24 Haziran 2015 Çarşamba

Kirli eller ve menfur emeller bir bir ortaya çıkıyor. Türkiye'ye karşı hain plân Wikileaks belgelerinde

Türkiye'ye Karşı Yürütülen Kirli Oyunlar ve Hain Plânlar Wikileaks'in Sızdırdığı Belgelerde...
Gizli ve kirli (sözde Müslüman, gerçekte menfur ve melhus kâfir, hain) ittifaklar Türkiye’ye düşmanlık yarışında İsrail ve ABD ile kol kola! Wikileaks tarafından Suudi Arabistan hükümetinin özel yazışmalarıyla ilgili sızdırılan 70 bin belge arasında çarpıcı bilgiler yer alıyor.
İran’ın Suriye'yi kan gölüne çeviren Beşşar Esed'den PKK ile stratejik ittifak kurmasını istediğine dair yazışmaların yer aldığı belgelerde, Suudi Arabistan istihbaratının, İsrail'e karşı Beşşar Esed ve Lübnan Hizbullahı arasında bir ittifak oluşturma çabası olduğu da iddia ve ifade ediliyor. Wikileaks tarafından sızdırılan belgelerde; BOB (Büyük Orta Doğu) ve BİP (Büyük İsrail Projesi) çerçevesinde Suriye rejimini destekleyen bazı ülkelerin Türkiye'ye karşı, PKK ile ittifak yapması için Devlet Başkanı Beşşar Esed'i teşvik ettiği ve cesaretlendirdiği iddia edildi.
İNSANLIK VE İSLÂMLIK DÜŞMANLARI
Belgelerin birinde Suudi istihbaratının hükümet üyelerine gönderdiği bir bilgilendirme mektubuna yer verildi. Bu mektupta İran başta olmak üzere Suriye rejimini destekleyen ülkelerin Esed'i sınırda ihtilaflı olduğu Türkiye'ye karşı PKK ile ittifaka gitme konusunda baskı yapacağının öğrenildiği belirtiliyor.
Ayrıca Suriye rejiminin hayati tehlikeye girmesi halinde bu ittifakın daha ileri boyutlara taşınmasının düşünüldüğü iddia ediliyor. Başka bir belgede ise bu baskının ardından Suriye hükümetinin PKK ile görüştüğü ve Suriye'nin kuzeyinde bir tampon bölge oluşturulması fikrine karşı yakın bir işbirliği önerdiği öne sürülüyor. Yayınlanan başka bir belgede ise yine Suudi Arabistan istihbarat ajanlarının İsrail'e karşı stratejik saldırılarda rol almak üzere Esed rejimi ile Lübnan Hizbullahı arasında bir ittifak oluşturmaya çabalayacağı bilgisi yer alıyor.
500 bin yeni belge daha yayınlanacak
Habertürk'te yer alan habere göre, stratejik ilişkileri nedeniyle İran yönetiminin Esed rejiminden vazgeçmeyeceğine dair bazı yazışmalar da bu 70 bin belgenin arasında bulunuyor. Wikileaks'ingeçen cuma günü yayınladığı belgeler Suudi Arabistan hükümetinin Ortadoğu politikasına dair ciddi iddialar içeriyor. Wikileaks 500 bin yeni belgenin daha yayınlanacağını açıklamıştı. 
(24 Haziran 2015, TurkishNY Haberler)‏

17 Haziran 2015 Çarşamba

MERKEZ SAĞ'DA "EMANETÇİLİK" VESAYET VE SULTA DÖNEMİ SONA ERDİ!..

ÇOBAN SÜLÜ ARAMIZDAN AYRILDI!..
Davutoğlu: 3 günlük ulusal yas ilan edilecek
Başbakan Ahmet Davutoğlu, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in vefatı nedeniyle, bugünden itibaren ulusal yas ilan edileceğini açıkladı.
itibaren. Aile ile de istişare ettik. İnşallah cenaze namazı da mübarek Ramazan'da çok güzel, manevi bir ortamın olduğu atmosferde cuma günü Kocatepe Camii'nden cenaze namazı eda edilecektir" dedi.Başbakan Ahmet Davutoğlu, tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybeden 9'uncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in evinin bulunduğu Güniz Sokak'ta Demirel'in vefatıyla ilgili açıklamalarda bulundu. Demirel'in, Türkiye'nin siyasi tarihinde derin izler bıraktığını belirten Davutoğlu, 9'uncu Cumhurbaşkanı'nın vefatı nedeniyle bugünden itibaren ulusal yas ilan edildiğini açıklayarak "Buraya gelmeden önce verdiğimiz talimatla da devlet protokolü anlamında cumhurbaşkanlarımıza yapılan bütün protokolün detayları uygulanarak bu günden itibaren üç gün ulusal yas ilan edilecektir. 
"DERİN İZLER BIRAKARAK İSMİ, SİYASİ TARİHİMİZE YAZILMIŞTIR"
Ankara'nın Çankaya İlçesi'nde bulunan ve Süleyman Demirel ile özdeşleşen Güniz Sokak'ta, Demirel ailesine taziye ziyaretinde bulunan Başbakan Davutoğlu, Demirel için cuma günü düzenlenecek devlet töreni hakkında bilgiler vererek "Türkiye'de her zaman demokrasinin ve meşruiyetin yanında olmuştur. Siyasi tarihimizde ismi bu açıdan çok derin izler bırakarak siyasi tarihimize yazılmıştır. Hem Türkiye Cumhuriyeti hükümeti adına hem milletimiz adına bir kez daha taziyelerimi arz etmek üzere bir tarih niteliği taşıyan kendi evine ziyarette bulundum.
Ailelerine de bu anlamda taziyelerimizi ilettim. Buraya gelmeden önce verdiğimiz talimatla da devlet protokolü anlamında cumhurbaşkanlarımıza yapılan bütün protokolün detayları uygulanarak ulusal yas ilan edilecektir bugünden itibaren. Aile ile de istişare ettik. İnşallah cenaze namazı da mübarek Ramazan'da çok güzel, manevi bir ortamın olduğu atmosferde cuma günü Kocatepe Camii'nden cenaze namazı eda edilecektir. Bu anlamda uluslararası katılım da göz önünde bulundurularak gerekli bütün hazırlıklar yapılmaktadır. Uluslararası katılım anlamında bazı mesajlar gelmekte olduğu için onunla ilgili de hazırlıklar yapıldı. Gerekli tedbirler alındı. Bir kez daha milletimize, ailelerine taziyelerimi arz ediyorum. Allah rahmet eylesin, mekanını cennet eylesin. 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in geride bıraktığı güzelhatıralarda da siyasi tarihimizdeki yerini korumayı nasip etsin" diye konuştu.
