28 Ocak 2019 Pazartesi

ALDATAN PUT VE PUSUDAKİ İHANET ABD.Bülent ESİNOĞLU "Boşuna isim aramayın adı emperyalizmdir" ULUSAL HABER: "Danışıklı Dövüş mü? Yoksa kan emici kapitalist, eceli gelmiş emperyalizmin kirli bir oyunu mu!.. Esra AKGEMCİ: "Sekiz Soruda Venezuelle Krizi" Arş. Gör. Selçuk Üniversitesi-Uluslararası İlişkiler Bölümü

HABER MAKALE: (Bu kalleş, kirli ve kanlı oyuna) Boşuna isim aramayın adı emperyalizmdir...
ULUSAL HABER: Danışıklı Dövüş mü? Yoksa kan emici kapitalist ve eceli gelmiş emperyalizmin kirli bir oyunu mu!..
HABER MAKALE: Bülent Esinoğlu
Amerika’nın son marifeti Venezüella için emperyalizm ismini kullanamayanlar olaya şaşkınca bakıyorlar.Olaya bir ad ya da sıfatla karşılık vermeye çalışıyorlar.
Ad veremeyenler, Amerika’ya hakaret ediyorlar. Etsinler… İyidir. Bilinçlenmeye başladıklarına delalettir.
Atlantik cephesi, bir zamanlar emperyalizme, Küreselleşme diyerek epey saldırı imkânı kazanmıştı. Bu dönemde ticareti emperyalizm ile karıştıranlar olmuştu. Küreselleşmeyi ticaret sanmışlardı. Dışa açılmak sanmışlardı. Bu sayede Türkiye’deki Amerikan varlığı(=emperyalizm) epey mesafe kat etmiştir.
Emperyalizmi Batı değerleri sananlar şimdilerde şaşkındırlar.
Gerçeği bir kez daha tekrarlayalım. Emperyalizme, emperyalizm denir. Başka bir şey denemez. Teknoloji çok gelişti. Emperyalizm de değişti. Biz de ismini değiştirelim demek olmaz. Emperyalizm, emperyalizmdir.
Ülkemizde emperyalizme karşı uyanış iki temel unsurla gelişmeye başladı. Birincisi, 15 Temmuz gecesi ABD’nin uyguladığı son darbe girişimi, diğeri de ABD’nin ülkemizi de parçalayarak kurmaya çalıştığı Kürdistan meselesi…
Bu iki mesele olmasaydı, yanı varlığımıza karşı yapılan bu saldırlar olmasaydı, emperyalizm olgusu yönetenlerimiz için yok hükmündeydi.
Bolton diyor ki; petrolü Madura’dan alıp Guaido’ya vereceğiz. Bize de dediler ki, güneydoğunuzu sizden alıp, PKK’ya vereceğiz.
Venezüella’nın muhalif liderinin ülkesi içinde muhalefet yapmasına kimsenin diyeceği olamaz. Ama bu muhalefeti emperyalizmin çıkarları için yaparsa adı haindir.
Çağımızın emperyalizm / ulus devlet çatışması çağı olduğunu kavramamamızın zamanı geldi ve geçiyor.Milli/ulus devletini savunamayanlar özgürlüklerini hiç savunamazlar. Sömürünün hüküm sürdüğü yerde, özgürlük ve eşitlik olamaz.
Milli devlet olmazsa tekeller gelir senin malına mülküne el koyar. Malı mülkü (manevi mülkü dahil) üzerinde yetkisi olmayanın da özgürlüğünden söz etmek gariptir.
Bir kısmını, küreselleşme saldırılarından sonra, zaten ülkemizde yaşadık. Deneyimledik. Tekeller gelip bizim imkanlarımıza el koydukça fakirleştik ve özgürlüklerde gerilemeler oldu.
Şimdi bu girdiğimiz kötü yoldan çıkmaya çalışıyoruz. Lakin emperyalizmin içerideki işbirlikçileri bu iş birliğinden elde ettiği değerleri kaybetmemek için direniyorlar.
Bu da geçicidir.
Çünkü tüm halkımızın çıkarları ile çatışan bir şeydir. Bir başka ifadeyle, artık ülkemizde Amerikancılık yaparak itibar kazanmak veya çıkar kazanmak zorlaşacaktır.
İktidarlar da kendilerini bu duruma göre hazırlamak zorundadır. Madura’nın yaptığı gibi ülkeni emperyalizme karşı savunmazsan emperyalizm gelir seni teslim alır.
Venezüella vakası, Amerika’nın siyasi ve kültürel gericiliğini bir kez daha tüm dünya halkına göstermiştir.Yeni dengenin adı da yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamıştır.
Türkiye, Rusya, Çin, İran gibi ulus/milli devletler emperyalizme karşı ittifaklarını derinleştirmektedir.Avrasya gün yüzüne çıkmaktadır. bulentesinoglu@gmail.com, 25.01.2019
Sekiz soruda Venezuela Krizi
Gazete Duvar.Esra Akgemci (*)
Bugün Venezuela o kadar büyük bir uçurumun eşiğinde ki, bir yandan Maduro’nun iktidarda kalmasının bedeli Venezuelalılar açısından her gün biraz daha ağırlaşacak, diğer yandan Maduro iktidardan düşerse Bolivarcı Devrim’in tüm kazanımlarını süpürmeye yönelik çok sancılı bir dönüşüm süreci yaşanacak.
Son beş yıldır tarihinin en büyük kriziyle boğuşan Venezuela, Trump’ın yeni muhalefet lideri Juan Guaidó’yu “geçici başkan” olarak tanımasının ardından yeni bir krizle karşı karşıya geldi. Bu noktaya nasıl gelindiğini anlayabilmek için, Chávez’in bıraktığı mirasın adım adım nasıl aşındığını görmek gerekiyor.
1) Petrol zengini bir ülke nasıl bu hale geldi?
Venezuela’nın içinde bulunduğu krizle ilgili anlaşılması gereken ilk nokta, petrol zengini bir ülkenin nasıl bu kadar büyük bir ekonomik iflasa sürüklendiği meselesi olmalı. Venezuela, 300 milyar varil ile dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip ülkesi, ancak petrol endüstrisi bu rezervleri kullanabilecek kadar güçlü değil. 266 milyar varille dünyanın en büyük ikinci rezervlerine sahip olan Suudi Arabistan günde 10 milyon varil petrol üretirken, Venezuela’da bu rakam ABD ambargosundan önce 3,5 milyon kadardı. ABD’nin Venezuela’ya ambargo uygulamaya başladığı Ağustos 2017’den bu yana ise petrol üretimi yüzde 60’lık bir düşüşle günde 2 milyon varile kadar geriledi.
Petrol endüstrisi maliyeti çok yüksek olan, her yıl milyarlarca dolar yatırım gerektiren ve Venezuela gibi çevre ülkeler açısından ekonomiyi dış yatırımlara bağımlı hale getiren bir sektör. Chávez’in amacı Venezuela’nın petrol üretimi ve ihracatında ABD’ye olan bağımlılığını kırmaktı, ancak petrolünün yaklaşık yüzde 80’ini ABD’ye satan bir ülke açısından bu hiç de kolay bir iş değildi. Chávez, Çin, Hindistan ve İran’la kurduğu stratejik ittifaklar sayesinde Venezuela’nın petrol ihraç ettiği pazarı çeşitlendirmeyi ve ABD’nin petrol ihracatındaki payını yüzde 40’lara kadar düşürmeyi başardı. Ancak Chávez 2013’te öldüğünde ABD hâlâ Venezuela’nın en büyük müşterisi konumundaydı.
Dolayısıyla Chávez’in miras bıraktığı “Bolivarcı Devrim” denilen sosyalizme geçiş sürecinin en zayıf yanı, petrol fiyatlarına bağımlı olmasıydı. “Misyon” adı verilen sosyal yardım politikalarıyla gecekondu mahallerinde (barrio) yaşayan en yoksul kesimlerin eğitim, sağlık ve barınma gibi ihtiyaçlarının karşılanması ve yeni bir toplumsal üretim ilişkisi kurmayı hedefleyen kooperatif modelinin temellerinin atılması, yüksek petrol gelirleri sayesinde mümkün olmuştu. Ancak 2013’ten itibaren emtia fiyatları hızla düşmeye başlayınca petrol fiyatlarındaki hızlı düşüş, gelirinin yüzde 95’i petrole dayanan Venezuela ekonomisi açısından çok büyük bir şok oldu. Enflasyon kısa süre içerisinde yüzde 18 binlere tırmandı, stokçuluk yüzünden temel gıda ürünlerine erişimde ciddi sıkıntılar ortaya çıktı ve bu şartlar altında muhaliflerin tırmandırdığı şiddetle birlikte Maduro iktidarında Venezuela çok derin bir kriz ve çatışma ortamının içine sürüklendi.
2) Maduro neden Kurucu Meclis oluşturdu?
Ülkenin içinde bulunduğu durumda iktidarda kalmak, Maduro açısından kısa sürede bir ölüm kalım meselesi haline geldi. Böyle bir ortamda Maduro’nun önceliği, Chávez’in bıraktığı mirası ve devrimin kazanımlarını korumaktansa kendi iktidarını güçlendirecek adımlar atmak oldu. Aralık 2015’teki parlamento seçimlerinde Demokratik Birlik Masası (MUD) altında birleşen sağ muhalefet mecliste çoğunluğu kazanınca Maduro da bir karşı hamle olarak parlamentonun yasama yetkisini elinden almaya çalıştı. Kurucu Meclis, bunun bir aracı olarak gündeme geldi. Maduro her ne kadar Kurucu Meclis’i yeni bir anayasa yazmak için oluşturduğunu açıkladıysa da, Chávez’in en önemli miraslarından biri olan 1999 Anayasası’nı neden ve nasıl değiştirmek istediği konusunda tatmin edici bir açıklamada bulunamadı. Katılımcı mekanizmalarla geliştirilen bir sürecin ürünü olan bu anayasa Latin Amerika’daki en demokratik anayasalardan biri ve Chavista’lar (Chávez yanlıları) tarafından da sahipleniliyor. Bu açıdan Maduro’nun referanduma gitmeden Kurucu Meclis oluşturma kararı alması, eski Adalet Bakanı Luisa Ortega gibi Chavista’lar tarafından da büyük bir tepkiyle karşılandı. Ancak Maduro bu tepkilere rağmen Temmuz 2017’de Kurucu Meclis’in üyelerini belirlemek için seçime gitti ve yüzde 41 katılım oranıyla gerçekleşen seçimler sonucunda ortaya sadece Maduro yanlılarından oluşan bir Kurucu Meclis çıktı.
3) ABD neden ekonomik yaptırım uygulamaya başladı?
Sağ muhalefetin liderliğindeki Ulusal Meclis’in yetkilerini askıya alan Kurucu Meclis, Maduro’nun meşruiyetinin sorgulanmasına yol açtı. Böylelikle Chávez iktidarından bu yana Venezuela’da rejimin değişmesi yönünde baskı yapan ve ülkedeki muhalifleri NED (Demokrasi için Ulusal Fon) aracılığıyla destekleyen ABD için büyük bir fırsat doğmuş oldu. Ağustos 2017’de Trump yönetimi, ABD’nin “Venezuela’daki tek meşru demokratik kurum” olarak Ulusal Meclis’i tanıdığını ve meclisin çalışmasını engelleyen Maduro hükümetine yönelik ekonomik yaptırımlar uygulamaya başlayacağını açıkladı. Öncelikle petrol sektörüne yönelik bir ambargo uygulandı ve bir yıl içerisinde Venezuela 6 milyar dolar gelir kaybına uğradı. Bu durum ülkedeki açlık ve kıtlık sorununu da tetikliyor ve ilaçlara erişim sıkıntısıyla gelişen sağlık krizinin büyümesine yol açıyor. Maduro, “Savaşta yeni bir dönem başlıyor. Bu Kurucu Meclis’le artık topyekûn savaşın içindeyiz” demişti. Gerçekten de öyle oldu. ABD’nin yaptırımlarının ardından ülkedeki mevcut kriz, Venezuelalıların hayatını tehdit eden bir savaşa dönüştü.
