MEHMET ÂKİF
ERSOY HAYATI, ŞAHSİYETİ,
ESERLERİ VE İSTİKLÂL MARŞI...
ESERLERİ VE İSTİKLÂL MARŞI...
Her milletin
tarihinde derin izler bırakmış önemli şahsiyetleri bulunmaktadır. Mehmet Akif
Ersoy da Türk milletinin tarihinde ve gönlünde taht kurmuş büyük bir
şahsiyettir. Mehmet Akif Ersoy sadece İstiklal Marşımızın yazarı değil, o aynı
zamanda Türk milleti için “vatan, millet, bayrak, özgürlük ve bağımsızlık”
kavramlarının karşılığıdır. O, sadece bir şair değil, Kurtuluş Savaşını on
kıtaya, kırk bir dizeye sığdırarak Milli Mücadeleyi en mükemmel bir şekilde
dile getiren şahsiyettir. Bu nedenle milletin dili, sesi olan Akif’in hayatının
bilinmesi ve her fırsatta dile getirilmesi yetmez. O, toplumun her kesimi
tarafından örnek alınması da gereken mümtaz şahsiyetlerdendir.
Mehmet
Akif’in Biyografisi
Mehmet Âkif
Ersoy, 1873 yılında İstanbul’un Fatih ilçesinin Sarıgüzel semtinde doğmuştur.
Babası, İpekli Mehmet Tahir Efendi, annesi Emine Şerife Hanım’dır. İlk ve Orta
öğrenimini Fatih Rüşdiyesi ile Mekteb-i Mülkiye İdadisi’nde tamamladıktan
sonra, dört yıllık Halkalı Ziraat ve Baytar (Veteriner) Mektebine girer ve
Baytarlık bölümünden birincilikle mezun olur (1893). Ziraat Nezareti, Umur-i
Baytariye Müdür Yardımcılığı yapar. Görevi gereği, Rumeli Arnavutluk, Anadolu,
Arabistan’da (Necid) dolaşır. Eşref Edip’le birlikte Sırat-ı Müstakim,
Sebilürreşad dergilerini çıkarır. Harbiye Nezareti adına Almanya’ya (Berlin)
gönderilir. Arapça, Farsça ve Fransızcayı çok iyi bilen Akif, Darülfünun
Edebiyat-ı Umumiye Müderrisliği (Profesörlüğü) yapar.[1] Mehmet Âkif,
Birinci Meclis’te Burdur Milletvekilliği yapar (1920-1923). Daha sonra Mısırlı
Prens Abbas Halim Paşa’nın davetiyle Mısır’a gider, Hilvan’a yerleşir. 1926’da
Mısır’da Edebiyat Fakültesi’nde Türkçe Profesörlüğü yapar. Mısır’da iken,
siroza yakalanır. Bir süre, hava değişimi için Lübnan’a gider. 1936 da
Antakya’ya gelir, fakat tekrar Mısır’a döner. Mısır’dan da Türkiye’ye
döndüğünde ağır hastadır. İstanbul’da tedâvi görür, hastaneye yatar ama
hastalığı geçmez. 27 Aralık 1936 Pazar günü akşamı vefat eder. Ertesi gün
Edirnekapı Şehitliği’ne defnedilir. İstiklal Marşımızın şairi olan Akif, bütün
şiirlerini, Safahat adını verdiği bir kitapta toplamıştır.
Mehmet Âkif
Ersoy, modern Türk edebiyatı ve düşünce tarihinin kuşkusuz seçkin
şahsiyetlerinden biridir. Onu, şahsiyeti ve eserleriyle doğru tanımak, bugün
yaşamakta olduğumuz sıkıntıları aşmada bize yol gösterecek düşüncelerin
ipuçlarını yakalamak demektir. Mehmet Âkif Ersoy’un hayatına ve eserlerine
baktığımızda, onun kelimenin tam anlamıyla bir “şahsiyet” olarak karşımıza
çıktığını görürüz. Hayat hikâyesi, eserleri ve onu yakından tanıyan
arkadaşlarının hakkında yazdıklarından yola çıkarak bu şahsiyetin hangi
kaynaklardan beslendiğini, zamanla nasıl oluştuğunu, eserlerine ve gündelik
hayata ne oranda yansıdığını açıklıkla görmek mümkündür.[2] Buna göre onun şahsiyetinin üç
kaynaktan beslendiğini söyleyebiliriz.[3]
Pehlivanlı
mahalle,
Deneysel
bilimli okul,
Mehmet
Akif’in şahsiyetinin oluşmasında Kur’an ve sünnet, Türk-İslam yaşamının hüküm
sürdüğü Fatih ve çevresi ile bilimsel eğitim kurumlarının büyük etkisi vardır.
