SÖZDE ERMENİ SOYKIRIMINI "ARSIZCA" TANIYAN VE MÜFTERİ ERMENİSTAN'A DESTEK VEREN FİLİSTİNLİLER İÇİN AYAKLANDIK!..
“KUDÜS BİZİM KIRMIZI CİZGİMİZDİR”
diye Filistin için dünyayı haklı olarak ayağa kaldırdık, Doğu Küdüs’ü
Filistin’in Başkenti ilen ettik ama Filistin’in Türklerin Ermeni Soykırımı 100.
Yıl dönümü anısına “hatıra pulu” bastırdığını unuttuk.
Ermeni “soykırım” iddialarının
100. yılı nedeniyle Filistin’de 26.04.2015 tarihinde bir pul bastırıldı. Ermeni
Haber Ajansı, pulun Filistin’de bastırıldığını duyurdu. sosyal medyada tartışma
yaratan “Ermeni soykırımının 100. yılı” anısına basılmış pul için “Filistin Ermeni
Soykırımının 100. yıldönümüne adanmış bir pul ” ifadelerini kullanmıştı.
O zamanlar söz konusu pula Türk
İslamcı kesimden eleştiri gelmişti. Söz konusu pul için “Bu pul, Filistin
hükümetinin bilgisi dışında bastırmış anı puludur” ifadelerini kullanılmıştı.

SOYKIRIM YALANI İÇİN "HATIRA PULU" BU MU İNSANLIK, BU MU ADALET VE MÜSLÜMANLIK?..

Türkiye tarafından devlet olarak
tanınan FİLİSTİN; İnsani ve vicdani bakımdan zorunlu olduğu halde: "40 yıldır Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini devlet olarak
TANIMAMAK’da ısrar eden" devletler arasındadır.
Filistinlilerin PKK’nın kuruluş
aşamasında PKK’lı teröristlere kendi kamplarında savaş eğitimi vermişlerdir.
PKK’lı teröristler 1982 yılında İsrail’in işgalinde Filistinliler’le yan yana
savaşmışlar ve 11 pkk gerillası ölmüş, 15’i de İsraile esir düşmüştür.
1980’li yıllarda PKK ile
Filistinli Navaf Havetma’nın gerillaları ortak bir kamp yapmışlar ve birlikte
bu kamplarda eğitim görmüşlerdir. Daha sonra bu kamp tamamen PKK teröristlerin
kampı olarak “Mahsum Korkmaz Akademisi” olarak anılmıştır. 1992’de kapatılana
kadar Mahsum Korkmaz Akademisi’de PKK teröristler eğitim görmüşlerdir. Kısaca
PKK kuruluş ve gelişmesinde Filistin örgütlerinin, Filistin halkının desteği ve
katkısı vardır.
Ezilen ve işkence gören Filistin
halkının yanında durmak, yardım etmek bir insanlık görevidir. Ama geçmişte
olanlarıda unutmamak şartı ile.
HABER MAKALE: Dr. Ahmet GÜLER (15.12.2017)
Arapça adı İbrahim olan Hz.
İbrahim’in adı, Aramice Abram, İbranice Abraham’dır. İbrahim, gerek Yahudiler,
gerek Hıristiyanlar ve gerekse Müslümanlar için son derece önemli bir
şahsiyettir. Ayrıca İbrahim, insanlık tarihi ve dinler tarihi bakımından da üzerinde
durulması gereken birisidir. Zira ismi her üç dinin kutsal kitaplarında da
geçen, dini ise her üç dine de kaynaklık eden bir peygamberdir İbrahim. Öte
yandan İslam inancına göre; babasız doğan Hz. İsa dışında, kendilerine kapsamlı
kitaplar gönderilen üç peygamber(Hz. Mûsâ, Hz. Dâvut ve Hz. Muhammed)’in büyük
atası da yine Hz. İbrahim’dir. Ayrıca, Hz. İsa’nın annesi Meryem’in soyu da
yine Hz. İbrahim’e dayandırılmaktadır.
Örneğin, “İbrahim” isminin,
Kur’an-ı Kerim’de “Muhammed” isminden 17 kat daha fazla geçtiğini ve “İbrahim”
isminin namazda okunan duâlara (ki; bu duâlar Salli-Bârik duâlarıdır) kadar
sirayet ettiğini söyleyecek olursam, bu konuda ne demek istediğimi herhalde
daha iyi anlatmış olurum! Evet, İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in adı, tebliğ etmiş
olduğu kitapta sadece 4 kez geçerken “İbrahim” adı tam 69 kez zikredilmektedir!
