31 Temmuz 2015 Cuma

MHP'li Sinan OGAN; (BİR ZAMANLAR KARTAL'DI) PKK TIR'ları yakıyor çünkü...

Sinan Oğan: PKK TIR'ları yakıyor çünkü...
“Türkiye, Karadan, Kürt kisvesi altında faaliyet gösteren Taşnak ve Hınçak çeteleri tarafından ele geçirildi. Tabii Kara ticareti, kaçakçılık ve sınırlar da! Aslanım “Havacı” TSK !!!...”
7 Haziran'dan önce MHP Iğdır Milletvekiliydi. Seçimlerde aday olmadı ya da olması istenmedi. Bahçeli, partiden ihracını istedi, ama ihraç gerçekleşmeyince Iğdır İl Teşkilâtı'nı görevden aldı. O hâlâ MHP'li ve kritik sınır illerimizde ne olup bittiğini en iyi bilen isimlerden biri. PKK-HDP üzerinden bölgede uygulanan uluslararası siyasi proje ve ameliyatları net bir şekilde ortaya koyan Sinan Oğan'ın en çarpıcı tespiti, PKK'nın son dönemde TIR yakma eylemlerini yoğunlaştırmasına ilişkin oldu. Özellikle Nahçıvan ve İran'a giden TIR'ların yakıldığını vurgulayan Oğan, PKK'nın Batı'ya İran pazarı için de taşeronluk yapıp, Türkiye'yi güzergâhtan çıkartmaya çalıştığına dikkat çekti., Yakıcı gündem konularıyla ilgili olarak MHP'li Oğan'a şu soruları yönelttik, o da şunları anlattı:
TBMM BAŞKANI NEDEN “ERMENİSTAN SINIRINA DAYANDILAR” DEDİ?
- Önce 30 Mart yerel seçimi, ardından 7 Haziran'da bölücü terör örgütünün siyasi uzantısı HDP'nin Mardin, Ağrı gibi belediyeleri ve Ağrı, Iğdır, Kars, Ardahan gibi çok kritik ve stratejik sınır illerimizde gösterdiği “başarıyı” neye bağlıyorsunuz?
Oğan : Öncelikle her gün verdiğimiz şehitlerimize Allahtan rahmet, Türk Milleti'ne başsağlığı diliyorum. AKP’nin “Çözüm Süreci” olarak adlandırdığı, ancak PKK’nın serpilme, HDP’nin ise PKK’nın silahlı gücünü tam olarak arkasına alıp, bütün siyasi rakiplerini devreden çıkarma süreci olarak hayata geçirdiği bu sürecin en önemli sonucu AKP’nin Doğu ve Güneydoğu’dan adeta silinmesidir. AKP'nin geçmiş dönemde özellikle MHP için kullandığı “Sivas’ın ötesine geçemiyorlar” söylemi, “Çözüm Süreci” sonucunda AKP için de geçerli olmaya başladı. Bu süreç sonucunda 2015 seçimlerinde AKP adaylarının da bizzat itiraf ettikleri gibi, bölgede bir önceki seçimde etkin gözüken AKP adayları seçim çalışmalarını ölüm tehdidi altında yaptılar. Seçmen ise bölgede yukarıda Allah’a aşağıda ise PKK’nın insafına terkedildi. Böyle bir durumda PKK’nın silahlı gücünü arkasına alan HDP Güneydoğu ile beraber Doğu’yu ve özellikle de sınır illerimizi sildi süpürdü.
Hatırlanacak olursa 2009 yerel seçimlerinde HDP’nin o zamanki ismi olan BDP Iğdır Belediyesini kazanınca Cemil Çiçek, “Ermenistan sınırına dayandılar” demişti. Cemil Çiçek’in sözü aslında devletin bildiği, çoktandır endişe ettiği, ama önlemek için hiçbir şey yapmadığı bir acı gerçeğin TBMM Başkanı tarafından adeta itirafı niteliğinde idi. Evet burada asıl hedef Ermenistan sınırına dayanmaktı. Bu seçimlerde sınır hattı tamamen HDP’nin kontrolüne geçti.
TÜRK DÜNYASI VE İSLÂM ALEMİ İLE BAĞIMIZ KESİLİYOR
- Bu strateji nasıl bir planın parçasıdır? Ortaya çıkan harita nedir?
Oğan : PKK, aslında Büyük Ermenistan haritasının bire bir örtüştüğü bir coğrafyayı kendisine “yurt” edinmeye çalışmakta, bunun için silahlı ve siyasi mücadeleyi paralel yürütmektedir. Bir ucu Akdeniz’de, bir ucu Kafkasya’da, bir ucu ise Karadeniz’de olan bir “Büyük Kürdistan” veya “Büyük Ermenistan” kurma hedefine doğru ilerlemektedirler.
PKK aslında “Büyük İsrail ve Büyük Ermenistan” projelerinin taşeronluğunu yapmaktadır. Bilindiği gibi, Büyük Ortadoğu Projesi aslında İsrail’in güvenliğini sağlama projesidir. Peki İsrail’in güvenliğini kim tehdit etmektedir? Bunun cevabı da bellidir. Irak, Suriye, İran ve Türkiye. Bu dört ülkenin ortak sorunu ise her birisi içerisinde yaşayan Kürt nüfusunu terörize edip, parçalamaktır. Bu dört ülke kendi dertleri ile uğraşırsa, İsrail’e tehdit oluşturamazlar. Nitekim öyle de oldu. Şimdi planın Irak ve Suriye kısmı tamamlanırken, İran ve Türkiye kısmında çalışmalar devam etmektedir.
Bölgede “Büyük Kürdistan” kurmakla aslında bir yandan bölgedeki zengin petrol yatakları herhangi bir ülke topraklarından değil de kurulacak ve Akdeniz’e uzayacak Kürdistan üzerinden geçirilmek isteniyor. Diğer taraftan da bu hat aynı zamanda Türkiye ile İslam dünyası arasında bir sur olarak da örülecektir. Yukarıda ise Ermenistan ile sınır olacak ve kuzeyden de Karadeniz’e uzanacak bir Kürdistan-Ermenistan hattı ile Türkiye’nin Türk Dünyası ile bağı da kesilecektir.
Türkiye’nin, Türk Dünyası ve İslam alemi ile bağı kesildiği takdirde bir daha hiçbir ülke için tehdit teşkil etmeyecektir.
HDP BAŞKANLARI BİRKAÇ KEZ GELDİ, BAHÇELİ BİR KEZ BİLE GELMEDİ
- Söz konusu kritik illerde HDP'nin “başarısı”, AKP ve MHP'nin başarısızlığını neye bağlıyorsunuz? Nerede yanlışlar yapıldı?
Oğan : Bunun sebeplerinden birisi, HDP’nin bilinçli bir şekilde geleneksel olarak bu bölgede nüfus üstünlüğü olmamasına rağmen bölgeye dışarıdan nüfus kaydırması, diğer siyasi partilerin bölgeye yeterince eğilmemeleri, HDP eş başkanları bölgeye birkaç defa gelmiş olmalarına rağmen geleneksel olarak Türkiye’nin Türk Dünyasına açılan kapısı olan ve Türk milliyetçilerinin kalesi olması gereken bu bölgeye (Kars-Ardahan-Iğdır) MHP Genel Başkanı 2015 seçimlerinde tek bir ziyaret dahi yapmadı. Buna her üç partinin yanlış aday tercihleri de eklenince hezimet kaçınılmaz oldu. Ve tabi bölgede çok önemli olan sandıklara yeterince sahip olunamaması da çok önemli bir faktördür.
“NÜFUS ARTIŞI KELEŞ KADAR ETKİLİ BİR SİLAH OLDU”
Bu durum neticesinde HDP Ağrı’da 4-0, Iğdır’da 2-0, Kars’ta 2-1, Ardahan’da 1-1 gibi bir sonuca ulaştı. Artvin’de ise DHKP-C üzerinden, radikal sol üzerinden faaliyetlerini sürdürürken, seçimlerde hiç tabanı olmamasına rağmen hatırı sayılır oy alması, PKK’nın iştahını kabarttı ve yeni hedef olarak Karadeniz’e çıkış konuldu. Yeri gelmişken bir hususun da altını çizmem gerekir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan sürekli, “3 çocuk yapın” diyor, çocuklara teşvik veriyor. Bu doğru bir siyaset olmakla beraber 3 çocuğa da teşvik veriliyor, 13 çocuğa da. Halbuki 3 çocuğa teşvik verilirken, Doğu ve Güneydoğu'da ailelerin bakma imkanı olmayan 5'ten fazla çocuk yapılmasını menfi teşviklerle engellemek gerekirdi. Zira bölgede nüfus artışı artık PKK’nın Keleşi kadar etkili bir silah haline gelmiştir.
- Sınır illerimizin HDP'nin kalesi haline gelmesi Ermenistan ve Azerbaycan politikalarımızı nasıl etkileyecektir?
Oğan : HDP’nin bölgede etkin hale getirilmesi öncelikle Ermenistan ile sınır illeri arasında kapıların açılması ve sınır ticareti yapılmasını kolaylaştırıcı rol oynarken, Azerbaycan’ın nefes borularının kesilmesi anlamına da gelecektir. Bölgede büyük bir oyun oynanmaktadır. Maalesef Azerbaycan da bu oyunun çok farkında değildir. Oyunu, Ermenistan ve Batı'daki Ermeni hamileri kurarken, HDP ve AKP oyunun oyuncuları ve piyonları haline gelmiştir. Türkiye’de sınır illerimizin HDP ve PKK’nın kontrolüne girmesi sonucu bölgedeki dengeler hızla Ermenistan’ın lehine ve Azerbaycan’ın aleyhine gelişmektedir. Bu hızlı ilerleyişe akılcı müdahaleler edilmediği takdirde Türkiye’nin Türk dünyası ile bağı kesilecektir. Aynı zamanda Azerbaycan’ın da bölgeye hapsedilmesi ve Rusya’ya bağımlı kılınması ile neticelenecektir. Siyasi partilerin ve devletin bu bölgeye siyasi kaygılarla değil, milli kaygılarla yaklaşması bir zaruret haline gelmiştir.
İRAN ANLAŞMASI VE TIR YAKMA EŞ ZAMANLI
- Bölücü terör örgütünün Kars-Ağrı-Ardahan üçgenine yüklenmesinin sebebi nedir?
Oğan : Bu sorunun iki cevabı vardır. Birincisi yukarıda bahsettiğim uzun vadeli jeopolitik gerekçelere dayanmaktadır. Diğer sebep ise daha kısa vadeli ve mühimdir.
PKK neden Ağrı-Iğdır-Kars-Ardahan ve Iğdır-İran; Iğdır-Nahçivan sınır kapıları hattında etkin olmaya başladı? PKK yukarıda ifade edilen hatlarda yüzlerce araç durdururken, neden otomobilleri veya diğer araç türlerini yakmıyor da sadece TIR yakıyor? Bu soruların cevabının verilmesi gerekiyor.
PKK, neden Nahçivan’a ve özellikle de İran’a giden TIR'ları yakıyor? İşin ilginç yanı PKK’nın Iğdır-Ağrı-İran ve Kars-Iğdır-Nahçivan hattında TIR yakma eylemlerini başlatmasının tarihinin, ABD-İran arasındaki Nükleer Anlaşma ile aynı günlere denk gelmesiyle alakâlı olabilir mi? PKK’nın amacı eğer terör ise korku salmak ise yolda durdurduğu her türlü aracı yakması gerekmez mi? Neden sadece TIR'ları yakıyor, diğer araçların kontak anahtarlarını toplayıp, dokunmadan, yakmadan gidiyor? Zannediyorum ki, bu İran ile Batı arasında başlayan balayı sonrasında, Batı’nın iştahını kabartan İran pazarı üzerindeki ekonomik savaşın Türkiye’ye yansımasıdır. PKK almış olduğu ihale gereği taşeronluk yapmaktadır. İran pazarına mal sağlayacak ülkelerin geçiş güzergâhı olarak Türkiye’nin kullanılmasını istemedikleri bu saldırılar ile net bir şekilde ortaya çıkmıştır.
Sosyal medyada bir takipçim bana yazarak, aynen şöyle diyor; “Ben Akdeniz Bölgesi'nde ihracat yapan Kürt kökenli bir vatandaşım. Son günlerde Doğubeyazıt’a mal gönderecek TIR bulamıyorum. Elim kırılaydı da HDP’ye oy vermeyeydim”... Buna benzer çok sayıda yorum, mail ve telefon alıyorum. Bölge ile ticaretimiz kilitlenmiş durumda. Zaten istenen de sanırım buydu…
AKİLLER, ARTİSTLER NEREDE?
- Malazgirt'te bir Binbaşımızın şehit edilmesi, Erzurum-Horasan'da Uzman Çavuşumuza saldırılması tesadüf müdür?
Oğan : Elbette tesadüf değildir. PKK bu cinayetleri ciddi bir istihbarat faaliyeti sonucu gerçekleştiriyor. Peki bizim önleyici tedbirlerimiz, istihbari faaliyetlerimiz neden yok? Adına çözüm süreci denen melanet günler boyunca PKK bütün hazırlığını tamamlarken, istihbarat örgütlerimiz ve güvenlik güçlerimiz ne yaptı? Maalesef ki, ortalıkta yakıp yıkan terör, ona karşı direnemeyen beceriksiz bir hükümet ve karşısında ise sessiz bir kitle var... Bu beceriksizler maalesef ki, Türkiye'yi kapana kıstırdılar.
PKK'yı IŞİD'i azdırıp bugünlere getiren, önleyici tedbirleri almayıp terörü dolaylı besleyenler ve siyasi uzantıları da en az onlar kadar sorumludur. Bugünlerde Akil Adamlar, artistler pek ortalıkta yok, bebek katili Öcalan'ı kahraman yapanlar ortalıkta yok, kimse ortada yok. Ortalıkta sadece katiller ve maalesef onların şehit ettiği güvenlik güçlerimiz var.
- Tarihi ve bölgeyi en iyi bilen isimlerden biri olarak, önerileriniz nelerdir?
Oğan : Yapılacak işleri ikiye ayırmak gerekir. Birincisi, siyaset olarak yapılması gerekenler: Öncelikle HDP dışındaki tüm siyasi partiler, liderleri ve devlet bu konuya ciddi olarak eğilmelidir. Bu bölgeye siyasi kaygılarla değil, milli menfaatler olarak bakmak gerekir. Parti içi kısır çekişmeler asla bu bölgeye yansıtılmamalıdır. Bu bölge için aday tespitleri belki çok önceden yapılmalıdır. Bölgeye partinin en güçlü isimleri aday olarak gönderilmelidir. Sandıklara ciddi sahip çıkılmalıdır.
İkincisi: İşsizliği azaltıcı tedbirler derhal devreye alınmalıdır. Batıya göç etmiş bölge insanları geriye göç pozisyonuna getirilmelidir. Bölgeye en kaliteli valiler, kaymakamlar, polisler, müdürler, askerler, bürokratlar, öğretmenler ezcümle en kaliteli ve yüksek maaşlı memurlar gönderilmelidir. Sınırdaş ülkeler ile özellikle de Azerbaycan, Gürcistan ve İran ile bölgeye has özel görüşmeler yapılmalıdır. Bunun neticesinde ise özel çok taraflı projeler hayata geçirilmelidir. Ayrıca bölgede 3 çocuğa teşvik verilirken 5’ten fazla çocuk teşvik kapsamından çıkarılmalı ve hatta tersi tedbirler alınmalıdır. Zira aileler bakamayacakları sayıda çocuk yaptıklarında işsiz ve eğitimsiz bu gençler terör için kaynak haline gelmektedir. Türkiye’ye göç eden Ahıska Türkleri ve Türkmenlere vatandaşlık verilerek, bu bölgeye yerleştirilmelidir. Ve bölgede TOKİ tarafından ücretsiz toplu konut yapımına geçilmelidir.
Güvenlik açsısından gümrüklere sahip olunmalıdır. PKK’nın gelir kaynaklarından birisi olan kaçakçılık engellenmelidir. Ve elbette, profesyonel terörle mücadele güçleri kurulmalı ve bu bölgede faaliyete geçirilmelidir. Terör ile ekonomik araçlarla, istihbari araçlarla ve sosyal politikalarla ve profesyonel güvenlik güçleri ile mücadele edilmelidir. (REF: Müyesser Yıldız, 31 Temmuz 2015 Odatv.com)

28 Temmuz 2015 Salı

Acaba, devam edegelen malûm süreç ne oldu? Bu yeni süreç de neyin nesi?...

Cumhurbaşkanı Erdoğan: Süreç başlamıştır!...
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Çin Halk Cumhuriyeti'ne yapacağı ziyaret öncesi Esenboğa Havalimanı'nda açıklamalarda bulundu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Bu ülkede, milli birliğimize, kardeşliğimize kast edenlerle, bir çözüm sürecini devam ettirmek mümkün değil. Olması gereken nedir? Milli birliktir, kardeşliktir" dedi. Erdoğan, HDP'nin kapatılması ile ilgili soruya da şöyle cevap verdi: "Parti kapatılmasını doğru bulmuyorum, dokunulmazlıklarının kaldırılmasıyla parti yöneticileri bunun bedelini ödemeli" Erdoğan bir gazetecinin 'Son gelişmelerle birlikte çözüm süreci artık bitti mi? sorusuna şu cevabı verdi;
BUNLARLA ÇÖZÜM SÜRECİ YÜRÜMEZ
-Sürecin başlangıcına bakalım geldiğimiz ana bakalım. Biz demokratik açılım olarak başlattık. Bu hükümetin samimi niyetiydi. Mesafe aldıkça olayı milli birlik ve kardeşlik projesi olarak zenginleştirdik. Akil insanlar çalışmasını başlattık.
-Anadolu'nun dört bir yanına temsilcileri göndererek nabız yokladık. O arada malum çözüm sürecini anlattılar. Bundan rahatsız olanlar oldu destekleyenler oldu. Yerel seçimlere giderken bir şeyi gördük. Çözüm sürecinin istismarını gördük. Çözüm süreci Mart'ta başbakan olarak partimin başındaydım ve maalesef karşılığını bulmadı. Genel seçimlere geldiğimizde bu işin ciddi manada hasar gördüğünü gördük. Bu hasarla birlikte artık ortada bir gerçek var.
-Bu ülkede milli birliğimize kardeşliğimize kast edenlerle bir çözüm sürecini devam ettirmek mümkün değil. Olması gereken nedir, milli birliktir.
-Çözüm süreci denen başlığın çok çok önemli olan içeriği zengin bir başlıktır. Bununla bu ülkede 78 milyon vatan evladı verilmiş haklar neyse aynen kullanacaktır. Burada bir geri adım söz konusu değildir. Ret ve inkar politikalarını ayaklar altına alan iktidar bizim iktidarımız.
"DEVLET BU VARLIĞINI BÜTÜN İMKANLARIYLA SEFERBER ETMEK SURETİYLE ORTAYA KOYACAKTIR"
Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Türkiye Cumhuriyeti Devleti, teröristlerden de onları destekleyen sözde siyasetçi, sözde aydın, sözde sivil toplum kuruluşu temsilcisi herkesten de şehitlerimizin kanlarının hesabını sorma gücüne sahiptir. Burada herhangi bir geri adım atma söz konusu olmayacaktır. Şehirlerimizde, şehirlerimizin ilçe merkezlerinde, kırsalda nerede olursa olsun bu ülkenin her santimetre karesinde devlet vardır. Devlet bu varlığını bütün imkanlarıyla seferber etmek suretiyle ortaya koyacaktır. Süreç şu anda başlamıştır, bu süreç herhangi bir rehavete fırsat vermeden de devam edecektir" diye konuştu.
"BU MİLLETİN SABRINI İSTİSMAR EDENLER HAK ETTİKLERİ CEVABI ALACAKLARDIR, ALMAYA DA BAŞLADILAR"
Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Türkiye, adı ve amacı ne olursa olsun ülkesine ve milletine karşı ihanet içerisine giren her türlü paralel devlet yapılanmasıyla mücadele etme dirayetine sahiptir. Bu milletin ve devletin hoş görüsünü, sabrını istismar edenler hak ettikleri cevabı en kısa zamanda alacaklardır, almaya da başladılar. Vatandaşlarımızın ellerindeki belgeleri güvenlik güçlerine ulaştırmalarının gerekliliğine inanıyorum" dedi.
"ULUSLARARASI HUKUKTAN KAYNAKLANAN NE HAKKIMIZ VARSA KULLANIYORUZ"
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Bugün, NATO'nun olağanüstü bu konuyu muhtevi toplantısı var. Burada da NATO üzerine düşen neyse bu adımı atmaya hazır olduğunu beyan edeceğine inanıyorum. NATO üyesi olan bir ülke saldırıya uğraması halinde NATO, üyesi olan ülkeyle ilgili kendisine her türlü desteği verir. Şu anda saldırıya uğramış olan Türkiye, burada kendisini koruma, güvence altına alma haklarını şu anda kullanmaktadır, bunu sonuna kadar da kullanacaktır. Burada uluslararası hukuktan kaynaklanan ne hakkımız varsa kullanıyoruz, kullanmaya da devam edeceğiz. Diyoruz ki 'burada NATO'ya da düşen görevler her an olabilir dolayısıyla NATO'nun da bu konuda hazırlıklı olması talebimiz var" diye konuştu.
BALİSTİK FÜZELER
Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Balistik füzelerle ilgili olarak işin başında en uygun teklifi bize veren ülke Çin Halk Cumhuriyeti olmuştur. Daha sonra bazı gelişmeler oldu, bu gelişmeler sebebiyle bazı aksamalar söz konusu. Bu ziyarette, bu konuları tekrar ele alacağız. Bu uygun teklifi zenginleştirecek teklif, bizler tarafından da makul karşılanacaktır" dedi.
GÜVENLİ BÖLGE
İlk adımın güvenli bölgenin alt yapısını oluşturmak'' olduğunu söyleyen Erdoğan, Konuyla ilgili olarak benim geçtiğimiz çarşamba sayın Obama ile yaptığımız görüşmede bunları etraflıca ele aldığımız gibi, daha önce Dışişleri bakanlığımızın ABD'li yetkililer ile yaptığı görüşmelerde de bu konular konuşuldu. Herşeyden önce malum terör örgütüyle DEAŞ ile özellikle Kuzey Suriye'deki mücadelenin verilmesi büyük önem arzediyor. Aynı zamanda ulusal güvenliğe tehdit oluşturan bölgedeki malum unsurlar var.'' dedi. ''Bizler için ikmal bölgesi dediğimiz bölgenin tehditten arındırılması ve güvenli bölge oluşturulması takdir edersiniz ki bizdeki 1 milyon 700 bin Suriyeli vatandaşların artık ülkelerine dönme beklentisi içinde olmaları bakımından zemin oluşturacaktır.'' diyerek sözlerine devam eden Erdoğan; ''İlk etapta buraların arındırılması ve temizlenmesi ve güvenli hale getirilmesinden sonra güvenli bölge tanımı yapılmasının adımı atılmış olacaktır.'' dedi.
TERÖR SADECE TÜRKİYE'Yİ İLGİLENDİRMİYOR
Terör mevzi bir sorun değil, uluslararası bi sorundur, herkesi ilgilendiriyor.  Türkiye 16 bin yabancı savaşçıya engel koymuştur.  Teröre karşı sadece Türkiye'nin mücadelesiyle olmaz.
NATO
NATO üyesi bir ülkeyiz. Şu an Türkiye bir saldırı içerisindedir.  Türkiye'de NATO'dan gelen tüm haklarını kullanmaktadır.  NATO üyeleri de "Türkiye'nin yanındayız" diyorlar... NATO'nun üzerine düşeni yapmayı devam edeceğini beyan edeceğini düşünüyorum.
PARTİ KAPATILMASINI DOĞRU BULMUYORUM
Parti kapatılmasını doğru bulmuyorum, parti yöneticileri bunun bedelini ödemeli. Gerçek kişilerle uğraşmalıyız tüzel kişilerle değil. "Terör örgütlerini kendi arkalarında gösterenler, 'biz sırtımızı şuraya, buraya dayıyoruz' diyenler, bu ifadelerin bedelini ödemelidirler ama partinin kapatılmasını asla doğru bulmuyorum."

21 Temmuz 2015 Salı

DÜNYA'NIN MERKEZİ İSTANBUL., SIFIR NOKTASI [Can EROĞLU & Yalçın KOÇAK]

SIFIR MERİDYENİ LONDRA’DAN DEĞİL İSTANBUL’DAN GEÇİYOR
Bugün bütün dünya ile birlikte biz de saatlerimizi sıfır meridyeninin geçtiğine inanılan İngiltere’deki Greenwich’e göre ayarlıyoruz. Ama henüz 130 yıl öncesine kadar sıfır meridyeni İstanbul’dan geçiyor ve hem zamanın hem de dünyanın merkezi İstanbul sayılıyordu. Bu gerçeği Osmanlı arşivlerinden çıkardığı haritalarla ispatlayan astronom Yakup Emre, “Arşivlerimizdeki belgeler tarihi yeniden yazdırır” diyor.
Sadece Osmanlı İmparatorluğu’na değil Roma ve Bizans İmparatorluklarına da başkentlik yapmış olan İstanbul, daha 130 yıl öncesine kadar dünyanın merkezi olarak kabul ediliyordu. Sıfır meridyeninin geçtiği İstanbul, aynı zamanda dünyanın Doğu ve Batı diye ikiye ayrılan merkeziydi de. Doğu ve Batı Roma tanımları bile İstanbul merkeze alınarak söylenebiliyordu. Haritalar buna göre yapılır, saatler İstanbul’a göre ayarlanırdı. Genç araştırmacı astronom Yakup Emre’nin ilk kez bir makalesiyle gündeme getirdiği konu üzerine geçtiğimiz hafta Aydın Üniversitesi’nde düzenlenen Sıfır Meridyen Çalıştayı, 130 yıl önce İngilizler tarafından çalınan milyon taşını ve sıfır noktası unvanını Greenwich’ten geri almak için harekete geçti. Çalıştay sonunda açıklama yapan Prof. Dr. Saim Yeprem, konunun daha geniş tartışılabilmesi için önümüzdeki yıl uluslararası bir meridyen kongresi düzenleyeceklerini açıkladı.
DÜNYANIN MERKEZİYDİ
Çalıştayın oturum başkanlığını yapan İlber Ortaylı’ya göre Doğu Roma İmparatorluğu döneminde dünyanın merkezi olarak Yerebatan Sarnıcı’nın önündeki ‘milyon taşı’ bütün dünyanın başlangıç ve merkez noktası olarak kabul ediliyordu. Ta ki 1800’lü yılların sonuna kadar… Ortaylı’ya göre Greenwich’in sıfır noktası olarak kabul edilmesi, Britanya İmparatorluğu’nun tezahürü olarak anlaşılmış. Bizde başlayan tartışmanın izinden giderek, dünyanın merkezi olan ‘milyon taşı’nın ve Ayasofya’nın hilalinden geçtiğine inanılan sıfır boylamının hikâyesi ‘aslında neydi’ diye sorduk. Sıfır meridyenini ilk kez gündeme getiren Yakup Emre’nin yanı sıra Siyaset Bilimci Yalçın Koçak, Araştırmacı Yazar Celal Tahir ve Tarihçi Yazar Orhan Sakin’le İstanbul’u dünyanın merkezi yapan hususları ve meridyen tartışmasının arka planını konuştuk.
4. YÜZYILDA YERLEŞTİRİLDİ
Aslında hikâyenin sonu hepimiz için çok tanıdık. Biz hikâyenin başına odaklanalım. Roma İmparatoru I. Konstantin tarafından bugünkü Sultanahmet Meydanı’na 4. yüzyılda yerleştirildiği düşünülen –ki bugün hala orada duran- Milyon Taşı, İstanbul’u dünyanın merkezi olarak konumlandırmıştı. Bizans ve Osmanlı dönemlerinde de şehir bu merkeziliğini korumuştur. Milyon Taşı (sıfır taşı) dünyayı Doğu ve Batı diye ikiye ayırırken, Coğrafya biliminde kullanılan boylamların ilki olan Sıfır Boylam da Ayasofya’nın hilalinden geçiyor diye kabul edilmişti. Zaman da buna göre belirlenmiş ve uzun yıllar pek çok ülke saatlerini İstanbul’a göre ayarlamışlardı. Ta ki 1884 yılına kadar.
HERŞEY ONA GÖRE AYARLANIYOR
1884 yılında Washington’da Uluslararası Meridyen Kongresi adıyla bir toplantı düzenlenir. Yirmi dört ülkeden temsilcilerin katıldığı toplantıda Osmanlı’yı Ahmet Rüstem Efendi temsil eder. Osmanlı’nın ‘şerhli evet’iyle başlangıç meridyeni Greenwich’e taşınır. Tabi onunla birlikte zaman ve konumun belirlenmesi de. Zamanla tüm dünya Greenwich’i başlangıç meridyeni ve saati olarak kabul eder. Osmanlı, kendi sistemiyle birlikte ikili bir sistem devam ettirir. Cumhuriyet sonrası Takvim, saat ve ölçülerle ilgili yapılan kanunda Türkiye’de Greenwich’e göre ayarlar kendisini. Bunun ne önemi var diyenler için şunları bazı başlıklarını saymak yeterli olacaktır: Haritalar buna göre çiziliyor, saatler buna göre ayarlanıyor, yön tayini buna göre yapılıyor. Bugün hava ve deniz trafiğinin yanı sıra tüm dünya borsalarının açılış kapanış saatleri bile buna göre ayarlanıyor.
Arşivlerimizdeki belgeler tarihi yeniden yazdırır
Anlamak için en baştan başlayalım, meridyen ne demek, sıfır meridyen ne demek? 
Meridyen diğer adıyla tûl zaman hesaplarının, konum tespitinin yapılabilmesi için dünya üzerine çizdiğimiz hayali çizgilerdir. Bu çizgiler toplamda 360 adettir. Doğu Batı diye ayırılabilmesi için bir (0) meridyen icap etmektedir. Bu (0) meridyen Dünya’nın herhangi bir yerinden geçirilebilir.
Peki, bu sıfır meridyeni dünyanın tam olarak neresinden geçiyor? 
Milattan sonra 2. yüzyılda yaşamış astronominin temel taşlarından İskenderiyeli Yunan astronom ve coğrafyacı Batlamyus El Macesti kitabında Kanarya Adalarını esas almıştır. Buranın alınmasının sebebinin, görebildikleri son kara parçasının Kanarya Adaları olmasından kaynaklandığı düşünülmektedir. Kanarya Adaları günümüzde İspanya’ya bağlı özerk bir topluluktur. O zamanlar uluslararası bir saat sistemi olmadığından her millet bilimsel çalışmalarında, haritalarında başkentlerini mebde-i tûl (baş meridyen) kabul ediyorlardı. Osmanlı Devleti İstanbul’u, İngiltereliler Greenwich’i, Fransalılar Paris’i esas almıştır.
Bizde ilk ne zaman uygulanıyor? 
Müslüman astronomi âlimlerin temel taşlarından Timur Devleti’nin Hükümdarı Semerkant rasathanesinin kurucusu Uluğ Bey, Kamçatka’nın doğusundan geçen meridyeni başlangıç olarak esas almış. Günümüzde Rusya’nın en doğusunda, Japonya’nın kuzeyinde yer alan Kamçatka, aynı zamanda dünyanın da en doğusunda bulunuyor. Burası, Greenwich’e göre gün oluştuğunda ilk sabah vaktinin zuhur ettiği yer olarak da bilinmektedir. Osmanlı’da ise astronomi Fatih Sultan Mehmed Han’ın davetiyle Uluğ Bey’in öğrencisi Ali Kuşçu ile başlamaktadır.
Sıfır meridyeninin İstanbul üzerinden geçtiğini gösteren bir Osmanlı haritası buldunuz yakın zaman önce. Bununla ilgili başka bilgi, belge ve haritalardan söz edebiliyor muyuz?
Osmanlı vesikalarında arşivlerinde coğrafyacıların bununla alakalı birçok haritası mevcuttur. İstanbul Kütüphaneleri ve Osmanlı Arşivi malzemesi zengin mekânlardır. Buralar detaylı bir şekilde incelenmedi. Yedikıta dergisi olarak İstanbul’u gösteren haritayı ilk biz yayınladık. Bizim bulduğumuz İkinci Abdülhamid Han devrinde, şehzadelere Coğrafya dersi veren Mehmed Eşref Bey’in Coğrafya-i Umumi Atlası kitabındaki haritadır.
NAMAZ İSTANBUL’A GÖRE KILINIYORDU
Başlangıç meridyeninin İstanbul olarak belirlenmesinin anlamı nedir? Bu bize ne sağlıyor? Osmanlı için halifeliğin bir nişanıdır. Bu yüzden Osmanlı’nın hâkim olduğu toprakları gösteren haritalarda baş meridyen olan Ayasofya Camii’nin kubbesinden geçen meridyene “Arz-ı Halife” veya “Arz-ı İstanbul” deniliyordu. Çünkü Halife-i Mü’minin İstanbul’dadır. Hâlen İstanbul’u esas alarak namazlarını kılan ülkeler mevcut. Mesela Afganistan’da bayram namazı vaktini İstanbul esas alarak kılıyorlar. Sebeb ise Halife-i Mü’minin ile aynı anda bayram namazını eda edelim düşüncesidir. Greeenwich esas alındıktan sonra artık bütün hesaplar oraya göre yapılıyor. Dünya’nın düzenini saatini programını İngilizler ayarlıyor. Borsaların açılıp kapanması uçakların kalkış saatleri hep Greenwich’e göre ayarlanıyor.
ZAMANIMIZI BOZDULAR
Mehmet Eşref Bey’in hazırladığı coğrafya kitaplarında farklı yerlerden sıfır meridyenini geçiren haritalar olduğunu söylüyorsunuz. Bunlar ne anlama geliyor?
Evet, Mehmed Eşref Bey hazırladığı Coğrafya-i Umumi Atlası kitabının mukaddime kısmında şöyle ifade ediyor. Osmanlı’nın hâkim olduğu topraklarda Dersaadet’i (İstanbul’u) esas aldığını, Dünya haritalarında ise Paris veya Greenwich’i esas aldığını söylüyor. Mehmed Eşref Bey İkinci Abdülhamid Han devrinde Şehzadelere Coğrafya dersleri veren birisi. Washington’daki kongreden sonra dahi Greenwich’i kabul etmeyip Osmanlı’nın hâkim olduğu haritalarda hep İstanbul’u Ayasofya’nın kubbesini arz-ı halife dedikleri yeri kabul etmiştir. 1884’teki o kongreden sonra Osmanlı saat sistemindeki işleyiş nasıl oldu?
Osmanlı’da zaman kavramı şu şekildeydi; Gün başlangıcını akşam namazından itibaren başlatıyorlardı. Yani güneş battıktan sonra saatlerini 12.00 yapıyorlardı. Buna ezâni saat alaturka saat de denilmektedir. Kongreden sonra Osmanlı’da çift saat sistemi kullanıldı. Bunlardan birisi vasati saat bir diğer adıyla alafranga saat dediğimiz Greenwich esas alınarak kullanılan saattir. Bu ezâni saat uygulaması 1932 yılında çıkan Takvim, Saat ve Ölçülerde Değişiklik Kanunu’na kadar devam etmiştir. Ülke genelinde de tamamen Greenwich esas alınan saat sistemi kullanılmıştır.
Yalçın Koçak – İstanbul Aydın Üniversitesi: Mekke’deki saat kulesi, İstanbul’a karşı bir hamle
Sadece tarihi bir meseleyi konuşmuyoruz, tehlikesi hala süren bir şeyi konuşuyoruz. Bunun üzerine gitmemiz gerekir. Biliyorsunuz Mekke yönetimi yaptıkları saat kulesiyle Mekke merkezli bir zaman uygulaması başlatmak istiyorlar. Biz İstanbul’un merkeziliğini unutunca İstanbul’un sıfır meridyeni Greenwich’e taşındı. Peki, İstanbul’un bir de zamanda sıfırı vardı, bunu da engellemeleri lazım. Mekke’deki saat kulesi bu yüzden ortaya çıkıyor. Ayasofya’nın hilalinin zaman misyonu, Mekke’de yapılmış olan Kraliyet Saat Kulesi’ne taşınmak isteniyor. İstanbul merkezli bir zaman uygulaması olmasın diye uydurulmuş bir şey bu. El Cezire saatini Kraliyet Saat Kulesi’ne bağladı bile. Çünkü İstanbul merkezli bir saat kurulmasın diye Mekke’nin dini bağlamını da istismar ederek bunu yapıyorlar.
İNGİLİZLER MİLYON TAŞI’NI ÇALDILAR
İngilizler 1886’da Yerebatan Sarnıcı’nın girişi kapısı kısmındaki Milyon Taşı’nın yarısını kesip Greenwich’e götürdüler. Bu bir kültür meselesidir. Belki sıfır meridyeni yeniden İstanbul’dan başlatamayız ama mesele gelecek nesillerimizin işin doğrusunu öğrenmeleridir.
Celal Tahir – Araştırmacı Yazar: Gün neden gece 12’de başlıyor sormalıyız!...
Zamanı ve mekânı tanımladığınız vakit, artık her şeyi tanımlayabilecek duruma geliyorsunuz. Burada iki şeye dikkat etmemiz lazım, mekân yeniden tanımlanırken İstanbul devre dışı bırakılıyor, Washington’da alınan kararla Londra merkez oluyor. Aynı yerde zamanın referans noktası da yeniden tanımlanıyor. Bunlarla ilgilenmiyoruz. Cumhuriyet’ten sonra takvim ve saat ölçülerinin değiştirilmesiyle biz bu yeni küresel değişikliklere intibak etmiş olduk. Meseleyi dar bir siyasal bağlamın dışında daha derin olarak kavramak zorundayız. Burada mesele zamanın yeniden tanımlanmasıdır. Bizim bazı soruları sormamız lazım. Milyon taşı neden İngiltere’ye götürüldü? Sıfır boylam niye oradan geçiyor? Zaman neden yeniden tanımlandı, yeni gün neden gece yarısı on ikide başlıyor? Bizim eski kültürümüzde böyle değildi, Tevrat’ta da böyle değildi, Hint geleneğinde de böyle değildir. Bizde gün, geceyle başlar. Perşembe bittiğinde Cuma’nın gecesi başlar. Kural budur. Bu soruyu cevaplayalım.
Orhan Sakin – Tarihçi Yazar: Amerikan ve İngiliz oyunu
19. yüzyılın sonlarına doğru ulaşım ve iletişim araçlarının gelişmesinin, zamanı daha önemli hale getirdiği bilinen bir husustur. Ulaşım ve iletişimin süratlenmesi, zamanı mahalli olmaktan da çıkarmış, globalleştirmişti. Nitekim 1860’lardan itibaren başlangıç meridyeni ve meridyen ölçümleri konusunda çalışmaların yoğunluk kazandığı, ulusal ve uluslararası toplantıların arttığı görülmektedir. Bu dönem aynı zamanda Batı’nın dünyanın üzerinde hâkimiyet ve üstünlük yarışına girdiği bir dönemdir. 1884 yılında Washington’da yapılan konferansta İngiliz tezinin kabul edilmesi, “Güneş batmayan imparatorluk” olarak da adlandırılan İngiltere’nin küresel gücüyle bağlantılı olduğu inkâr edilemez.
[13 MAR 2015 // CAN EROĞLU, (Yalçın KOÇAK & SIFIR NOKTASI)

13 Temmuz 2015 Pazartesi

ANKARA KALESİ; "Bir ANIL ÇEÇEN Klâsiği" – HABER & MAKALE

ABDÜLHAMİT HAN’IN ŞAM DEVLETİ
Dünya üçüncü bin yıla doğru ilerlerken üçüncü dünya savaşını birileri Suriye’de yaşanmakta olan savaş sürecinden çıkartmaya çalışmaktadır.
Birçok merkez ve uzman bu konuda düşüncelerini dile getirirken, bu bölgenin tarihsel geçmişini ve bugüne gelen mirasını ele alarak dünyanın geleceğini tartışmaktadırlar. Dünya tarihi içinde Orta Doğu’nun geçmişi ele alınarak irdelenirken, Suriye’nin de geçmişi didik didik edilmekte ve geçmiş dönemlerden bugüne uzanan bir zaman dilimi içinde bu ülkenin haritası ve jeopolitik konumu yeniden belirlenmeye çalışılmaktadır. Türkiye cumhuriyetinin güney sınırlarından başlayan bu ülkenin geçmişi, bütün bölgeyi ilgilendirdiği gibi en uzun sınırlara sahip olduğu Türkiye’yi de yakından ilgilendirmektedir. Türkiye’nin hemen güneyinde yer alan bu ülke açısından da Türkiye Cumhuriyeti bu ülkenin kuzey komşusu olarak haritada yer almaktadır. Dokuz yüz kilometrelik bir ortak sınır bu iki ülkenin kaderini bir araya getirmekte ve her iki ülkede kendi geleceği ve güvenliği açısından birbirini yakından izlemek zorunda kalmaktadır. Bu çerçevede Suriye’de cereyan etmekte olan iç savaş her yönü ile Türkiye’yi yakından ilgilendirmekte, Türk devletinin bu ülkeye olan komşu konumundan bütün emperyalist devletler yararlanmak istemekte ve kendi emperyal planları doğrultusunda Türkiye’yi ve Türkleri savaş senaryoları doğrultusunda kullanmaya çalışmaktadırlar. Bu doğrultu da, son zamanlarda Türkiye’nin başlıca meselelerinden birisi haline gelen Suriye sorunun çözümü için bu ülke ile ilgili olan bütün gerçeklerin ortaya konulması gerekmektedir.