Safahat şairi, Çanakkale’yi destanlaştıran şair, Şair-i Azam, Vatan Şairi,
ilim, fikir ve dava adamı, örnek bir insan Mehmet Akif Ersoy. Fikir ve edebiyat
dünyamızda eşine az rastlanır bir dehadır Mehmet Âkif Ersoy. Pek az şairin
eserleri ve fikirleri ile şahsiyeti arasındaki benzerlik hatta ayniyet Mehmet
Âkif’inki kadar olabilmiştir.
Mehmet Âkif,
milletiyle ağlayan, onun derdiyle dertlenen bir insan. Yazdığı şiirlerde
yaşanan acılar, yenilgiler, yoksulluklar ve umut dile gelir. “Safahat”ta yer
alan her bir şiirde devrin halleri adeta kelimelerle resmedilir. Mehmet Akif
Ersoy Türk şair, düşünür, veteriner, öğretmen, vaiz, hafız, Kur’an mütercimi,
milletvekili, şair, Türkiye Cumhuriyeti’nin milli marşı olan İstiklal Marşı’nın
güftekârıdır. “Vatan şairi” ve “Milli Şair”, “İslam Şairi” unvanları ile
anılır. Çanakkale Destanı ve Bülbül en önemli eserlerindendir. Mehmet Âkif,
İstiklal Marşı benim değil, milletimindir, diyerek İstiklal Marşı dışındaki
şiirlerini “Safahat” adlı tek eserinde toplamıştır. Milletine armağan ettiği
için bu şiirini Safahat adlı kitabına almamıştır. Şair, İstiklal Marşı’nı nasıl
yazdığını ise şöyle dile getirir:
“Bu marş
ancak ümitle, imanla yazılabilir. O zamanı bir düşünün. İmanım olmasa böyle bir
marşı nasıl yazabilirdim? Zaten ben de başka türlü düşünüp başka türlü
yazanlardan değilim. Bu elimden gelmez. İçimde ne varsa olduğu gibi
yazılarımdadır.”
Mehmet Akif
Ersoy, ülkenin içinde bulunduğu acı ve sıkıntı dolu günlerde üzülmüş,
kederlenmiş, ancak ümidini ve mücadele azmini asla yitirmemiştir.
diyerek
milletin azim ve ümit duygularını harekete geçirmeye çalışmıştır. Mehmet Âkif,
İslam dininde cehaletin, yobazlığın, tembelliğin, batıl inançların yeri
olmadığını ifade ettikten sonra, İslam’ın ölüler dini olmadığını aksine hayat
dini olduğunu da ifade etmektedir.
İnmemiştir
hele Kuran, bunu hakkıyle bilin,
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için
Milli Şair,
toplumun kurtuluşunun yolunun ahlaklı ve faziletli gençler yetiştirmekte
geçtiğini belirtir. Yeni kuşaklar Mehmet Âkif’i çok kere bir yönüyle
tanımaktadırlar: İstiklal Marşı şairi Mehmet Âkif. Hâlbuki o, yeni kuşaklar
tarafından örnek alınması gereken farklı özelliklere sahip zirve bir insandır.
İdealist, sanatkâr, şair, hatip, devlet adamı, kahraman, âlim ve bilge bir
düşünce adamıdır. Ama Mehmet Âkif’in öne çıkan ve gençlerimize örnek
gösterilmesi gereken en önemli vasfı ise bir düşünce ve hareket adamı olmasıdır.
“Ben ezelden
beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın, bana zincir vuracakmış? şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim; bendimi çiğner, aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım.”
Hangi çılgın, bana zincir vuracakmış? şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim; bendimi çiğner, aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım.”
Millî
marşımızda yer alan yukarıdaki mısralar, bir milletin bağımsızlık, özgürlük ve
kendine güven duygusunun ifadesidir. Mehmet Âkif, sözü ve eylemi birbiri ile
tam uyum sağlayan ve buna aykırı davranışları asla affetmeyen nadir, örnek
insanlardan biridir. Safahat’taki Süleymaniye Kürsüsü’nde adlı bölümde
kendisini şu şekilde tanımlamaktadır:
“Budur
cihanda benim en beğendiğim meslek
Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek.”
Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek.”
Doğduğu ve
yaşadığı zaman dilimi, hatırlanması bile insana üzüntü ve keder veren bir
dönemdir. Üç kıtada egemen olmuş büyük bir medeniyetin kurucusu Osmanlı
Devleti’nin yıkılış dönemidir. Üzücü olaylar üst üste gelmekte, kamuoyunda
ümitsizlik hâkim olmaktadır. O ise asla ümitsizliğe kapılmamış aksine halkını
harekete geçirmek için cepheden cepheye koşmuştur. “İstiklal Harbi’nin manevi
cephesinin önderi” sözü onun için yerinde kullanılan bir deyimdir.
“Korkma!
Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak.
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.”
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.”
Ankara’da
Tacettin Dergâhı’nda bu mısraları yazarken ufukları karanlık, safha safha
yıkılmakta olan bir vatanın geleceğine dair umut ışıklarını ateşliyordu. O,
şehirden şehre, cepheden cepheye koşarak insanlara, ümitsizliğe düşmemelerini,
güçlü ve ümitvar olmalarını ısrarla telkin ediyordu. Âkif’in asıl ideali
ülkenin geleceğinde söz sahibi olacak ruhen ve fizikî olarak güçlü bir nesil
yetiştirmekti. Mehmet Âkif, idealindeki gençliği “Âsım’m Nesli” olarak
niteliyordu. Âsım, Milli Şair’in ana hatlarını ayrıntılı biçimde çizdiği ideal
bir gençlik prototipidir. O, vatanını, milletini, değerlerini ve tarihini
seven, haksızlığa tahammülü olmayan, haykıran bir gençtir. Bütün özelliklerini
Türk-İslam sentezinden almış olan Asım, kendi çıkarları için değil, ülkesi, milleti,
toplumun yararı için çalışır. Âsım, ecdadına saygılı bir gençtir ve tarihe
karşı nankörlük edenleri uyarmaktadır:

Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım…
- Boğamazsın ki!
- Hiç olmazsa yanımdan koğarım!
Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle..
Yumuşak başlı isem, kim demiş uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boynum.
Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim.
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.
Bu
mısralarda şair, haksızlıklar karşısında susmayacağını ifade eder. Mehmet Âkif
dindar bir şahsiyet olarak Müslümanca düşünmeyi ve yaşamayı ilke edinmişti.
Mehmet Âkif’in zulme karşı oluşundaki kaynağı, hareket noktası Kur’an-ı Kerim
ve Peygamber Efendimiz’in(s) sünneti idi. Şair, zulmü asla desteklemeyeceğini,
zalimleri asla sevmeyeceğini açıkça ifade eder. “Gelenin keyfi için geçmişe
kalkıp sövemem” mısrası ile hakkın, hakikatin yanında olacağını ifade eder. Bu
bölümde bağımsızlık, özgürlük düşüncesi de işleniyor Mehmet Âkif, “istiklâl”
kavramını her dem yüreğinde taşıyordu.
8 Ekim
1912’de başlayan Balkan Harbi, büyük bir felakete dönüşmüştür. Bu öyle bir
felakettir ki Balkan Türkleri ve Müslümanlarına olmadık işkenceler, zulümler
yapılmakta, Bulgar, Yunan ve Sırp çeteleri, Osmanlı Türklerini ve Müslümanları
Balkanlardan silebilmek için akla gelebilecek her türlü çirkinlikleri
yapmaktadır. Bu durum Âkif’in ruhunda derin yaralar açar. Bu katliamlara rağmen
yaşanan siyasi çekişeler de Âkif’i oldukça üzer. Sonunda mağlubiyete sebep olan
kendi değerlerini inkâr eden, dejenere, Batı hayranlarını ve bunların
arkasındaki Batılı kuvvetleri ağır bir dille eleştirir:

Tükürün onlara alkış dağıtan kahpelere!
Tükürün Ehl-i Salîb’in o hayâsız yüzüne!
Tükürün onların aslâ güvenilmez sözüne!
Medeniyyet denilen maskara mahlûku görün!
Tükürün maskeli vicdânına asrın, tükürün!
Balkan
felaketinin üzerinden çok geçmeden I. Dünya Savaşı başlar. Osmanlı
İmparatorluğu için bu savaş bir dizi felaketin başlangıcı olur. Osmanlı, adeta
sürüklendiği bu savaş yüzünden kendisini yıkılışa kadar götürecek bir sürecin
içine girer. İşte tam bu sırada Çanakkale Savaşları patlak verir. Akif’in aklı,
yüreği hep bu savaştadır. Akif, “Bütün dünya toplanıp hücum etse, yine
Çanakkale sükût etmez, düşmez!” diyerek kurtuluşa olan inancını ve ümidini dile
getirir. Akif’in yakasını felaketler bir türlü bırakmaz. 31 Mayıs 1918 Büyük
Cibali Yangını’nda 7500 hane ile beraber oturduğu ev de yanar.
1919 yılı
Türkiye’nin belki de İslam aleminin en karanlık dönemlerindendir. Çünkü
dünyanın en önemli şehirlerinden İmparatorluğun başkenti ve kalbi İstanbul
işgal altındadır. Bu işgal Akif’te büyük bir acı oluşturur. Akif, Safahat’ın
altıncı kitabı olan Asım’ı işgal günlerinin bu çileli günlerinde yazar. Vatanın
karış karış işgal edildiği bir dönemde Âkif, geleceğe Âsım’la bakmakta, onunla
teselli bulmakta, Âsım’ın iradesi ile ülkenin kurtulacağına inanmaktadır. Çünkü
ülkenin geleceği iyi yetişmiş kuşaklarla mümkündür.
Âsım, bir
semboldür. Müslüman Türk gençliğini temsil eder. İnancı tamdır. Ülkesini işgal
etmek isteyenlere karşı aklıyla, gücüyle mücadele eder ve kazanır. Bunun en
canlı örneği Çanakkale Savaşı’dır. Çanakkale’de yedi düvele karşı mücadele
vermiştir, yılmamıştır ve başarmıştır.
“Âsım’ın
nesli… diyordum ya… nesilmiş gerçek;
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.”
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.”
Mehmet Akif
Ersoy, Türk milletinin bir ferdi olmaktan her zaman gurur duymuş, şan ve
şerefle dolu Türk tarihine hayran olmuştur. Bunu da eserlerinde yansıtmıştır.
Amacı, yurdunu, milletini seven ve yeri geldiğinde uğrunda ölebilen karakterde
insanlar yetişmesini sağlamaktır. Bunu şu dizelerle dile getirmektedir.
Sahipsiz
olan memleketin batması haktır
Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır
Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır
Akif’e göre
bilim ve sanatta ilerlemenin, çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmanın yolu
bilinçli ve sistemli çalışmaktan geçmektedir. Çünkü milletin varlığındaki
devamlılık ancak çalışmayla sağlanabilmektedir. Akif batının teknolojik
üstünlüğünü kabul eder ancak batı medeniyetinin üstünlüğünü kabul etmez. Türk
toplumuna ters geldiğini savunur. Bu nedenle medeniyeti değiştirmek yerine
batıdan milli bünyemize uygun olanlarının alınmasının doğru olacağını dile
getirir. Batı karşısında her alanda güçlü bir Türkiye’yi hayal etmiş ve
gelişmiş Türkiye’nin diğer gelişmekte olan ülkelere örnek olması, öncülük
etmesi gerektiğini vurgulamış ve ömrü boyunca bu yolda çalışmıştır.
Mehmet Âkif,
sorunların çözümünde görev alan, çözüm üreten mütefekkir-şairdir. Duydukları,
gördükleri kısaca yaşadıkları karşısında kayıtsız kalmamıştır. Yaşadığı dönemde
olup bitenler, esere taşınmış, üzerinde düşünülmüş ve dersler çıkarılmış.
Şiirini ‘samimiyet’ ve ‘gerçekçilik’ üzerine kurmuştur.
“Hayâl ile
yoktur benim alışverişim.
İnan ki her ne demişsem, görüp de söylemişim.
Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek:
Sözün odun gibi olsun, hakikat olsun tek”
İnan ki her ne demişsem, görüp de söylemişim.
Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek:
Sözün odun gibi olsun, hakikat olsun tek”
“Hayali
değil, görüp yaşadıklarını konuşturan, anlatan”[4] Akif, bir ömür inandığı gibi yaşama
çabasında olmuştur. Eşref Edip, Mehmet Âkif’in bu yönünü şöyle ifade eder:
“Âkif, sadece bir köşeye çekilip düşündüklerini ve duyduklarını yazmakta kalan
bir şair değildi. Aynı zamanda doğru bildiği şeyleri yapmaya çalışan;
hareketlerini samimi duygularına uygun düşürmeye uğraşan bir cemiyet adamıydı.”
“Mehmet
Âkif, bir ‘istiklâl’ şairidir ve birlik ve beraberliğin sağlanması, düşmana
karşı savaşılması hususunda yazıları, şiirleri ve vaazları ile hizmet
vermiştir. İstiklâl marşımızda özellikle vurgulanan bir mısrâ vardır. Şiirde
tekrar edilir: “Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl”. Zafere ulaşmanın
ilk şartı inanmaktan geçer. Sonra ise azim ve gayretle yazılan destan ve
kazanılan bağımsızlıktır. “Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle” mısrasında
geçen “altın lâle” tabiri boyuna vurulan zincir anlamına gelmektedir. İstiklâl
Marşımızda geçen “Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım; / Hangi çılgın
bana zincir vuracakmış şaşarım” mısralarında da aynı anlam başka bir söyleyişle
anlatılmıştır.
“Yumuşak
başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir, belki, fakat çekmeye gelmez boyunum.”
Kesilir, belki, fakat çekmeye gelmez boyunum.”
Hiç kimse
beni kendisine esir, kul, köle edemez; beni dilediği gibi yönetemez anlamı
burada yüksek sesle dile getiriyor. İtirazlarım karşısında belki beni susturmak
istersiniz hatta öldürmek istersiniz beni ama istediğiniz yöne sevk
edemezsiniz. Sizin yanınızda değilim nidasıdır bu. Doğru bildiğini söyleme
kararlılığı bir kez daha vurgulanmaktadır. Akif’in birçok şiirinde merhamet
duyguları, kimsesizleri, mazlumları koruma isteği yer alır. Mehmet Âkif, “Küfe”
adlı şiirinde çocuk yaştaki Hasan’ın acıklı hikâyesini anlatır. “Seyfi Baba”
şiirinde fakir Seyfi Baba’nın perişan hali, yoksulluğu, kimsesizliği anlatılır.
Şair, Seyfi Baba’ya yardım etmek ister ama ne hazindir ki onun da cebinde
parası yoktur. Yaşanan bu hali yüreğimizi sızlatan bir mısra ile ifade eder:
“Ya hamiyyetsiz olaydım, ya param olsa idi.” Mehmet Âkif, yaşanan zorlukları
gören, dertlilere derman olmak isteyen, cemiyete yol gösterme çabasında olan
bir şahsiyettir. Yazdıklarını, bütün samimiyetiyle şahsında yaşayarak
göstermiştir. Çevresinde bulunan Mithat Cemal, Eşref Edip gibi şahısların
hatıraları ve tespitleri burada dikkate değer.
Mehmet Âkif,
“vefalı”, “hür fikirli”, “taassup, istibdat, cahillik ve ümitsizliğe düşman”,
“din konusunda müsamahası ve haksızlığa tahammülü olmayan”, “azim sahibi”,
“sözünde duran”, “hasisleri ve meşrepsizleri sevmeyen”, “cömertliği ve tevazuu
seven”, “hüsn-i hat ve musikiye meraklı olan” ve “geleceğe önem veren” bir
şahsiyettir. O, bütün bu özelliklere sahip olduğunu günlük hayatını bunlara
uygun yaşamak suretiyle göstermiştir.[5] Birinci Dünya Savaşı’ndan Mondros
Mütarekesi’nin imzalanması ile son Müslüman Türk devleti olan Osmanlı
Devleti’nin parçalanması hedeflenir ve Sevr antlaşması zorla imzalatılarak
Anadolu da işgal edilmek istenir. Bu durumu kabul etmeyip isyan eden
şairlerimizin başında gelen Mehmet Akif, halkı aydınlatmak ve Milli Mücadele
konusunda bilinçlendirmek için ilk önce Balıkesir Zağnos Paşa Camisi’nde 23
Ocak 1920 Cuma günü bir vaaz verir.[6]Burada Zağnos Paşa Camii’nde Cuma
namazından sonra va’az kürsüsüne çıkarak halka hitap eder:
“Ey
Müslüman!” sözüyle konuşmasına başlayan Âkif, önce:
“Cihan alt
üst olurken seyre baktın, öyle durdun da,
Bugün bir serserisin, derbedersin kendi yurdunda!
Bugün bir serserisin, derbedersin kendi yurdunda!
dizesiyle
başlayan şiirini okur. Bundan sonra Batı’nın neden bilim ve teknolojide bizden
ileride olduğunu anlatır. Mehmet Âkif, geri kalmamak için bizim de bir araya
gelip çalışmamız gerektiğini ifade eder. Milli Şair, daha sonra sözü Milli
Mücadele’ye getirerek, vatanın ve milletin haysiyeti, istiklali, mutluluğu için
yapılması gerekenleri anlatır. Âkif, bu vaazını 12 Şubat 1920 tarihli
Sebilürreşad dergisinde de yayımlamış, bundan dolayı dergisi işgal kuvvetleri
tarafından devamlı sansüre uğramış ve kendisi de takip altına alınmıştır.
Sebilürreşad, 1920’li yılların başlarından itibaren Milli Mücadele hareketinin
irtibat bürosu gibidir. İstanbul’da hizmet imkânı bulamayan Mehmet Akif, 10
Nisan 1920 tarihinde Milli Mücadeleye katılmak üzere gizlice Ankara’ya doğru
yola çıkmış, Büyük Millet Meclisinin açılışının ertesi günü 24 Nisan 1920’de
Ankara’ya ulaşmıştır.
Akif,
Meclis’e geldiğinde Mustafa Kemal’le karşılaşır. Atatürk, Mehmet Akif’e iltifat
ederek şöyle der: “- Sizi
bekliyordum efendim, tam zamanında geldiniz, şimdi görüşmek kabil olmayacak,
ben size gelirim.”
Ankara’da
hemen faaliyete geçerek 30 Nisan Cuma günü Hacı Bayram Camisi’nde kürsüye
çıkarak halka hitap etmiş, İstiklal Savaşı’na da Burdur mebusu olarak
katılmıştır.[7]Mehmet Akif’in, İstiklal Savaşı
yıllarındaki hizmetleri arasında Kastamonu ve civarında yaptığı faaliyetlerin
ayrı bir yeri vardır. İstanbul’dan Anadolu’ya gemiyle gönderilen silahların ilk
durak yeri İnebolu limanıdır. İnebolu limanından alınan silahlar, kağnılarla,
at arabalarıyla, atların ve eşeklerin sırtında Kastamonu’ya gelir, oradan Ilgaz
dağları aşılarak bin bir güçlükle Çankırı’ya ulaşırdı. Çankırı’da büyük kışlada
toplanan bu cephaneler, Çankırılılar tarafından aynı vasıtalarla Kalecik
üzerinden Ankara’ya ulaştırılırdı. Silah sevkiyatının yapıldığı bu yol tarihe
“İstiklal Yolu” olarak geçmiştir.[8] “İnebolu, Kastamonu ve Çankırı
yolunun İstiklal savaşındaki önemi düşünülürse Akif’in bu bölgedeki halk
üzerinde bilhassa durmasının sebebi anlaşılır. Bu yolun kapanması halinde
Ankara’ya ikmal yapılması imkânsız olurdu.”[9]
Âkif, bu
dönemde Ankara’da da Sebilürreşad’ı çıkarır; Eskişehir, Konya, Kastamonu,
Burdur, Afyon, Antalya, Çankırı ve çevrelerini dolaşarak, dini, vatanı ve
milleti uğrunda çalışır. Vatan Şairi Akif’in, 19 Kasım 1920 Cuma günü Kastamonu
Nasrullah Camii Kürsüsü’nde yapmış olduğu konuşması, Milli Mücadele ruhunu
ateşleyen vaaz olarak tarihe geçmiştir.[10] Mehmet Âkif, burada toplanan halka
defalarca hitap ederek, savaşın gerçek sebeplerini ve dünyanın içinde bulunduğu
siyasi durumu açıklar ve Müslümanları, milletimizi tehdit eden tehlikelerin
asıl kaynaklarını anlatır.
Akif’in bu
ateşli konuşması, Anadolu’daki tüm valiliklere, kaymakamlıklara, sancaklara,
mutasarrıflara ve müftülüklere gönderilmiş, ulaştığı her yerde büyük heyecan ve
uyandırır. Mehmet Akif, kendi derdiyle değil, milletin derdiyle, ıstırabıyla
mustarip yaşar, milletin maddi manevi dünyası yıkılırken, o hiç gülmez, gülemez
ve hep ömrü boyunca:
Irzımızdır
çiğnenen, evlâdımızdır doğranan!
Hey, sıkılmaz ağlamazsan, bâri gülmekten utan!
Hey, sıkılmaz ağlamazsan, bâri gülmekten utan!
diye
haykırır.
Mehmet Âkif,
Eşref Edip’le beraber 1920 Aralık ayında Ankara’ya döner. Mustafa Kemal Paşa,
ikisini de davet eder. Atatürk, daha İstanbul’da iken Milli Mücadele için
yaptıkları hizmetleri bildiğini söyledikten sonra:
“- Sevr
Anlaşması’nın memleket için ne feci bir idam hükmü olduğunu Sebilürreşad kadar
hiçbir gazete memlekette neşredemedi. Manevi cephemizin kuvvetlenmesinde
Sebilürreşad’ın büyük hizmeti oldu. Her ikinize de bilhassa teşekkür ederim.”
İstiklal
Marşı
İstiklâl
Marşı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Milli marşıdır. Marşın sözlerini Mehmet
Akif Ersoy yazmış, bestesini Zeki Üngör yapmıştır. Kurtuluş Savaşı’nın en zor
döneminde, bir millî marşa duyulan gereksinmeyi göz önüne alan Milli Eğitim
Bakanlığı, 1921yılında bir şiir yarışması düzenler. Yarışmaya 724 şiir
gönderildi. Birinci seçilen şiirin sözlerine 500 ve bestesine 500 lira olmak
üzere para ödülü konduğu için başlangıçta Mehmet Akif katılmak istemez. Ancak,
Millî Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi’nin Tanrıöver’in ısrarı üzerine, ödülsüz
olmak şartıyla Akif de şiirini gönderir. Akif, İstiklal Marşı’nı Tacettin Dergahı’nda
misafir edildiği dönemde kaleme alır.
Yapılan
seçim sonunda, Mehmet Akif’in yazdığı şiir, 12 Mart 1921’de, Meclis kararı ile
İstiklal Marşı, olarak kabul edilir. Âkif, mükâfat olarak ayrılan parayı almaz
ve Dârülmesâî (İşevi) adlı Hilal-i Ahmer’e (Kızılay) bağlı bir derneğe
bağışlar. Milli Marşımızı bütün meclisle beraber Atatürk de ayakta alkışlar.
Mehmet Akif
Ersoy, İstiklâl Marşı’nda, Kurtuluş Savaşı’nın kazanılacağına olan inancını,
Türk askerinin yürekliliğine ve özverisine güvenini, Türk ulusunun
bağımsızlığa, hakka, yurduna ve dinine bağlılığını dile getirir. Bu marş,
milletimiz için önemli bir belgedir, bizim var oluş belgemizdir. Yediden
yetmişe milletin bütün fertlerinin ortak duygusunu terennüm eder. Üzerinde
herkesin anlaştığı, anlaşabileceği ya da anlaşması gereken düşünceler, duygular
İstiklal Marşı’nı oluşturur[11] İstiklal Marşı, milletimizin öz
benliğini, değerlerini, yüceliklerini, güzelliklerini dile getiren milli bir
yemindir. İstiklal Marşı, geniş bir duygu birikimiyle kaleme alınmıştır. Tarih,
medeniyet ve milletin hafızası telmihlerle canlı tutulmuş, dönemin olaylarıyla
zenginleştirilmiş, geleceğe ait hedef ve arzularla aktarılmıştır. İstiklal
Marşı’nın söz konusu olduğu günlerde Mehmet katılmadığı bir yarışmanın amacına
ulaşmadığına inanılır. Milli marşın ancak Akif tarafından yazılabileceğine olan
inancın temelinde, Akif’in kişiliği, inanç dünyası, samimiyeti, kimliği, ruhu,
geçmişi ve hassasiyetleri ön planda gelir. Mehmet Âkif, İstiklal Marşı’nı
sadece yazmamış, bütün ayrıntıları ile yaşamıştır. Söylediklerini görmüş,
gördüklerini yaşamış bütün olayları ruhunda hissetmiş ve adeta vecd içinde
tamamlamıştır.
20. yüzyılın
başlarında Türk milleti tarihinin en trajik günlerini yaşar. “Meclis ve onunla
beraber bütün bir Türk milleti korku, ümit, ümitsizlik, zafer ve sevinç
haberlerini, duygularını, heyecanlarını arka arkaya ve birbirine karışmış halde
yaşıyordu. İşte bu yeis günlerinde ‘Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al
sancak’ hitabıyla başlayan ve ‘Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl’
mısraıyla devam eden İstiklal Marşı doğmaktadır. Milli marşımızın ‘Korkma’ diye
başlaması boşuna değildir. Ümitsizliğin, inanç yokluğundan geldiğini haber
veren bir dinin mensubu olan Türk milleti, bu manzume ile var olan azmini,
imanını, iradesini yeniden bulmuştur. Onun için İstiklal Marşı, bir milletin
ölüm-kalım çağının destanıdır.”[12]
İstiklal
Marşı’nda hedefler, kavramlar ve istekler, belli bir tertip ve düzen içinde
yerleştirilmiştir. Başlangıçta yüksek kavramlara değinilmiştir. Bağımsızlığı
simgeleyen Alsancak ve Hilal Türk milletinin zihninde derin izler bırakır. On
kıta içinde bir millet için gerekli moral değerler yer almıştır. Ümit, cesaret,
yüce değerler, kimlik tanımı, kendini bilme, vatanın önemi, toprağın vatan
oluşunu sağlayan unsurlar; rahat, müsterih, asude eda ve şükrün ifadesi ile
final kıtasına ulaşır.
Dalgalan sen
de şafaklar gibi ey nazlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal
Ebediyen sana yok ırkıma yok izmihlal
Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet
Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin İstiklal
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal
Ebediyen sana yok ırkıma yok izmihlal
Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet
Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin İstiklal
Bu
mısralarla son bulan marşta, başlangıçtaki tereddüt ve endişe gitmiştir. Akşam
karanlığı ile başlayan şiir sabah aydınlığı ile tamamlanmıştır. Tereddüt,
yerini sükûnete ve rahatlığa bırakmıştır. Yapılan fedakârlıkların karşılığı
alınmıştır. İnsanın sahip olduğu özelliklerle vardığı netice dile
getirilmiştir. Akif’in İstiklal Marşı’nda bazı kelimeleri özellikle vurguladığı
görülür. Birinci kıtadan itibaren bazı örnekler vermek gerekirse sancak, ocak,
millet, kurban, hilâl, helâl, Hak, İstiklal, iman, şehit, cennet, vatan, mabet,
ezan, şehadet, din, hürriyet, gibi kelimeler kültürel boyutuyla ve tarihî
birikimiyle ifade edilir. Bu kelimelerde asırların hatırası, zaferleri,
acıları, milletimizin karakteri, imanı, cesareti vardır. Bize düşen, İstiklal
Marşımızı, bayrağımızı, vatanımızı ve milletimizi sonsuza kadar korumaktır.
Sözlerimi
Mehmet Akif’in dediği gibi “Allah, bir daha İstiklal marşı yazdırmasın.”
dileğiyle noktalamak istiyorum.
Mustafa KARABULUT
Yrd. Doç.
Dr., Adıyaman Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümü, Adıyaman. E-posta: mkarabulut@posta.adiyaman.edu.tr
Kaynaklar:
♦
Akay, Hasan, Korkma Sönmez Bu Şafaklarda Yüzen Al Sancak, İstiklâl Marşı
İstikbâl Marşı, Hat Yayınevi, İstanbul 2010.
♦
Akyol, İbrahim, Mehmet Akif Ersoy’un Milli Mücadele Yıllarında Çankırı’ya
Gelişi ve Çankırı Vaazı, I. Uluslararası Mehmet Akif Sempozyumu.
♦
Albayrak, Mehmet, Mehmet Âkif’in Kastamonu Mitingi http://www.ekipgazetesi.com/kose_yazisi.asp?id=15021 (Erişim
03.2012)
♦
Duymaz, Recep, Mehmet Âkif Ersoy’un Şahsiyetinin Kaynakları, Bilimin ve
Aklın Aydınlığında Eğitim dergisi, Yıl:7, Sayı:73, Mart 2006.
♦
Düzdağ, M. Ertuğrul, “Mehmet Akif Ersoy Hayatı ve Eserleri” Bilimin ve
Aklın Aydınlığında Eğitim dergisi, Mart 2006.
♦
Elmas, Nazım, Mehmet Akif’in Sanatı İle Milli Marş Olan Şiir. http://www.tbbd.org/index.php?option=com_content&view=article&id=116
%3Amehmet-akfn-sanati-le-mll-mar-olan-r&catid=36&Itemid=48 (Erişim
tarihi:08.03.2012)
♦
Ersoy, M. Akif, Safahat, M. Ertuğrul Düzdağ, İstanbul 1988.
♦
Yakıt, İsmail, Mehmet Akif ve Tıp Etiği, I. Uluslararası Mehmet Akif
Sempozyumu. Yeşilay, Mustafa, Milli Mücadele Yıllarında Çankırı, Gazi Üniv.
Sos. Bil. Ens. Basılmamış Doktora Tezi, Ankara 2000.
♦
Yetiş, Kazım, Bir Mustarip Mehmet Akif Ersoy, Akçağ Yayınları, Ankara
2006.
Dipnotlar:
[1] İsmail Yakıt, Mehmet Akif ve
Tıp Etiği, I. Uluslararası Mehmet Akif Sempozyumu, s.439.
[2] Recep Duymaz, Mehmet Âkif
Ersoy’un Şahsiyetinin Kaynakları, Bilimin ve Aklın Aydınlığında Eğitim dergisi,
Yıl:7, Sayı:73, Mart 2006, s.28.
[3] Bu tasnif Mithat Cemal Kuntay’a
ait bir adlandırmadır. Bkz. Mithat Cemal Kuntay, Mehmet Âkif Ersoy,
Hayatı-Seciyesi,-Sanatı, Ankara, 1986, s.157.
[4] Kazım Yetiş, Bir Mustarip
Mehmet Akif Ersoy, Akçağ Yayınları, Ankara 2006, s.39.
[5] Recep Duymaz, Mehmet Âkif
Ersoy’un Şahsiyetinin Kaynakları, Bilimin ve Aklın Aydınlığında Eğitim dergisi,
Yıl:7, Sayı:73, Mart 2006, s.30.
[6] İbrahim Akyol, Mehmet Akif
Ersoy’un Milli Mücadele Yıllarında Çankırı’ya Gelişi ve Çankırı Vaazı, , I.
Uluslararası Mehmet Akif Sempozyumu, s.410.
[7] M. Ertuğrul Düzdağ, “Mehmet
Akif Ersoy Hayatı ve Eserleri” Bilimin ve Aklın Aydınlığında Eğitim dergisi,
Mart-2006, s.11
[8] Geniş bilgi için bakınız:
Mustafa Yeşilay, Milli Mücadele Yıllarında Çankırı, Gazi Üniv. Sos. Bil. Ens.
Basılmamış doktora tezi, Ankara-2000, 229 s.
[9] M. Akif Ersoy, Safahat, Haz. M.
Ertuğrul Düzdağ, İstanbul 1988, s. LVIII
[10] Mehmet Albayrak, Mehmet Âkif’in
Kastamonu Mitingi
http://www.ekipgazetesi.com/kose_yazisi.asp?id=15021 (Erişim
tarihi:08.03.2012)
[11] Nazım Elmas, Mehmet Akif’in
Sanatı İle Milli Marş Olan Şiir.
http://www.tbbd.org/index.php?option=com_content&view=article&id=116%3Amehmet-akfn-sanati- le-mll-mar-olan-r&catid=36&Itemid=48(Erişim
tarihi: 10.03.2012)
[12] Hasan Akay, Korkma Sönmez Bu
Şafaklarda Yüzen Al Sancak, İstiklâl Marşı İstikbâl Marşı, Hat Yayınevi,
İstanbul 2010, s.102-103.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder