünme ve ayrılma talepleri asla ve kesinlikle kabul edilmeyecek ve gündeme getirilmeyecek; Lokal olarak teşekkül eden yapay terör örgütlerine yardım ve yataklık yapılmayacaktır.
Bu bağlamda bütün AB ülkeleri, Türkiye'de faaliyet gösteren ırkçı ve bölücü Ermeni terör ve tedhiş örgütü ile organik ilişkilerini kesmeyi, yardım ve yataklık yapmayı durdurmayı ve mezkür örgüte karşı her türlü yasal önlemi almayı ve tam bir kararlılıkla uygulamayı kabul ve taahhüt ederler. Aksi taktirde, Türkiye'nin bu ülkelerden tazminat talep hakkı saklıdır.
23. AB, ülkemizdeki ekolojik alanlara gerekli duyarlılığı göstermemekte ve doğal kaynakların kullanımını ekolojik bir denge içinde sürdürülebilir bir kalkınma çerçevesinde yürütmemektedir! Bu konuda, Türkiye'nin görüş ve önerileri alınarak bir proje hazırlamalı ve derhal uygulamaya konulmalı; Kıta ilintisi bulunmaması nedeniyle Türkiye'nin ekolojik yapısı, su ve alan kullanım politikalarına müdahil-taraf olmamalı; Ancak, genel uygulamanın sonuçları, düzenli olarak dünya kamuoyuna rapor olarak sunulmalıdır.
24. Birliğin kıta bazında hedef ve gerçek amaçlarına (Birleşik Avrupa) uygun bir büyüme-gelişme göstermesi ve tam bir entegrasyonun sağlanması bakımından, Avrupa kıta coğrafyasında yer alan Rusya, Ukrayna, Moldavya, Kırım Özerk Cumhuriyeti, Çeçenistan, Tataristan Özerk Cumhuriyeti, Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan, Kazan Özerk Cumhuriyeti gibi Ural Sıradağları'yla sınırlandırılmış Avrupa coğrafyasında bulunan tüm ülkeler derhal ve koşulsuz olarak AB üyesi olmalıdırlar. Bu bağlamda, 1963 Ankara Antlaşmasının bütün uyum şartlarını yerine getirmiş olan Türkiye'nin "tam üyeliği" derhal onay ve tescil edilmelidir.
25. Avrupa Uzay Ajansı'na (Avrupa kıta coğrafyasında yer alan) tüm devletler ile üye ülkeler ve yeni üye olacaklar (müstakbel adaylar) hemen ortak olmalı; Bu kapsamda ve AB bağlamında bilumum uzay çalışmaları tam bir entegrasyon, açıklık ve işbirliği anlayışı içinde ortak yürütülmelidir.
26. Türkiye'nin GB'den ve GB nedeniyle AB Adalet Divanı ile AİHM'nin siyasi kararları nedeniyle doğan maddi zararı olan (30 milyar Euro X 12 yıl= 360 milyar Euro) ile buna dayalı olarak hesabı kabil (asgari) 360 milyar Euro da manevi olmak üzere, toplam 720 milyar Euro tutarındaki zararın derhal tazmin edilmeli; Ayrıca, bazı AB ülkelerinin ırkçı ve bölücü Ermeni terör ve tedhiş örgütüne 1989 yılından itibaren sağladıkları kaynak, destek, yardım ve yataklığa karşılık "BİR MİLYAR" Euro maddi ve manevi tazminat verilmelidir.
27. "Soğuk Savaş'' yıllarında, ''Avrupa'ya zorunlu İleri Karakolluk'' yapan TC, bu görevin ifa ve icrası sırasında, yıllık bütçesinin %24'ünü savunma harcamalarına ayırmıştı. Bu nedenle, kalkınma hızı 1938'lerde %30'lara varmışken soğuk savaş yıllarında % -9 ila +7'yi geçememiştir! (Bunun yaklaşık hesabı şöyledir: 1951'den 1990 yılına değin = 39 yıl. Yaklaşık 247 trilyon Euro. Bu hesabın formülünü, başka ülkelere karşı kullanmasınlar diye, insanların ulaşamayacakları bir yerde saklıyoruz!) AB'nin o yıllarda korumalığını yaptığımız üyeleri bu parayı TC'ne tazmin etmekle yükümlü olduklarını taahhüt etmeli ve en fazla 10 yıl sürecek bir ödeme takvimi yapmalılar.
28. AGSK, ''Avrupa Ordusu'' TSK'nın komutasında yeniden yapılandırılmalı ve bu ordunun Genelkurmay Başkanlığına TSK Genelkurmay Başkanı getirilmeli ve üye ülke hükümetlerinin bilumum hesap, tasarruf ve işlemleri "En Yüksek Denetim Organı" sıfatıyla AGSK tarafından denetlenmelidir. Bu denetim, her ülkenin devlet başkanlığı uhdesinde tesis olunacak bir "Yüksek Denetleme Kurulu" ve Devlet Sayıştayları; Türk Genelkurmay Başkanı emrindeki AGSK tarafından yürütülecektir. Ayrıca, yerel hükümetlere paralel olarak iş gören bütün kurum ve kuruluş "Denetim ve Teftiş" organları bu üst kuruluşa paralel bir yapılanma dahilinde "bağımsız" çalışacaklardır.
29. TÜRKİYE CUMHURİYETİ; 24. ve diğer kriterlerde atıf ve ilzam olunduğu veçhile derhal ve koşulsuz olarak AB'nin eşit-ortağı olarak kapsama alınacaktır. Aksi taktirde Türkiye derhal Gümrük Birliğinden ayrılır ve AB katılım sürecini askıya alır. Askı müddeti en geç bir yıl olup; Bu süre içinde "Türkiye Kriterleri" kabul edilmediği takdirde, süreç içinde vaki bilumum zarar ve ziyanı tazmin ve telâfi hakkı saklı kalmak üzere; AB bağlamında bütün işlem ve ilişkilere son verilerek, cari şartlar dahilinde doğrudan ülkeler ile ilişki esas alınır.
Not: I. AB'nin yukarıda önerilen ve öngörülen reformları başarıyla tamamlayabilmesi için, TC, 400.000.000,- Euro'luk bir hibe yardım paketini; Türkiye Kriterlerinin kabul ve onay tarihinden itibaren geçerli olmak kayıt ve şartıyla serbest bırakmayı taahhüt eder..
Not: II. TC, ayrıca gerektiğinde AB'nin istediği her türlü lojistik, bilimsel, insani ve medeni desteği vermeyi kabul ve taahhüt eder.
Şu kadar ki; AB ve bağlı ülkeler bundan böyle "emperyalist" amaçlarından ve modern kölelik uygulamalarından vazgeçmeyi, "İnsani Boyut ve Bilgi Toplumu" çerçevesinde; Milli gelir ve Refahın tabana yayılması, her türlü yolsuzluk, suiistimal ve istismarın önlenmesi, insan hakları, adalet, hukuk ve demokrasinin "bütün kurum ve kuruluşları ile" üye ülkelerde yerleşip hayat bulması, Yüksek Mahkeme kararı ile "taammüden insan öldürdüğü ve/veya ölüme sebebiyet verme suçu işlediği sabit" vatandaşların derhal idam edilmesi hükümlerini kabul etmesi şarttır. Aksi takdirde Türkiye, "bütün şart ve kriterler kabul olunsa bile" yine de Birliğe üye olmayacaktır.
NETİCE VE MÜTALÂA:
AB'nin, 1963'den itibaren Türkiye'ye yönelik politikası "sinsice ve gizlice oyalama" ve "günü gelince AB'ye bağlama" biçiminde olagelmiş; 1989'da "tam üyelik isteminin reddi" ve akabinde Gümrük Birliğine "koşulsuz katılım" ın gündeme getirilmesi tam bir art niyet ile "dahili ve harici bedhahların işbirliği" sonucudur. Sonuçta AB, Türkiye'ye karşı asla iyi niyetli ve samimi değildir. Bu husus alenen ortaya çıkmış ve binlerce "çifte standart" sonucu ortaya çıkmıştır. Bu ve buna müteallik benzer nedenlerle: AB, İşte bu 29 maddelik ev ödevini kabullenir ve tamamlarsa, bizim AB'ye girmemiz her iki tarafın da mutlak surette çıkarına olacaktır.
Tarih attık ve bekliyoruz. Ha bekliyoruz dediksek, AB'yi beklemiyoruz;
Biz "Dünyanın ve Küresel Medeniyetin Merkezi Türkiye'dir'' stratejisiyle, bir zamanlar yüce dahi Atatürk' ün, tüm mazlum milletlere, gösterdiği " Emperyalistlere Karşı Özgürlük ve Bağımsızlığı Kazanma Yolu'' gibi, şimdilerde O dahinin manevi çocukları, inkılâp, ilke, eser ve vasiyetin sahipleri olarak, "Türk Tarzı Milli Kalkınma Modeli'' ile hem de "Tam İstihdamlı, İnsana ve Refahın Tabana Yayılmasına Dayalı; Namuslu, Dürüst, Demokrat, İlkeli, Onurlu, Sorumlu ve Antiemperyalist, Evrensel Kalkınma Modeli'' ni bir kez daha "bütün insanlık alemine" örnek olacak biçimde " ekonomik inkılâbımızı" hazırlıyoruz.
Yararlanılan Kaynaklar:
1. Mustafa Bilge Işıktürk (Türkiye'nin AB Kriterleri, Tanı Yayınları-Ankara, 2006)
2. Türkiye-Avrupa İlişkilerinde Sessiz Darbe, Prof. Dr. Erol Manisalı, 2003
3. DİKEN... Hükümet Sistemleri, Hasan Hüseyin Memiş, Akasya Kitap, 2007
4. Küresel Almanak, Mustafa Nevruz Sınacı, Tanı Yayın, 2006
5. Alternatif Bir Bakışla Atatürk, Mehmet Yaman, Temmuz-2006
6. Temel Hak ve Hürriyetlerimiz Açısından Türkiye, Mehmet Yaman, 2007
7. Batının Türk Fobisi, Mustafa Nevruz Sınacı, 2006
ÖNEMLİ NOT: Bu makalenin; Web Siteleri, İnternet Gazeteleri ile diğer bütün yazılı, sesli ve görsel medya organlarında yayınlanmasına "iznim" vardır. Ayrıca, tarafıma müracaatla bilgi arzı ve izin talebine gerek yoktur. (Gazete ve Dergiler, 26 Nisan 2008 Cumartesi-Mustafa Nevruz Sınacı)

2 Mart 2019 Cumartesi

Soykırım Yalanını Kabul Etmek Gafletinde Bulunan Maduro'nun Ülkesi Bedel Ödüyor: "Venezuela Ankara Büyükelçisi Bracho'dan açıklama" -ALMA MAZLUMUN AHI'NI, ÇIKAR AHESTE AHESTE (Türk Ata Sözü)

Venezuela'nın Ankara Büyükelçisi Dr. Jose Bracho'dan açıklama!..
"18 Temmuz 2005 günü; Şimdiki Diktatör ve Despot Devlet başkanı, dönemin Milli Meclis Başkanı 'Nicolas Maduro Moros': İnsanlık tarihinin ilk plânlı ve organize genositi (soykırımı) nitelemesi ile, bu gün itibarıyla tam 29 haddini ve hududunu bilmez, evrensel hukuk, onur ve erdem yoksunu, beka sorunlu ve akıl tutulması ile malûl sözde parlâmento tarafından kabul edilen, bütünüyle yalan, iftira, alçakça bir tuzak ve kumpas'dan ibaret maniple iddiaları kabul edip, onaylamıştı. Şimdi Maduro ile ülkesi Venezuela, bu kasıt ve taammüd cürmünün (ağır insanlık suçunun) bedelini ödüyor!.."