4) Kendisini “geçici başkan” ilan eden muhalefet lideri kim?
Maduro’nun 10 Ocak’taki yemin töreninden bir hafta önce, 5 Ocak’ta göreve başlayan yeni Meclis Başkanı Juan Guaidó 35 yaşında, orta sınıftan gelen, öğrenci hareketinin içinde kendini göstermiş genç bir lider. Özellikle 2007’de Chávez’in anayasal değişiklik için gerçekleştirdiği referandum sürecinde gelişen öğrenci hareketinde öne çıktı. Bu noktada Chávez iktidara geldiğinde sadece 15 yaşında olan Guaidó’nun çok erken bir yaşta Chávez karşıtı (anti-Chavista) hareketin içinde örgütlendiğine dikkat çekmek gerekiyor. Bu açıdan Venezuela’da görmeye alışık olduğumuz üst sınıftan gelen, yurt dışında, nezih üniversitelerde eğitim almış elit muhalefet liderlerinden farklı bir profili var.
Guaidó, bu kadar genç bir yaşta Ulusal Meclis’in başına geçebilmesini muhalefet cephesini oluşturan MUD içindeki belirli pazarlıklara borçlu. MUD içinde iki ana hattan söz edebiliriz. Bir yanda 2013’teki başkanlık seçimlerinde Maduro’ya karşı yarışmış ve kıl payı kaybetmiş olan Henrique Capriles’in temsil ettiği diyalog yanlısı bir grup, diğer yanda ise Maduro’nun seçimle gitmeyeceğine inanan ve sürekli şiddeti kışkırtarak iktidara karşı bir “yıpratma savaşı” veren, Leopoldo López’in temsil ettiği bir grup var. Meclisin yeni başkanı Guaidó da daha baskın olan bu ikinci grupta yer alıyor.
2002’de Chávez’e karşı darbe girişimini desteklemiş olan, 2014’te ise Maduro karşıtı gösterileri örgütleyen ve sokak çatışmalarını kışkırtan Leopoldo López, Ağustos 2017’den bu yana ev hapsinde bulunuyor ve ülkedeki en etkili muhaliflerden biri olarak öne çıkıyor. Leopoldo López’in 2009’da kurduğu Voluntad Popular (Halk İradesi) partisinin kurucu üyelerinden olan Guaidó, meclisin başına geçer geçmez Maduro’ya karşı darbeyi kışkırtan söylemlerde bulunarak pozisyonunu açıkça belli etti. Guaidó, “gaspçı” olarak tanımladığı Maduro’nun ülkedeki anayasal düzeni gasp ettiğini söyledi ve “Venezuela halkı, ordu ve uluslararası toplum bizi iktidara taşımalıdır” diye konuştu. Guaidó ayrıca, Pérez Jiménez diktatörlüğünün 1958’de devrildiği gün olan 23 Ocak’ta Maduro iktidarına karşı halkı sokağa çıkmaya ve büyük bir protesto gösterisi yapmaya çağırdı. Buna karşın Maduro da “Venezuela halkı bütün bu girişimlere nasıl cevap vereceğini biliyor” diyerek meydan okudu. Bu kadar kritik bir noktada Trump’ın, protestolar sırasında kendisini ülkenin “geçici başkanı” ilan eden Guaidó’yu resmen tanıması ise krize ayrı bir boyut kazandırdı.
5) Trump’ın Guaidó’yu “geçici başkan” olarak tanıması ne anlama geliyor?
2002’deki Chávez’e yönelik darbe girişiminden bu yana ABD’nin Venezuela’ya yönelik politikalarında öne çıkan darbe yanlısı bir tutum vardı. ABD yönetiminin darbe girişiminden haberdar olduğuna dair bazı CIA belgeleri ortaya çıkmış ve NED darbe yanlısı muhalifleri fonlamaya devam etmişti. Bugün Trump’ın orduyu göreve çağırarak açıkça darbeyi kışkırtmış olan Guaidó’yu devlet başkanı olarak tanıması, bunların hepsinden daha vahim bir duruma yol açıyor. Trump, ABD’nin Venezuela’daki darbecilere olan desteğini açıkça ilan etmiş oldu.
Bu çok riskli ve tehlikeli bir adım. Maduro’nun meşruiyeti sorgulanıyor olabilir ama bu, darbe girişimini ya da darbeci söylemleri meşru hale getirmemeli. Bunun yerine Maduro’yu meclisi tanımaya ve muhalefetle uzlaşmaya zorlayacak girişimlerde bulunulmalıydı. Maduro’yu istifaya zorlayan baskı mekanizmaları sorunu derinleştirmekten başka bir işe yaramadı.
Venezuela’da ordunun üst kademeleri Bolivarcı askerlerden oluştuğu için darbe ihtimali zayıf görünüyor ve Maduro da arkasındaki halk desteğine dayanarak olası bir darbe girişiminden aynı Chávez gibi kurtulabileceğini düşünüyor. Oysa Venezuela eski Venezuela değil, Maduro da Chávez değil. Olası bir darbe girişimi karşısında Chavista’lar elbette Maduro’yu savunacaktır ancak ülkenin hâlihazırda içinde bulunduğu kargaşa ve şiddet ortamı göz önünde bulundurulduğunda böyle bir girişimin, sonucu ne olursa olsun çok kanlı olacağı da açık. Trump’ın ekonomik ambargo uygulayarak ve Guaidó’yu resmen tanıyarak aldığı pozisyon, Venezuelalılar için ölüm fermanından başka bir şey değil.
6) Guiadó’yu başka hangi ülkeler tanıyor?
ABD’nin bir ülkeye yaptırım uygulamasının, bir ülkedeki siyasi otoriteyi tanımamasının sonuçları çok ağır oluyor. Venezuela’ya yönelik yaptırımların ardından ABD’yi AB ve Kanada izlemiş, krizi çözmek için kurulan Lima Grubu’nun üyeleri de Maduro’yu tanımadıklarını ve Venezuela’ya ekonomik yaptırımlar uygulayacaklarını açıklayan bir deklarasyon yayınlamışlardı. Trump’ın Guiadó’yu resmen tanımasının ardından da yine AB ve Kanada’nın yanı sıra Lima Grubu üyeleri olan Arjantin, Brezilya, Şili, Kolombiya, Kosta Rika, Guatemala, Honduras, Panama, Peru ve Paraguay gibi Latin Amerika ülkeleri de Guiadó’yu tanımakta gecikmediler. Lima Grubu ülkelerinden sadece sosyalist Obrador hükümetinin iktidarda bulunduğu Meksika, grubun deklarasyonuna katılmadığı gibi Guiadó’nun tanınmasına da karşı çıkarak bunun bir egemenlik ihlali olduğunu ve tarafsız kalacağını açıkladı.
Bu tabloda Maduro’nun kendi bölgesinde bile ne kadar yalnızlaştığını açıkça görmek mümkün. 21’inci yüzyıl başlarında Latin Amerika’da hâkim olan sol rüzgâr çoktandır tersine döndüğü için bugün Maduro’yu destekleyenler arasında sadece Küba ve Bolivya kaldı. Bölge dışından ise Rusya, İran, Çin ve Türkiye gibi ülkeler Maduro’nun destekçileri olarak öne çıkıyor.
7) Türkiye’nin krizdeki pozisyonu nedir?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Maduro’yu arayarak desteğini ilettiğini, sözcüsü İbrahim Kalın’ın attığı tweet’ten ve Maduro’nun yaptığı açıklamadan öğrendik. Ayrıca AKP Sözcüsü Ömer Çelik de Guiadó’nun tanınmasını gayrimeşru bir eylem ve Venezuela halkına yapılmış bir hakaret olarak tanımladı. Ancak dikkat edilirse Rusya’dan gelen ilk tepkiler Türkiye’ye göre çok daha sert. Rus Dışişlerinden ve Kremlin’den yapılan açıklamalar, Maduro’ya tam destek vermekle kalmıyor, aynı zamanda ABD’yi askerî bir müdahaleye karşı açıkça uyarıyor. Erdoğan da mutlaka açıklama yapacaktır ancak bir kriz anında durumun gidişatı beklenmeden verilen ilk tepkiler ipucu vermesi açısından daha önemli.
Türkiye’nin son dönemde Venezuela ile yakın ilişkiler geliştirmesinde belirleyici olan esas unsur, ABD ile olan müttefiklik üzerine kurulu geleneksel ilişkisinde bazı krizler yaşamasıydı. Ancak son dönemde Türkiye-ABD ilişkileri her zaman göründüğü gibi olmayan, çok muğlak bir zeminde ilerliyor. Dolayısıyla Türkiye’nin Venezuela’ya verdiği desteğin daha çok söylem düzeyinde kaldığını, iki ülke arasında gelişen ticari işbirliği dışında bu desteğin güçlü bir siyasi karşılığı olmadığını görmek gerekiyor. Başka bir ifadeyle, kendisi de bir darbe girişimine maruz kalmış olan Erdoğan (içeride kendi pozisyonunu güçlendirmek için) elbette Maduro’yu ülkesini karıştıran bir “üst akıla” karşı destekleyecektir ancak Türkiye’nin siyasi pozisyonunu belirleyen son kertede ABD ile ilişkileri olacaktır.
8) Venezuela’yı ne bekliyor?
Maduro’nun ilk tepkisi ABD ile diplomatik ilişkileri kesmek ve diplomatların ülkeyi terk etmesini istemek oldu. Ancak ABD bu kararı tanımıyor. Dolayısıyla Venezuela’yı öncelikli olarak bir dizi diplomatik kriz bekliyor. Diğer yandan Maduro’nun Guiadó başta olmak üzere bazı muhalefet liderleri hakkında tutuklama emri vereceği, buna karşılık ABD’nin yeni yaptırımları devreye sokacağı yönünde beklentiler var. Bütün bunlar Venezuela’da artık diyalogdan yana hiçbir umut kalmadığını, krizin bundan sonraki süreçte daha da derinleşeceğini gösteriyor. Hem Maduro yanlılarının hem de muhalefetin sokağa çıkmasıyla ülkedeki şiddet olayları da hızla artacaktır. Maduro’nun bu koşullara direnmesi gerçekten çok zor, ancak burada esas tehdit altında olan, Maduro iktidarı değil, Chávez’in bıraktığı Bolivarcı Devrim mirası, daha doğrusu o mirastan geriye kalanlar.
Maduro, bugüne kadar attığı adımlarla tercihini “ne pahasına olursa olsun” iktidarda kalmaktan yana kullandı. Ancak bu tercih, devrimin kazanımlarını riske attığı gibi Maduro’nun da meşruiyetini büyük ölçüde kaybetmesine yol açtı. Kurucu Meclis’i oluşturarak Trump’ın eline çok büyük bir koz veren Maduro, ülkesinin ambargo altında ezilmesi karşısında çaresiz kaldı. Bugün Venezuela o kadar büyük bir uçurumun eşiğinde ki, bir yandan Maduro’nun iktidarda kalmasının bedeli Venezuelalılar açısından her gün biraz daha ağırlaşacak, diğer yandan Maduro iktidardan düşerse Bolivarcı Devrim’in tüm kazanımlarını süpürmeye yönelik çok sancılı bir dönüşüm süreci yaşanacak. Böyle bir çıkmazın içinde Venezuela’nın geleceği epey karanlık görünüyor.
*Arş. Gör., Selçuk Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü

9 HAZİRAN 2018 CUMARTESİ

Kızım Sana Söylüyorum Gelinim Sen Anla!.. "TÜMER DİYOR Kİ!.." Gazeteci, Araştırmacı - Yazar, ZEKERİYA TÜMER

TÜMER DİYOR Kİ:
KIZIM SANA SÖYLÜYORUM
GELİNİM SEN ANLA!..
Sevgili okurlar; bu yazımı dikkatle okumanızı isterim.
Nedeni ise; bu yazının, Venezuela’daki yaşam ile ülkem deki yaşamın birbirine benzemeye başlayıp başlamayacağı hususunda görüşlerinizin oluşmasına yardımcı olacağı kanısındayım.
Bir Güney Amerika ülkesi olan Venezuela İspanyol kolonicilerinin yerleştikleri ilk bölgelerden biridir.
Resmi adı Bolivarcı Venezuela Cumhuriyeti’dir. Venezuela halkı kolonicilere karşı uzun süren bir bağımsızlık mücadelesi vermiştir.
Ancak ülke, 1522 yılından 1821 yılına kadar İspanyol yönetiminde kalmıştır. Ünlü komutan Simon Bolivar önderliğinde Venezuela, Ekvador, Kolombiya, Panama ve Peru, Büyük Kolombiya adıyla bağımsızlığını kazanmıştır.
Tam bağımsızlığını 1830 yılında kazanan Venezuela, o günden bugüne birçok siyasi krizle karşılaşmıştır. Askeri darbeler, ekonomik krizler, otokrasiler ve isyanlar ülkenin kaderi haline gelmiştir.
Bunun yanında ülke dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip olmasına rağmen bugünkü diktatör sayesinde halk açlık ve sefalet içerisinde yaşamaktadır.
(Karakas’ta bulunan Türk Büyükelçiliği Calle Kemal Atatürk no: 6 Quinta Turquesa, Valle Arriba, 1061 Caracas, Venezuela adresindedir. Mustafa Kemal Atatürk Venezuela’da da tanınmaktadır.)
Gelelim asıl konuya:
Venezuela Dünyanın en zengin Petrol rezervine sahiptir.
Suudi Arabistan’ın bile 265 milyar varil petrol rezervi varken, Venezuela’nın 295 milyar varil petrol rezervi var.
O halde bu halkın Kanadalılar kadar müreffeh bir hayat yaşamaları gerekirken, iktidarı ele geçirmiş bulunan Diktatör Maduro sayesinde açlık, yoksulluk ve perişanlık içerisinde yaşamasına ne demek gerek!..
Çünkü Venezüella başkanlık sistemi ile yönetilmektedir.
Başkanlık sistemi böyle bir şey midir?
İnşallah bizdeki Başkanlık sistemi netice de Venezuela’dakine benzemez.
Hugo Chavez 1998 yılında Başkan seçilmişti.
Başkan, kendisine taraftar toplamak ve kendisini sevdirmek için yoksul, cahil ahaliyi seçmişti. Onlara gıda kolileri dağıtıyor, gariban mahallelere sağlık ocağı açıyor, devletin kaynaklarını istediği gibi kullanıyordu.
Cahil ve yoksul halk Hugo Chavez’i halkın kurtarıcısı olarak görmeye başlamışlardı.
Hugo iktidarının daha da sağlam zeminlere oturması için zaman kolluyordu. Zamanı geldi, Anayasayı değiştirip istediği hukuki değişiklikleri yaparak gücü eline geçirdi. Artık onun Başkanlıktan indirilmesi mümkün değildi. Bundan sonra, yoksul ve cahil halkın onu sevip sevmemelerinin de önemi yoktu.
Şimdi sıra karşısındaki muhalefete gelmişti.
Muhalefeti susturdu, iş dünyasına yaptığı baskı ile onları sustalı maymuna çevirdi. Basını kontrolü altına aldı. Baskı gittikçe artıyordu.
Ülkeden 1.5 milyon insan bu baskıya dayanamayarak kaçtı.
Kendisini alkışlatabilmek için twitir’den kendisini takip eden üç milyonuncu takipçisine ev hediye ediyordu.
Petrol geliri halkın refahına kullanılmıyor, kendisinin ve yandaşlarının kasalarına akmaya başlamıştı.
Yaptığı yanlış hareketler ve zulümler neticesinde Allah onun cezasını verecekti. Verdi de. Kansere yakalandı. Küba’ya sık sık giderek tedavi olmaya çalıştı.
Ancak, öleceğini bilmesine rağmen halkın refahını düşüneceğine kendisinden daha beter olan otobüs şoförü, lise mezunu Maduro’yu halefi seçti. Sendikacılıktan gelen Maduro Chavez’in sağ kolu olmuştu.
Bütçe dâhil, tüm yetkilerini başkan yardımcısı Maduro’ya devretmişti.
Üniversite mezunu olmayan biri devlete başkan olabilir mi?” diye eleştirildiğinde… Chavez “neden olmasın” diyordu.
“iktidar halkındır, elitler-seçkinler istemesede otobüs şoförü başkan olur” diyordu.
Chavez öldü, otobüs şoförü Maduro geçici olarak başkan oldu.
Nisan 2013’te yeniden başkanlık seçimi yapıldı, başkanlık imkanlarını sonuna kadar kullanan Maduro, yüzde 50.6 oyla kıl payı kazandı. Rakibi yüzde 49.1 almıştı.
Seçimde şaibe olduğunu, oyların çalındığını elbette herkes biliyordu ama itirazlardan netice alınamadı. Çünkü seçim kurulu, yargı, komple Maduro’nun kontrolündeydi. Toplum kabak gibi ikiye bölündü.
Protesto gösterileri başlayınca, halka ateş açıldı.
Harvard mezunu muhalefet lideri tutuklandı.
Bizzat başkan Maduro tarafından “kendisinin başkanlığını kabul etmeyenlere konuşma yasağı” getiren yasa teklifi kabul edildi…
Muhalefete kanunen konuşma yasağı getirildi.
Başkanlık yetkilerini daha da arttıran yasalar çıkarttı.
Mesela, petrol ve madenler konusunda meclise sormadan karar verme yetkisini kendisine aldı!
Yandaş medya oluşturdu, şu anda Maduro haricinde hiçbir şey yazmıyorlar, televizyonlarda devamlı Maduro konuşuyor.
Muhalif medyayı susturdu, yayınlarını beğenmediği televizyon kanallarını kablolu kanaldan çıkardı.
20 milyon kişiye 120 bin ton gıda kolisi dağıttı.
Temel ihtiyaç maddeleri karaborsaya düşmeye başlayınca, başkanlık bünyesinde komisyon kurdu, kıtlığın sebebinin araştırılmasını istedi. Yandaş komisyon araştırdı. Buldukları sebebe gülmemek mümkün değil?
“Halkımızın yüzde 95’i günde dört – beş öğün yemek yiyor, bu nedenle tüketim maddelerinde sıkıntı yaşanıyor” sonucunu buldular.
Kıtlığın sebebi halkın çok yemesiymiş! Yiyecek bulamayan halk nasıl 4-5 öğün yemek yiyor, düşünmek gerek.
Başkanın sorumluluğu, kusuru yokmuş!
Başkan ve yanındaki uşakları mükemmel sofralarda tıka basa yerlerken, israf ederlerken onların kusuru yok, aç olan halkın yemesi suç.
2015 te parlamento seçimi yapıldı. Maduro her türlü hileyi yaptı, ama hezimete uğramaktan kurtulamadı.
Muhalefet ezici çoğunlukla kazandı. Muhalefet parlamentoyu kazandı ama… Başkan hala Maduro’ydu. Ordu, polis, yargı, onun elindeydi. Hükümeti hala o kuruyordu.
Meclis çoğunluğunu ele geçiren muhalefet, 2019 da yapılması gereken başkanlık seçimlerinin öne çekilmesi için, erken seçim talebinde bulundu. Başkan reddetti!
Bunun üzerine, erken seçime gidilmesi konusunda referandum yapılması için anayasal süreç başlatıldı.
Anayasaya göre, referanduma gidilmesi için seçmenin yüzde 20’sinden imza toplandı. Nafile…
Başkanın emrindeki seçim kurulu, imzaları kabul etmedi, referandum falan yapamazsınız dedi, kesti attı!
Muhalefet bir başka yol aradı, meclisten, Maduro’nun başkanlıktan azledilmesini talep eden karar çıkarıldı.
Tüm üyeleri Maduro tarafından seçilen Anayasa Mahkemesi bu kararı reddetti.
Meclisin azil talebinin anayasaya aykırı olduğu açıklandı!
Bunlar yetmezmiş gibi, Aragua eyaletinin valisini, kendisine başkan yardımcısı yaptı. Bu herif “uyuşturucu baronu” olarak tanınıyor!
Eğer Maduro da Chavez gibi ölürse, 2019’a kadar ülkeyi bu arkadaş yönetecek.
Netice?
Şu anda Venezuela’da enflasyon yüzde 700 olmuş. Bu sene yüzde 16 bin’e çıkması bekleniyormuş. Alışverişlerde kredi kartı geçmiyormuş. Hükümet devalüasyonla eriyen banknotları tedavülden kaldırıp, yerine yenilerini sürmek istemiş, para bulamamış! Asgari ücrete güya yüzde 50 zam yapılmış, 40 bin bolivar olmuş. 40 bin bolivar ne ediyor biliyor musunuz, 15 dolar ediyor. Et, un, şeker, pirinç, süt karaborsa satılıyor. Ekonomik kriz gittikçe büyüyor. Öğretmen maaşı 65 dolar, asgari ücret 35-40 dolar.
Elektrikler, sular kesiliyor. Halk gittikçe yoksulluğa ve sefalete doğru sürükleniyormuş.
Ekmek için bile kuyruk varmış, marketler saldırıya uğruyor, yağmalanıyormuş. Hal böyleyken, zengin daha da zengin oluyormuş. Eczane rafları boşalmış, ilaç sıkıntısı çekiliyor, sağlık sistemi çökmüş. Ameliyat malzemesi kalmamış. Yeni doğan bebek ölümleri rekor seviyeye ulaşmış. Bebek bezleri, petler karaborsaya düşmüş.
İthalat bıçak gibi kesilmiş, alt tarafı diş macunu almak isteyen, normal fiyatının yüz misli ödemek zorunda kalıyormuş. Günde 18 saate varan elektrik kesintileri yapılıyor, yeterli elektrik üretilemediği için, kamu kurumları haftada beş gün tatil ediliyor, sadece pazartesi ve Salı çalışıyor, özel sektör haftalık izin gününü üçe çıkarmış.
Şehirlerde günde sekiz saat su kesintisi yapılıyormuş.
Fuhuş patlamış. Suç patlamış, her dakika bir cinayet işlenir hale gelmiş. Sokaklarda yol kesmek, soygun yapmak, adam kaçırıp fidye istemek nerede ise yasal hale gelmiş.
Gasp öyle hale gelmiş ki, insanlar cep telefonları ile sokağa çıkmaktan korkar hale gelmişler, evlerinde konuşmayı tercih ediyorlarmış. Sosyal hayat durmuş. Sinema yok, tiyatro yok, konser yok, hava kararınca korkusundan herkes evine koşuyor, binaların girişlerinde kilitli kapılar, evlerin girişinde, koridorlarda kilitli kapılar, 10.cu ve 20.ci katın pencereleri bile demirli evlerine girip, kapılarını kilitleyerek oturur duruma gelmişler.
Akşam olunca sokaklar sessiz.
Karayolları, limanlar ve havalimanları ordu kontrolünde tutuluyor.
Açlık çekenler tarafından basılan bir çiftlikte büyük baş bir hayvanın sopalarla öldürülmeye çalışılmasının görüntüleri de ülkede büyük yankı uyandırdı. Öldürülen sığırdan bir parça et alabilmek için çakallar gibi halk sığıra saldırıyor ve bir parça et kaparak ailelerinin kursağına et girmesi için çabalıyorlar.
Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro ise dünyanın en zengin ham petrol rezervlerinin bulunduğu ülkesinin insani faciaya sürüklendiğine dair haberlerin uydurma olduğunu söylüyor.
Halen gerçekleri göremeyen Maduro, kendisini ve yandaşlarını düşünmekte halkın perişanlığı umurunda olmamaktadır.
Halk yiyecek bulabilmek için marketlere saldırmakta, hırsızlık, fuhuş gittikçe artmaktadır.
Muhalefet bütün gücü ile uğraşmakta Maduro’yu devirebilmek için, ancak Başkan hala Başkanlığı’na devam etmektedir.
Sevgili okurlar, bilemiyorum, bu yazı sizlere bir şeyler anlatabildi mi?
Demokrasisi olmayan ülkelerin akıbetleri bu olmaktadır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün temelini sağlam olarak attığı, 10 yılda yoksul halkı refaha ulaştırdığı ülkemizin bugün geldiği durum normal midir?
Amaç nedir?
Yapılmak istenen nedir?
Tek adama bu denli büyük haklar verildiği zaman, ülkenin geleceğinin ne hale geleceğini düşünmek zorundayız!.
İşte bu nedenle 24 Haziran seçimleri çok önemli.
İnşallah ülkemizde Venezuela gibi bir başkanlık sistemi söz konusu olmaz.
Şunu da herkesin çok iyi bilmesi gerek, Türk halkı Venezuela halkına benzemez, çoğunluk Mustafa Kemal’in askerleridir. Bunu da kimse yabana atmasın. Adımlarını ona göre atsın.
Allah hakkımızda hayırlı olanı versin.

09.06.2018
Zekeriya Tümer
Ulusalhaber1881@gmail.com

Not: Bu linklerden Venezuela hakkında daha detaylı bilgi edinebilirsiniz.
http://www.rotasizseyyah.com/venezuela-gercekleri.html
http://www.dw.com/tr/venezuelada-a%C3%A7l%C4%B1k-krizine-petrolle-%C3%A7are-aran%C4%B1yor/a-42148908
https://www.youtube.com/watch?v=CK_rYQ6jYr8

21 Ocak 2019 Pazartesi

Cumhuriyet Halk Partisi Milletvekili Atilla Kart "10 MİLYAR DOLARLIK TALAN!" demişti. Ana Muhalefet Partisi iddiaları takip etti mi? AİHM dahil her derece ve düzey hukuki takip yoluna gitti mi acaba! Peki şimdi ne yapacak?

"DEVLETİN MALI MİLLETE AİTTİR" Tank Palet Fabrikasının satışına vatandaştan büyük tepki!..
Sakarya’daki Tank Palet Fabrikası için alınan özelleştirme kararına binlerce vatandaş tepki gösterdi. Sakarya’da düzenlenen mitinge İYİ Parti yoğun katılımla destek verdi.
'Tank Palet Fabrikası' olarak bilinen Arifiye'deki 1'inci Ana Bakım Fabrika Müdürlüğü'nün özel şirkete devredilmesine karşı, bugün miting düzenlendi. Türk-İş'e bağlı Harb-İş Sendikası üyesi fabrika çalışanları ve aileleriyle Kocaeli, Ankara, İzmir, Kayseri ve birçok ilden gelen yaklaşık 15 bin kişi, öğle saatlerinde Adapazarı Bosna Caddesi'nde bir araya geldi.
Mitinge katılanlar, ellerinde Türk bayrakları ve pankartlarla buradan yaklaşık 500 metre uzaklıktaki Gar Meydanı'na yürüdü. 'Tank Palet özelleştirilemez', 'Sakarya uyuma fabrikana sahip çık' yazılı pankartlarla sloganlar atarak meydana giriş yapan gruplar, düdük de çaldı. Meydanda gerçekleştirilen mitinge Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay, Harb-İş Genel Başkanı Bayram Bozal, CHP Grup Başkanvekili Engin Özkoç ile partisinin milletvekilleri, İYİ Parti Sakarya Milletvekili Ümit Dikbayır ile partisinin çeşitli illerinden gelen 20 milletvekili, sendika yöneticileri de katıldı. Türk İş Genel Başkanı Ergün Atalay, “Türk İş 1 milyon üyesiyle, maddi gücüyle, vücuduyla, her şeyiyle Türk Harb İş'in ve Sakarya'nın emrindedir” dedi.
Altay, konuşmasında şu ifadeleri kullandı:

“Bu fabrikamız Milli Savunma Bakanlığı'nın emrinde kalmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti'nin mülkü olmalıdır. Tek talebimiz budur. İsterseniz 50 bin lira maaş verin. Harb-İş işçisi Milli Savunma Bakanlığı'nın personeli ve devletimizin memuru olsun fark etmez. Telekom'la ilgili 10 yıl evvel başlayan süreci hatırlayın. İhaleyi alan firma Telekom'u kullandı, para kazandı, çekti gitti. Telekom ortada kaldı. Milli Savunma Bakanlığının 27 tane fabrikası var. Biz Altay Tankı’nın en güzelini bu fabrikalarda yapıyoruz. Yabancı sermaye, özel firma gelip yardım edebilir ancak yetki bizde olmalı, patron biz olmalıyız, Türkiye Cumhuriyeti olmalı.”
“TANK PALET FABRİKASI ÜLKEMİZİN NAMUSU, ŞEREFİ, MİLLETİN MALI, MİLLİ SERVETİ VE YÜZ AKIDIR”
Tank Palet Fabrikasının satış kararına tepki için beraberinde İYİ Parti Milletvekilleri ile beraber Sakarya'ya giden ve burada bir açıklama yapan İYİ Parti Trabzon Milletvekili Hüseyin Örs;"Tank Palet fabrikası ülkemizin yüz akı, milli bir fabrikadır. 1. Ana bakım merkezi Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle özelleştirme kapsamına alındı. Satılmak istenen bu fabrika Türk Ordusu'nun herhangi bir birliğinden farklı değildir. Bu karar ordumuza ihanettir. Bu fabrika, milli silahların büyük bir bölümünün üretildiği yerdir. İktidarın aldığı bu kararı tekrar gözden geçirip, bu satıştan vazgeçmesini istiyoruz. " dedi.
Kaynak Yeniçağ: Tank Palet Fabrikasının satışına binlerce vatandaş tepki gösterdi
HATIRLAYIN: Daha Mayıs 2012'de uyarmıştı! "10 milyar dolarlık talan!.." Halâ değişen bir şey yok...
CHP'li Kart, Meclis'ten gece yarısı geçirilen özelleştirme yasasıyla 10 milyar dolarlık bir talan yaratıldığını söyledi.
Cumhuriyet Halk Partisi Konya Milletvekili Atilla Kart, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı'nı ve özelleştirmedeki düzenlemeleri eleştirdiği açıklamasında "Hükümet, bir kez daha Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni iğfal etti" dedi.
CHP'li Atilla Kart şunları söyledi:
"AKP İktidarlarıyla birlikte; haksız, hukuksuz, yasal dayanağı olmayan “adrese teslim” özelleştirmelerin yapılması mutad bir hal almıştır. Hükümete yakın olduğu bilinen, özel himayeye mazhar olan sermaye gruplarına, belli tesislerin yok pahasına aktarıldığı bir dönem yaşanmaktadır.
Seydişehir Eti Alüminyum, Balıkesir SEKA, Tüpraş, Telekom!..
Seydişehir Eti Alüminyum, Balıkesir SEKA, Tüpraş’ın yüzde 14.6’sının satışı, Telekom özelleştirmesi, Kuşadası Limanı, Çeşme Limanı gibi olaylarda bu tablonun acımasız örnekleri görülmüştür. Talan ve işgal süreçlerini Seydişehir Eti Alüminyum üzerinden bir kez daha değerlendirmek ve gelişmeleri kamuoyuyla paylaşmak istiyoruz; değeri asgari ölçülerde 4,5 milyar dolar olan bu tesisler 305 milyon dolara birilerine aktarıldı. Metalurji Mühendisleri Odası, TES-İŞ KİGEM ve tarafımızdan açılan davalar sonucunda Danıştay; Kasım 2007 tarihinde, yapılan özelleştirme işleminin usul ve yasaya aykırı olduğunu somut olarak tespit etti ve özelleştirme işlemini iptal etti. 1 ay içinde uygulanması gereken bu karar hükümet tarafından uygulanmadı. Karar hükümet tarafından uygulanmadığı gibi, alıcı firma işgalini sürdürdü, haksız kazanç sağlamaya devam etti.
'Özelleştirme İdaresi yeni bir suç daha işledi'
Bir taraftan da Eti Alüminyum’un içini boşaltmaya devam etti. Oymapınar Hidroelektrik Santrali ve boksit madeni rezervini kayıt dışı ve haksız bir şekilde kullanmaya devam etti. Bunların hepsi iktidarın himayesiyle yapıldı. Alıcı firma bir taraftan da, “Davanın konusunun kalmadığı ve fiili imkansızlığın doğduğu” gerekçesini yaratabilmek için, kendince, şirket hisselerini, şirket ortaklarının üzerine devrederek suçtan kurtulmaya çalıştı. Özelleştirme İdaresi Başkanlığı uyarılarımız üzerine, nihayet bu devrin hileli olduğu gerekçesiyle 4. Asliye Ticaret Mahkemesi'ne dava açtı. Ancak, her nedense kendi açtığı davadan feragât ederek yeni bir suç daha işledi. Özelleştirme İdaresi Başkanlığı; hangi mahkeme kararı olursa olsun, “Ben, bu tesislerin hazineye geri alınması konusunda üstüme düşeni yapmayacağım…” dedi. Daha doğrusu siyasi iktidar, “Kanunsuz Emir ve Talimat” yoluyla, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’na bu suçu da işletti. Bu arada Türk Ceza Kanunu anlamında suç teşkil eden ve Anayasal anlamda ihlâl teşkil eden bu organize suç ilişkileri sebebiyle; hem Özelleştirme İdaresi Başkanlığı yetkilileri ve hem de Başbakan ve Özelleştirme Yüksek Kurulu Üyesi olan Ali Babacan, Mehmet Şimşek, Binali Yıldırım ve Erdoğan Bayraktar haklarında, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına 23.03.2012 tarihinde yeniden suç duyurularında bulunduk. “Suçüstü” boyutlarında müteselsil suç ilişkileri söz konusuydu. 10 milyar dolarla ifade edilen kamu zararı ve talanı söz konusuydu.
'Hükümet TBMM'yi bir kez daha iğfal etti'
Bu hükümetin her türlü hukuksuzluğa “kanuni kılıf” yaratma konusunda olağanüstü bir mahareti olduğunu biliyorduk. Ancak bu kadarını da tasavvur edemiyorduk. Onu da gördük. 10 milyar dolarları aşan bir talan ve işgal tablosundan söz ediyoruz. Ne yaptı hükümet? Hükümet 26 Nisan Perşembe gecesi yine “gece yarısı operasyonu” niteliğindeki bir önerge ile tüm bu talan ve işgallere “özel af” anlamına gelen bir düzenlemeyi yine bir oldu-bittiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden geçirdi. Hükümet, bir kez daha Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni iğfal etti. Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyeleri'nin bir kısmı da bu iğfal esnasında işbirliği içindeydi. Halkın oylarıyla halk bir kez daha soyuldu. Halkın oylarıyla milletin vekilleri, halkın kendilerine verdiği yetkiyi, yapılan soygunlar için araç olarak kullandılar. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin manevi kimliği, iktidar eliyle yapılan soyguna alet edildi. Komisyon başkanı önce önergeye “katılmıyoruz” diyor…. Yapılan uyarılar üzerine düzeltmesini yapıyor...
'Bu bir iflastır, suçüstü halidir'
Oturumu yöneten başkan da bu süreçte maalesef rolünü üstleniyor ve gereğini yapıyor. “Anayasa açısından değerlendirme yapıldı” diyerek bu suçu gizlemeye çalışıyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde 26 Nisan gecesi bir utanç yaşanmıştır. Hükümet eliyle yapılan soyguna Meclis alet edilmiştir. Yapılan soyguna milli irade alet edilmiştir. AKP iktidarı, kendi grubunu da bu işe alet etmiştir. Kendi grubundan da muhalif sesler çıkabileceğini düşünerek, oldu-bitti yaratmış ve Anayasanın 87. maddesini ayaklar altına almıştır. Bu bir tükeniştir, bir iflastır ve suçüstü halidir. AKP artık gerçek kimliğini gizleyemez hale gelmiştir. AKP; devlet nüfuzunu hiyerarşik olarak kötüye kullanan ve “çıkar örgütlenmelerini” himaye eden bir siyasi anlayışın temsilcisi ve uygulayıcısı haline gelmiştir. Bu süreci sorgulamaya devam edeceğiz. Türkiye Cumhuriyeti bütçesini soyan ve talan eden bu anlayışı halka anlatmaya devam edeceğiz."