ABD’nin Büyük Orta Doğu, İsrail’in Büyük İsrail, Avrupa Birliğinin ise Büyük Avrupa planları doğrultusunda merkezi coğrafya haritasının yeniden çizilmeye başlandığı yeni dönemde, önce Irak’ta ve daha sonraları da on yıllık bir kısa dönem içerisinde Arap baharı provokasyonları sonrasında Suriye de iç savaş çıkartılmış ve Türkiye’nin güney sınırlarında yer alan bu iki komşu devlet ve ülke yıkılmaya çalışılmıştır.
Tarihin çeşitli dönemlerinde bazen aynı devletin çatısı içinde yer alan bu üç ülke zaman zaman da merkezi coğrafyanın jeopolitik konumu nedeniyle karşıt devletler çatısı içinde yer aldıklarında birbirleriyle savaşlara sürüklenmek zorunda kalmışlardır. Bezen merkezi alanın ortak kaderi bu üç ülkeyi benzer bir yöne doğru çekmiş, bazen da doğu-batı yada kuzey-güney ekseninde gündeme gelen siyasal gelişmeler, orta dünya ülkelerini birbirine karşıt konumlara getirmiştir. Türkiye topraklarında tarih sahnesine Selçukluya da Osmanlı İmparatorluğu gibi ortaya çıkan devletler güneye doğru inerek Irak ve Suriye bölgelerini de hegemonyaları altına alabilmişlerdir. Bazen de bunun tersi olmuş, Irak’ta kurulan Bağdat merkezli Abbasi imparatorluğu kuzeye çıkarak Anadolu yarımadasını da kendi hegemonya alanına dönüştürebilmiştir. Abbasi hanedanın çöküşü üzerine İslam coğrafyasının yönetimi Şam’a kayınca, bu kez de Suriye’de Emevi imparatorluğu kurulmuş ve bu devlette kendi hegemonyası doğrultusunda kendi kuzeyinde yer alan Anadolu yarımadasını kontrol altına alabilmek üzere, tıpkı Abbasi devleti gibi zaman zaman kuzeye doğru askeri seferler düzenlemiştir. Bu nedenle, her üç ülkenin tarihinde ortak yönler fazlasıyla çoktur ve bu gibi benzerlikler, bugün üç ayrı ülke olarak tarih sahnesinde yer alan bu merkezi alan ülkelerini siyasal etkilenme sürecine itmiştir. Merkezi alanın tam ortasında yer alan bu üç ülkenin ortak geçmişi geleceğe dönük bir benzer yapılanma arayışını günümüzde bölgeye dayatmaktadır. Bu ülkelerin birbirleriyle etnik ve dinsel kavgalara sahne olmaları geçmişten gelen birikimin sonucudur.
Osmanlı İmparatorluğu üç yarımada üzerinde kurulu bulunan bir merkezi dünya devleti idi. 
Kuzey ve orta Asya’dan gelen Türkmen toplulukları Selçuklu İmparatorluğu döneminde, Azerbaycan üzerinden Irak ve Suriye’ye yerleşirlerken, aynı dönemde Anadolu yarımadası üzerine de giderek bu bölgeye de yerleşmişlerdir. Horasan bölgesini merkez tutan Selçuklular İran ile beraber Irak, Suriye ve Anadolu yarımadasını da yerleşerek buraları yeni yurtları haline getirmişlerdir. Arap yarımadasında yer alan Irak ve Suriye ülkeleri ile birlikte, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurulu bulunduğu Anadolu yarımadası da Türklerin hegemonyası altına girmiştir. Selçuklu devleti Hazar bölgesinden gelen Türk boyları ile kurulurken, aynı dönemde Asya ve Avrupa’dan gelen akınlar fazlasıyla etkili olduğu için, Selçuklu İmparatorluğu çok fazla dayanamayarak parçalanmak zorunda kalmıştır. Selçukluların İran, Irak ve Suriye bölgelerinde etkinliklerini yitirmelerine rağmen Anadolu’da son olarak ayakta kalan Anadolu Selçuklu Devleti daha uzun bir süre direnerek Anadolu yarımadasının Türkleşmesini sağlamıştır. Anadolu Selçuklu devletinin de bir süre sonra yıkılmak zorunda kalması üzerine, bu yarımada da yaşayan Türk boyları bu kez Osmanlı devleti olarak ortaya çıkarak yeniden bir Türk hegemonyasını merkezi alanda geliştirmeye yönelmişlerdir. Türkler yeni imparatorluğun çatısı altında önce Anadolu yarımadasında egemenliklerini kurmuşlar, daha sonraki aşamada ise suyun karşı yakasına geçerek Balkan yarımadasına ayak basmışlardır. Uzun süren savaşlar sonucunda Avrupa kıtasının ortalarına kadar Balkan yarımadasını fetheden Türkler, merkezi coğrafyadaki ikinci yarımadayı da ele geçirmişlerdir. Balkanlar bölgesinin ele geçirilmesi, Osmanlı devletinin merkezi alanda güçlü bir devlet olarak yedi yüzyıl varlığını sürdürmesini sağlamıştır.
Osmanlı devletinin hegemonya kurduğu üçüncü yarımada Arap yarımadası olmuştur.
Anadolu merkez haline gelirken, Balkanlar hegemonyanın batı ucunu oluşturuyor ve imparatorluğun gücü daha sonraki aşamada güneye doğru uzanırken, Osmanlılar Arap yarımadasının tamamını ele geçirdikten sonra, bir de Afrika kıt'asının kuzey bölgelerini de kendi otoritesi altına alarak dünyanın en büyük devleti haline geliyordu. Bugün Irak ve Suriye de devam etmekte olan iç savaşlarda, Selçuklu ve Osmanlı imparatorluklarından kalan siyasal mirasın bölüşümü kavgası sürüp gitmektedir. Batı emperyalizmi tarafından kışkırtılan Arap baharı olayları Irak ve Suriye’yi iç savaşlar üzerinden yeni bir savaş dönemine sürüklerken, Balkan ve Arap yarımadaları üzerinde yer alan Anadolu yarımadası üzerinde Türkiye Cumhuriyeti devletinin geleceği tartışma alanına girmiştir. Avrupa kıtası üzerinde sürekli olarak batılı emperyalist güçler ile çekişmek ve savaşmak zorunda kalan Osmanlı devleti, Balkan yarımadası içinde yer alan küçük toplulukların Balkanizasyon adı altında dağılmaya doğru yönlendirilmesiyle önce dağılmaya başlamış ve daha sonra da Birinci Dünya Savaşı ile birlikte çökerek dünya haritasından çekilmiştir. Osmanlı imparatorluğunu meydana getiren üç büyük yarım adadan Balkan yarımadası yirminci yüzyılın başlarında ayaklanmalara sahne olunca, Osmanlı devleti bu yarımada üzerindeki hegemonyasını yeniden tesis edememiş ve üst üstü iki kez gündeme gelen Balkan savaşlarının yitirilmesiyle birlikte, üç kıta arasındaki Türk imparatorluğu olarak Osmanlı devletinin çöküş süreci başlamıştır. Üç yarımada sonrasında Kuzey Afrika kıtasını da ele geçirmiş olan Osmanlı hegemonyası, Akdenizi tıpkı Roma imparatorluğu döneminde olduğu gibi bir iç deniz haline getirmiştir. On dokuzuncu yüzyılın başlarında Yunanistan’ın Osmanlı imparatorluğundan koparak bağımsız devlet olmasıyla başlayan Balkanizasyon sürecinde, Balkan ülkeleri teker teker bağımsız devlet olmaya doğru yönlendirilerek, merkezi alandaki Osmanlı hegemonyasına son verilmek istenmiştir. Balkan yarımadasının bütünüyleelden çıkmasına neden olan Balkanizasyon oluşumu bir imparatorluğu dağıtırken, Osmanlı yönetimini yeni arayışlara itmiş ve bu devletin Balkan yarımadası koptuktan sonra devam edebilmesi için yeni arayışlar kendiliğinden gündemegelince zamanın Osmanlı padişahı Abdülhamit yeni bir alternatif arayışını öne çıkarmıştır.
Balkanların ayaklanması sonrasında Kafkasya bölgesinin de Rus Çarlığının işgali altına girmesi Osmanlı yönetimini heptenyok olmak gibi bir çıkmaz ile karşı karşıya bırakması üzerine zamanın imparatoru II. Abdülhamit, birinci yarımadanın elden çıkışı sonrasında geride kalan iki yarımadayı bir arada tutacak yeni bir devlet yapılanması arayışı içine girdiği görülmüştür.
Anadolu ve Arap yarımadalarını bir arada tutabilecek yeni imparatorluk yapılanmasının merkezinin jeopolitik olarak iki yarımada arasında ve tam bir kesişme noktası üzerinde kurulması gerektiği için, iki yarımada üzerinde eskiden egemenlik kurmuş olan Emevi İmparatorluğu benzeri bir oluşuma gidilmesi, yeni bir alternatif olarak öne çıkınca, Abdülhamit İstanbul’u bırakarak Şam’ı imparatorluğun merkezi yapmaya yönelmiştir... Üçkıtanın kesişme noktasındaki bir boğaz üzerinde uzanıp giden İstanbul’un orta dünya imparatorluğu alanında başkent olarak kalabilmesi için jeopolitik açıdan Balkan yarımadasının Osmanlı çatısı altından çıkmaması gerekiyordu. Balkanları kaybeden ve elinden çıkaran Osmanlı İmparatorluğunda İstanbul kenti merkezi konumunu yitiriyor ve Anadolu yarımadasının ucunda, Arap yarımadasına çok uzak bir mesafede kalıyordu. Rusya’nın Kafkasya bölgesini ele geçirdikten sonra tam Orta Doğu’ya doğru inmeye yönelmesi aşamasında, Fransa’yı yanına alan Britanya İmparatorluğu Kıbrıs adasına gelip yerleşerek merkezi alanın hegemonyasını Müslüman olmayan bir emperyal güç olarak tesis ederken, orta dünyadaki İslam egemenliğini açıktan tehdit ediyordu. Kuzeyden gelen Hıristiyan tehdidi olarak Rusya’nın önünün kesilebilmesi için, batı emperyalizminin o dönemdeki başlıca temsilcisi olan Britanya İmparatorluğu Kıbrıs’ı işgal ederek ve bu ada üzerinden merkezi coğrafyaya yayılarak, orta dünyadaki Türk ve Müslüman hegemonyasını tehdit ediyordu.