Venezuela Büyükelçisi Dr. José Bracho, Venezuela'da yaşanan ABD destekli olaylara ilişkin bir yazı kaleme aldı. Dr. Bracho 'Temennimiz, tekrardan ulusların kendi kaderini tayin hakkına saygı gösterilmesi, başka devletlerin iç meselelerine dışarıdan müdahale edilmemesi ve bu delilik sona ermesiyle barış galip gelmesidir' ifadelerini kullandı (01 Mart 2019 Cuma)
Venezuela Ankara Büyükelçisi Dr. José Bracho, 'Venezuela, Latin Amerika'nın bugününü ve geleceğini belirliyor' başlıklı bir yazı ile bölgedeki son gelişmeleri değerlendirdi. “Günümüzde, Venezuela'da cereyan eden olaylar, mevcut hükümeti desteklemenin ya da bozguna uğratmanın ötesinde bir başka durumu gözler önüne sermekte ve Latin Amerika'nın siyasi kaderini tayin etmektedir” diyen Dr. Bracho “Simon Bolivar önderliğinde başlatılan Bağımsızlık Savaşı'yla, 200 yıl sürecek olan mücadele ile kıtada İspanyol hakimiyetine son verilmiştir. Bugün ise ülkemizde, bir kez daha, sahip olduğu jeopolitik konumu nedeniyle, sınırları ötesinde, benzer bir mücadeleye tanık olunmaktadır” ifadelerini kullandı.
Venezuela Büyükelçisi Dr. José Bracho, yazısının devamında şunları kaydetti: “XIX. yüzyılda ortaya çıkan, Kuzey Amerika'nın tüm kıtaya egemen olmasını savunan Monroe Doktrini (1823) ile 1826 yılında Panama Kongresi'nde temelleri, Venezuelalı Kurtarıcı Simin Bolivar tarafından atılan ve Meksika'dan Arjantin'e kadar 'Büyük Latin Amerika Vatanı' idealini savunan Bolivarcı Doktrin, günümüzde tekrar karşı karşıya gelmiş durumdadır.
ABD'NİN 'AÇIK KADER TEZİ' PARANOYASI
Chavez'in iktidara gelişi ve Bolivarcı Doktrinin hayata geçirilmeye başlamasıyla beraber, Monroe Doktrini’nin nihai sonuçlarından biri olarak, 2010 yılında Obama döneminde temelleri ilahi ve köktenci fikirlerle donatılmış ve Kuzey Amerika'nın tüm kıtaya müdahalesini savunan 'Açık Kader Tezi'ne kadar uzanan ABD'nin savunma ve güvenlik politikası yeniden şekillendirilmiştir. Açık Kader Tezi kavramı, ilk kez gazeteci John O'Sullivan'ın bir makalesinde yer almış ve bu makelede bahsi geçen tez, ABD'nin topraklarını genişletmesine dayanak teşkil etmiş, bu doğrultuda Teksas'ın ilhak edilmesi desteklenmiştir. 'Açık Kader Tezi, bize Tanrı tarafından bütün kıtaya yayılma, özgürlüğümüzü ve kendi hükümetimizi teminat altına alma hakkımızı ortaya koymaktadır. Bir ağacın ihtiyacı olan toprak ve havaya sahip olma hakkı gibi ülkemizin kaderinde yer alan sınırlarını genişletme durumu o denli hakkıdır.' Bu bağlamda başkan olduğu dönemde Sayın Obama, 'Akıllı Güç' (Smart Power) modelini; ABD'nin Açık Kader Tezi'nde de bahsedildiği üzere amaçlarını yerine getirmek için ne gerekiyorsa yapmaya hazır olduğunu kamuoyuna duyurmuştur: 'Bize engel teşkil eden hükümet ve ülkelerin kollarını bükmek boynumuzun borcudur. İstediklerimizi yapmaları için kollarını bükmeliyiz. Şayet bu gerçekçi bakış açısına sahip olmasaydık etrafımızda kötü insanlar türerdi... Şayet bu dozda gerçekçi bakış açımız olmasaydı, hedeflerimize hiçbir zaman ulaşamazdık.' Akıllı Güç Doktrini, ABD'nin diplomatik baskı ve askeri tehdit unsurunu, hedeflerine erişebilmek için sonuna kadar kullanabileceğini savunmakta, ilahi ve köktenci anlayışa sahip Açık Kader Tezi'ne sadakati kanıtlanmış olup onun devamı niteliğinde olduğu gözler önüne serilmektedir.
ABD ÇIKARLARI İÇİN OLAĞANÜSTÜ TEHDİT
Mart 2015 tarihinde yayınlanan 13.692 numaralı ABD Başkanlık Kararnamesi'nde Venezuela, 'ABD çıkarları ve güvenliği açısından sıradışı ve olağanüstü tehdit' olarak tanımlanmıştır. Bu sayede Obama yerini, Donald Trump'a bıraktığında Nicolas Maduro Hükümeti'ne karşı 2013'ten beri sürdürülen yaptırımlar ve finansal ambargoya yeni saldırılar eklenmesi için yasal zemin sağlamlaştırılmış oldu.
Amerika Birleşik Devletleri Güvenlik ve Savunma Bakanlığı tarafından kendi çıkarlarına ters düşen ülkelerde çatışma ortamı ve istikrarsızlığı yaymak için psikolojik operasyonlardan (opsic) şehir terörüne, hatta finansal ambargoya kadar bir dizi reçeteyi içeren 'Özel Operasyon ve Güçler ile Geleneksel Olmayan Savaş' (2008) adlı başucu el kitabı yayınlanmıştır. Örnek vermek gerekirse ABD, kendine boyun eğmeyen ülkelere faiz oranları ve gümrük vergilerini alehinde değiştirme, diğer 'yasal' ve bürokratik önlemleri devreye sokma silahını gündeme getirmektedir. Tüm bu müdahale şekilleri bize 'Geleneksel Olmayan Savaş' metodunun ABD tarafından uygulamada olduğunu kanıtlamaktadır. Tüm bu bahsi geçen metodlar, Bzrezinski'nin Yapıcı Kaos Teorisi ile temellendirilmektedir. Bu teoride, ABD'nin hegemonyasını sürdürebilmesi için boyun eğdiremediği ve önemli enerji kaynaklarına sahip ülkelerde mevcut yapıyı alaşağı etmek adına bir dizi aşamadan söz edilmektedir. Bahsi geçen tüm aşamalar Venezuela'da medyatik, diplomatik, finansal, ekonomik, psikolojik savaş ve şehir terörü yaratma suretiyle hayata geçirilmiştir. Nicolas Maduro Moros Hükümeti'ni devirebilmek için artık son aşamaya gelindiğini söyleyebiliriz. Bu aşama, hiç yoktan ortaya sürülen bir liderin paralel devlet başkanı olarak tanınıp, ilan edilmesi ve kendisine başta finansal ve askeri olmak üzere her türlü desteğin sunulmasını kapsamaktadır.