14 Ocak 2019 Pazartesi

MİLLİ SERVET GERİ GELDİ. "Bizim internet haber sitemiz ve HABER PORTALIMIZDA 3 sene evvel yayınladığımız ve kamu oyunun dikkatini çekmek istediğimiz haber, bugün Cumhurbaşkanınca dile getirilince gündeme oturdu" Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sözlerinin ardından yatırımcılar harekete geçti

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sözlerinin ardından yatırımcılar harekete geçti!..
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Düşmanlar ülkemden kenevir üretimini aldı. Birilerinin bu işi başlatması lazımdı” demesinin ardından, 2 bin işadamı Kendir Enstitüsü’ne yatırım için telefon etti. İsrail'il 1960'dan beri, ABD'nin ve Almanya'nın uzun yıllardır sürdürdüğü, Rusya'nın ise 30 Aralık 2018'de üretimi için yasa çıkardığı yıllık 5 milyar dolarlık ticaretinin olduğu endüstriyel kenevir tarımı için Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan'ın, yaptığı açıklama sonrası binlerce yatırımcı harekete geçti. Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Anacığım evde file dokurdu. File ile alışveriş yapar gelirdik. Bunun toprakla bir dostluğu var. O zamanlar bunlar kenevirden yapılırdı. Bize dost görünen düşmanlar ülkemden kenevir üretimini aldı. Keneviri ithal ediyoruz. Birilerinin bu işi başlatması lazımdı. Şu anda bunun çalışmasını yapıyoruz" demişti. Açıklamanın ardından yatırımcılar harekete geçti.
Siyasi destek
Türkiye'de uyuşturucu etken maddesi olmayan kevevir üretilmesi için Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi çatısı altında kurulan Kendir (Kenevir) Enstitüsü Başkanı Erdem Ulaş'a, yatırımcılardan 2 bine yakın telefon ya da mesaj geldi. Almanya'da tıbbi kenevir ürünlerinde talebe yetişilemediğini söyleyen Ulaş, "Cumhurbaşkanımızın açıklamasının ardından, TBMM'de komisyon üyelerine bilgi verdim. Tüm siyasi partiler projeyi destekliyor. Bazı vekillerimiz kenevirin sadece uyuşturucu ile ilgili olduğunu düşünüyor. Ama bu yanlış algıyı kırmaya başladık. Kenevirden esrar üretmek için THC maddesinin olması gerekiyor. Bunun olmadığı kenevir cinsleri var. Proje tam olarak memleket meselesi niteliğinde" dedi.
'Kağıt ithalatı biter'
Mucize Bitki Kenevir isimli bir de kitap yazan Ulaş, Türkiye'nin kağıt ithalatını tamamen bitirecek olan keneviri Türkiye'deki çiftçilerin hiç bilmediğini söyledi. Ulaş, hedefin yerli tohum üretmek olduğunu belirterek, 10 yıl içerisinde yıllık 100 milyar dolarlık ihracatın mümkün olduğunu vurguladı. Ulaş, "Otomobillerin kaportaları kenevirden üretiliyor ve çelikten 10 kat daha dayanıklı. 50 bin çeşit ürün üretiliyor. Plastiğin kullanıldığı her alanda hammadde olarak kullanılabilir. Çok büyük bir kullanım alanı var" diye konuştu.
Kenevirin faydaları
- Kenevir yağı, mükemmel ve eşsiz yağ asitlerine sahip.
- İyi kurutulmuş kenevir tohumlarından soğuk sıkımla elde edilen yağ çok kıymetli.
- Kenevir yağının yapısında, Omega-3 ve Omega- 6 gibi esansiyel yağ asitleri mükemmel bir denge içerisinde.
- Çelikten 10 kat sağlam.
- Bir dönümlük kenevir, 25 dönümlük orman kadar oksijen üretiyor.
- Bir dönümünden, dört dönüm ağaca eş kâğıt çıkar.
- Bir ağaç 20-50 yılda yetişir, kenevirse dört ayda.
- Kenevirler 8 kez kâğıda dönüştürülebilir, ağaç 3 kere.
- Kendisini böceklerden korumak için tarım ilacına ihtiyacı yoktur, dayanıklıdır.
- Tüm petrokimya ürünleri yenilenebilir olarak kenevirden daha ucuza üretilebilir.
- Kenevirin kullanıldığı sektörler: İlaç, kâğıt, bio yakıt, kumaş, otomotiv, petrol ve petrokimya, kozmetik ve sabun yapımı.
- AIDS ve kanser tedavisinde kemoterapi ve radyasyon etkisini, ayrıca ağrıyı azaltmada kullanılıyor.
- Glokom, artrit, romatizma, kalp, sara, astım, mide, uykusuzluk, omurga rahatsızlıkları gibi en az 250 hastalığın tedavisinde kullanılıyor.
Kanseri önleyici ürün için Ar-Ge yapılıyor
Kenevir, dünyada tamamlayıcı tıp ürünü olarak kullanılırken, Türkiye'de de bu alanda çalışmalar başladı. İbn-i Sina Ar-Ge Merkezi Müdürü Beril Koparal, merkezlerinde bütünleyici tıp adına TÜBİTAK ve AB ile ortak projeler yürüttüklerini ve özellikle kanser için hastalığın meydana gelmeden engellenmesi üzerine çalıştıklarını belirtti. Türkiye'de yasal olarak sadece kenevir tohumunun saf yağını kullanabildiklerini belirten Koparal, "Yasal düzenlemeler yapılırsa bu tarz ürünler Türkiye'de üretilebilir. Biz bu nedenle ABD'de araştırma yapabiliyoruz. Keşke, Türkiye'de de yapabilsek" dedi. (14 Ocak 2019-Sabah & Ulusal Haber-Ulusal Ajans)
İŞTE "ULUSAL HABER & ULUSAL AJANS" IN 23 EYLÜL 2016 TARİHLİ YAYINI

ESRAR’IN (MARİJUANA) HAM MADDESİ OLAN KENEVİR HAKKINDA ÇOK İLGİNÇ 

ÇOK ENTERESAN 18 BİLGİ‏!..

ESRAR’IN (MARİJUANA) HAM MADDESİ OLAN KENEVİR HAKKINDA
ÇOK İLGİNÇ & ÇOK ENTERESAN 18 BİLGİ‏!..
Dünyanın En Önemli Endüstriyel Bitkisi İken; Bazı ülkeler ile özellikle Türkiye Cumhuriyetinde Üretimi Yasaklanan Kenevir Hakkında 18 Çok İlginç Bilgi:
Kenevirin üretimi ve satışı, dünyanın bazı ülkelerinde tamamen yasaklıdır; bazılarında ise kısıtlı olarak yapılabilmektedir. Türkiye de, kenevirin yasaklı olduğu ve uyuşturucu sınıfında yer aldığı ülkelerden biri. Dolayısıyla kenevir deyince, sizin de aklınıza sadece “marijuana” geliyor olabilir; üzülmeyin çünkü suç sizde değil.
Peki eski tarihlerde üretimi yaygın olan ve hatta Amerika’da üretimini yapmayan çiftçilerin hapse atılmasına neden bu bitki, niçin bizim düşmanımız? Kenevir bize ne etti? Bu sorunun cevabını vermeden önce, kenevirin hiç bilmediğiniz faydalarına bir bakalım:
Neden yasaklandığı yazının en altında açıklanıyor okuyunuz
1. Bir dönümlük kenevir, 25 dönümlük orman kadar oksijen üretir.

2. Yine bir dönümlük kenevirden, 4 dönüm ağaça eş kağıt üretilebilir.

3. Kenevir tam 8 kez kağıda dönüştürülebilirken, ağaç 3 kez kağıda dönüştürebilir.

4. Kenevir 4 ayda yetişir, bir ağaç ise 20-50 yılda…

5. Kenevir, gerçek bir radyasyon temizleyicidir.

6. Kenevir dünyanın her yerinde yetiştirilebilir ve çok az suya ihtiyaç duyar. Ayrıca kendisini böceklerden koruyabildiği için tarım ilacına da ihtiyaç duymaz.

7. Kenevir ile yapılan tekstil ürünleri yaygınlaşırsa, tarım ilacı sektörü tamamen ortadan kalkabilir.

8. İlk kot pantolon, kenevirden yapılmıştır; hatta “kanvas” kelimesi kenevir ürünlerine verilen isimdir. Kenevir ayrıca ip, halat, çanta, ayakkabı, şapka yapımı için de ideal bir bitkidir.

9. Kenevir, AİDS ve kanser tedavisinde kemoterapi ve radyasyon etkisini azaltma; romatizma, kalp, sara, astım, mide, uykusuzluk, psikoloji, omurga rahatsızlıkları gibi en az 250 hastalıkta kullanılmaktadır.

10. Kenevir tohumunun protein değeri çok yüksektir ve içindeki iki yağ asidi de doğada başka hiçbir yerde bulunmamaktadır.

11. Kenevirin üretimi soyadan bile daha ucuzdur.

12. Kenevirle beslenen hayvanlar, hormon takviyesine ihtiyaç duymaz.

13. Plastik ürünlerin tamamı, kenevirden üretilebilir ve kenevir plastiğinin doğaya dönüşmesi oldukça kolaydır.

14. Bir arabanın gövdesi kenevirden yapılırsa, dayanıklılığı çelikten tam 10 kat fazla olur.

15. Binaların yalıtımı için de kullanılabilir; dayanıklı, ucuz ve esnektir.

16. Kenevirle yapılan sabunlar ve kozmetik ürünler, suyu kirletmez; yani tamamen doğa dostudur.

17. Sayısız faydası olan kenevir, bir zamanlar dünyanın en önemli üretim bitkilerinden biriydi ama bugün, üretimi yasak.

18. Hatta Amerika’da 18. yüzyılda üretimi zorunluydu ve üretmeyen çiftçiler hapse atılıyordu. Ancak durum şimdi tam tersi.
Nedenini ise, şu bilgiler ışığında anlamak hiç de zor değil:
-W. R. Hearst, 1900’lü yıllarda Amerika’da gazete, dergilerin ve medyanın sahibiydi. Ormanları vardı ve kağıt üretiyordu. Eğer kenevirden kağıt yapılırsa, milyonlarını kaybedebilirdi.
-Rockefeller, dünyanın en zengin adamıydı. Petrol şirketi vardı. Bio yakıt olan kenevir yağı da, elbette onun en büyük düşmanıydı.
-Mellon, Dupont şirketinin ana hissedarıydı ve petrol ürünlerinden plastik üretmek için patente sahipti. Ve kenevir endüstrisi, onun pazarını tehdit ediyordu.
-Sonra ise, Mellon ABD Başkanı Hoover’in hazine bakanı oldu. Bu bahsettiğimiz büyük isimler yaptıkları toplantılarda, kenevirin bir düşman olduğuna karar verdiler. Ve onu ortadan kaldırdılar. Medya aracılığıyla, marihuana sözcüğüyle birlikte keneviri, insanların beynine, zehirli bir uyuşturucu olarak kazıdılar. Kenevir ilaçları piyasadan çekildi, bunun yerini bugün kullanılan kimnyasal ilaçlar aldı. Kağıt üretimi için, ormanlar katledildi. Tarım ilaçları ile zehirlenme ve kanser arttı.
Ve derken dünyamızı plastik çöplerle, zararlı atıklarla donattık…
İnsanoğlu, doğayı tüketmenin bir yolunu her zaman bulur ne de olsa; değil mi?
Yararlanılan Kaynak: İndigo Dergisi // [status publish]  [geotag on]  [publicize off|twitter|facebook]  [category istihbarat]  [tags NARKOTİK DOSYASI, ESRAR, HAM MADDE, KENEVİR, İLGİNÇ BİLGİ]

11 Ocak 2019 Cuma

DÜNYAYI SARSAN MÜTHİŞ TÜRK "BÜYÜK UTANÇ BEYİN GÖÇÜ" Türkiye’den 1020 akademisyen Hollanda’ya iltica etti. VE: Doç. Dr. Neva Çiftçioğlu’nun hikâyesi!.. (Türk Düşmanı kirli ellerin karanlık emelleri..)

BÜYÜK UTANÇ: "Sadece 2018 yılında, Türkiye’den 1020 akademisyen Hollanda’ya iltica etti.."
Türkiye "yoğunlaşan ve kronikleşen iç sorunları nedeniyle" son yıllarda hızla beyin ve sermaye göçü veriyor. Türkiye’nin tanınmış vergi rekortmeni aileleri Türkiye vatandaşlığından çıkarken şirketlerinin merkezlerini, hisse ve kaynaklarını da (milli servetlerimizi) başka ülkelere taşıyorlar. Ancak Türkiye’den sadece sermaye sınıfı ayrılmıyor. Ülkenin aydınlık geleceğinin teminatı olan akademisyenler, yüksek eğitimli insanlar, başarılı üniversite ve lisans üstü eğitim alanlar Avrupa’ya iltica ediyor. Almanya, İngiltere, Avusturya, Fransa ve Hollanda Türk vatandaşları tarafından (insan kıymeti bildikleri, insana değer verdikleri, aklı ve emeği takdir ettikleri için olsa gerek) tercih edilen ülkeler arasında.
2018 yılının 11 ayında 1020 kişi
Hollanda Göç ve Vatandaşlık Kurumu (IND) verilerine göre, geçen yılın 11 aylık bölümünde Türkiye’den 1020 akademisyen ve yüksek eğitimli kişi ‘beyin göçü’ için Hollanda’ya başvuru yaptı.
Tükiye'den Hollanda'ya Beyin Göçü
Hollanda Televizyonu’nda (NOS) yayınlanan ‘Nieuwsuur’ (Haber Saati) adlı programın yaptığı araştırmaya göre, beyin göçü yoluyla Türkiye’den gelen yüksek eğitimli kişilerin sayısında ciddi artış var.
Sebep: "Ülkedeki özgürlük eksikliği"
BBC Türkçe’nin aktardığı habere göre, Türkiye’den ayrılmak isteyen akademisyenler ve diğer yüksek eğitimlilerin ‘ülkedeki özgürlük eksikliğinden’ şikâyet etikleri belirtiliyor.
IND tarafından verilen rakamlara göre, 2016 yılında Türkiye’den 540 kişi beyin göçü kapsamında Hollanda’ya gelirken, 2017’de bu sayı 780’e çıktı. 2018’in ilk 11 ayında ise Türkiye’den 1020 yüksek eğitimli Hollanda’ya iş başvurusu yaptı. Türkiye’den yurtdışına giden resmi göçmen sayısı 2016 yılında 69 bin 326 olarak belirlenirken, geçen yıl bu sayı 253 bin 640’a ulaşmış. IND’nin açıkladığı rakamlara göre, 2016 yılında Türkiye’den 235 kişi Hollanda’ya sığınma başvurusu yaparken, 2017’de bu sayı 481’e ulaştı.
Beyin Göçü Nedir ve Neden Olur?..
Beyin göçü nedir? Beyin göçünün sebep ve sonuçları nelerdir? Beyin göçü neden olur? Beyin göçünün sonuçları nelerdir? Beyin göçüne uğrayan ve beyin göçüne maruz kalan ülkede ne tür değişimler yaşanır? Son yıllarda ve dönemlerde bazı ülkelerin maruz kaldığı bir göç şeklidir beyin göçü… Mesleki anlamda alanlarında uzman olmuş, kendini geliştirmiş, bilim adamı kimliğindeki gelişmiş ve gelişmekte olan insanların kendi ülkelerinden başka ülkelere taşınmasına “beyin göçü” denir. Ki bu ayrılık öncelikli olarak “çalışma” amacını taşırken sonrasında kalıcı ikamete dönüşmektedir.
Beyin göçünün sebepleri
Ekonomik: Kendi ülkesinin ekonomik şartlarının iyi olmaması. Düşük maaşlar. Yüksek vergiler. Gelecek planlamasının bulunmaması. Teknolojik: Özellikle bilimsel çalışma anlamında imkanların kısıtlı olması, az gelişmiş ülke konumunda bulunması. Siyasi: Mevcut iktidarın yeterince özgürlük tanımaması ve destek vermemesi ve teşvik etmemesi. Aksine bilimsel çalışmalara köstek olması. İnsanlar üzerindeki baskı ve yeniliklere karşı kapalı olması. Beyin göçü yaşayanlar genellikle ileri düzeyde zekaya sahip yenilikçi ve bilimsel çalışmalara açık kimselerdir. Kendi ülkesinde yeterli imkanı ve ortamı bulamadığı için daha zengin ve özgürlükçü ülkeleri tercih ederler. Ki bu insanlar gittikleri ülkelerde kabul görür ve vatandaşlık hakkı kazanır.
KAYNAK: https://www.turkishnews.com/tr/content/2019/01/10/turkiyeden-1020-akademisyen-hollandaya-iltica-etti/
SIR PERDESİ ARALANIYOR!.. 
İŞTE "KİRLİ EMEL VE TÜRK AKLININ ÖNÜNE ENGEL KOYAN KARANLIK ELLERİN" GERÇEK YÜZÜ. MÜTHİŞ BİR TÜRK VE ÖNÜNE KONULAN MUAZZAM ENGELLER!.. 
DÜNYAYI SARSAN MÜTHİŞ TÜRK
Soner Polat-Aydınlık Gazetesi, 31.12.2018
İşte müthiş bir Türk! Dünya onu paylaşamıyor. İnanılmaz buluşları bilim dünyasını şaşkına döndürüyor. Ancak Doç. Dr. Neva Çiftçioğlu’nun hikâyesi ülkemiz için hiç de iç açıcı değil! Üzücü ve düşündürücü! Nasıl oluyor da Türk bilim sistemi böyle bir değerin farkında olamıyor. Dünya bilim dünyasını sarsacak doktora tezi, “çöpe atılacak bir çalışma” olarak değerlendiriliyor. Üniversitelerimizi genişletilmiş liseye döndüren zihniyetle mücadele etmeliyiz. İnternette dolaşan imzasız bir yazı ile Doç. Dr. Çiftçioğlu’nu tanıdım. Kısa bir inceleme ile bilgileri teyit ettim. İbretlik kariyer yolculuğunu sizlerle de paylaşmak istedim.
NASA’DA ÇALIŞAN İLK TÜRK BİLİM KADINI
Doç. Dr. Neva Çiftçioğlu bizden, içimizden biri! Erzurum doğumlu gerçek bir Türk hanımefendisi. Sade bir memur çocuğu olarak ilköğretim ve lise eğitimini devlet okullarında tamamladı. Hacettepe üniversitesi biyoloji bölümünden mezun oldu. Vücuttaki tıkanıklar ve kireçlenmeye neden olan, “nanobakteri” adlı mikrobu buldu. Bu buluşu nedeniyle dünyanın her yerinden davetler, ödüller aldı. Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesinin (NASA) ilgisini çekti. NASA’da çalışan ilk Türk bilim kadını oldu! Önümüzdeki yıllarda da kalp ve böbrek hastalıklarının teşhisine ilişkin, patenti yüzlerce milyon dolar değerinde olan önemli bir buluşu açıklanacak. Tıp dünyası nefesini tutmuş bu buluşu bekliyor...
FİNLİLER SIKI SIKIYA SAHİP ÇIKIYOR...
 Ama Türkiye onu tanımıyor. Bilim dünyasında ona “Türklüğünden vazgeç, dünyanın bilim prensesi ol!” diye akıl verenlere o inatla, “asla” demeye devam ediyor. Türk olması büyük sorun olmuş. Finlandiya’da Türk olduğu hiç gündeme gelmemiş! Vatandaşlık başvurusu bile yapmamış ama onu hep Finli gibi tanıtmışlar dünyaya! Mesela NASA’ya gittiğinde, “NASA’ya giren ilk Finli” diye başlık atmış bir gazete!
AMERİKAN VATANDAŞLIĞINI SEÇ!
Finlandiya Hükümeti 1996 yılında buluşunu bilim dünyasına açıklamak üzere Neva Hoca’yı ABD’ye gönderir. New York’ta bulunan dünyanın dört büyük laboratuvarından biri olan Cold Spring Harbor’a gider. Amerikalılar o dönemde aynı bakteriyi Mars’tan düşen bir taş üzerinde bulur. NASA, hocamıza birlikte çalışma teklifi yapar. Amerikalılarla birlikte Astrobiyoloji Enstitüsü’nü kurar. Bulduğu bakteriyle ilgili olarak ABD’de büyük bir firma kurulur. Neva Hoca firmaya ortak olur. Firmanın tepe yöneticileri, “Senin Türk olmandan yorulduk!” diyerek ABD vatandaşlığına geçmesini önerir. Sana hiç kimse sahip çıkmıyor, sen neden Türk olmakta ısrar ediyorsun? Neva Hoca’nın yanıtı kısa ve öz olur: Asla! İçinden şunlar geçer: “Ben milliyetçi olduğumu bilmezdim ama dışarıda kalınca insan ülkesinde kızdığı şeyleri bile özler hale geliyor.” Her Türk’ün ruhunun derinliklerinde milliyetçilik ve vatanseverlik duygusu bulunur. En kayıtsız Türk’ün bile içinde bu duygular vardır. Asla kaybolmaz. Çünkü Türkler asil ve soylu bir millettir.
DÜNYAYI SARSACAK TEZ ÇÖP TENEKESİNE!
Okuduğu fakültede asistan iken doktorasını bitirmek üzeredir. Astım hastalığı hakkında bir tez hazırlar ve hocalarına sunar. Bölüm başkanı olan hocası tezi herkesin gözü önünde çöpe atar! O çöpe atılan tez birkaç yıl sonra tıp dünyasının üç büyük bilimsel dergisinden birinde yayımlanır. Finlandiya, hocayı davet eder. Finlandiya’da doçentlik unvanı alan ilk yabancı olur. Neva Hoca Ankara’da tanınmış bir üniversiteye başvurur. ABD’deki teknolojiyi Türkiye’ye aktaralım. Prostat kanserlerinin teşhisinde kullanılan bir sistem var. Yaratan benim! Patentini bir Türk üniversitesi alsın. Patent Türkiye’nin olsun! Kısa süre içinde Türkiye’ye milyonlarca dolar girer. Aksi halde bizim paramız yabancılara gider. Gelen yazılı yanıt çok gariptir: “Siz galiba iş arıyorsunuz!” Ankara’daki başka bir üniversite ise “Bu bizi aşar!” diyerek teklifi reddeder.
TÜRK’ÜN TÜRK’E YAPTIĞINI...
Hasrete dayanamayıp Türkiye’ye döner ve ünlü bir Ankara Üniversitesinde çalışmaya başlar. Kendisine mikrobiyoloji kliniğinde dokuz ay boyunca dışkı tahlili yaptırılır. Sonunda Finlandiya’da onu tanıyanlar, “Sen orada ziyan oluyorsun” diyerek isyan eder. Türkiye’ye onu almaya gelirler. Hocanın şu sözleri yürekleri burkar: “Bana Everest’in tepesine bayrak diken kadın gözüyle bakıyorlar. Ama bugüne kadar hiçbir Türk yetkilisinden tebrik almadım. Sadece, İskandinav Tıp Ödülünü kazandığım zaman, eski Ziraat Bankası Genel Müdürü bir tebrik kartı gönderdi, hâlâ saklarım.”
Beyin göçünü ancak kurumları Türkiye için yönetecek milli bir hükümetin kurulması ile durdurabiliriz. İyi yönetildiği takdirde Türkler içlerinden yüzlerce Neva Hocalar çıkarır. Şaha kalkan Türkiye’yi kimse durduramaz! NOT: Okurlarımın yeni yılını candan kutlarım.
***
Bugün bir yazı okudum. Okuyunca donakaldım. Kahroldum... Sizlerle paylaşmaya karar verdim.
Efendim, Doç.Dr. Neva Çiftçioğlu gerçek bir Türk hanımefendisi. Finlandiya’da doçentlik ünvanını alan ilk yabancı. Kendisi kireçlenmenin müsebbibi olan ve nanobakteri adı verilen mikrobu bulmuş. Bu buluşu nedeniyle dünyanın her yerinden davetler, ödüller almış. 2,5 yıldan beri NASA’da (Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesi) çalışan ilk Türk Bilim Kadını. Önümüzdeki yıllarda da kalp ve böbrek hastalıklarının teşhisine ilişkin, patenti yüzlerce milyon dolar değerinde önemli bir buluşu açıklanacakmış. Buraya kadar çok güzel. Ama Türkiye onu tanımıyor, Türk yetkililerden aldığı tek bir tebrik bile olmamış. Bilim dünyasında ona “Türklüğünden vazgeç, daha çok parla” diye akıl verenlere o inatla “asla” demeye devam ediyor.
Türk olması büyük sorun olmuş. Finlandiya’da Türk olduğu hiç anılmamış. Vatandaşlık başvurusu bile yapmamış ama, onu hep Finli gibi tanıtmışlar dünyaya. Mesela NASA’ya gittiğinde, “NASA’ya giren ilk Finli” diye başlık atmış bir gazete. 1996 da başarılı bilim insanlarının bulunduğu bir törene çağrılmış ; bu törende Türk bayrağının altına gittiğinde onu oradan alıp Finlandiya bayrağının altına almışlar. Çok ağırına gitmiş bu…
1996 yılında Finlandiya Hükûmeti onu buluşunu bilim dünyasına açıklamak üzere ABD’ye göndermiş. New York’ta bulunan dünyanın dört büyük laboratuarından biri olan Cold Spring Harbor Laboratories’e gitmiş. Meğerse Amerikalılar da o dönemde aynı bakteriyi Mars gezegeninde bulmuşlar. Bunun üzerine birlikte Astrobiyoloji Enstitüsü’nü kurmuşlar. Bulduğu bakteriyle ilgili olarak ABD’de kurulan büyük bir firmanın da sahiplerinden biriymiş. Firmanın CEO’su “senin Türk olmandan yoruldum” diyerek kendisine ABD vatandaşlığına geçmesini önermiş. Yanıtı kısa ve öz : ASLA ! Ve ekliyor : Ben milliyetçi olduğumu bilmezdim, ama dışarıda kalınca insan ülkesinde kızdığı şeyleri bile özler hale geliyor… Şaşırıyorlar Amerikalılar. Sana hiç kimse sahip çıkmıyor, sen neden Türk olmakta ısrar ediyorsun ? diye soruyorlar kendisine.
Ankara Tıp Fakültesi’nde asistan iken doktorasını bitirmek üzereymiş. Astım hastalığı hakkında bir tez hazırlamış hocalarına sunmuş. Bölüm başkanı olan hocası tezi herkesin gözü önünde çöpe atmış. O çöpe atılan tezi birkaç yıl sonra tıp dünyasının üç büyük bilimsel dergisinden birinde yayınlanmış. Ankara ona doçentliğini vermediği için Finlandiya’da Doçentlik ünvanı alan ilk yabancı olmuş.
Finlandiya’da bakteri çalışmaları yaparken Bilkent Üniversitesi Rektörü ve Genetik Bölümüne başvurarak “gelin bunu birlikte yapalım, patenti Türkiye’ye ait olsun” önerisini yapmış. Gelen yazılı yanıtta “siz galiba iş arıyorsunuz” deyip kabul etmemişler. Hacettepe Tıp Fakültesi de “bu bizi aşar” demiş. Hasrete dayanamayıp Türkiye’ye dönmüş ve Başkent Üniversitesi’nde çalışmaya başlamış. Kendisine mikrobiyoloji kliniğinde 9 ay boyunca dışkı tahlili yaptırmışlar. Sonunda Finlandiya’da ki profesörü “sen orada ziyan oluyorsun” diyerek isyan etmiş ve Türkiye’ye onu almaya gelmiş.
''Bana yurt dışında Everest’in tepesine bayrak diken kadın gözüyle bakıyorlar, ama bugüne kadar hiçbir Türk yetkilisinden tebrik almadım. Sadece bir kişi, nasıl oldu bilmiyorum, İskandinav Tıp Ödülünü kazandığım zaman, Ziraat Bankası eski Genel Müdürü bir tebrik kartı gönderdi, halâ saklarım.'' diyor bu değerli Türk Bilim Kadını…
PAYLAŞALIM Kİ, BU DEĞERLİ İNSANIMIZI HERKES ÖĞRENSİN...
Ayla Hanım'ın yazdığı güzel haber için teşekkür ederiz.
Ancak böyle güzel,kıvançlı haber pek göze batmıyor olmalı ki neredeyse kaybolup gidecek...
Engin ufku olan (e) amiralin aşağıdaki yazısını paylaşmayı görev bildim.
Yazıdan bir tümce:
- Ama Türkiye onu tanımıyor. Bilim dünyasında ona “Türklüğünden vazgeç, dünyanın bilim prensesi ol!” diye akıl verenlere o inatla, “asla” demeye devam ediyor. Türk olması büyük sorun olmuş. Finlandiya’da Türk olduğu hiç gündeme gelmemiş! Vatandaşlık başvurusu bile yapmamış ama onu hep Finli gibi tanıtmışlar dünyaya! Mesela NASA’ya gittiğinde, “NASA’ya giren ilk Finli” diye başlık atmış bir gazete!
......
- Hasrete dayanamayıp Türkiye’ye döner ve ünlü bir Ankara Üniversitesinde çalışmaya başlar. Kendisine mikrobiyoloji kliniğinde dokuz ay boyunca dışkı tahlili yaptırılır. Sonunda Finlandiya’da onu tanıyanlar, “Sen orada ziyan oluyorsun” diyerek isyan eder. Türkiye’ye onu almaya gelirler. Hocanın şu sözleri yürekleri burkar: “Bana Everest’in tepesine bayrak diken kadın gözüyle bakıyorlar. Ama bugüne kadar hiçbir Türk yetkilisinden tebrik almadım. Sadece, İskandinav Tıp Ödülünü kazandığım zaman, eski Ziraat Bankası Genel Müdürü bir tebrik kartı gönderdi, hâlâ saklarım.”
- Beyin göçünü ancak kurumları Türkiye için yönetecek milli bir hükümetin kurulması ile durdurabiliriz. İyi yönetildiği takdirde Türkler içlerinden yüzlerce Neva Hocalar çıkarır. Şaha kalkan Türkiye’yi kimse durduramaz!