Avrupa kıtasında Fransız devrimi sonrasındadevletler ulusal yapılanmaya dönüşürken, devletsiz kalan Yahudiler Budapeştemerkezli geliştirdikleri Siyonizm akımı doğrultusunda kendilerine bir yurtararken, I898 yılında İsviçre’nin Baselkentinde toplanarak örgütledikleri ilk Siyonist kongre de Filistin’iYahudilerin anayurdu ilan ederek, Avrupalı Hıristiyanların ele geçirmeyeyöneldikleri merkezi coğrafyanın tam ortasında, bu kez tarihte iki kez kurulmuşolan Yahudi devletinin devamı olarak bir üçüncü Siyonist devleti Filistintopraklarında ilan etmeye hazırlanıyorlardı.
Thedor Herzl gibi bir Macar Yahudisininöncülüğünde örgütlenen Yahudi devleti girişimini temsil eden bir heyet, Osmanlıpadişahı Abdülhamit’i ziyaret ederek Filistin topraklarını İsrail’i kurmak içinistemişler ama padişahın bunu ret ederek o topraklarda bütün Osmanlı tabasınınhakkı olduğunu ileri sürmesi üzerine, Siyonist örgütün ikinci heyeti yenidenAbdülhamit’i ziyaret ederek Filistin’i vermiyorsa Kıbrıs adasını Yahudikrallığı kurulabilmesi için Siyonistlere teslim edilmesini talep etmiştir. RuslarKafkaslardan Orta Doğu’ya doğru inerken, Akdeniz üzerinden bölgeye girenİngiltere ve Fransa Balkan ülkelerini ayaklandırarak Osmanlı İmparatorluğundankopmaya doğru sürüklerken, Avrupa kıtasından Vatikan öncülüğünde kovulanYahudiler de Orta Doğu’ya gelerek kendi devletlerini kendi din kitaplarında yazılıbulunan kutsal topraklar da kurmaya yönelmeleri üzerine, üç cephe de birdenaynı dönemde savaşmak zorunda kalan Abdülhamit, imparatorluğu dağılmaktankurtarmak üzere Balkanlar’da etkisini yitirmiş olan Osmanlı devletinin merkeziniİstanbul kentinden çıkartarak Şam kentine taşımaya yöneliyordu. Osmanlıdevletinin çöküş sürecinde 33 yıl gibi uzun bir süre imparatorluk koltuğunda oturan Abdülhamit, her türlü saldırı ve işgal girişimi ile mücadele ederken, Osmanlı devletini geleceğe dönük olarak yeniden kurmaya yöneliyordu. Bu yönü ile bir İslam imparatoru olmasına rağmen çağdaş bir devlet adamı kimliğini ortaya koyan Abdülhamit, birçok alanda reformlara ve benzeri yeniliklere yönelerek, batının gelişmiş ülkeleri ile devletlerarası rekabete girmek için çaba harcıyor ve güçlenen Avrupa emperyalizmi ile baş edebilmek için benzeri reformların Osmanlı devletinde yapılmasını istiyordu.
Abdülhamit zamanına kadar Osmanlı yönetimi Balkanlardaki Yahudi nüfusun baskı ve yönlendirmeleriyle, Avrupa’nın Hrıstıyan yapılanmasına karşı emperyal bir denge unsuru olarak devreye giriyor ve Hrıstıyan saldırılarına karşı güçlü bir doğu devleti olarak varlığını sürdürebilmek üzere bütün yatırımlarını Balkan yarımadasına doğru yapıyordu.
Roma İmparatorluğu sonrasında ortaya çıkan Hrıstıyan–Yahudi kavgasının önce İsrail’i yıkması, daha sonraki aşamadada iki bin yıl boyunca Avrupa kıtasını din savaşları ile birçok kanlı olaya sürüklemesiüzerine, hem Hıristiyanlar hem de Yahudiler güçlerini artırmak üzere, Avrupa kıtasının yanı başındaki merkezi alan topraklarına yöneliyorlar ve bu bölgede kurulu bulunan merkezi imparatorluk olarak Osmanlı devletinin varlığını tehdit ediyorlardı. Balkan ülkelerinin büyük çoğunluğunun Hrıstıyan olması ve Endülüs sonrasında Balkan yarımadasına büyük miktarda Yahudi göçleri olması nedeniyle, aslında Anadolu toprakları üzerinden Asya kıtasında kurulmuş olan Osmanlı devleti,Hıristiyan-Yahudi çekişmesi yüzünden Balkanları ana ülkesi yapıyordu. Bu durumda Anadolu yarımadası geride kalıyor ve sürekli olarak bir arka ülke muamelesi görüyordu. Arap yarımadası ise, iyice uzakta kaldığı için bu bölgeye ara sıra askeri seferler düzenleniyor ama kalıcı hiçbir yatırım yapılamıyordu. Anadolu bu durumda hiçbir yatırım yapılmayan boş bir alan olarak arka ülke konumunda yüzyıllarca geride kalarak varlığını sürdürüyordu. Osmanlı devleti Avrupa kıtasındaki Hrıstıyan-Yahudi çekişmesinde, Vatikan komutasındaki Hrıstıyan yapılanmasının Avrupa’daki Yahudi varlığını yok etmesini önlemek üzere hem sürekli olarak savaşıyor, hem de devlet yatırımlarını Balkanlara yaparak Avrupa kıtası üzerinde güç kazanmaya öncelik veriyordu. Bugün Balkanlar bölgesi gezildiğinde fazlasıyla Osmanlı eseri görülmesine rağmen, Anadolu toprakları üzerinde benzeri bir durum görülmemekte, aksine Bizans ve Selçuklu eserlerine Anadolu yarımadasında daha fazla rastlanılmaktadır.
Abdülhamit, Osmanlı başkentini Balkanların yanı başındaki İstanbul’dan Orta Doğu’nun merkezi kentlerinden Şam’a taşımaya karar verirken, geride kalan iki yarımadayı bir arada tutabilmek üzere Anadolu yarımadasına yönelik önemli devlet yatırımlarını öne çıkarıyordu.
Sahil kentlerinde önemli limanlar, bu limanlar ile bağlantılı kara ve demiryolları, Anadolucun batısından doğusuna kadar uzanan kara yolları boyunca telgraf direkleri Abdülhamit döneminde yapılarak, Osmanlının arka ülkesi konumundaki Anadolu yarımadası ön ülke konumuna getiriliyordu. İki Müslüman yarımadayı bir araya getirerek, Hrıstıyan Avrupa emperyalizmi ile Yahudilerin dünya hegemonyası planları doğrultusunda geliştirilen Siyonizm’e karşı çıkan Abdülhamit, Anadolu bölgesine yapılan yatırımlar ile Küçük Asya denilen bu bölgeyi dünyaya açıyor ve Balkanlar elden çıkarken, Anadolu üzerinden Arap yarımadası üzerinde yeniden bir hegemonya tesis ederek, Osmanlı devletini değişen koşullarda yaşatmaya çalışıyordu. Jeopolitik ve stratejiyi iyi bilen bir padişah olan Abdülhamit dünya kavgasının doğuya doğru kaydığını görüyor ve bu nedenle Balkanların elden çıktığını fark ederek bütün Asya kıtasına yönelik bir strateji izleyerek, küçük Asya topraklarında modernleşme doğrultusunda önlemlerini alıyordu. Emevi İmparatorluğunun başkenti olan Şam’ı yeniden başkent olarak öne çıkartmak isteyen Abdülhamit, bu planı doğrultusunda Berlin-Bağdat demiryolu projesini devreye sokarken, Alman devletinin gücünü İngiltere, Fransa ve Rus devletlerine karşı kullanmaya çalışıyordu. Siyonizm’in Macaristan merkezli devreye girmesinden sonra, Balkan Yahudilerinin Siyonizm’e doğru kayma göstermesi üzerine Abdülhamit aynı zaman İslam halifesi olduğu için, bir halife olarak İslam’ın yeniden güçlü bir biçimde örgütlenmesini gündeme getiriyor ve bu yüzden de Osmanlı ülkesinde yaşayan gayrimüslim ve Levanten kesimlerin çok büyük tepkilerini çekerek iktidarını tehlikeye atıyordu. Balkanlardaki Hrıstıyan nüfusun Vatikan ile işbirliği yapması üzerine Abdülhamit bir İslam halifesi olarak İslamcın güçlendirilmesine çalışıyor ve eski Emevi devletinin başkenti olan Şam kentinde Osmanlı İmparatorluğunu yeniden kurmaya hazırlanıyordu.
Balkan ülkeleri teker teker Osmanlı imparatorluğundan koparken, Balkanlardaki son Osmanlı merkezlerinden birisi olan ve daha sonraki aşamada bir Yunan kenti haline gelen Selanik kenti sahip olduğu Balkan ve Avrupa birikimi ile tam bu aşamada devreye girerek, Abdülhamit’in Osmanlı devletini bütünüyle tam bir İslam devletine dönüştürme planlarına karşı çıkıyordu, Abdülhamit İstanbul’daki başkenti Şam’a taşımadan önce Selanik kentinde gayrimüslim unsurların ve batıcı bazı gizli ve kapalı derneklerin öncülüğü ile bir ordu hazırlanarak Selanik’ten İstanbul’a gönderiliyordu.
İngiltere’nin yakın ilgisiyle örgütlenen bu girişimin devreye girebilmesi amacıyla İstanbul kentinin tam ortasında bir İslamcı görünümlü bir isyan hareketi, İngiliz istihbarat örgütün gizli düzenlemeleriyle ortaya çıkarılıyor ve bu ayaklanma hareketi bahane edilerek, Selanik’te örgütlenen yeni bir ordu yapılanması İstanbul’a gönderilerek, Osmanlı devletinin başkentinin Şam’a taşınması planının önü kesiliyordu. Balkanlar olmadan İstanbul’un başkent olamayacağını iyi bilen Abdülhamit, başkenti Şam’a taşımak için yeni plan ve projeleri devreye sokarken, Selanik’te toplanan Osmanlı devletinden arta kalan eski Osmanlı gayrimüslimleri kendi geleceklerini sağlama alabilmek için öne geçiyorlar ve bu doğrultuda Abdülhamit’in yeni Şam devletini önlemek doğrultusunda, hem İngiltere ve Vatikan ile hem de İsrail’i kurmak üzere yola çıkmış olan Siyonist lobilerle işbirliği yapıyorlardı. İstanbul’da tezgâhlanan ayaklanmayı bahane ederek bu kente gelen Hareket ordusu duruma müdahale ettikten sonra, Osmanlı ülkesinde yaşayan bütün gayrimüslim unsurları temsil eden beş kişilik heyet batı dünyasından aldığı desteklerle,Osmanlı devletinin en güçlü padişahı olan Abdülhamit’i tahttan indirerek Selanik kentinde hapse mahkûm ediyordu. Balkan kökenli İttihat ve Terakki yönetimi kendi içindeki gayrimüslim unsurlar yüzünden böylesine bir emperyal manevrayı önce seyirci kalmaya tercih ediyor ama devletin çöküşünün hızlanması üzerineAbdülhamit’in haklılığı anlaşılınca, bir ay sonra Abdülhamit’i yeniden tahtageçirmeye çalışıyor ama içeride örgütlenmiş olan batılı istihbarat servisleriböylesine karşı bir manevraya izin vermeyerek Abdülhamit’i devre dışı bırakıyorlardı. 
Abdülhamit’in tahttan indirilişi biranlamda Osmanlı devletinin sonu olmuş ve imparatorluğu yeniden kurmaya yönelmişolan Abdülhamit’in devre dışı kalmasıyla birlikte, Şam merkezli iki yarımada imparatorluğuoluşturma projesi geride kalmıştır.
Abdülhamit tıpkı Emevi İmparatorluğugibi, yeni bir Osmanlı İmparatorluğunun Orta Doğu bölgesinde tesisedilebileceğini bütün dünyaya göstermek isterken, batı emperyalizmi destekliOsmanlı gayrimüslimleri buna izin vermeyerek Abdülhamit’in önünü kesmişler veböylece gayrimüslim yapılanmaların Osmanlı devleti sonrasında Orta Doğu bölgesindegerçekleştirilmesinin önünü açmışlardır. İngiliz-Fransız işbirliğine karşıAlman devleti ile ortaklığa giderek Bağdat demiryolunun yapılmasını Abdülhamitörgütlemiştir. Ne var ki, tam Bağdat demiryolu inşaatının bittiği günlerde veAlman ordusunun tren yolu aracılığı ile Bağdat’a gelmesinin sağlanacağı noktada,Abdülhamit tahttan indirilerek Şam merkezli yeni Osmanlı devleti projesi devredışı bırakılmıştır. Bu durumdan Siyonistler de yararlanmasını bilmişler,Abdülhamit sonrasında hem Filistin’e Yahudi göçü daha da hızlanmış, hem deSiyon katır birlikleri hem Suriye’de hem de Çanakkale de savaşarak OrtaDoğu’nun geleceğinde Siyonistlerin de bulunacağı mesajını dünya kamuoyuna yansıtmışlardır.İngilizlerin işgali altındaki Kıbrıs adasında bir Yahudi krallığı kuramayan SiyonistlerBasel kararları doğrultusunda Filistin’de üçüncü kez bir İsrail devletininkurulabilmesi için yoğun lobi çalışmaları ile uluslar arası alanda etkili olmuşlardır.Bunun sonucunda, Birinci Dünya Savaşı sonrasında kurulamayan Yahudi devletiancak ikinci dünya savaşı sonrasında Amerikan ordusunun Orta Doğu’ya gelmesiüzerine kurulabilmiştir. Abdülhamit’in Şam devleti kurulabilseydi hiçbirbiçimde gündeme gelemeyecek olan üçüncü İsrail projesi, Abdülhamit’in tahttanindirilmesi sonrasında gerçekleştirilebilmiştir. Aynı doğrultuda bir değerlendirmeİngiltere ve Fransa’nın Orta Doğu’daki varlıkları açısından da yapılmalıdır.
Abdülhamit’in tahttan indirilmesini Balkangayrimüslimleri aracılığı ile örgütleyen İngiltere, Abdülhamit sonrasındaAnadolu ve Arap yarımadalarında gizli servislerini yoğun bir biçimde çalıştırarak,Anadolu yarımadası üzerinde Türkçülük akımını, Arap yarımadası üzerinde de Arapçılıkakımını örgütleyerek, iki yarımadanın birbirinden ayrı bir kimlik doğrultusundageleceğe dönük yeni bir siyasal yapılanmaya doğru yönlendirilmesini sağlamıştır.
Arap ülkelerindeki şeyhleri ve aşiretleriOsmanlı devletine karşı kışkırtarak bir anlamda Arap milliyetçiliğininöncülüğünü yapan İngiltere, benzeri bir biçimde, hiçbir ideolojisi olmadanOsmanlı topraklarını savunmak üzere kurulmuş olan İttihat ve Terakki cemiyetinide Türkçülük ideolojisine yönlendirerek, geride kalan Osmanlı topraklarıüzerinde İslam üzerinden bir birlikteliğin önünü geçme doğrultusunda, Anadoluve Arap yarımadalarının birbirinden uzaklaşmalarını sağlamıştır. Böylece bölünmüşve parçalara ayrılmış bir Orta Doğu coğrafyasını Osmanlı imparatorluğusonrasında on ayrı devlete bölmek kolay olmuş, Türk ve Arap milliyetçiliği doğrultusundaiki yarımada birbirinden uzaklaştırılırken, İngilizler ile Fransızlar kendiçıkarları doğrultusunda bir harita çizerek merkezi alanın yeni patronları olmuşlardır.Bu durum ikinci dünya savaşına kadar devam etmiş ama ABD’nin bölgeye bir süpergüç olarak gelmesiyle ve İsrail devletinin kurulmasıyla birlikte, merkezialanda hegemonya ABD-İsrail ikilisinin eline geçmiştir. ABD’nin yönetimindeSiyonist lobilerin etkin olması nedeniyle Siyonizm, ikinci dünya savaşı sonrası dönemin ortadünyadaki önde gelen gücü haline gelmiştir. Siyonistler Abdülhamit’in tahttanindirilmesini gerçekleştirdikten sonra, üçüncü İsrail projesinigerçekleştirmişler ve bugünkü aşamada Büyük İsrail imparatorluğunu kurmak üzereSuriye’de dıştan güdümlü bir iç savaşı örgütleyerek Şam kentinin önüne gelmişlerdir.Abdülhamit’in yeni Osmanlı başkenti yapamadığı Şam kentinin bugün Siyonistlerinyeni merkezi konumuna getirilmesi söz konusudur.  
Sovyetler Birliğinin dağıtılması sonrasındagündeme getirilen küreselleşme döneminde kuzeyden gelen emperyal güç olanRusya’yı bölgeden çıkarmak, İran’ın Şii emperyalizminin önüne geçmek ve birdoğu gücü olarak Çin’in merkezi alana girmesini önleme doğrultusunda körfezsavaşları ile başlatılan savaş döneminde çatışmalar Irak üzerinden bölgeye yayılmış,Arap baharı kışkırtmaları ile bütün İslam ülkeleri ve merkezi coğrafya tehditaltına alınmış ve Irak’ın çökertilmesinden sonra sıra Suriye’nin parçalanmasınagelmiştir.
Osmanlı imparatorluğunun yıkılmasındansonra merkezi alanda meydana gelen otorite boşluğu, bir süre Sovyetler Birliğiile dengelenmeye çalışılmış ama bu büyük doğu bloğunun dağılmasından sonrayeniden orta dünyada otorite boşluğu kendiliğinden gündeme gelince, AmerikaBirleşik Devletleri bu kez orduları ile gelerek bölgede İsrail’in güvenliği veşirketlerinin petrol çıkarları doğrultusunda savaşmaya başlamıştır. ABDordularının on yıl süre ile İsrail için Orta Doğu da savaşması üzerine, AmerikaBirleşik Devletleri süper güç olma şansını elinden kaçırmıştır. Siyonistlobiler ABD’yi Orta Doğu bölgesine kilitleyince, Avrupa, Afrika ve LatinAmerika kıtalarındaki ABD hegemonyası sarsılmış, Rusya, Çin, Hindistan veBrezilya gibi büyük ülkeler yeni süper güçler olarak, dünya siyasetsahnesindeki yerlerini almışlardır. Osmanlı gibi Sovyetlerin de haritadançekilmesiyle batılı emperyalist güçler ile Siyonist lobiler Orta Doğu bölgesindekarşı karşıya gelmişlerdir. Bu durumun sonucunda, ikinci dünya savaşısonrasında İsrail’in kurulması üzerine merkezi bölge sürekli bir savaş alanına dönüşmüştür.Abdülhamit’in Şam devleti projesi gerçekleştirilseydi hiçbir zamangörülemeyecek bazı siyasal gelişmeler, Abdülhamit ve Osmanlı devleti sonrasıdönemde birbiri ardı sıra bölgede gündeme gelen sıcak olaylar aracılığı ilegerçekleşme aşamasına gelmiştir. Emperyalizmi ve Siyonizm’i yakından izleyen Abdülhamit,bunların önüne geçmek istemiş ama o günün koşullarında emperyalist dış güçlerile ortaklığa giren mandacı iç güçler yüzünden tahtını koruyamamıştır. Bununsonucunda hem Bağdat hem de Şam gibi devlet merkezleri emperyal savaşlar ile yıkılmıştır.
Suriye iç savaşı bugünlerde bütün şiddeti ile sürüp giderken, Orta Doğu planlarıçatışmakta ve bu yüzden de bir türlü merkezi alanda kamu düzeni ve güvenliğitesis edilememektedir.
Zamanın getirdiği değişimi iyi görenAbdülhamit Osmanlı devletinin geleceğe dönük güvenliğini Anadolu ve Arap yarımadalarınınŞam kenti merkezli bir yeni yapılanmaya yönlendirilmesiyle sağlanabileceğiniherkesten önce görerek önlemlerini alınca, İngiliz emperyalizminin manevralarıile karşı karşıya kalmıştır. Kıbrıs’ı işgal eden İngilizler bu ada üzerindenbütün bölgeye yayılarak Osmanlı devletinin ortadan kaldırılmasınıgerçekleştirecek planlı adımları atmışlardır. İngilizler bin kilometrelik uzunbir sınır çizerek Türkleri Anadolu’ya hapsetmişler, Arap yarımadasında dapetrol şirketlerinin istekleri doğrultusunda sınırları çizmişlerdir. Abdülhamit’iniki yarımada üzerinde yeni Osmanlı devleti oluşturma planını önleyen İngilizler,İttihatçıları Türkçü yaparak Anadolu yarımadasına yönlendirmiş Arap şeyhlerine deyeni devletler kurarak Arap yarımadasından Osmanlıların geri çekilmesini sağlamışlardır.Arap yarım adası dörde bölünürken, körfezdeki şeyhliklere bağımsızlık verilerekbunlar yedi kız kardeş adı verilen petrol şirketleri ile evlendirilmişlerdir. Yedipetrol şirketinden birisi ile anlaşan körfez şeyhlikleri bağımsız devlet olaraktanınmış ve petrol istasyonu görünümünde birçok devletçik kurularak, petrolşirketlerinin çıkarları en üst düzeyde gerçekleştirilmiştir. Soğuk savaş yıllarında İngiltere’nin patronluğundayeni Orta Doğu düzeni yirminci yüzyılın sonlarına doğru devam etmiş amaİsrail’in kurulmasıyla devreye giren Büyük İsrail projesi yüzünden her şey altüst olmuştur. ABD ile ortak hareket eden İsrail, İngiliz ve Fransızların kurmuşolduğu Orta Doğu düzenini kendi çıkarları için değiştirmek istediğinden, küreselleşmeaşamasında Orta Doğu savaşları öne çıkmıştır.
Orta Doğu savaşlarının son aşamasında, Hıristiyanlıkaçısından kutsal bir ülke olarak kabul edilen Suriye iç savaşı giderek tırmanmave bölgeye yayılma aşamasına gelmiştir.
Romalıların merkezi alanı işgalisırasında ortaya çıkan Hıristiyanlık, önce Suriye ‘de yayıldığı için bütünHrıstıyan dünyası bu ülkeyi din açısından kutsal bir yer olarak görmekte ve buyüzden Suriye’de yeni bir İslam ya da Musevi hegemonyası istememektedir. Bu nedenle,Vatikan savaşa karşı ısrar edince hiç bir Hrıstıyan devlet Suriye iç savaşınamüdahale etmemiştir. Ne var ki, İsrail’in öncülüğündeki Siyonist lobilersürekli olarak Amerika üzerinden katı dinci terör örgütleri kurdurarak,Suriye’yi hiçbir biçimde Hıristiyanlara bırakılmayacak derecede çökertmenin yollarınıararken, Abdülhamit’in başkent yapamadığı Şam kenti, yeni dönemde kendisiniIrak-Şam İslam devleti olarak tanıtan bir terör örgütünün hedefi konumuna gelmiştir. 
Irak-Şam İslam devleti adıyla ortaya çıkan bir terör örgütü şimdiye kadargerçekleştirdiği saldırılar ile Irak ile birlikte Suriye devletini de çökertirken,Şam’ı ele geçirerek İslam dünyasının merkezi yapacağını ileri süren bu terör örgütü,Şam ile birlikte Suriye devletinin de yıkıma doğru sürüklenmesine giden vahşibir savaşı bölgede tırmandırmaktadır. Abdülhamit’e Şam kentini bırakmayangayrimüslim kesimler, var olan siyasal düzeni yıkmakta bu yeni terör örgütünükullanmakta ama Şam kentini de yavaş yavaş İsrail işgaline hazırlamaktadırlar.Türkiye’yi Suriye savaşına çekerek Arap ve İslam dünyasına karşı kullanabilmeninçabası içinde olan ABD-İsrail ikilisi, Suriye devletini kesin olarak parçalamadoğrultusunda Halep kentini Türklere bırakır görünerek, Türkiye’nin gücündenAraplara ve İslam dünyasına karşı yararlanabilmenin yollarını aramaktadırlar.İngilizlerin Araplar ile Türkler arasına bin kilometrelik bir sınır çizmesindenmemnun kalmayan ABD-İsrail ikilisi, Türkler ile Araplar arasına yeni bir ulusdevleti tampon bir mekanizma olarak yerleştirme doğrultusunda Kürt asıllıtoplulukları emperyalist bir plan doğrultusunda devletleştirerek bölgedevletlerine karşı kullanmaya çalışmaktadırlar. İran ve Türkiye’ye karşı birtampon mekanizma oluşturacak böylesine yeni bir devletin temelleri KuzeyIrak’ta atıldıktan sonra, bölgedeki petrolün Akdeniz’e akmasına sağlayacak birkoridor açılmaya çalışılmakta ve bu doğrultuda Kuzey Irak’tan sonra bir deKuzey Suriye meselesi çıkartılarak, merkezi coğrafya haritası ABD-İsrailikilisinin çıkarları doğrultusunda yeniden çizilmeye çalışılmaktadır.
OrtaDoğu yeniden yapılanmaya doğru zorlanırken, Bizans döneminden kalma biradlandırma ile Doğu Akdeniz bölgesi Levant olarak yeniden ele alınmaya çalışılmakta,Akdeniz’in batısında yer alan emperyal Hrıstıyan devletler dünyanın merkezidenizi olan Akdeniz’de yeni bir yapılanmaya giderken, Doğu Akdeniz’in merkezikonumundaki Suriye’yi geleceğin Levant yapılanmasının bir parçası olarak görmektedirler.
Suriye’nin başkenti olan Şam kenti Bizans döneminde merkezi bir konuma sahipken, sonraki aşamada İslamiyet’in çıkışı ile birlikte Emevi İmparatorluğuna da başkentlik yapmıştır. İspanya’dabir Müslüman devlet olarak Endülüs kurulurken, Emevi devletinin merkezi olanŞam kenti bu konuda Endülüs devletine fazlasıyla yardımcı olmuştur. Avrupa’dakiHrıstıyan-Yahudi çekişmesinin Orta Doğu’ya doğru taşınması aşamasında, Şamkentini merkeze alarak Osmanlı devletinin, Türklerin ve Müslümanlarınçıkarlarını korumak isteyen Abdülhamit’in, böylesine bir savunma projesinigündeme getirmekte, ne kadar haklı olduğu sonraki olayların gelişimi ilekanıtlanmıştır. Tarih boyunca Hıristiyanlarla kavga eden ya da çekişen Musevigruplar, İslam’ın ortaya çıkışı sonrasında bu tek tanrılı dini Hıristiyanlarakarşı kullanabilmenin arayışı içinde olmuşlardır. İspanya yarımadasındakiEndülüs devletinin Hrıstıyan devlet ve topluluklar ile süren savaşlarla dolu olanyedi asırlık tarihi bu açıdan ilginç örnekler taşımaktadır. Aynı doğrultudakisiyasal gelişmelere Osmanlı tarihinde de rastlamak mümkündür. Osmanlı gücünüTanrının kılıcı olarak Avrupa’daki Hrıstıyan hegemonyasına karşı destekleyenMusevi topluluklar, bugün Hıristiyanların Orta doğu’ya girmesinin önlenebilmesidoğrultusunda gene işbirlikçi ve mandacı Müslüman kesimleri kullanmaya çalışmaktadırlar.
Abdülhamit’in Yeni Osmanlı İmparatorluğunabaşkent yapamadığı Şam kenti, Orta Doğu’da son dönemde sürüp giden savaşlar doğrultusundaBüyük İsrail’in mi, yoksa Levanten kesimlerin Hrıstıyan devletlerin desteği ilegerçekleştirmeye çalıştıkları Levant Federasyonunun mu başkenti olacağı dahabelli olmamıştır.
Bu arada, ABD-İsrail ikilisinin AvrupaBirliği, Rusya Federasyonu ve Büyük Alman Birliği girişimlerine karşı İsrail-Fransaişbirliği ile yavaş yavaş gündeme getirilmeye çalışılan Akdeniz Birliği’ne miŞam’ın başkent olabileceği de tartışma alanına girmiştir. Bölünecek Türkiye’dengelecekte ortaya çıkabilecek Trakya, İyonya, Likya ve Klikya gibi eski Bizanseyaletlerinin yeniden özerk ve bağımsız bir yönde gündeme getirilmesiyle birlikteAkdeniz Birliği’nin doğu bölgesi örgütlenmesinin tamamlanabileceği düşünülmektedir.Bugün Suriye de devam etmekte olan savaşın uzayıp gitmesinin arkasındageleceğin jeopolitik yapılanmasının hesaplaşması bulunmaktadır. İsrail’in sonzamanlarda Lübnan’a yönelik bir harekâta hazırlanması ve bu ülkeyi kendisinebağladıktan sonra Şam kentine yönelik bir askeri harekâta kalkışması, kutsalkitaplarda yer alan Armagedon senaryoları ile açıklanmaya çalışılırken, bukutsal savaşın cereyan edeceği yer olarak Suriye’deki Megiddo ovası adresolarak gösterilmektedir. Suriye savaşı tırmandırılırken Şam kentinin geleceğigiderek belirsizleşmekte, böylesine bir kaos ortamı planlı olarak yaratılırken,var olan savaş düzeninin bir büyük üçüncü dünya savaşına dönüştürülebilmesiiçin Neo-Con lobiler, silah ve petrol şirketleri tarafından desteklenen IrakŞam İslam devleti yapılanması Suriye’yi iyice yaşanmaz bir ülke haline sürüklemektedir.
Bu durumda;
Türkiye böylesine emperyal ve Siyonist bir savaştan kendisini korumak üzere kesinlikle uzak durmak zorundadır…
Türkiyeyi böylesine bir savaşa sürükleyen emperyal baskılara karşı, Türk devleti komşu devletler ile bir araya gelerek yeni bir  savunma yapılanmasına yönelmek zorundadır.
 Türk Devletinin kurucusu Atatürk’ün öne sürdüğü gibi;
Irak ve Suriye devletleri ile halkları ancak “kendi kurtuluşlarını sağladıktan sonra”Türkiye ile bir bölgesel güvenlik ve işbirliği ittifakına gidebilirler…

MİSAK-I MİLLİ; Prof. Dr. Anıl Çeçen
Ankara Kalesi &12 . 07 . 2015  (13 Temmuz 2015, 11:00)