POLİTİKA SAHNESİNDE KARŞIT KUTUPLAR
Güncel Latin Amerika siyasi panaromasında, Venezuela'da olduğu gibi antogonik dünyanın temsili olarak iki politik duruş ve görüşten bahsedebiliriz. Bunlardan biri daha önce görülmediği kadar ABD İmparatorluğu'na biat eden hükümetlerdir. ABD'ye hiçbir engel teşkil etmeyen bu hükümet tarzı, Peru eski Devlet Başkanı Pedro Pablo Kuczynski tarafından Princeton Üniversitesi 2017 Şubat ayında gerçekleşen ve 'Latin Amerika'da Yeni Bir Dönem' başlıklı konferansta 'halıda uyuklayan ve ABD için hiçbir sıkıntı yaratmayan sempatik bir köpek' şeklinde özetlenmiştir. Aynı bağlamda Şili Devlet Başkanı Sebastián Piñera, 2018 Eylül ayında Trump ile olan görüşmesinde ABD bayrağında yer alan 50 yıldıza göndermede bulunarak 'Şili bayrağı, ABD bayrağının tam da kalbinde yer almaktadır' ifadesiyle, Kuzeyli hegemonik uzak komşusunun asimilasyon ve baskı politikalarını onayladığını açıkça ifade etmiş olup tarihsel bir gafa da imza atmıştır. Kolombiya Devlet Başkanı Iván Duque ise eski CIA Başkanı, yeni ABD Dışişleri Bakanı olan Mike Pompeo'nun bir ziyareti sırasında, 'Amerika Birleşik Devletleri'nin kurucularının, Kolombiya'nın bağımsızlığına destek' olduklarını öne sürmüştür. Bolivar'ın 'Kuzeyli kardeşlerimiz bu savaşı hareketsizce seyretmeyi sürdürüyorlar' sözünden bu çıkarımda bulunduğu anlaşılmaktadır.
KÜSTAH VE BARBAR ANLAYIŞ
Bu bu küstah ve barbar anlayışa karşıt olarak Venezuela'da özgürlüğü ve kendi kaderini tayin etme hakkını savunan bir ses yükselmektedir. Bu birbirine karşıt iki anlayışın görsel temsiline Venezuela içerisinde de tanık olunmaktadır. Bir tarafta (Chavezistler) Bolívar, Fidel, Mariátegui, Sandino, Allende ve Che imajlarını her gösteride ellerinden düşürmezlerken diğer tarafta ise Batman, Süpermen, Kaptan Amerika, Harika Kadın gibi ABD dünyasına ait çizgi roman karakterleri kostümleriyle gösterilere katılınılmaktadır. Hugo Chavez tarafından hayata geçirilen ve Nicolas Maduro liderliğinde uygulanmaya devam edilen, temeli 'Sosyal Kolektifler' ile 'Mahalle Meclisleri'ne dayanan bu tarihi proje, antiemperyalist egemenlik anlayışına dayanmaktadır. Kendini devlet başkanı ilan eden liderlik anlayışı ise Pentagon'un laboratuvarlarında oluşturulup, ana akım medya kuruluşları tarafından servis edilen bir harçtan beslenmektedir. Tek bir meşru dayanağı olmayan ve demokrasiyi temsil ettiği iddiasında olan eden bu tutum, halk oyuyla seçilmemiştir. Emperyalizme boyun eğen bu eski ekol, maalesef tekrardan bölgede kendine politika sahnesinde hareket alanı kazanmış durumdadır. Tüm finansal yaptırımlara rağmen siyasi ve diplomatik cephede tüm savaşları (Amerikan Devletleri Örgütü ve Birleşmiş Milletler de buna dahil) Bolivarcı Hükümet kazanmış olsa da Venezuela'ya yönelik saldırgan politikalar sona ermediği gibi alarm seviyesi daha da üste çıkarılmasıyla Venezuela Hükümeti'ne karşı daha saldırgan bir tutum sergilenmektedir. Bunu yaparken uluslararası hukuk hiçe sayılmakta, haydutça hükmetmeye çalışılmaktadır. Bir kez fitil ateş aldı mı ne yazık ki yangını kontrol altına almak çok zor olacaktır. Tüm bu tabloya rağmen temennimiz, tekrardan ulusların kendi kaderini tayin hakkına saygı gösterilmesi, başka devletlerin iç meselelerine dışarıdan müdahale edilmemesi ve bu delilik sona ermesiyle barış galip gelmesidir.” (KAYNAK: ulusal.com.tr, 02 Mart 2019)