"ISPARTA'DA YAPILACAK DÜZENLEMELER İÇİN GEREKLİ TALİMATLAR VERİLDİ"
Ankara'da gerçekleştirilecek devlet töreninin ardından memleketi Isparta'da yapılması planlanan tören için de gerekli talimatların verildiğini kaydeden Davutoğlu, "Cenaze namazı Ankara'da kılınacak. Diğer Isparta'da yapılacak tören veya oradaki düzenlemelerle ilgili aile neye karar verirse bu konuda da o törenle ilgili Isparta'da yapılacak düzenlemeler için de gerekli her türlü talimatlar verildi. Tedbirler alınacak. Orada da aile ne yönde karar verirse onun uygulaması yapılacak. Devlet töreniyle ilgili karar alınmıştır. Cuma namazında Kocatepe'de devlet protokolüyle inşallah cenaze namazı cuma namazıyla birlikte kılınmış olacak" ifadelerini kullandı. (17 Haziran 2015 13:07)

10 Haziran 2015 Çarşamba

Bundan 12 yıl önce, 22 Şubat 2003'de de "Recep Tayip Erdoğan ile Deniz Baykal" görüşmüşlerdi!..

Cumhur Başkanı Erdoğan ile görüşen Deniz Baykal’dan ilk açıklamalar!..
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile CHP Antalya Milletvekili Deniz Baykal bugün Dışişleri Bakanlığı resmi İkametgahı'nda görüştü. Baykal görüşme sonrası "Sayın Cumhurbaşkanı'nın, bu Meclis’e geçici başkan olarak görev yapacak bir milletvekili olarak Meclis çalışmalarıyla ilgili bir değerlendirme yapma ihtiyacı çerçevesinde bugün bu buluşma gerçekleşmiştir. Siyasi partililer kendi aralarında uzlaşmayı gerçekleştirdikleri takdirde, bunun Cumhurbaşkanlığı'ndan engellenmesi gibi bir şey söz konusu olmaz. Koalisyon oluşturma konusunda, Cumhurbaşkanı'nın özel çaba içinde olduğu izlenimini almadım" dedi.
İşte Deniz Baykal'ın açıklamalarından satırbaşları:
Telaşa gerek yok, sakin olun arkadaşlar. Yardımcı olmaya çalışacağım.  Seçimlerin tamamlanmasından sonra, yeni TBMM’nin açılışından önce Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu Meclis’e geçici başkan olarak görev yapacak bir milletvekili olarak Meclis çalışmalarıyla ilgili bir değerlendirme yapma ihtiyacı çerçevesinde bugün bu buluşma gerçekleşmiştir. Aniden gerçekleşmiştir. Bu sabah bu şekillendi. Sayın Cumhurbaşkanı'nın böyle bir görüşmeyi gerçekleştirmek istediği ifade edildi. Onun üzerine ben Antalya’dan geldim ve Cumhurbaşkanı ile ayrıntılı kapsamlı tahmin edeceğiniz şekilde, önümüzdeki siyaset döneminde TBMM’nin gündemi, çalışma konuları, Türkiye’nin önündeki sorunlar ayrı ayrı kapsamlı bir şekilde konuşuldu.
KOALİSYON KONUŞULDU MU?
Burada benim bir koalisyon görüşmesi yapma konumum yok, olamaz. Ben milletvekiliyim. Partiler var, partilerin genel başkanları, yetkili organları var. Onlar çeşitli hazırlıklar yapıyorlardır, umarım, tahmin ederim. Benim o çalışmaların herhangi birisiyle ilgili somut girişimim söz konusu olamaz. Elbette Türkiye’de ne yapmak lazım, nasıl yapmak lazım, bu konularda genel, parlamentoda uzun süre görev yapmış milletvekili sıfatıyla Sayın Cumhurbaşkanı ile bir karşılıklı değerlendirme yaptık.
KEMAL BEY’İN BİLGİSİ VAR
Elbette. Sayın Cumhurbaşkanı'nın programı bakımından daha uygun oldu. Ben böyle bir durumdan haberdar olduğum andan itibaren sayın Kılıçdaroğlu’na bilgi verdim. Şimdi Kılıçdaroğlu’nun yanına gidiyorum. Uzun süredir birikmiş bir sürü sohbet gerektiren konular var. özel bir nedeni yok. Ciddi bir çalışma yapılmış gibi bir izlenim almamanız gerekir. Böyle bir şey yok çünkü. Bunun amacı o da değildi.
BAYKAL GÖRÜŞME SONRASINDA İZLENİMİNİ AÇIKLADI: ERDOĞAN, AKP'SİZ HÜKÜMETE KARŞI DEĞİL
7 Haziran seçimlerinin ardından hiçbir partinin tek başına hükümet kurma çoğunluğunu elde edememesi üzerine gözler Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a dönmüştü. Erdoğan'ın hükümeti kurma görevini kime vereceği kadar, kime vermeyeceği de Türkiye'de tartışma olmuştu. CHP Antalya Milletvekili Deniz Baykal, Cumhurbaşkanı Erdoğan'la görüşmesi sonrasında bu tartışmalara son noktayı koydu. Baykal, Erdoğan'ın "muhalefetin kendi arasında koalisyon oluşturmasına karşı olmadığı izlenimini edindiğini" söyledi.  Bunun anlamı şu;" Baykal'ın bu sözleri Ankara siyasi kulislerinde şöyle yorumlandı; TBMM'de AKP dışındaki partiler de, kendi aralarında güvenoyu alabilecek bir çoğunluğu oluşturabilirseler, Erdoğan hükümeti kurma görevini vermemezlik etmeyecek. Baykal, "Cumhurbaşkanı'nın her türlü koalisyon çözümüne açık olduğunu gördüm. Muhalefetin kendi arasında koalisyona karşı olmadığını gördüm
"ERDOĞAN HÜKÜMETİN BİR AN ÖNCE KURULMASINDAN YANA"
 Baykal'ın görüşme sonrasında dikkat çeken bir başka cümlesi ise, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "hükümetin bir an önce oluşması anlayışı içinde olduğu"nu söylemesi oldu. Baykal, "Sayın Cumhurbaşkanı'nın kKoalisyonu oluşturma konusunda özel çaba içinde olduğuna ilişkin bir izlenim almadım" da dedi. Özel bir talebi yok, ama ben bazı tespitler yaptım tabi. Bir an önce istikrarın sağlanması, bir çözümün bulunması gerektiği konusunda ortak bir anlayışa sahip olduğumuzu gördüm. Bende bir an önce Türkiye bu belirsizlik dönemini aşmalı anlayışındayım. Her türlü koalisyona açık bir durumda olduğunu gördüm. Muhalefetin koalisyon oluşturmasına itirazı olmadığını gördüm. Ben bu aşamada olması gerektiği gibi sayın Cumhurbaşkanı’nın bir an önce hükümetin oluşması anlayışı içinde olduğunu, olası bütün modelleri değerlendirmeye oluşlu yaklaşacağı izlenimini edindim.
SEÇİM SONUÇLARINI KONUŞTUNUZ MU?
Yahu onları tartışmamız söz konusu olabilir mi?
SEÇİMLERDEKİ TUTUMUNU KENDİSİNE SÖYLEDİNİZ Mİ?
Ben demin söylediğim konularda düşüncelerimi aktardım. Genel siyasi bir sohbet oldu. Türkiye’deki büyük projelerden tutunuz, ülkenin iç dış sorunları, hepsiyle ilgili bir görüşme gerçekleştirdik. Koalisyonu kurması gereken siyasi partilerdir. Siyasi partililer kendi aralarında uzlaşmayı gerçekleştirdikleri takdirde, bunun Cumhurbaşkanlığı'ndan engellenmesi gibi bir şey söz konusu olmaz. Koalisyon oluşturma konusunda, Cumhurbaşkanı'nın özel çaba içinde olduğu izlenimini almadım. 
Deniz Baykal'ın açıklamalarına ilk tepki HDP'den
Habertürk TV'de Haber Masasına konuk olan HDP Grup Başkanvekili İdris Baluken, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Deniz Baykal arasındaki görüşmeyi değerlendirdi. HDP Grup Başkanvekili İdris Baluken'den geldi. Baluken "Sayın Baykal'ın açıklamaları inandırıcı gelmedi" dedi. İşte Baluken'in konuşmasından satırbaşları:
Sayın Baykal'ın açıklamaları bana inandırıcı gelmedi. Çelişkilerle dolu açıklamalar. Baykal seçilmiş Meclis Başkanı değil, yaş durumundan dolayı Meclis'in ilk oturumunu yönetmesi söz konusu. Burada Cumhurbaşkanı'nın pozisyonu tartışmalı. Baykal'ın ya da CHP yönetiminin böyle pozisyona düşmesi talihsizlik olmuş.Cumhurbaşkanı anladığımız kadarı ile AKP Genel Başkanı gibi seçim sürecinde nasıl kampanya yürüttüyse koalisyon çalışmalarında da aktif çaba içinde bulunuyor açık şekilde anayasayı ihlal etmeye devam ediyor. Kendisinin koalisyon formülleri ile ilgili yetkisi yok. Bugün yapılan toplantının kendisi anayasaya aykırıdır. Sayın Baykal'ın toplantı gündemini Meclis çalışması olarak tanımlayıp sonra izlenimlerimi gidip genel başkanıma aktaracağım demesi de çelişki konusu. Koalisyon belli. Sayın Baykal CHP Genel Başkanlığı yapmış. Aracı pozisyonda gayri resmi boyutta görüşmeyi yapmış oluyor. Ama ilk görüşmeyi cumhurbaşkanı ile yapmış olması CHP açısında siyasi hata olarak değerlendiriyorum.
Kılıçdaroğlu Baykal ile görüşüyor. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, Antalya'dan milletvekili seçilen Baykal ile görüşüyor. Antalya'dan milletvekili seçilen Deniz Baykal, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmesinin ardından, CHP genel merkezine geldi. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile Baykal arasındaki görüşme başladı. (Haber & Muhabir: Barış Gündoğan)
Kılıçdaroğlu'ndan flaş erken seçim açıklaması
Kemal Kılıçdaroğlu: Erken seçim, zaman kaybından ve bizlere umut bağlamış halkımızın teveccühüne saygısızlıktan başka bir işe yaramayacaktır. Halk sandıkta kötü gidişe dur dedi. Bize düşen halkımızın çıkarları için bir yönetim belirlemek
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu olası erken seçime sıcak bakmadığını twitter'dan yaptığı açıklamayla ifade etti.  Kemal Kılıçdaroğlu sosyal medyadan paylaştığı mesajında 'Halkımız, ülkemizin kötü gidişine sandıkta 'dur' dedi. Bizlere düşen, halkımızın çıkarları doğrultusunda bir yönetim belirlemektir. Erken seçim, zaman kaybından ve bizlere umut bağlamış halkımızın teveccühüne saygısızlıktan başka bir işe yaramayacaktır.' dedi. (*) 12 yıl önceki ilk görüşme!..>>>
Erdoğan ile Baykal'ın yıllar sonra ikinci kritik görüşmesi
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile CHP Milletvekili Deniz Baykal, 12 yıl önce kritik bir görüşme gerçekleştirmişti. Bu görüşmeyle birlikte, siyasi yasağı bulunan Erdoğan'a Başbakanlık yolu açılmıştı. Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan'ın bugün CHP eski Genel Başkanı ve Antalya Milletvekili Deniz Baykal'la yapacağı görüşme, ikilinin siyaseten yaptıkları ikinci kritik başbaşa görüşme olacak. Erdoğan-Baykal'ın ilk kritik görüşmesi 22 Şubat 2003'te gerçekleşmiş, bu görüşme sonrasında Erdoğan'ın milletvekilliği ve Başbakanlık yolu açılmıştı.
ANKARA’DA BOMBA GİBİ PATLAYAN GÖRÜŞME
Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde de bir şiir okuduğu gerekçesiyle hapis cezasına çarptırılmış, daha sonra AK Parti'nin kurucu Genel Başkanı olmasına rağmen, sicilindeki bu hapis cezası nedeniyle milletvekili adayı olamamıştı. 2002 seçimlerinde AK Parti tek başına iktidar çoğunluğunu kazandığında, Erdoğan partinin Genel Başkanlığı'nı yürütüyordu. Ancak milletvekili olamadığı için, 2002'de AK Parti'den Başbakanlık görevini Abdullah Gül üstlenmişti.
BAYKAL ERDOĞAN’A VEKÂLET Mİ EDECEK
Ak Parti, o dönemde de parlamentoda hükümet kurma çoğunluğuna sahip olmasına rağmen, Anayasa değişikliği konusunda yeterli vekile sahip değildi. İşte 2003 Şubatında, dönemin ana muhalefet partisi CHP'nin Genel Başkanı olan Deniz Baykal, Erdoğan'la Beylerbeyi Bosphorus'ta gizli bir ikili görüşme yapmış, bu görüşmeden çıkan uzlaşma sonucu, parlamentoda AK Parti ve CHP'nin oylarıyla gerekli Anayasa değişikliği geçirilmişti. Bu Anayasa değişikliği ile Erdoğan'ın cezasının milletvekilliğini engellemesi durumu ortadan kaldırılmış, Erdoğan da Siirt'te yapılan ara seçimlere girerek, TBMM üyeliğini kazanmıştı. O dönemde Başbakan olan Abdullah Gül, Erdoğan'ın Başbakanlığı'nın önünü açmak üzere istifa etmiş, Erdoğan da Siirt Milletkili sıfatıyla Başbakanlık görevini üstlenmişti. Baykal ile Erdoğan'ın bu gizli görüşmesi yıllar sonra, o dönemde vekil olan Zülfü Livaneli tarafından açıklanmış, Baykal da daha sonra yaptığı açıklamalarda bu görüşmeyi doğrulamıştı.
(**) Deniz Baykal, 20 Temmuz 1938'de Antalya'da doğdu.

8 Haziran 2015 Pazartesi

ARAKAN AĞLIYOR! dünya Müslümanları; İslâm ülke, devlet ve hükümetleri ağır töhmet altında!..

Bütün İslâm Devletleri, bu sözde devletlerin hükümetleri ve Dünya Müslümanlarının BÜYÜK UTANCI, KORKUNÇ YÜZKARASI!.. Myanmar'da Müslüman katliamları ve Arakan Cehennemi
Orada çekilen müthiş acıları, derin ıstırap, katliam, zorunlu tehcir, sürgün ve soykırımları her hangi bir Müslüman (İslâm)  Gazeteci, Yazar, hükümet yetkilisi, devlet adamı, din görevlisi veya münevver, mütefekkir değil; Yüz Binlerce Müslüman devlet, din görevlisi ve sözde aydın veya mütefekkirden üstün olduğunu bu çalışması ile ispat ederek dünyaya duyuran: Hıristiyan Gazeteci Sophie Ansel yazdı, bildirdi ve ilân etti: "Myanmar Hükümeti Gücünü Korumak İçin İki Dini Birbirine Düşman Etti"
"Biz Tarifsizler, Bir Myanmar Tabusu" adlı kitabının Hıristiyan yazarı, İnsan Hakları Savunucusu ve insanlık davasının yılmaz takipçisi, cesur ve korkusuz Ansel, Arakanlı Müslümanların çaresiz biçimde çıktıkları zorunlu göç, yani mecburi tehcir yolculuğunda, putperestler tarafından alçakça rencide edildiklerini, alçakça ve kalleşçe katliamlara maruz kaldıklarını; Bu vahşet, insanlık dışı kalleşçe cinayet ve işkencelerden geri kalabilenlerin ise sonuçta "köle olarak satıldıklarını" belirtti.
Arakanlı Müslümanların (Rohingyalar) maruz kaldıkları şiddeti, öfke, kin, intikam, katliam, insanlık dışı eziyet, zulüm ve nefreti kendi ağızlarından anlattıkları ilk kitabın Fransız yazarı Sophie Ansel, bu insanların çaresiz biçimde çıktıkları göç yolculuğunda, "bir cehennemden başka bir cehenneme geçtiklerini" ve "köle olarak satıldıklarını" belirtti.
Ana ve asli vatanları, kendi öz toprakları olan ülkelerini terk etmek zorunda bırakılan,; Kimsesiz, sahipsiz ve Başta Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti olmak üzere, bütün dünya Müslümanları tarafından sahip çıkılmayan Arakanlı Müslümanlardan Habiburrahman'ın Arakan'da son üç yılda yaşananları kaydettiği notları kendisiyle paylaşması üzerine, "Biz Tarifsizler, Bir Myanmar Tabusu" adlı kitabı yazan Ansel, AA muhabirine Myanmar'da yaşanan etnik ve dini zulümle ilgili değerlendirmelerde bulundu.
Arakanlı Müslümanlara Budistler tarafından yapılanların kökeninde siyasi bir manipülasyonun yattığını ifade eden Ansel, Myanmar hükümetinin Arakan'da gücünü korumak için iki dini birbirine düşman ettiğini belirtti.
MEZALİM İSLÂM ALEMİNİ SARDI..
Bir tarafta kâfir gürühunun kelle kesen lejyonları; Diğer tarafta Müslümanlara eziyet, zulüm, işkence, soykırım ve mezalim uygulayan pervasız putperestler!.. Herkes soruyor: Nerede bu dünya Müslümanları ve dünyanın sözde Müslüman devlet ve hükümetleri; bölgesinin kendini beğenmiş kibirli kâfir diktatörleri nerede?...
Arakanlı Budistlerin Myanmar'dan ayrılıp bağımsız devlet kurma talepleri olduğunu anımsatan Ansel, "Myanmar devleti, Arakan'da hakimiyetini sağlamak için iki dini birbirine düşürüyor. Budistleri kendine çekmeye çalışıyor. Arakan'da sadece Budistler olsaydı devletin bu kadar kontrolü olmazdı" dedi.
Bu doğrultuda Müslümanlara karşı nefretin devlet tarafından körüklendiğinin ve Budistlerin devlet tarafından üstün tutulduğunun altını çizen Ansel, "Eğer devlet Müslümanlara yönelik bir apartheid uygulamasaydı, Arakan'da iki dini topluluk bir arada yaşayabilirdi" ifadesini kullandı. 
Myanmar'da genel olarak Arakanlı Müslümanlara karşı önemli ölçüde tepki olduğunu ve birçok insanın Arakan'a yardım götürülmesini dahi engellemeye çalıştığını söyleyen Ansel, "Müslümanlara karşı ırkçılık 50 yıllık diktatörlüğün eseri, bu nefretin geçmesi için en az bir iki yeni kuşak lazım" şeklinde konuştu. 
"Arakanlı Müslümanlar köle olarak satılıyorlar"
Ülkelerini terk eden; Zorunlu tehcire tabi tutulan, ana vatanlarından sökülüp atılan, kalleşçe kovulan, sürülen Arakanlı Müslümanların çaresiz biçimde çıktıkları göç yolculuğundaki dramlarının komşu ülkelerde de devam ettiğine dikkati çeken Ansel, "Arakanlı Müslümanlar göçle bir cehennemden başka cehenneme geçiyor" yorumunda bulundu.  Bu insanların, başka gidecek yer veya kendilerini kabul edecek Müslüman ülke bulamadıkları için en çok sığındığı ülkelerden Tayland ve Malezya'da insan kaçakçısı çetelerin eline düştüğünü anımsatan Ansel, "Rohingyaların yaşadığı sıkıntılar Myanmar sınırında bitmiyor, komşu ülkelerin ekonomisinin gelişmesi için köle olarak satılıyorlar" dedi.
BU SOYKIRIMA KARŞI ÇIKMAKTAN KORKAN sözde İSLÂM ülkeleri; İSLÂM hükümetleri ve DEVLET adamlarına LÂNET OLSUN
Başta Amerika ve İsrail olmak üzere, dünyanın pek çok Yahudi, Hıristiyan veya dinsiz, pagan ya da ateist ülkesi bir tek vatandaşlarının, dindaşlarının veya ırkdaşlarının burnunun dahi kanamasına izin vermezken!.. Myanmar halkı ve hükümeti tarafından ülkede meskün ve Arakan’ın asli unsuru, asli sahibi, yerlisi olan Müslüman halka yapılan toplu katliam, sürgün ve soykırım’a seyirci kalınması iğrenç bir duyarsızlık. Hani domuz ülkelerinde milyarlarca dolar yatırım yapan ve kâfirin ekonomisini ayakta tutan Arap Şeyhleri? Diğer sözde İslâm ülkelerinin etkili, yetkili, şımarık ve ukalâ devlet başkanları, diktatörleri nerde? Kardeş Müslümanların kâfir elinde eziyet, mezalim ve işkenceye maruz kalması karşısında.; Adına Myanmar denilen iblis ülkesine, cani halkına ve insanlık düşmanı hükümetine nota üstüne nota çekmeyen, savaş ilân etmeyen, asker göndermeyen ve din kardeşlerinin bu dinsiz domuzlar elinde helâk olmasına seyirci kalan bütün İslâm ülkesi yetkili, sorumlu ve görevlilerinin Allah belâsını versin… Tıpkı bir fahişe gibi iki yüzle ve çifte standartla dans eden Birleşmiş Milletler ve kâfir ülkeleri ile âlem icra eden sözde İslâm Konferansı Örgütü de kahrolsun. Olaya duyarsız kalan sözde insan hakları örgütleri de..
Ey insanlık ve ey Müslümanlık!..
Bu din kardeşlerine yeterince ve gerektiğince sahip çıkmayan, yardımcı olmayan ve kâfirin zulmüne karşı sessiz, sorumsuz ve duyarsız kalarak; Dininin emrini yerine getirmeyen, zalime karşı durmayan onursuz ve sorumsuz; Hakikatte şeytanın askeri insanlık düşmanı “Müslüman kılığındaki kâfirlere” karşı duyarsız kalma. Mümkünse elinle, değilse paranla, o’da yoksa dilinle veya gece-gündüz bu güruha lânet ederek görevini yap…   

6 Haziran 2015 Cumartesi

Seçim Kutsal, Sandık Adalet, OY NAMUSTUR!.. AK Parti'ye oy çalan sandık başkanına 5 yıl hapis

akp'ye oy çalan "sandık başkanına" 5 yıl hapis!..
30 Mart 2014'teki yerel seçimlerde Kağıthane'de bazı sandıklarda seçim sonuçlarının Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) lehine değiştirildiği iddiaları üzerine, 29 sandık başkanı hakkında ayrı ayrı açılan davalardan biri karara bağlandı. 
İstanbul Adalet Sarayı’nda bulunan 13. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen davada karar duruşmasına tutuksuz olarak gelen sandıkta oy çalmaktan sanık Ebru Doğan Katar katılmadı. Duruşmada Katar’ı avukatı Mustafa Akçay  şikayetçi Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanlığı’nı da Avukat Onur Sarı temsil etti.
"MÜVEKKİLİMİN SUÇ İŞLEMEDİĞİ SABİTTİR"
Kağıthane Belediyesi çalışanı sanığın avukatı Mustafa Akçay savunmasında, "Bu davalar yaklaşık 35 civarında aynı kalemden çıkarcasına yapılan tahrifatı tutanaklara ilişkin açılmıştır. Müvekkil hakkında dosyada  yeterli, kesin ve inandırıcı delil yoktur. Suç işlemediği sabittir. Aynı zamanda memur olan sanığın sonucu çok ağır olan riskli bir iş yapması hayatın olağan akışına aykırıdır. Beraatini istiyoruz" dedi. SONUÇTA: OY HIRSIZINA MAHKEMECE İYİ HAL İNDİRİMİ (!?) UYGULANDI VE 4 YIL 2 AY HAPİS CEZASINA ÇARPTIRILDI!..
AK Parti'ye oy çalan sandık başkanına "iyi hal indirimi" 
5 yıl hapis
Sanığın üzerine atılı suçu işlediği sabit olduğunu belirten mahkeme, sanık Katar’ı suçun işleniş biçimi, sanığın şahsi, sosyal ve ekonomik durumu gözönüne alarak 5 yıl hapis cezasına çarptırdı. Sanığın yargılama sürecindeki davranışları nedeniyle iyi hal indirimi uygulayan mahkeme, cezayı 4 yıl 2 ay hapis cezasına indirdi. Mahkumiyet kararı verilen dosyada sanığın başkanlığını yaptığı 1244 numaralı sandıkta Belediye Başkanlığı oylarında Ak Parti’nin 126 olan oy sayısının tutanakta 136 olarak gösterildiği, aynı partinin Belediye Meclisi oylarının da 119’dan 129’a çıkarıldığı tespit edilmişti.
"DÜZELTMELERİ VEYA TAHRİFATLARI YAPMIŞ DEĞİLİM"
Yargılama aşamasında suçlamaları kabul etmeyen Ebru Doğan Katar 24 Mayıs 2014’de alınan ifadesinde şunları söylemişti: "Kağıthane belediye başkanlığında sekreter olarak görev yapmaktayım. 30 Mart 2014’de yapılan mahalli seçimler sırasında Kağıthane ilçesinde 1244 numaralı sandıkta başkan olarak görev yaptım. Sandık görevlileriyle birlikte seçim bittikten sonra oyları sayarak sonuç tutanaklarını hazırladık. Hatırladığım kadarıyla geceleyin 01.00 sıralarında sonuçları tutanağa bağladıktan sonra oy pusulaları bulunan torba ile sandık sonuç tutanaklarını Kağıthane İlçe Seçim Kurulu’na götürerek teslim ettim. Düzeltmeleri veya tahrifatları yapmış değilim. Tahrifata ilişkin yazı ve rakam örnekleri bana ait değildir. Seçim tutanakları benimle birlikte sandık kurulunda görev alan diğer arkadaşlar yazmışlardır. Bir yanlışlık, bir tahrifat bulunuyorsa belki de ben teslim ettikten sonra bir başkası tarafından yapılmış olabilir. Suçlamaları kabul etmiyorum Suçsuzum."
SANIKLARIN 8’ER YILA KADAR HAPSİ İSTENİYOR
CHP Kağıthane İlçe Başkanı Avukat Zeynel Öztürk, 30 Mart yerel seçimlerinde 36 sandıkta seçim sonuçlarının Ak Parti lehine değiştirildiği iddia ederek itiraz etti. İddianamede, itiraz üzerine Kağıthane İlçe Seçim Kurulu’nca yapılan incelemede birçok sandıkta oylara eklemeler yapıldığı, bu eklemelerin yazılar karalanarak kimi yerde okunmaz hale getirilerek, rakam ve yazı ile ilaveler yapıldığı belirterek suç duyurusunda bulunduğu anlatıldı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı da sandık sayısının fazla olması nedeniyle 36 sandık için ayrı ayrı soruşturma başlattı.  Soruşturma sonucunda 29 sandığa ilişkin, 29 sandık başkanı hakkında ayrı ayrı davalar açıldı. İddianamede sanıkların atılı suçu işlediği yönünde yeterli şüphe oluştuğu belirtilerek, "Seçim sonucunu değiştirmek ve sahte tutanak düzenlemek" suçundan 5’er yıldan 8’er yıla kadar hapisle cezalandırılması talep ediliyor. (Ankara, 06 Haziran 2015_DHA)
YORUM, ELEŞTİRİ, AÇILIM VE KATKI YERİNE KAİM OLMAK ÜZERE
SEÇİM ÜZERİNE KAYGILAR; Sahtecilik, hırsızlık, yolsuzluk, şike, hile, desise ve şaibe tehdidi!..
Mustafa Nevruz SINACI
Milletten özellikle gizlenen bir hakikat olması nedeniyle;  Şurası mutlaka bilinmelidir ki, Osmanlı Devleti’nde yapılan bütün seçimler ile Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra 5 Haziran 1946’ya kadar vaki seçimlerin tamamı iki derecelidir. Sistemin esası: Cumhuriyetten önce, tıpkı bu gün Amerika’daki uygulama gibi; Birinci derece seçimde, sınırlı sayıda seçmen ile aday, ‘hiçbir aracı ve etki unsuru olmaksızın’ yargı gözetiminde karşı karşıya gelir. Sadece bir asil ve bir yedek delege için “daraltılmış birim alan çerçevesinde” seçim yapılır. Sistemde her 500 seçmen, adeta yüz yüze gelerek bizzat delege adaylarını belirler ve sonuçta 1 asıl (bir yedek) delege seçilerek ilk aşama tamamlanır. İkinci derecede: (ABD örneğinde olduğu gibi) Kendi aralarından (veya Osmanlıda Ehli Vukuf bir seçici kurul tarafından) vekil tespiti yoluna gidilerek seçimler tamamlanır ve her derece/düzey seçim bu delegeler arasından yapılır.   
Cumhuriyetten sonra uygulanan iki dereceli sistem ise, İslâm’da Devlet İdaresi’ne dair kaynaklarda öngörülen (Medeni Siyaset) sistemindeki ‘şûra usulünü’ andırmaktadır. Özellikle Mustafa Kemal Atatürk zamanında; Önce vilâyet halkı kendi aralarından emin/âlim, mutemet, akil ve mütekâmil zevatı belirler. Bir nevi, ön seçimle belirlenen isimler Ankara’ya bildirilir; Ankara, önerilen isimler arasından seçim/tespit ve vekil atama işlemini yapardı. Bu uygulama çok mükemmel bir sistem idi; Bilhassa Atatürk döneminde, dünyanın en kaliteli, onur-erdem ve sorumluluk sahibi Millet Meclisi Türkiye Cumhuriyeti nezdinde kurulurdu.
Eğer dikkatlice bir gözlem, inceleme ve araştırma yapılırsa görülecektir ki:, 11 Kasım 1938 karşı devriminden itibaren meclise dâhil edilenler ile 27 Mayıs 1960’tan sonra gelenler arasında: Hırsızlık, yolsuzluk, iş takipçiliği, afyon-esrar kaçakçılığı, rüşvet-iltimas, ayırma ve kayırma suçluları ile anarşi-terör, tedhiş dâhil olmak üzere aşağı-yukarı her mazarrattan zanlı, mücrim, sabıkalı ve dahi mahkûm bulmak mümkündür. Ama Atatürk ile tarihi ve kadim D.P.  dönemlerinde böyle yaygın, salgın bir yüz karası, utanç mahlûkatı çok nadirdendir.
Literatürde II. Cumhuriyet denilen 1938 – 1950 döneminde yaşanan bozulum, istismar ve deformasyonun sebebi CHP ve İsmet İnönü’dür. Eylem bazında: 150’likler denilen “vatana ihanet suçundan” vatandaşlıktan atılmışların affı; Atatürk kadrolarının Ordu ile Kamu Kurum ve kuruluşlarından tasfiyesi; Hain başı Mustafa Suphi’den intikal “kadrocu ve aydınlıkçıların” devlet görevlerine alınması; Yolsuzluk, ayırma-kayırma, gasp ve hırsızlıkların yoğunlaşması!.     
5 Haziran 1946’ya kadar inanılmaz bir başıbozukluk, kitlesel tek parti sömürüsü, sulta, cunta ve diktatörlük hüküm sürer. Fakat tarihi-kadim Demokrat Parti’nin kurulması ile bozuk düzene “DUR” deme yürekliliği baş gösterir. Halk Partisi paniğe kapılır ve saltanatını garanti etmek için bir takım acil kararlar alır. Bunları derhal kanunlaştırır. Kısaca ve öz olarak:  
Önce 1945’de, tek partili cunta ve diktatörlükten, çok partili demokratik sisteme adım atılmasına ve bir “deneme yapılmasına” karar verilir. Her ne kadar ortada bir “Siyasi Partiler Kanunu” yoksa da, Cemiyetler Kanununa göre faaliyet gösteren bir takım teşekküller vardır. Halk Fırkasındaki derin ayrışma ve kurmayların terki sonucu, 07 Ocak 1946 da, demokrasinin lokomotifi Demokrat Parti kurulur. Aslında iliklerine kadar demokrasi karşıtı, fakat kendisine verilen rol icabı “Cumhuriyetin kurucusu, koruyucusu ve demokrasi yanlısı” görünmeye özen gösteren malum fırka, çok acele bir seçim kanunu çıkartır. 5 Haziran 1946 tarihli bu kanunla, iki dereceli seçim sistemi sona erdirilir ve yerine “Açık Oy – Gizli Sayım” usulüne dayalı çok rezil bir “seçim düzeni” getirilerek; Kanunun tartışılmasına bile imkân tanımadan 21 Temmuz 1946 tarihinde genel milletvekili seçiminin “ani ve baskın” biçimde ifa ve icrası kararlaştırılır.
Netice malum. Cumhuriyet tarihine geçen en kara leke ve tiksindirici bir utanç vakıası.
MAKUS TALİH TEKRARLANMAK MI İSTENİYOR?..      
Aslında bu ne ilk ve ne de son olacağa benzer. Hani 1946’da, “Türkiye’ye çok partili sistemi getirdi” dedikleri, Cumhuriyet düşmanı bir politik organizasyon; Demokrasi, adalet ve çok partili düzene geçilmesin diye “açık oy gizli sayım” usulü ile güya bir seçim yaptırmıştı. Sonra 14 Mayıs 1950’de millet iktidar oldu ve seçim mevzuatındaki bütün pislikleri temizledi.
Aslında, ismiyle müsemma olmadığı sonradan anlaşılan Adalet-Kalkınma Partisinden de aynı beklenti vardı. Maalesef beklenen olmadı. Barajın kaldırılması; Hazine soygununun iptali; Dar bölgeli, iki dereceli ve milli delege sistemine dayalı “namuslu, dürüst, demokrat” seçim usulü ikame edilerek halkın ‘kendi vekilini bizzat seçmesi’ sağlanacaktı. Olmadı!
Üstüne üstlük: Konya Milletvekili Atilla Kart, 1.06.2015 günlü Basın duyurusunda: “12 Eylül 2010 Anayasa Referandumu ve 12 Haziran 2011 Genel Seçimlerinde; seçim suçu işledikleri sabit kişiler hakkında 2586 soruşturma açıldığını, bu soruşturmalarda yargılanan zanlı sayısının On-Bin dolayında olduğunu; Ancak, Temmuz 2012’de AKP eliyle gece yarısı çıkartılan bir düzenlemeyle bu suçluların örtülü olarak affedildiğini!.. Sonuçta yargılama dosyalarının AKP tarafından düşürüldüğünü” açıklayınca ortalık iyice karıştı.
Bu karmaşa içinde, 25. dönem genel parlamenter seçimlerinin yapılacağı gün geldi çattı ve 07 Haziran çok az kaldı. Adına parti denen fakat “kitle partisi olmakla hiçbir ilgisi, alâkası bulunmayan” teşekküllerden seçime katılma şansı elde edenlerin tanıtım, ses kirliliği, beyin yıkama, kafa ütüleme ve propaganda yarışı hızlandı. Radyo, gazete, TV ekranlarından yayılan ses kirliliği, cadde ve sokakları dolduran el ilânı ve afiş çirkinliği; Hoparlörlerle çok yüksek frekanslarda yapılan yalan bombardımanı ile kulaklara verilen zarar. Hâsılı medeni, çevreye saygılı olmaktan uzak, insanlık dışı, dayatma ve ilkel bir seçim rezaleti yaşanıyor. 
HAZİNE YARDIMI KEPAZELİĞİ
Bu panayır keşmekeşinin sebebi: Halkın rıza ve muvafakatine aykırı olarak, kesinlikle objektif norm ve adil kriterlere dayanmaksızın alınan/verilen “hazine ulufesi”. Bu haksız ve haram parayı alan partiler, adeta çılgın mirasyediler gibi bol keseden atıyor, işitsel ve görsel medyayı hovardaca kullanıyorlar. Buna mukabil, asgari % 3 oyu alamayan veya % 10 barajını aşamadıkları için “tüyü bitmemiş yetimin hakkından” nemalanamayan diğerleri lâf salatası yapamıyor. Hatıra binaen listeledikleri “fedakâr adaylarını” ekranlarda dolaştıramıyor, çarşaf çarşaf ilan veremiyorlar. Çok yoğun masraf ve fuzuli israf, bol avanta ve peşkeş gerektirdiği için de açık hava toplantıları, konvoy şovları ve miting yapamıyorlar.
ÇOK ADALETSİZ BİR YARIŞ
Bir taraf, millet razı olmadığı halde, devletten cebren, hile ve desise ile hortumladığı haram para ile seçim sefahatı yaparken; Diğer taraf parasızlık ve imkânsızlıktan kırılıyor ve seçim sefaleti içinde kıvranıyor. Şöyle bakıldığında: Önce parti sahipleri, sulta-cunta, vesayet ya da velâyet unsurlarınca yapılan aday atama işlemi!; Azıcık olsun, kanunda öngörülmesine ve fırsat verilmesine rağmen, “aday belirleme konusunda seçmene söz hakkı tanınmaması”; İmkân, kaynak ve eşitliğe bütünüyle ters adaletsizlikler; Sandık güvenliği konusunda duyulan büyük kaygılar; Fuat Avni nam bir eşhas tarafından ısrarla yayılan 7 milyon oy’un çalınacağı söylentisi; YSK tarafından kullanılan “Elektronik Seçim Programı” SEÇSİS’e karşı duyulan derin şüphe, alabildiğine güvensizlik, korku-endişe ve kuşku; Haksızlığı vicdanları sızlatan ve 1983’e kadar hiç uygulanmamış, “millet iradesine karşı ipotek misali konulmuş” % 10’luk seçim barajı; Bunların tamamı vesayet, emanetçilik, sulta ve cunta icadı haksızlık. Hukuksuz, etik, saydam ve adil olmayan ahlâksız zorbalık, diretme ve dayatmalar.
Sözde “millet iradesini, devlet idaresine taşıyacağı” iddia olunan bu yarışın aktörleri, argümanları ve elemanları arasında millet iradesi yok. Adalet, hakkaniyet, eşitlik ve hukuk desen hak getire! Bu nedenle şimdilerde sıkça dile getirilen 21 Temmuz 1946 günlü 8. dönem parlamenter seçimi, bu melânet yüz karası, kalleşlik ve komedinin düzenbazlıkları, sahtekârlık ve alçaklıkları akıllara geliyor. İnsanlar birbirlerine: Neden? Öyleyse, siyasi partiler ve seçim kanunları bu güne kadar düzeltilmedi? diye, derin bir hayret, merak ve taaccüple soruyorlar…
İşte bu gerilim, güvensizlik, baskı, dayatma ve korkularla süren bir seçim sathı maili!.. 
Adalet mi bu? Hukuk bunun neresinde? Devleti vekâleten üstlenecek, “Hak ve halk adına” yürütecek olan “Millet iradesi” bu yaman çelişkiler içinde mi tecelli edecek. Büyük bir demokrasi, insan hakları, adalet ve hukuk ayıbı bu!.. Ya vaktiyle Demokrat Parti’nin yaptığı gibi, partilere kesinlikle hazineden para verilmemeli, siyasi şirket eğilimi önlenerek “parti içi demokrasi ve kitle partisi özelliği zorunlu kılınmalı” ve şimdilerde “hazine yardımı” namıyla yapılan bu hortumlama, olabildiğince objektif, adaletli ve “aidat veren, gerçek, sorumlu, aktif üye sayısına endeksli” hakkaniyetli ilkele, norm ve kriterlere bağlanmalıdır.
Bu insanlık dışı, adaletsiz ve haksız uygulama çok ayıp ve iğrenç. Dolayısıyla, haksız edinimlerle elde edilen oylar da helâl değil, haram, hayırsız, onursuz, umursuz; Kamu vicdanı yönünden şaibeli, meşruiyeti tartışmalı, haksız kazanılmış ve gerçekte geçersiz oylardır.  
DEMOKRASİ BUNUN NERESİNDE?
Birileri, bütün beyan, ilân, bildiri ve çağrılarında durmadan Demokrasi, İnsan hakları, Hak, Adalet ve hukuktan bahsediyor. Oysa en başta yaptıkları seçim adil değil. Cumhuriyetin başı durum ve konumundaki zatın, seçimlere paralel biçimde ve muhtelif açılış bahaneleri ile meydanlara çıkması etik değil. Demokrat Parti zihniyetine göre “eşit şartlar, eşit imkânlar ve saydam kaynaklarla” yapılması halinde seçimlerde “millet iradesi” tecelli edebilir. Aksi halde bu sulta, cunta ve nihayet emanet, vesayet unsurlarının kirli oyunlarından ileri geçemez. Peki, gösterin bakalım. Şu seçim sathı mailinin neresinde adalet?, Neresinde insan hakları, hukuk, eşitlik, eşit şartlarda yarı ve demokrasi var?.
TABANA VURMUŞ SİYASET VE SEÇİM VAADLERİ
Geleneğe göre: Adalet timsali, devlet idaresinde millet iradesinin mutlak tecelli biçimi ve bütün usul ve uygulamaları ile fazilet olarak kabul edilen siyaset; Asla yolsuzluk, haksızlık ve kanunsuzlukla birlikte anılamayacak kadar yücedir. Amma lâkin, günümüzdeki çirkinliğin esas sebebi: 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra siyaset kirlenmiş, kalite taban yapmış, Politik-ACI’lar en alt düzeylere inmiş ve adeta bir yalancılar ve talancılar mesleği haline getirilmiştir. Bu Türk milletine hakarettir. Ayıptır, utanç ve hicap vericidir. Siyaset derhal temizlenmelidir.
SEÇMEN ŞUNU BİLMELİ Kİ
Adeta bir açık artırımla, birbirleri ile kıyasıya yarışarak, taklitçilikle siyaset yapanlar; Propaganda araçlarından ses; Mesnetsiz iddialar ve bu saçma iddiaların yer aldığı broşürlerle bilgi ve çevre kirliliğine yol açan politikacıların “millet iradesi, devlet idaresi, dürüst siyaset ve demokrasi ile her hangi bir ilgileri alâkaları yok. Üstelik bunların % 99’u önseçim ile değil sulta, cunta, vesayet ve emanetçi ataması ile oralarda fink atıyor. Seçmen şunu bilmelidir: Bu seçimler kaderdir. Ülkemizin geleceğidir. Asıl olan: Bilgi, birikim, inanç, azim, irade, sağlam karakter sahibi; Namuslu, dürüst, onurlu, sorumlu, insan hakları adalet ve demokrasiye saygılı insanların seçilmesidir. Bu nevi insanlar ise ancak “helâl oylarla” seçilir.
ŞİMDİ OY’LARA VE SANDIKLARA SAHİP ÇIKMA ZAMANI
Son olarak tekrar etmekte yarar var. Bu seçimlerde özellikle muhalefet ve seçmenlerin çok büyük bir kesimi; Seçim sonrası oylarımız ve sandıklara bir şey olur mu?, endişesi içinde. Daha önceki seçimlerde bu tür iddiaların gerçekleşmiş olması ve bir şekilde seçim sonuçlarını etkilemesi seçmenlere ‘şimdi oylara ve sandıklara sahip çıkma zamanı’ dedirtiyor. Dahası her gün yapılan anketlere göre iktidar partisindeki oy erimesi iktidarı çıldırtıyor. Halkın korku ve endişesi “AK Parti kaybetmemek için her şeyi yapabilir. Geçmişte de oy hırsızlıkları olmuştu. Bu kez, herkesin daha dikkatli hareket etmesi gerekiyor” şeklinde. Bu nedenle ve haklı olarak: “Oyuna ve sandığa sahip çık” kampanyaları yapılıyor. Daha önceleri yapılan sahtekârlıklar ve oy hileleri bir, bir açıklanıyor, seçmen uyarılıyor ve aydınlatılıyor. Oy çalınmaması ve sandık güvenliği için “teknik yol ve yöntemler” hakkında bilinçlendirme çalışmaları yapılıyor.
NETİCEDE: 
Çağdaş, lâik ve demokratik bir hukuk devletinde seçimlere hile, desise ve şaibe bulaşması; Oy ve sandık çalınmasından, elektrik kesintisinden korkulması, çok utanç vericidir. Bundan iktidar partisi, hükümet ve YSK sorumludur. Bu rezilliğin, savunulacak bir yanı olamaz. Zira bunu Türkiye aşmış olmalıydı. Ayrıca: Seçim suçluları ile bu tiksinç, iğrenç ve insanlık düşmanı suçluları himaye edenler; Hukuk içinde hesap vermeye mecburdur. Aksi takdirde sadece “seçimlerin meşruiyeti" değil; Seçilenlerin de meşruiyeti yok hükmünde olur.