İslam âlimleri, Hz. Muhammed’in ve yakın çevresinin, İslam’dan önce, İbrahim’in
dini olan “Hanif” dinine mensup olduklarını söylerken, Arap soy bilginleri, Hz.
Muhammed’in soyunun da yine İbrahim’e dayandığını söylerler…
Müslümanlığı ve Hıristiyanlığı bir
yana bırakarak söyleyelim ki; İbranice adı Abraham olan İbrahim, İsrailoğulları
ve Yahudilik için her şeydir. İsrail’in var oluş ve varlık sebebidir! Öyle ki;
bazı batılı yazarlara göre; Abraham demek, Yahudilik ve İsrailoğulları
demektir. İsrailoğulları, Abraham’la var olup, Abraham’la ortaya çıkmışlardır.
Tarihten Abraham’ı çıkartın, ortalıkta Yahudilikten ve İsrail Oğullarından eser
kalmayacaktır…
Her ne kadar, Yahudiliğin temeli
Tevrat’a ve Hz. Mûsa’ya dayanıyor ise de; İbrahim’in, Mûsâ’nın 6. göbekten
dedesi olması ve Tevrat’ta (Kur’an’dan çok daha fazla ve ayrıntılı olmak üzere)
Abraham’dan çok fazla bahsediliyor olması, onun Yahudiler için ne kadar önemli
olduğunu göstermektedir. İtiraf etmek gerekirse; İbrahim hakkında İslami
kaynaklarda verilen belgilerin büyük çoğunluğu, Tevrat’a ve Tevrat çevresinde
oluşturulan Yahudi kaynaklarına dayanmaktadır. Çünkü Kur’an’da, İbrahim
hakkında, diğer İslami kaynaklarda anlatılanlar kadar geniş ve çeşitli bilgi
bulunmamaktadır. Bu konuda belki de en büyük sebep, Yahudi iken (Vehb b.
Münebbih, Kâ’bul Ahbar ve Abdullah b. Selâm gibi) sonradan Müslüman olan bazı
şahsiyetlerin, Tevrat ile yazılı veya sözlü olmak üzere; diğer Yahudi
kaynaklarından öğrendiklerini, İslami kaynaklara sokuşturmalarıdır.
Tarihi kaynaklarda, Hz. İbrahim’in
yaşadığı dönem konusundaki ağırlıklı görüş; İÖ. 1900-1800 yıllarıdır. Bu
bakımdan efsanelerde Abraham’ın mücadele içinde olduğu söylenen Nemrud’un, ünlü
Bâbil hükümdarı Hammurabi, Mısır’da eşi Sâra yüzünden başını derde girerek
kendisiyle mücadele etmek zorunda kaldığı Firavun’un ise II. Tuhtmosis (Totis
veya Totiş) olduğunu söyleyenler vardır. Tevrat’ta Abraham’ın 175 yıl yaşadığı
yazılıdır. Genel kabul görmüş görüşe göre; Bâbil Hükümdarı Hammurabi’nin
İÖ.1810-1750 yıllarında yaşadığı, Mısır Firavunu II. Tuhtmosis’in de M.Ö. 1527
yılında tahta çıktığı düşünülerse, verilen tarihlerde ya çok büyük hatalar var,
ya da adı geçen üçlüden birisi çok daha uzun süre yaşadı. Hz. Adem’e 1000 yıl,
Hz. Şit’e 912 yıl ve Hz. Nuh’a da bir o kadar ömür biçen din âlimlerinin, Hz.
İbrahim’e sadece 175 yıl ömür biçmeleri, doğrusu biraz garip! Umulur ki; Hz.
İbrahim’de, Nemrut Hammurabi ve Firavun Totiş’i görecek kadar (ve tıpkı ataları
gibi) uzun yaşama şansını elde etmiş bir şahsiyettir! Ya da en azından İbrahim
hakkında verilen tarihler (ki; bu tarihler İÖ.1900 ve1800’lü yıllardır) tümüyle
yanlıştır! Kim bilir belki de Nemrut veya Firavun’dan birisi çok uzun süre
yaşadı…
Bu arada, Hz. Musa’nın, Hz.
İbrahim’in 6. göbekten torunu olduğuna ve Hz. Musa‘nın mücadele ettiği Mısır
Firavunu’nun (İÖ.1302-1212 yıllarında yaşayan) ünlü Mısır Kralı II. Ramses
olduğuna ilişkin bilgiler doğru kabul edilirse, Hz. Mûsa’nın da dedesi kadar
olmasa bile gayet uzun yaşadığı sonucuna varılır. Bugün elimizde bulunan Tevrat
nüshalarının, ünlü Bâbil sürgününü (İÖ.587) müteakip, Kral Sirus yönetimindeki
Persler sayesinde (İÖ. 539) özgürlüklerine kavuşan Yahudi bilginlerince kaleme
alındığını, bu sürgünü yapan Babil Kralı’nın da Nabukatnezar olduğunu
düşünürsek, bugünkü Tevrat nüshalarının, en iyimser tahminle Hz. Musa’dan en az
750-800 sene sonra yazıldığı sonucuna varırız(1).
Zira Kudüs’ü işgal ile yakıp yıkan
Bâbil Kralı Nabukatnezar için düşülen tarihler, İÖ. 602-502 arasında
değişmektedir. Hemen bütün tarihçiler, Nabukadnezar (diğer adıyla
Buhtunnasar)’ın Küdüs’ü yakıp yıktığını, bu arada Tevrat nüshalarını yakarak
imha ettiğini, Tevrat okuyanların büyük kısmını öldürdüğünü ve bir kısmını da
Bâbil’e sürgün ettiğini söylerler. Onlara göre; Tevrat, Hz. Musa’dan çok
sonraları ve İsrail oğullarına bir kimlik kazandırmak düşüncesiyle Yahudi
Bilginleri Ezrâ ve arkadaşları tarafından kaleme alınmıştır. İşte bu sırada
Tevrat’ın içine bu bilginler tarafından hem kendi kanaatlerinden, hem de Sümer
ve Bâbil efsane, gelenek ve kanunlarından bazı eklemeler yapılmıştır. Bu görüşe
göre; Yahudi milliyetçiliğinin temelini atanlar ve onlara zaman zaman hayal ve
ütopyaya varacak derecede yüksek idealler aşılayanlar, işte Hz. Musa’dan
asırlar sonra olmak üzere Tevrat’ı yeniden kaleme alan bu Yahudi bilginleri
olmuşlardır.
Yahudi bilgini Ezrâ (İslam
kaynaklarında Hz. Uzeyr olarak zikredilmektedir) ve arkadaşlarınca Hz. Mûsa’nın
vefatından asırlar sonra ve ünlü Bâbil sürgününü müteakip yazılan tahrif
edilmiş Tevrat’a göre; Abraham, Güney Mezopotomya’da Ur şehrinde doğmuş, sonra
babası Terah (Azer), kardeşi Nahor ve yeğeni Lût (Harran’ın oğlu) ile birlikte,
Kenan Eli’ne, yani bugünkü Filistin’e gitmek üzere; Harran’a gelmiştir. Babası
Terah Harran’da ölmüş, kardeşi Nahor orada yerleşmiş ve Abraham, karısı Sâra’yı
ve yeğeni Lût’u da yanına alarak önce Filistin’e, sonra Mısır’a gitmiş. Daha
sonra bugünkü Filistin’e dönerek orada yaşamış ve ölmüştür. Tevrat ve diğer
Yahudi kaynakları Abraham efsaneleriyle doludur. Tarihçilere göre; Abraham aynı
zamanda bir tüccardır, Filistin ve Mısır’a yapmış olduğu seyahatlerin bir
sebebi de ticari faaliyetleridir. “Dolayısıyla” diyor tarihçiler, “Abraham
Filistin’e vardığında orada yerleşik bir halk vardı ve bu halk, ticari
faaliyetlere cevap verebilecek kadar kalabalık ve medeni idi…”. O tarihlerde,
yani Abraham’ın Filistin’e varmış olduğu tarihlerde (İÖ.1900-1800) Araplar’dan
haber yoktur.
İslam tarihçileri, her ne kadar
Cürhümlüler sebebiyle Arapların geçmişini, Hz. İsmail’den öncelere
dayandırıyorlar ise de o tarihlerde Araplardan henüz söz edilmemektedir. Zira
İslam tarihçileri; Hz. Muhammed’in soyunu, Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İsmail’in
Mekke’de Yemen asıllı Cürhüm Araplarından bir kadınla yapmış olduğu evliliğe
dayandırırlar. Oysa batılı tarihçiler ve Tevrat, Hz. İsmail’den fazla söz
etmezler ve genelde Abraham ve oğlu İshak etrafında dönerler. Onlara göre,
cariye (Hz. Hacer)den olma oğul olan İsmail, asıl eş olan Sâra’nın İshak’ı
doğurmasıyla birlikte ikinci plana düşmüş ve babası Abraham’ın mirasından da
mahrum kalmıştır. Daha sonra annesi Sâra ile birlikte Sina yarımadasında
bulunan Paran çölüne atılmış ve orada Mısırlı bir kadınla evlenmiştir. Ayrıca
kaynaklarda, Abraham’ın oğlu İshak’ı, İshak’ın da oğlu Yakup’u, ısrarla
Harran’daki akrabalarının kızlarıyla evlendirmeye çalıştıklarından ve yeni
memleketleri olan Filistin’de (Kenan ülkesi) yaşayan halkın kızlarıyla
evlendirmeme konusunda ısrarcı olduklarından bahsedilmektedir. O zaman, Abraham
ve oğlu İshak’ın, çocuklarına, kızlarını eş olarak almak istemedikleri bu
yerleşik halk kimlerdi? Bu halk sakın Filistinliler (Falistîler) olmasın?
Dedik ki; Abraham Filistin’e
vardığında, orada yerleşik bir halk ve oldukça gelişmiş bir medeniyet vardı.
Hatta bu halkın kendilerine özgü tanrıları da vardı. Tevrat kaynaklı Yahudi
tarihlerinde, genelde “Falisti” (Phalisti) isimli bir halktan bahsedilmekte ve
İsrailoğulları ile Falistiler arasındaki mücadelelere geniş şekilde yer verilmektedir.
Bu Falistiler acaba kimlerdir? Filistinlilerin ataları olabilirler mi?
Kanaatimizce olması kuvvetle muhtemel. Eğer böyle ise, İsrailoğulları ile
Filistinliler arasındaki kanlı mücadelelerin tarihi yaklaşık 4000 yıl öncesine
gider ki; dünyada böyle bir kin, böyle bir kavga ve böyle bir intikam hırsı
henüz görülmemiştir(2).
Buraya kadar yazdıklarımızdan
anlaşılacağı üzere; Filistin’in yerleşik halkı kuvvetle muhtemel Filistinliler,
buraya sonradan gelenler ise İsrailoğullarıdır. Yani bir anlamda, İsrail ile
Filistin arasındaki tarihi mücadeleyi, “dağdan gelenlerin bağdakileri kovmaya
çalışması” olarak isimlendirmek pek ala mümkündür. Türklerin Anadolu’ya
gelişini 1071 olarak kabul eden görüşe göre Türkler de İsrailoğulları ile aynı
pozisyondadır! Ancak arkeolojik son bulgular, Türklerin en az İÖ.13000’lerde
(özellikle Doğu) Anadolu topraklarında görüldüklerine işaret ettiği için,
Türkler bu konuda İsrailoğullarından en az 7.5 kat daha haklıdırlar. Üstelik
Türklerin 1071 yılından beri bu coğrafya’da kesintisiz olarak devlet
olduklarını, İsrailoğullarının ise bulundukları coğrafyaya (en son Romalılar
tarafından MS. 70 yılında gerçekleştirilen sürgün itibarıyla) yaklaşık 2000 yıl
aradan sonra dönerek ancak 60 yıl önce (1948 yılında) hile ve desise ile devlet
kurduklarını düşünürsek, İsrailoğulları’nın tamamen haksız olduklarını bile
düşünebiliriz.
Aklımızı kurcalayan taraf ise
Arapların Filistinlileri neden bu kadar yalnız bıraktıkları konusudur. Suudi
Arabistan ve körfez ülkeleri gibi, belki de dünyanın en zengin ülkeleri olan
Arap ülkeleri, kendileri gibi Müslüman olan, Arapça konuşan ve Arap kültür
dairesi içinde mütalaa edilen bir avuç Filistinliye acaba neden gereği gibi
sahip çıkmazlar? Burada cevaplandırılması gereken temel soru galiba budur.
Okuduklarımdan ve yaşadığım sürece gördüklerimden hareketle bende oluşan
kanaat, Filistinlilerin Arap olmadıkları istikametindedir. Her ne kadar dinleri
İslam, dilleri Arapça olsa da Filistinliler Arap kökenli değildir. Üstelik
onlar, Araplardan çok daha eski bir millettir ve onlardan çok daha eski bir
medeniyete sahiptirler. Sâmi ırkından gelmekle şüphesiz Araplarla akrabalıkları
vardır. Ancak bu akrabalık, Yahudilere oranla çok daha uzak bir akrabalıktır.
Yani Filistin halkı, ırki yakınlık bakımından, Araplardan çok, İsrailoğullarına
yakındırlar. Çünkü eğer Filistinliler, Arap kökenli olsalardı, Arap âlemi
onları bu derece yalnız bırakmazlar ve koruma altına alırlardı. Araplardaki bu
tavrı, onların “Aman İsrail’e bulaşmayalım” veya “Aman ABD ile gerginlik
yaşamayalım” düşüncesi ile açıklamak herhalde mümkün değildir. Arapların,
Filistinlilere, Türklerin dahi göstermiş olduğu ilgiyi göstermemelerinin
temelinde Araplarla Filistinliler arasındaki ırkî uzaklık yatmaktadır. Öte
yandan Filistinlilerdeki yüksek mücadele ruhunun Araplar’da olmaması da, bu
konudaki tahminleri güçlendirici etkiler yaratmaktadır. Yine Filistin halkının,
Edward Said örneğinde olduğu gibi dünya çapında meşhur bilim ve düşünce
adamları yetiştiriyor olması da bu konuda kayda değerdir.
Bölge halklarının genetik yapısı
üzerinde yapılan bazı çalışmalar ise bu konudaki tahminleri son derece
güçlendirmiş bulunmaktadır. 2003 yılında Evrensel gazetesinde yayınlanan The
Observer kaynaklı bir haberde şöyle deniliyordu:
“…Yayınladığı bilim dergileri ile
alanında tekel olan şirketlerden Elsevier, skandal bir sansür uygulamasına imza
attı. Ortadoğulu Yahudiler ve Filistinlilerin, genetik olarak hemen hemen aynı
olduğunu kanıtlayan önemli bir araştırma, gruba bağlı dergilerden birinde
yayınlandıktan sonra geri çekildi. Ama ‘Human Immunology’ adlı derginin ilgili
sayısının ilk kopyaları, abonelere ulaşmıştı. Şirket abonelerden, söz konusu
araştırmanın yayınlandığı sayfaları ‘yırtıp atmalarını’ talep etti. Böylesi
açık bir sansür, bilimsel yayıncılık dünyasında derin tedirginlik yarattı.
Araştırmacılar, Tevrat ve İncil’deki dogmaları sorgulayan bilimsel çalışmaların
benzer şekilde bastırılabileceğinden endişeleniyor. Dinsel dogmaları yerle bir
eden araştırmayı gerçekleştiren ekibin başında, İspanyol genetikçi, Prof. Antonio
Arnaiz Villena bulunuyor. Çalışmalarını Madrid’deki Complutense
Üniversitesi’nde sürdüren Villena, ‘Bazıları Nature ve Science gibi büyük
dergiler olmak üzere, birçok yayında yüzlerce bilimsel makalem yayınlandı. Daha
önce böyle bir şey yaşamamıştım. Afallamış durumdayım’ diye konuştu. Aynı
ekipten İngiliz genetikçi Sir Walter Bodmer da, ‘Dergi makaleyi beğenmediyse,
yayınlamazdı. Bu sansürü uygulamadan önce neden beklediler?’ diye sordu.
Sansürcü derginin editörü, New
York’taki Columbia Üniversitesi’nden Nicole Sucio Foca. Foca, makalenin ‘aşırı
siyasi’ nitelik taşıdığını ve bu nedenle tepki aldığını öne sürüyor. Makale,
derginin internet sitesinden de çıkartıldı. Editörler, dünyanın her yerindeki
kütüphane ve üniversitelere mektuplar yazarak, söz konusu sayfaları ‘fiziksel
olarak yok etmelerini’ istedi. Bu arada Arnaiz Villena, derginin yayın
kurulundan atıldı. Dergiyi yöneten Amerikan Histokompatibilite ve İmünogenetik
Topluluğu’nun başkanı Dolly Tyan da, abonelere ‘bu makaleden dolayı utanç
duyduklarını’ anlatan bir başka mektup yolladı. Bu kadar gürültü koparan
makalenin başlığı, ‘Filistinlilerin Kökeni ve Diğer Akdeniz Popülasyonları İle
Genetik Bağlantıları’. Araştırma; Ortadoğu halklarındaki bağışıklık sistemini,
genlerindeki çeşitliliği inceliyor. Araştırma ekibi, bu konudaki geçmiş
çalışmalarla aynı sonuca ulaştı: Yahudilerin, genetik olarak bölgedeki diğer
halklardan farklı olduğu fikrini destekleyen tek bir kanıt yoktu. Yani
araştırma, Yahudilerin ‘özel halk’, Yahudiliğin de nesilden nesile geçen
‘seçilmiş insanların dini’ olduğu iddialarını temelden sarsmaktaydı. Dahası da
var. Ortadoğulu Yahudiler ve Filistinliler, çok benzer bir gen havuzunu
paylaşıyorlar. Bu nedenle iki halk, yakın akraba sayılmalı. Araştırmacıların
dediği gibi; ‘Sorunların temelinde genetik farklılıklar değil, kültürel ve
dinsel sorunlar’ yatıyor…”(3).
Özetle söylemek gerekirse; uzun
yıllardır ve günümüzde de en kanlı biçimde devam eden İsrail-Filistin
mücadelesi, iki düşman kardeş arasında yaklaşık 4000 yıldır devam eden bir
kavganın devamından ibarettir. Bu kavga bizi ilgilendiriyor mu? Elbette
ilgilendiriyor. Zira Filistinliler bizim din kardeşlerimizdir, üstelik de kanlı
savaşların cereyan ettiği coğrafyada ceddimizin 400 yıllık manevi hatırası
vardır. Örneğin benim dedem (babamın babası) bugün orada yatmaktadır. Birinci
Dünya Savaşı sırasında orada şehit düşmüştür. Ancak bu böyledir diye, işi
şirazesinden çıkarmaya hiç gerek yoktur. Cumhurbaşkanından başlayıp, Başbakana
ve muhalefet partisi liderlerine varıncaya kadar en üst perdeden ve altından
kalkamayacağımız biçimde İsrail ve Yahudiler hakkında ile geri konuşup, halkı
sokaklara dökmeye ve sürekli lânetler yağdırmaya hiç gerek yoktur. Onlar,
Kur’an’a göre; Allah tarafından zaten lanetlenmiş bir millettir(4).
Ayrıca Musul ve Kerkük’te,
Kafkasya’da ve Doğu Türkistan’da oluk oluk Müslüman kanı akarken, kılını
kıpırdatmayanların, Filistinliler konu olunca, ayağa kalkmalarını ve Türkiye’yi
ayağa kaldırmalarını anlamakta gerçekten güçlük çekiyorum. Demek oluyor ki (bu
satırları okuduklarında peşin peşin beni ırkçılık yapmakla suçlayacak) bu
aymazlar sürüsüne göre; Türk’ün kanı, çok daha ucuz, çok daha değersiz ve
kıymetsizdir. Onun için akıtılmasında hiçbir beis yoktur!
Bir taraftan haddinizi bilmeden
arabuluculuk ayaklarına soyunacaksınız ve bunun adına “uluslar arası siyasette
Türkiye’nin etkinliğini arttırdık” diyerek, bunu siyasi ranta tahvil
edeceksiniz, bir taraftan da bu aciz ve ucuz politikanın çabuk fos etmesi
üzerine düşmüş olduğunuz mahcubiyetten kaynaklanan öfke ile İsrail’e veryansın
edeceksiniz! Allah’tan Filistinliler ve Arap Dünyası ortaya çıkıp da “İsrail’in
arkasında Türkiye vardır” demiyorlar. Zira İsrail saldırısı, İsrail Başbakanı
Ehut Olmert’in Ankara seyahatinden hemen sonra başladı.
Müslüman kardeşlerimiz olarak
Filistin’e elbette yardım elini uzatacağız. Orada çocuklar ölürken ve analar
ağlarken, bütün bunlara elbette kayıtsız kalamayız. Ancak bu yardımlar, sadece
el uzatmakla kalmalıdır. Yoksa ortaya gövdemizi koyarak yardım etmeye
kalkışırsak, bunu ne bugünkü nesiller kaldırabilir, ne de gelecek nesiller bunu
kolay kolay affedebilir. 4000 yıllık kardeş kavgasını bitirmek, sadece bize
kalmadı. Bu görevi, 1516-1918 arasında 400 küsur yıl boyunca canla başla yerine
getirdik. Artık yetişir. Bırakın da bundan sonrasını, biraz da bizi oradan
sürüp çıkaranlar ve çıkaranlarla işbirliği yaparak bizi arkadan vuranlar
düşünsünler.
Üstelik biz hangi Filistin’e
yardım edeceğiz? Ortada tek Filistin yok ki! Gazze şeridinde Hamas Devleti,
Batı Şeria’da El Fetih Devleti var! Bu adamlar, daha kendi içlerinde birliği ve
dirliği sağlayamamışlarken, biz hangisine ve nasıl yardım edeceğiz? HAMAS’ın
kusursuz olduğunu kim söyleyebilir? Ateşkesi bozan ve geçtiğimiz hafta İsrail
topraklarını roket yağmuruna tutan ve daha önce İsrail askerlerini kaçıranlar
onlar değil midir? Sulh yanlısı olan ve sorunları diplomatik yollardan çözme
yanlısı gözüken Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’ı yetersiz bulan, üstelik
ABD’nin ve İsrail’in uşağı olarak niteleyen HAMAS ve El CİHAD değil midir? Hiçbir
ülkenin hüsnü kabul göstermediği HAMAS lideri Halit Meşal’i Ankara’da
ağırlayanların, biraz daha dikkatli olması ve Türkiye’yi altından kalkamayacağı
maceraların ve yükümlülüklerin altına sürüklememeleri gerekir.
Kanaatimce Türkiye, eğer somut bir
şeyler yapmak istiyorsa, İsrail ile Filistinlilerin arasını bulmadan ve bu
amaçla Ortadoğu turu adı altında sonuçsuz seyahatlere çıkmadan önce,
Filistinlilerin kendi arasındaki anlaşmazlıkların giderilmesi için çaba sarf
etmeli, bunun için Filistinli yöneticileri derhal Ankara’ya çağırmalıdır. Bunun
için gerekirse genel sekreterliğini yaptığı İKÖ’yü devreye sokabilmelidir.
Dolayısıyla yapılacak öncelikli iş, Filistinli düşman kardeşleri barıştırmak ve
böylece onları daha da güçlendirmektir. İslam’ın öncelikle öngördüğü de zaten
budur(5). Çünkü bu adamlar, İsrail ile savaşmadıkları zamanlarda, bu kez
birbirlerini boğazlıyorlar! Değilse sadece İsrail’i lanetlemek yetmiyor ve
yetmeyecektir. Öte yandan o bölge, zaten toptan lanetli bir bölgedir! Çünkü o
bölgede Osmanlı’nın lanetli mirası vardır! O miras hiç kimseye yar olmayacak,
ikinci bir 4000 yıl geçse bile, bu kardeş kavgası asla bitmeyecektir. Zira ben,
91-92 yıl önce şehit düşerek kumlara gark olmuş dedemin acı feryadını ve son
nefesinde, kumlara belenmiş dudaklarıyla inilti halinde vermeye çalıştığı
Kelime-i Şahadeti hâlâ duyar gibiyim…(*)
30 Aralık 2008 - Ömer Sağlam
1- Bazı kaynaklarda Hz. Musa’nın İÖ.1313 yılında peygamber olduğu, Babil
ülkesinde esaret hayatı yaşayan Yahudilerin ise Kudüs ve Bâbil ülkesinin
Persler tarafından işgalinden 70 yıl sonra hürriyetlerine kavuştuğundan
bahsedilmektedir. Bunun anlamı, Tevrat’ın Hz. Musa’ya verilmeye başlaması ile
yazıya geçirilmesi arasında geçen sürenin yaklaşık 850 yıl olduğudur. Ancak Hz.
Musa’nın kaç yıl yaşadığı, kaç yaşında peygamber olduğu ve hangi tarihte öldüğü
konusundaki bilgilerimiz yetersiz olduğu için, bu konuda en sağlıklı hareket
noktamız, Hz. Musa’nın mücadele içinde olduğu söylenen Mısır Firavunu II.
Ramses’in ölüm yılı (İÖ.1212) ile Yahudilerin, Persler’in Kudüs’ü ve
Babilonya’yı işgalinden 70 yıl sonra hürriyetlerine kavuştukları şeklindeki
bilgi olacaktır. Bu esasa göre (İÖ.1212 ile İÖ.469 arasında) geçen süre
yaklaşık 750 (743)yıl yapıyor.
2- Türkler ve Çinliler arasındaki mücadele, belki ancak bu kadar (belki bundan da) eskidir. Çin milletinin uzun geçmişte Ön-Türk atalarımızla, bugün de Doğu Türkistan(Uygur Özerk Bölgesi)’daki katliamlarını düşünürsek, İsrail ve Filistin arasındaki mücadelenin tek benzeri Türklerle Çinliler arasındaki mücadeledir diyebiliriz.
3- http://www.evrensel.net internet sitesinde bulunan 22.10.2003 ve ”Bu da bilimde ırkçılık” başlıklı yazı(http://www.evrensel.net/03/10/22/toplum.html).
4- Mâide Sûresi’nin 78. ayetinde şöyle buyrulmaktadır: “İsrailoğullarından inkâr edenler, Davud ve Meryemoğlu İsa diliyle lanetlendi. Bu, onların isyan etmeleri ve hadlerini aşıyor olmalarından ötürüydü.”
5- Hucurât Sûresi’nin 10. âyetinde şöyle buyrulmaktadır; “Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.”
* Bu yazının hazırlanmasında şu kaynaklardan geniş ölçüde istifade edilmiştir:
– Muazzez İlmiye Çığ, İbrahim Peygamber-Sumer Yazılarına ve Arkeolojik Buluntulara Göre,
– Muazzez İlmiye Çığ, Kur’an, İncil ve Tevrat’ın Sumer’deki Kökeni,
– Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler,
– Doç. Dr. Abdullah Aydemir, Tesir’de İsrailiyat
– M. Asım Köksal, Peygamber Tarihi,
– TDV. İslam Ansiklopedisi, “İbrahim” maddesi,
– Ömer Sağlam, Çöldeki Osmanlı ve Kavm-i Necip
2- Türkler ve Çinliler arasındaki mücadele, belki ancak bu kadar (belki bundan da) eskidir. Çin milletinin uzun geçmişte Ön-Türk atalarımızla, bugün de Doğu Türkistan(Uygur Özerk Bölgesi)’daki katliamlarını düşünürsek, İsrail ve Filistin arasındaki mücadelenin tek benzeri Türklerle Çinliler arasındaki mücadeledir diyebiliriz.
3- http://www.evrensel.net internet sitesinde bulunan 22.10.2003 ve ”Bu da bilimde ırkçılık” başlıklı yazı(http://www.evrensel.net/03/10/22/toplum.html).
4- Mâide Sûresi’nin 78. ayetinde şöyle buyrulmaktadır: “İsrailoğullarından inkâr edenler, Davud ve Meryemoğlu İsa diliyle lanetlendi. Bu, onların isyan etmeleri ve hadlerini aşıyor olmalarından ötürüydü.”
5- Hucurât Sûresi’nin 10. âyetinde şöyle buyrulmaktadır; “Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.”
* Bu yazının hazırlanmasında şu kaynaklardan geniş ölçüde istifade edilmiştir:
– Muazzez İlmiye Çığ, İbrahim Peygamber-Sumer Yazılarına ve Arkeolojik Buluntulara Göre,
– Muazzez İlmiye Çığ, Kur’an, İncil ve Tevrat’ın Sumer’deki Kökeni,
– Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler,
– Doç. Dr. Abdullah Aydemir, Tesir’de İsrailiyat
– M. Asım Köksal, Peygamber Tarihi,
– TDV. İslam Ansiklopedisi, “İbrahim” maddesi,
– Ömer Sağlam, Çöldeki Osmanlı ve Kavm-i Necip
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder