30 Kasım 2016 Çarşamba

Hani Suriye'ye, BM Anayasası ve Temel Antlaşmasının tanıdığı haklar çerçevesinde meşru müdafaa, mütekabiliyet, misilleme, vatanımız, halkımı ve sınırlarımızı saldırılardan korumak amacıyla girmiştik!

Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan:
“Suriye’ye Esad’ı Devirmek İçin Girdik”
Tayyip Erdoğan, İstanbul’daki Parlamentolararası Kudüs Platformu Sempozyumu’nda konuştu.  Erdoğan, “Devlet terörü estiren zalim Esed’in hükümdarlığına son vermek için  oraya girdik, başka bir şey için değil” dedi.
İşte Tayyip Erdoğan’ın o konuşmasından ilgili bölüm;
“Zalim Esed’in hükümdarlığına son vermek için girdik”
“Suriye meselesinde BM Güvenlik Konseyi bir adım atabiliyor mu? BM’den Suriye’de Irak’ta bir şey görebildiniz mi? Şu anda 600 bin rakamları konuşuluyor ama hayır, bana göre Suriye’de 1 milyona yakın insan öldü. Çocuk, kadın ayrım yapılmaksızın devam ediyor. Nerede BM? Ne yapıyor? Irak’ta var mı? Yok. Biz sabır sabır dedik, en sonunda dayanamadık Suriye’ye ÖSO ile girmek zorunda kaldık. Niçin girdik? Bizim Suriye’nin topraklarında gözümüz yok. Mesele toprağın gerçek sahipleri, toprağına sahip olsunlar. Bunu sağlamak için. Orada adaletin tesisi için varız. Devlet terörü Esed’in hükümranlığına son vermek için biz oraya girdik. Kimse de ırkı milliyetçilik yapmasın. Çünkü bizim asabi bir milliyetçiliğe asla olumlu bakmamız mümkün değildir.” (AA, Ulusal Ajans & GazetePort 29 Kasım 2016-Çarşamba)
TÜRKİYE SURİYE İÇİN NE PLÂNLIYOR?..
Türkiye özellikle Rusya Federasyonu’yla ilişkilerini düzelttikten sonra Suriye ile ilgili olumsuz tutumundan uzaklaşmış görünüyordu. Ancak bugün İstanbul’da “Kudüs ve Sürecin Sorunları” başlıklı sempozyumda konuşan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esat’ı hedef aldı.
Türkiye bugüne kadar her fırsatta IŞİD ve YPG/PYD’ye karşı Suriye’de sınır ötesi operasyona başladığını savunurken bugün ilk kez Erdoğan’ın ağzından Esat iktidarına son vermek için Suriye’ye girdiğini açıkladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Biz, 'Sabır sabır' dedik, en sonunda dayanamadık ve Suriye'ye ÖSO ile beraber girmek zorunda kaldık. Niçin girdik? Bizim Suriye'nin topraklarında gözümüz yok. Mesele toprakların gerçek sahipleri topraklarına sahip olsunlar, bunu sağlamak için, yani orada bir adaletin tesisi için varız. Devlet terörü estiren, zalim Esed'in hükümdarlığına son vermek için biz oraya girdik. Başka bir şey için değil. Kimse de ırkçı milliyetçilik yapmasın. Bizim asabi bir milliyetçiliğe asla olumlu bakmamız mümkün değildir. Irkçılığı bir kenara bırakacağız. Mezhepçiliği bir kenara bırakacağız. Bizim dinimiz İslam,” dedi.
Suriye rejiminin “Suriye’de devlet terörü” estirdiğini ifade eden Erdoğan’ın Suriye ordusunun son üç gündür hızlandırdığı operasyonlarla Halep’in kuzey batısında ele geçirdiği Türkmen mahalleleriyle ilgili yorumda bulunmaması da dikkat çekiciydi.
Musa Özuğurlu: “Erdoğan’ın sözlerinin sahada karşılığı yok tamamen iç kamuoyuna yönelik”
Suriye’deki iç savaşı en başından beri yakından takip eden gazeteci Musa Özuğurlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu sözleriyle iç kamuoyunu hedef aldığını söyledi.
Amerika’nın Sesi’nin sorularını yanıtlayan Özuğurlu, “Erdoğan’ın bu sözleri beni çok şaşırttı. Çünkü Türkiye üç ayı aşkın süredir orada ama Suriye ordusunu hedef aldığı yönünde hiçbir askeri hazırlık ve teknik altyapı çalışması yok. Erdoğan, Kudüs başlıklı bir toplantıda yaptığı konuşmada iç kamuoyuna yönelik ajitatif mesajlar verdi ama ben kendisinin de buna inandığını düşünmüyorum,” dedi.
Özuğurlu: “El Bab’ı Kürtler ele geçirirse Türkiye için yenilgi olur”
Özuğurlu’ya göre, daha bir hafta önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ağzından önce El Bab ardından da Menbiç hedefini dünyaya duyuran Türkiye’nin yavaş yavaş bölgeden elini eteğini çekmesi şaşırtıcı olmayacak: “Şu anda hem Türkiye hem de Suriye ordusu ve Kürt güçleri El Bab’ı ele geçirmek için yarışıyor. Eğer Kürtler El Bab’ı ele geçirirse Türkiye için bir yenilgi olacak. Halep’te Suriye ordusu ilerliyor muhalifleri çevreliyor, bana kalırsa on veya on beş gün içerisinde kentte hakimiyeti sağlayacak. Ama Moskova ile uzlaşan Ankara ‘Halep’te insanlık ölüyor, çocuklar ölüyor’ söylemini kullanmıyor. Erdoğan’ın sözleri de dikkatleri başka yere çevirmek politikası olarak değerlendirebilir. Bence Türkiye belki de gizli pazarlıklar yaparak Suriye’nin kuzeyinden çekilecek.”
Prof. Güvenç: “Erdoğan’ın Esat’a hışmının nedeni 24 Kasım saldırısı olabilir”
Medyascope TV’ye konuşan Kadir Has Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Serhat Güvenç ise Erdoğan’ın Esat rejimini hedef alan sözlerinin arkasında 24 Kasım’da El Bab’ın kuzeyindeki Türk birliklerine yapılan saldırı olduğunu söylüyor.
Prof. Güvenç, “Türkiye, Suriye’ye IŞİD ve PYD ile mücadele için girmişti. Ancak Cumhurbaşkanı’nın açıklamasında hedeften sapıldığı anlaşılıyor. 
Stratejik anlamda bu tür aldatma yapabilirsiniz. 100 gündür süren bir operasyonda bu ani dönüşe sahadaki unsurlar uyum sağlayabilir. Yola çıktığınız kişileri karşısında bulursunuz. Ani hedef değişiklikleri istediğiniz sonuçları vermeyebilir,” dedi.
Türk Silahlı Kuvvetleri ile Suriye ordusunun bölgede karşı karşıya gelmesinin ihtimal dahilinde gören Prof. Güvenç’e göre, “Ancak bu olursa Türkiye ve Rusya eskisine göre daha ağır bir biçimde karşı karşıya gelir. İki taraf da yani Türkiye ve Suriye süreci tırmandırma yönünde politika izlerse bölgesel savaş riskine yaklaşmış oluruz.” Hilmi HACALOĞLU
(REFhttp://www.amerikaninsesi.com/a/turkiye-nin-suriye-plani-ne/3616326.html?ltflags=mailer)

25 Kasım 2016 Cuma

Eşi ve 3 oğlunu Lefkoşa'da, Türk İslâm düşmanlığı kiniyle kudurmuş Rum Yunan domuzlarının 1963 Noel Katliamında kaybeden E. Tuğgeneral Dr. Nihat İlhan, cinayetten 53 yıl sonra 92 yaşında HAK'a yürüdü..

53 YIL SONRA ONLARA KAVUŞTU!..
“Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden “BİR GRAM DAHİ” toprak vermek, ya da Garanti Antlaşmasından vazgeçmek isteyenler, ‘kesinlikle Türk ve Türkiye Cumhuriyeti düşmanı’ menfur ihanet şebekelerinin hain kripto, kâfir ve müesses devletin en zalim bedhahlarıdır”
Eşi ve 3 oğlunu Lefkoşa'da, Türk ve Müslüman düşmanlığı ihtirasıyla kudurmuş Rum/Yunan çetelerinin '1963 Kanlı ve Kalleş Noel Saldırısı'yla kaybeden acılı baba emekli Tuğgeneral Dr. Nihat İlhan, olaydan 53 yıl sonra 92 yaşında hayatını kaybetti.
23 Kasım günü hayatını kaybeden Dr. İlhan, memleketi Elazığ'da toprağa verildi.
Aslen Erzincanlı olan İlhan, 1924 yılında Elazığ'ın Harput ilçesinde doğdu. İlk, orta ve liseyi Elazığ'da bitirdikten sonra, 1944 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fatültesi'ni kazandı. Fakülteyi Askeri Öğrenci olarak okudu ve burayı 1951 yılında bitirdi. 1951-1952 yılları arasında Ankara Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA)’nde tabip stajyer teğmen olarak staj yaptı ve 1952 yılı haziran ayında tabip üsteğmenliğe yükseltildi. 1956 yılında Mürüvvet Hanım ile evlenen İlhan’ın, 1957 yılında İhsan Murat, 1959 yılında Kutsi, 1963 yılında ise Hakan (Mayıs ayında Kıbrıs'ta doğdu) isimli üç oğlu oldu. Binbaşı iken, 20 Mart 1963 günü Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı Baştabipliği ve cerrahlığına tayin edildi. Bu tayinle hayatının en acı olayını yaşadı.
BANYO KÜVETİNDE KATLETTİLER
Rumların, Türklere yönelik saldırılarını artırdığı günlerde meydana gelen kanlı katliam, 24 Aralık 1963 gecesi meydana gelmişti. Tabip Binbaşı İlhan'ın evde olmadığı bir sırada meydana gelen saldırıda, İlhan ailesinin Lefkoşa'nın batı kesiminde bulunan Kumsal semtindeki evleri, Rum çeteler tarafından basıldı. Nihat İlhan’ın eşi Mürüvvet Hanım, silah seslerini duyunca oğulları Kutsi, Murat ve Hakan'ı yanına alarak banyoya sığındı. Kapıyı kırarak içeri giren çeteler, odaları aradıktan sonra banyoya yönelmiş ve küvette saklanan Mürevvet Hanım ve oğullarının üzerine üç ayrı silahla acımasızca taramışlardı. Kendisini çocuklarına siper eden anne Müerrüvvet Hanım ve üç oğlu küvette başlarını bile kaldıramadan şehit olmuşlardı. Bu olayın fotoğrafı, Türkiye'yi ayağa kaldırmış ve ardından da Kıbrıs mitingleri başlamıştı. Katliamı yansıtan fotoğraflar, dünya basınında da geniş yer bulmuş ve Enosisci Rum çetelerin kanlı yüzünü gösteren bir fotoğraf olarak hafızalara kazınmıştı.
ÜÇ GÜN SONRA ÖĞRENDİ
Tabip Binbaşı İlhan, eşi ve çocuklarının ölüm haberini üç gün sonra Türk Büyükelçiği'ne çağrıldığında öğrendi. Binbaşı İlhan, 21 Aralık günü başlayan kanlı saldırılar nedeniyle yaralananlarla ilgileniyordu. Kendisine acı haber verildiğinde ilk tepkisi ise 'Vatan sağolsun' şeklinde oldu. Çocuklarını kendi eliyle yıkıyarak Türkiye'ye götürdü ve Elazığ'da toprağa verdi. Onlara yakın olmak için de Elazığ Askeri Hastanesi'ne tayinini istedi. Uzun yılar burada görev yaptı. Tekrar evlendi ve bu evliliğinden iki çocuğu oldu. Onlar da şimdi baba mesleğini yapıyor.
O GÜNÜ ŞÖYLE ANLATTI
Emekli Tuğgeneral Nihat İlhan, 44 yıl Kıbrıs'a bir daha gelmedi. Taa ki 2007 yılına kadar. O günlerde Rum basınında Kanlı Noel saldırısının Türkler tarafından yapıldığı haberleri çıkmıştı. Bunu protesto etmek ve Adayı ziyaret etmek için KKTC'ye son eşinden olan doktor çocukları Mustafa ve Şebnem'i de alarak gelen İlhan, ilk iş olarak Türk şehitliğini ziyaret eder ve"Ne benim eşim, ne de çocuklarım, ne de sizler boşuna ölmediniz. Bu bayrak dalgalandıkça Kıbrıslı Türkler de sahip çıktıkça bu topraklar sonsuza kadar Türklerin olacaktır, Ruhunuz şad olsun, vatan sağolsun" der. İlhan, burada gazetecilere yaptığı açıklamada yaşadığı acı olayı şöyle anlatır: "Ailemin katledildiği 24 Aralık 1963 tarihinde askeri hastaneye yaralı Türkler gelmiş onlarla ilgileniyordum. Katliam olduğu zaman birkaç gündür eve uğramamış ve ailemden haber alamamıştım. Evimizin yakınında kalan bir Türk çoban geldi ve alay komutanının da bulunduğu bir ortamda Rumların, Türk subaylarının ailelerine saldırdığını söyledi. Ne olduğunu anlamadık. Hemen eve gitmek istedim ama alay komutanı izin vermedi. Alay komutanı benden o gün yaşayacaklarımla ilgili asker sözü vererek soğukkanlı olmamı istedi. Ben hala ailemin katledildiğini fark etmiyordum. Zırhlı bir araçla Türkiye elçiliğine gittik. Subay eşleri ve elçilik görevlileri doluydu. Kadınlar ağlıyorlardı. Hala ailemin öldürüldüğünü anlamadım. Üzerim çok kirliydi ’sıcak suyla banyo yapabileceğim bir yer var mı’ diye sordum. Banyo yaptım. Ardından Türkiye büyükelçisi beni çağırdı. Bana 'başın sağolsun, eşin ve çocuklarını Rumlar katletmiş' dedi. Katliamın üzerinden 3 gün geçmiş ve benim haberim yeni oluyordu. Ne yapacağımı şaşırdım. İlk sözüm 'vatan sağolsun’ oldu." (Hürriyet, 20 Mart 2007)
'ÖLMÜŞLERDİ AMA ESİR OLMAMIŞLARDI'
İlhan sonraki günleri ise şöyle anlatır:
"Eşimi esir alsalardı Rumlar ona neler yapmazdı ki, çocuklarımı esir alsalardı, ya işkence yaparlar ya da çok kötü şartlar altında ya çoban yaparlar ya da sakat bırakırlardı. En azından esir olmadıklarını öğrenmiş oldum. Ölmüşlerdi ama esir olmamışlardı. ’Vatan sağ olsun’ dedim, acımı kalbime gömdüm. O günlerde Türkiye ile telefon haberleşmesi kesikti. Ailemin cenazelerini Erzincan’da doğduğum yerde toprağa vermek istedim. Büyükelçi bana Türkiye ile telefon bağlantısı olmadığını söyledi. Dolayısıyla uçak gelemiyordu. Haber veremiyorduk.
27 Aralık 1963 günü şehit eşim ve üç oğlumun cansız bedenlerini ve yaralı Türkleri, Türk Silahlı Kuvvetleri’nden tahsis edilen iki uçakla anavatana getirdim. Çocuklarım hala kanlar içindeydi. Ellerimle yıkadım. Şehit eşim ve çocuklarımı Elazığ Askeri Şehitliği’nde toprağa verdim. Onları yalnız bırakmamak için tayinimi Elazığ Askeri Hastanesi’ne istedim ve şubat 1964’te Elazığ’da göreve başladım. Değişik rütbelerde görevler yaptım. 1970 yılında Elazığ’da İzzetpaşa Sağlık Ocağı doktoru Tülay Hanım’la evlendim. 1971 yılında oğlum Mustafa Necmi doğdu. 1977 yılı ağustos ayında tabip tuğgeneralliğe terfi ettim ve ailemle birlikte Ankara’ya geldim. Ankara 600 Yataklı Mevki Asker Hastanesi’nde iki yıl başhekimlik; Kara Kuvvetleri Komutanlığı Sağlık Daire Başkanlığı’nda üç yıl daire başkanlığı yaptım. 1978 yılında kızım Ayşe Şebnem doğdu. 1982 yılı ağustos ayında emekli oldum." (Kaynak: Zekeriya BİCAN - Sekizinci Şehir İz Bırakanlar) (Haber: Ercan Dolapçı)
TARİHİ VE BİLİMSEL AÇILIM & YORUM VE KATKI
KARABAĞ, TÜRKMENELİ VE KIBRIS’TA İŞLENEN ÜÇ TÜRK SOYKIRIMINA BİR BAKIŞ
Sefa M. Yürükel
Sosyal Antropolog, Soykırım ve Terörizm araştırmacısı
Ben bu yazıda yakın tarihte Türklere karşı yapılan üç soykırımı ele alacağım. Bunlar sırasıyla
1) Ermenistanin 12 -26 Şubat 1992 ye kadar Karabağ da yaptıkları Türk Soykırımı
2) Yeni dönemde, Batı destekli Barzani, Talabani ve PKK nın Türkmeneli Bölgesi olan Irakın Kuzeyinde yaptıkları Türk soykırımlarıdır
3) Batı ve Yunanistan destekli Rumların Kıbrısta 1962 den 1974 yılana kadar yaptıkları Türk soykırımlarıdır.
Türkler tarihte kahraman bir millet olarak bilinir bizde böyle biliriz. Ama Türkler aynı zamanda asırlar boyu soykırıma uğramışda bir millettir. Biz işin bu yönünü irdelemeyi bugüne kadar ihmal ettik. Türkmeneli, Kuzey Kıbrıs, Azerbaycan ve Türkiye nin haritaya baktığınızda dünyadaki emperyalist güçlerin dışlerini kamaştırdığı ve egemen olmak istediği Asya ile Avrupanın kilitlendiği coğrafyanın adıdır. Bu Coğrafyaya hakim olan geçmişte dünya siyasetine yön verdiği gibi bugün ve gelecektede bunun böyle olacağını söylemek kanımca kahinlik olmayacaktır. İşte neden Türklerin soykırıma tabi tutulduklarını bu anahtar konumumuz iyi açıklamaktadır. Ben işte bunun ön plana çıkarılması için bu ve bu gibi etkinliklere yeterince önem verilmesini önemsiyor ve öneriyorum.
Ben bu konuya örnekler ışığında bilimsel olarak yaklaşmaya çalışacağım.
Ama bir konunun soykırım olduğunu bilmek için BM 1948 yılında imzalanan Soykırımları önleme ve Ceazalandırma sözleşmesini önce kavramamız gerekiyor. Ben bu sözleşme çerçevesindede olayları örnekleri ile ele alıp konuya bilimsel bir bakış açısı getirmenin daha kolay olacağına inanıyorum. Bende 1948 sözleşmesine ve sadece 1948 yılından itibaren olan olayları kapsayan bu antlaşmaya uygun olarak şimdilik 1948 den itibaren Türklere karşı yapılan yukarıda bahsettiğim üç soykırımı ele alacağım.
1948 yılında kabul edilen BM soykırım sözleşmesi şunları içeriyor:
Soykırımı Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi(Jenosid-Sözleşmesi)
Sözleşme 2: Bu sözleşmede, soykırımının anlamı, aşağıda sayılan fiillerin ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, bu niteliği yüzünden, kısmen veya tamamen yok etmek kastıyla işlenmesidir:
a) Grup üyelerinin öldürülmesi;
b) Grup üyelerinin fiziki ve zihni sağlığını bozucu eylemler;
c) Grubun, kısmen veya tamamen fizik varlığının yok olmasına neden olacak yaşam koşullarına tabi tutulması;
d) Grup içi doğumları önleyici önlemler alınması;e) Gruba ait çocukların zorla başka bir gruba transfer edilmeleri olarak tanımlanıyor.
Şunu çok iyi bilmeliyizki, Soykırımlar sadece insan veya grup öldürmek amacıyla değil, esas olan dünya ve yerel bölgelerin hegemonyası için yapılan paylaşım savaşlarında hedefe seçilen yerlerin yeraltı ve yer üstü zenginliklerini ele geçirme sırasında, bölgeye egemen olmak isteyen gücün egemen olması sırasında, kendisine tehdit olarak algıladığı bir etnik, dini, ırkı veya milli bir gücü, planlı, sistemli, hedef gözeterek çeşitli yöntemlerle yok etmeye yönelik eylemler yapma yada kısmen yada tamamen yok etme olayıdır. Meseleyi böyle ele aldığımız zaman soykırımların neden yapıldığınıda çözmüş oluruz. Burada değinilmesi ve altı çizilmesi gereken konu ise, eğer hedef etnik, milli, dini veya ırkı bir grubu yok etmeye yönelik yapılıyorsa ve burada gruptan bir kişi bile öldürülse ve bu işbatlanırsa bu adii bir cinayet değil soykırım olarak değerlendirilir.
Soykırım örneğine ilk önce Karabağ Türk soykırımı ile başlıyorum:
Karabağ Türk Soykırımı:
Sadece Azerbaycan için değil bütün bölge içinde konumu itibarı ile Azerbaycanın ayrılmaz parçası olan stratejik önemi çok büyük olan Karabağ, tarihte olduğu gibi bugünde tüm stratejik özellikleriyle bu konumunu sürdürmektedir. Sovyetler Birliğinin dağılması sırasında, 1992 yılında Azerbaycanın milli sınırlarını geçen Ermeni ordusu, daha önce Garadağlı, Meşheli ve Baganış-Ayrım’da ilk defa soykırım ve etnik temizliğe tabi tutuldular. Ermeniler ilk önce 12 Şubat 1992 de Malıbeyli ve Kuşçular Köylerinde 50 türkü soykırıme uğrattıktan sonra 25-26 Şubat geceside büyük ölçüdede iyi eğitim görmüş, Ermeni subaylar ve askerlerden oluşan Karabağdaki 366 çi elit Rus Alayı ile birleşerek, Azerbaycanın dörtte bir toprağını soykırım yaparak işgal ettti. Ermeni kuvvetleri, Türkleri Karabağ ve diğer işgal ettikleri Azerbaycan topraklarından BM 1948 Soykırım sözleşmesindeki, neden, eylem ve sonuç ilişkisindede tarif edildiği gibi yok etmek maksadıyla, belirlenen bölgeler olan: Koçaryanin 1997 yılında Avrupada verdiği demeçlerde bizzat içinde bulunmakla övündüğü soykırımda, 7 bin kişilik nüfusa sahip ve coğrafi konumu itibariyle bölge için önemi fabrika ve Karabağdaki tek ve çok stratejik hava ulaşımı bir yerleşim merkezi olan Hocalı kentini ele geçirmek için, 25. Şubat gecesi katliam gayesiyle harekete geçmiştir. Koçaryanin bizzat iştirakle dahil olduğu, Hocalı’nın işgali sonucu sivil, silahsız Türkler; çocuk, kadın, ihtiyar ve genç ayrımı yapılmadan Ermeniler tarafından bir gece içersinde soykırıma uğratılmıştır. Ve hepimizinde defalarca konuşmalarda değindiği gibi, resmi rakamlara göre, o gece 613 kişi, bunlardan 83u çocuk, 106 kadın çeşitli şekilde işkence yapılarak soykırıma uğratılmıştır. Ayrıca, bunlardan 487 kişi ağır yaralanmış ve 1275 kişi ise rehin alınmıştır. 156 çocuk ise ailesinin soykırımda tamamını kaybederek öksüz kalmıştır. Kendiside Karabağlı olan ve Karabağ üzerine önemli eserleri bulunan, Türk tarihçi ve şu anda Azerbaycan Parlementosunda Karabağ Milletvekili Havva Memmedova hanımın verdiği verilerden yararlanılarak, Haziran 2005 yılında eski milletvekili Fatma Aktaş hanımın Hollanda Parlementosuna Türk Soykırımları ile ilgili verdiği önerge içindede yer alan bilgilere göre ise 150 ye yakın Türk kadını hala Ermenilerin elindedir, kayıp diye geçmektedir ve hala haber alınamamaktadır. Bunun dışında soykırımdan artakalan şehir nüfusu ise soykırım sırasında Azerbaycan Milli Ordusuna bağlı, hemde bölgedeki ve hemde olanaklar çerçevesinde bölgeye yetişen Türk mukavemet güçlerinin direnişiyle güvenilir bölgelere geçebilmişlerdir. Bu bakımdan hem bilimsel hemde hukuki olarak meseleye baktığımızda 1992 yılındaki soykırım olaylarını sadece Hocalı olayı olarak değil olayı genel anlamda Karabağ Türk soykırımı olarak değerlendirmek daha doğrudur.
Karabağa atfen Ermeniler 1948 sözleşmesinde tarif edilen ve soykırıma uyan, Karabağdaki soykırımda kullandıkları metodlarda, özellikle çocuklarında içinde bulunduğu Türklerin gözlerini oymuşlar, kafa derisini soymuşlar, hamile kadınların karınları yarıldığı ve göğüsleri kesildiği gibi vücuttaki değişik organlar kesmişler ve koparmışlardır ve bazılarını yakarak bazılarınıda, aşarak bazılarınıda diri diri toprağa gömerek ve ağır işkenceler yaparak bu soykırım suçunu işlemişlerdir. Bu soykırımı görgü tanığı olan bir fransız, bir rus ve birde bir soykırımcı ermeninin kendi kaynağındaki örneklerdede görebiliriz.
Fransız gazeteci gazeteci Jan iv Yunet’in şu sözleri soykırımı anlamak için önem taşımaktadır: “Biz Hocalı faciasının şahidiyiz. Biz Hocalı’yı koruyanların yüzlerce sivil halkın, kadınların, çocukların, ihtiyarların cesetlerini kendi gözlerimizle gördük. Ermeniler bizim helikopterleri de ateşe tuttukları için video çekimini sona erdiremedik. Lakin yükseklikten gördüklerimiz de yapılan gaddarlığı anlamak için yetiyordu. Bu çok ürpertici bir manzaraydı. 5-6 yasındaki çocukları, bebekleri, gebe kadınları merhametsizce katleden Ermeni cellatları hiç kimseyle karşılaştırılamazlar.”
Katliamla ilgili olarak Moskovskiy Komsomolets gazetesinde gazetecilik yapan Neftyanoy Sindrom gazetesinde ise şunları yazıyordu: “Esirler var. Lakin daha onlar yaşamağa yaramıyorlar. Kışın onları sabahleyin yalinayak karın, buzun üzerine çıkarıyorlar. Tepelerinden soğuk su döküyor, başlarında şişe kırıyor, sonra yeniden koğuşlarına salıyorlardı. Asıl işkencelerse zaten bundan sonra başlıyordu. Parmaklarını kapının arasında sıkıştırıyor, bağırttıkça lastik copla dövüyorlardı. Bunların bir çoğu bu işkencelere dayanamayarak deli oluyordu. Bir sonraki koyun işgalinde bir Ermeni’nin bir çocuğu alıp, ikiye böldüğünü gördüm. Sonra çocuğun bedeninin bir parçasıyla annesinin yüzüne ve basına o kadar vurdu ki, evladının kanına bulanan zavallı kadın deli olup, gülmeye başladı.”
“Büyük Ermenistan” projesinin anahtar konumundaki simalarından soykırımcı yazar Zori Balayan 1996 yılında Ermenice yazdığı “Ruhumunuz Canlanması”adlı kitabında kendi yaşadığı ve bizzat Karabağda tatbikini yaptığı soykırımcılığını şu şekilde yazmaktadır: “Biz çete üyesi Hacatur’la zapt edilmiş evlerden birisine girdiğimizde bizim askerlerin 13 yasında bir Türk çocuğunu pencereye çivilediklerini gördük. Hacatur çocuğun bağırmaması için anasının kesilmiş göğsünü onun ağzına soktu. Sonra ben bu Türk çocuğa onun babalarının bizim çocuklara yaptıklarını yaptım. Onun karnının, basının, göğüsünün derisini soydum. Saatime baktım. Çocuk 7 dakika sonra kan kaybından yaşamını yitirdi. Sonra Hacatur çocuğun cesedini doğradı ve köpeklere dağıttı. Akşam aynı şeyi 3 Türk çocuğuna daha yaptık. Kendi halkımın intikamının yüzde 1’ini aldığım için ruhum mutlulukla dolmuştu. Ben her Ermeni vatansever gibi kendi vazifemi yerine getirdim. Hacatur çok terlemişti. Ama ben onun gözlerinde ve diğer kardeşlerimin gözlerinde intikam ve güçlü hümanizm mücadelesini gördüm.. Ertesi gün biz Kiliseye giderek 1915 yılında ölenlerimiz ve dün yaptığımız olaylardan ruhumuzun temizlenmesi için dua ettik.” demektedir.(s. 260-262)
Bu üç örnektede görüldüğü gibi, 1948 sözleşmesine göre konuyu ele aldığımızda, Ermenistan yönetici kadrosu tarafından ve Karabağda planlı, hedefe yönelik ve delilleri olan bir soykırım suçu işlediği sözleşmenin 2. maddesindeki tüm şıklara göre sabitleştiği görülmektedir.
Irakta Türk Soykırımı
Irakta Türkmen nüfusunun 2,5-3 milyon kişi arasında olduğu bilinmektedir. Türkmeneli bölgesinin merkezi olan Kerkük Dünya petrol rezervlerinin çok önemli bir bölümünü kapsamaktadır. Aynen Azerbaycan gibi Batının Asyaya giden kapısı konumunda paha biçilmez stratejik bir öneme sahiptir.
Bu anlamda 1932 yılında İngiltereden bağımsızlığını kazanan Irakta bölgede yıllarca hakimiyetini sürdüren Emperyalist ülke İngilterenin hesapları bölge için değişmediği gibi, emperyalist devletlerden ABD ve Fransada daha o zamanlardan ve sonradada bölgeye ilgi duymuştur ve bu üç ülke bugüne kadar bölgede iç istikrarsızlık ve denge unsurlarını kollayarak ve kışkırtarak bölgedeki görece hegemonyalarını sürdürmüşlerdir.
Burada güçlü tarihsel yapıya sahip ve aynı zamanda görece de Türk coğrafyasının içinde yer alan Irak Türkleri Türkiye Cumhuriyetine hasım Emperyalist güçler ve bu güçlerin kullandıkları, geçmişte, Saddam ve o dönemdede ve şimdide Barzani, Talabani (ve günümüzde PKKde bu işbirlikçilere eklenmiştir) işbirlikçi yerel güçleri kendileri için tehdit olarak algıladıkları Türkmeneli bölgesinde yaşayan Irak Türklerin e karşı, 1947 den bu tarafa (ben bukonuşmada 1948 öncesini ele almıyorum, esasında moderen zamanları ele alırsak 1918 den itibaren Türkler Irakta soykırıma uğratılmaya başlanmıştır) vasıtasıyla etnik temizlik, ellerindeki araziler zorla ellerinden alınarak ekonomik soykırıma uğratmışlar, buna ek olarak, özellikle son 4 yılda planlı ve sistemli aşma, kurşuna dizme, akılalmaz işkencellerle, tanktan, uçaktan atılan içinde napalm ve seyreltilmiş uranyum kullanılan özel mermilerle (bombadan dahada effektif) bombalaması vasıtasıylada ve Türk liderlere suikast düzenliyerek (örnek Dr. Mustafa .Kemal Yaycılı (1 Mayıs 2004), Dr. Ferik Sait Efendi, İhsan Abdullah Efendi, Ahmet Arafat ve Azad Erbilli (23 Nisan 2004), İsmail Tuzlu, Yaşar Cengiz (8 Ocak 2005), Sabah Ketene (22 Nisan 2006) bunlardan sadece bazılarıdır) fiziki olarakta soykırıma uğratmışlardır.
Eğer biz, dahada geriye gidip, Irak Türklerine karşı yapılan bir dizi soykırımları 1918lerden itibaren sıralarsak şöyle olduğunu görürüz: 1) 1920 deki Kaçakac, Telafer soykırımı, 2) Levi soykırımı (Kerkük) 1924, 3) Gavurbağı soykırımı ( Kerkük) 1946, 4) Kerkük soykırımı 14-17 Temmuz 1959, 5) Tazehurmatü soykırımı 1979, 6) Türk Liderlerin soykırımı 1990, 7) İkinci Tazehurmatü soykırımı 25 Mart 1991, 8) Altunköprü soykırımı 9) 28 Mart 1991, 10) Erbil soykırımı 31 Ağustos 1996, 11) Üçüncü Tazehurmatü soykırımı 12) 22 Ağustos 2003, 13) Telafer soykırımı 9 Eylül 2004, 16) İkinci Telafer soykırımı 21 Şubat 2005, 17) Musul soykırımı 24 Eylül 2005, 18) Yengiçe soykırımı 10 Mart 2006, 19) Karatepe soykırımı 4 Haziran 2006, 20) Kerkük soykırımı 13 Haziran 2006, 21) Tavuk soykırımı 8 Haziran 2007, 22) Amirli soykırımı 7 Temmuz 2007 ları olarak sıralıyabiliriz.
Günümüzden 1950 sonlarına gidersek Irak Türklerine yapılan soykırımlarda soykırımların kimler tarafından yapılmak istendiğini ve bugünde aynı amaçlar taşıyan güçlerin soykırım yapmak için karşımızda olduğunu görürüz.
1958 yılında Arap Milliyetçisi Komutanlarından General Nazım Tabakçalı da bu konuda, Kürt peşmergelerin (Barzani (Talabani)) ahalisi Türk olan Kerkükün Kürtler lehine demografisinin değiştirilmesi ile ilgili olarak algılarını ve analizini 9 Eylül 1958 tarihli bir raporda Irakın güçlü adamı General Kasım’a şu şekilde özetliyor:
“Kerkük vatandaşları Kürt değildir. Burası bir Kürt şehri de değildir. Ama Kürtler, Kerkük’ü baskı altına almaya çalışıyor ve bu bölgedeki petrol kaynaklarını kontrollerine geçirmek istiyor. Bu petrol kaynakları, Irak Cumhuriyeti’nin ulusal gelirinin büyük bölümünü oluşturmaktadır. Kerkük’te bir Kürdistan Eğitim Müdürlüğü Merkezi oluşturmak ve yönetici olarak da bir Kürt vatandaşı başına getirmek, kesinlikle uygun bir davranış değildir. Kerkük’teki Eğitim Müdürü’nün tarafsız olması ve herhangi bir parti ile ilişkisi bulunmaması gerekir… Size daha önce gönderdiğim rapora lütfen bir kez daha bakın. Kürtler, vatandaşlarının çoğu Türkmenlerden oluşan Kerkük’ü buna rağmen Kürdistan’a dahil etmeye çalışacaklardır. Buna gereken önemi göstermenizi diliyorum” diyordu.
1959 yılına gelindiğinde işte bu nedenlerden dolayı, özellikle Peşmergeler, Irak merkezi yönetimininde göz yumması ve dolaylı desteğiyle, Türk şehri olan Kerkükte hakimiyet kurmak ve Türkleri bölgeden sürmek için yaptıkları etnik temizlik hareketlerini terör yoluyla sağlama çalışmalarına başladılar. Aynı yıl Türkler, Peşmerge kuvvetlerinin ki burada Talabani bizzat fiziki olarak baş rollerdeydi, fiili silahlı saldırısıyla Türklere karşı fiziki soykırıma başladılar. Yüzlerce Türk kurşuna dizildi ve Türk lider kadroları evlerinden alınarak kaçırıldı ve çeşitli eziyetlerle soykırıma tabi tutuldular. O dönemde bölge dışında bulunan Türk asıllı ve Irak Ordusunun Kerkük bölgesine nezaret eden saygın Komutanlarından (Kerkükteki İkinci Tümen Komutan Yardımcısı) Albay Abullah Abrulrahman (emekli olduktan sonra Kardaşlık Ocağı Başkanı oldu. Saddam döneminde, 65 yasındayken, diğer Türkmen aydınları, Doç. Dr. Necdet Koçak, Dr. Rıza Demirci, ve iş adamı Adil Şerif 16 Ocak 1980’de birlikte Türkleri terörize etmek için idam edildi bu tür soykırım süreçleri Türkler üzerinde daha sonra devam etti.) General Kasımla teması sonucunda 3 gün 3 gece süren Peşmerge güçleri tarafından yapılan soykırımın devam ettirilmesinin geçici olarakta olsa önüne geçildi.
O döneme ilişkin olarak, 21 Temmuz 1959 tarihli The New York Times gazetesinde Kerkükteki Türk soykırımı ile ilgili ilgili olarak şunlar yazıyor: ‘”Bağdat`ın 150 mil kuzeyinde ve Türkmenler tarafından yönetilmektilen Kerkük`te, Otomatik silahlarla donatılmış olan Kürt birlikleri, sivil Kürt gruplarla birlikte ve Komünist Parti mensuplarıyla işbirliği yaparak, önde gelen Türkmen liderlerini evlerinden sürükleyerek katlettiler.”
Ben sadece geçmişte ne olduğu konusunu incelemekle kalmayıp aynı zamandada bugünde Irakta Türklere karşı hem merkezi yönetim hemde Batı destekli Barzani, Talabani ve PKK lılar tarafından yapılan soykırımların aynı amaç ve hedefle bir paralellik ve süreklilik arz etmesini belirlemek açısından günümüzdeki olan olaylarlada birlikte ele almayı yararlı görüyorum.
Günümüzdeki olaylardan geçmişe paralellik arz edecek bir örnek verecek olursak, Şubat 2005 ortalarında işgalci ABD ve onun yedeğindeki (esasında çoğu Peşmergelerden ve birkişmida sözde peşmerge esasında PKK lılardanda oluşan, kuzeyde durum böyledir) Irak Milli Muhafızlarının, sözde direnişçi avı bahanesi ile, ama esasında Türkleri bölgeden temizlemeye yönelik olduğu her verişinden belli olan ve Musul kentinin 400.000 Türkün yaşadığı Telafer bölgesine hem havadan hemde karadan operasyon düzenlendi. Muhafızların Telaferde hemen her yerde sığındıklarını gördükleri her Türke ateş açılması sonucu onlarca Türk (yüzlercesi yaralandı ve bir soykırım metodu olan işkenceye tabi tutulmak için işkencehanelere götürüldü) soykırıma uğratıldı.
Irak Türkmen Cephesi (İTC) Telafer İl Başkanlığı Siyasi Sorumlusu Adil Selvi, 20 Şubat 2005 de konuyla ilgili açıklamasında konu ile ilgili olarak aynen şunları belirtmiştir:
“Dün akşam saatlerinde aniden Telafer”e yönelik saldırı başlatıldı. ABD askerleri ile İ Milli Muhafız askerleri (esasında kuzeyde bulunanlar neredeyse tümü Barzani ve Talabaninin adamıdır) tarafından düzenlenen saldırıda helikopterlerden iki bomba atıldı. Karadan ise Telafer”e giren askerler rastgele çevreye ateş açtılar. Dün akşamdan itibaren dışarı çıkma yasağı var. Dışarı çıkanlar silahlarla taranmaktadır. Sağlıklı bilgi alamıyoruz ancak bize gelen haberlere göre saldırıda 7 kişi öldü ve yaklaşık 40 kişi yaralandı. Kesin ölü ve yaralı sayısı ile maddi hasarin tespiti için sokağa çıkma yasağının bitmesini bekliyoruz” dedi.
Fakat daha sonra gelen veriler soykırıma uğrayanların sayısının yüzlerle olduğu şeklindeydi.
Özellikle soykırımları yaparken, aynı zamanda Telaferde, ekili alanların batı destekli Barzani, Talabani ve PKK tarafından tahrip edilmesi, çocukların ve gençlerin sebepsiz yere gözaltına alınması, işkence yapılması, ağır terör şartlarından dolayı binlerce Türkün, hem ev ve hemde işyerlerini terkini oluşturdu., Türkleri bölgeden yok etmeye yönelik olarak bu anlamdada bugünde ve bu saatlerdede, saldırılarını yoğunlaştıran Batı destekli işbirlikçi soykırımcı güç olan Barzani, Talabani ve PKK nın yüzünden, Türkler Telafer bölgesinden etnik temizliğe tabi olan zorunlu kaçış olayı yaşamaktadır. Evlerinden kaçan kişilerin ev ve mallarına soykırımcılar tarafından el konulmakta ve demografinin Aynen Kerkükte olduğu gibi bu bölgedede değiştirilmesi için klasik etnik-temizliklerde olduğu gibi, Türklerin geri dönmelerinin önüne geçilmektedir.
Aynı konuda bölgeye gidip gelen 21 Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Başkanı Prof.Dr. Ümit Özdağ ise, Kerkük’te de bir Türkmen soykırımın ön hazırlığının yapıldığını Mart 2007’de 400 bin Türkmen’in yaşadığı Telafer’de ki olayı şu şekilde tarif ediyor: “önce şii Türkmen kardeşlerimize gıda yardımı yapılacağı yalanı ile yüzlerce Türkmen bir kamyonun etrafında toplandı. Sonra kamyon havaya uçurularak 13’u sünni diğerleri şii 57 Türkmen şehit edildi. Arkasından kendisine polis süsü veren peşmergeler sünni Türkmenlerin mahallelerini basarak 74 sünni Türkmen evlerinde kafalarından vurarak şehit ettiler, 40 tanesini kaçırdılar ve kaçırılanlar daha sonra ölü bulundu. Yakalan polis kıyafetli peşmergeler Barzani’nin baskıları sonucunda aynı gün serbest bırakıldılar.Bu adice oyun ile birbirlerine kırdırılmak istenen Türkmenler tuzağa düşmediler”
Yukardada değinildiği gibi 75 yıllık bir süreçte, Türk Dünyasının parçası olan Irak Türkleri, 1948 sözleşmesinin 2. Maddesindeki tüm şıklara göre hem 194 8 öncesi hemde sonrasında yok etmeye yönelik olarak, çeşitli soykırım yöntemleri kullanılarak soykırıma uğratılmışlardır. Bu soykırımın sorumluları, bu Sözleşmeyi göz önünde tuttuğumuzda, İngiltere, ABD ve İsrail ve bu güçlerin desteğindeki Barzani-Talabani ve PKK dir. Burada değinilmesi gereken çok önemli bir konu ise, Türkmeneli Bölgesindeki Türkler soykırım türlerinden en az kullanılanı olan “günlük soykırım” a tabi tutulmaktadır. Buda bize sürecin devam ettiğini göstermektedir.
Kıbrısta Türk Soykırımı
Doğu Akdenize hakim olan stratejik önemdeki ve etrafı petrol ve gaz yataklarıyla dolu yüzen ada olarakta tabir edilen Kıbrısta da, 1948 sonrası olaylara soykırımlar açısından değinecek olursak, 1962-1963 ve 1974 yılında bizzat, Batı destekli Yunanlı subayların yönettiği ve adının Akritas planı sonradan belgelerden dolayı ortaya çıkan, yani Türkleri adadan yok etme ve adayı Yunanistanla birleştirme dünyanın Enosis (Ermenistanda Karabağı Enosişleştirmek istiyor) olarak bildiği planları çerçevesinde adada Türk soykırımı yaptılar. Bugün biz daha açık olarak bu soykırım planlarının yapıldığını ve uygulandığını, hem ABD nin gizliliği artık kalkmış olan belgelerinden ve Rum yönetiminin eskiden ve bugün başında bulunan şahısların cüretli ve güncel basınada yansıyan açıklamalarındanda görüyoruz ve biliyoruz..
Dönemi yaşayan görgü tanıkları olayların bir soykırım olduğunu ve Batı ve Yunanistan destekli Rumların (kısmen araplar tarafındanda desteklendiler) Türklere yaptıkları soykırımları şu şekilde anlatıyorlar.
O dönemde Rumların Türklere yaptıkları soykırımları yazar James Rayner de Crushed Flowers da (1982) kitabında:‘Kıbrıslı Rumlar 20 yüzyıldaki tavırlarıyla katliamlar yaparak barbarlığı temsil ettiler. Bunlar sadece kana susamış bir biçimde Türkleri katletmediler aynı zamanda onları yarı canlı olarak mezarlara da gömdüler. Bu toplu mezarlara gömülenler, Rum vahşetinin, dünyadaki insanlığa bir göstergesidir. Toplu mezarlardan çıkarılan iskelet delilleri ise yıllarca, bize, Rumların vahşice tatbik ettiği, feodal kuralların, sonuçlarını gösterecektir’ . diye yazıyor.
Aynı olaylara bizzat güncel olarak tanıklık eden, The Times muhabiri David Leigt, Türklere karşı yapılan soykırımcılığı, gazetesinde şöyle açıklıyor:
‘Kıbrıs’a müdahale sırasında (Türk Ordusunun Barış Harekatı sırasında), yüzlerce Türk Rum Milli Muhafız ordusu mensuplarınca esir alınmıştı. Esir alınan kadınların ırzına geçilmiş, çocuklar ise sokak ortasında katledilmiş katledilmiş ve Limasol’daki Türk mahallesi tamamen yakılıp yıkılmıştı’ demekteydi.
Meşhur EOKA lideri ve bugünkü Güney Kıbrıs Rum yönetimi başkanı Tasos Papadapulosdan (akritas planının ikinci kurmay başkanı idi) emir alan Nikos Sampson’un, Eleftherotipia gazetesine verdiği bir mülakattaki anlattıklarından, Türklere karşı Rumlar tarafından yürütülen bu soykırımın nihai amacının ne olduğu ortaya daha açık bir biçimde çıkmıştır Sampson şöyle diyor demecinde; Eğer, Türkiye, Adaya müdahale etmeseydi, ben, sadece Enosisi deklare etmekle kalmıyacak, Adadaki var olan tüm Türk varlığını da ortadan kaldıracaktım diyor.
Yukarıda verilen örneklerdede gördüğümüz anladığımız gibi, Türkler soykırımcılar tarafından Karabağ, Kıbrıs ve Türkmenelinde aynı amaçla değişik bölge ve zaman dilimlerde soykırıma tutulmuşlardır.
Peki Soykırımlar nasıl önlenecektir? Bunlar bizim üzerimizde tekrarlanarak bu şekilde süecekmidir.? Tabiki bunun cevabını bulmamız için bizzat Türkiye Cumhuriyetinin 1974 harekatını iyi değerlendirmemiz gerekiyor. Bize ilham vermesi açısından Türkiye Cumhuriyetinin Kıbrısta soykırımlar sürerken, 1960 Londra ve Zürih antlaşmalarından doğan garantör hakkını kullanarak, adaya müdahalesinin haklı nedenlerini ve olumlu sonuçlarını görmemiz gerekiyor. Bu gerçeği o dönemdede gören, Londra’da Labour House’da 17 Aralık 1986 tarihindeki konuşmasında Lord Willisin sözleri bizim ve soykırım önlenmesi için çok önem taşıyor. Willis bir çok batilinin aksine o dönem saptamasını aynen şu şekilde vurguluyor; Türkiye’nin müdahalesi, Kıbrıs Türklerinin hayatını kurtardı. Bu konuda Türkiye kredilendirilmelidir. Artık bu müdahaleden sonra, Kıbrıs’ta, 12 yıldır hiç kimse öldürülmüyor ve katledilmiyor diyerek adada soykırımların sona erdiğini belirtiyor, böylelikle bu anlamda Willis verdiği bir Türkiye örneği ile soykırımların nasıl önlenebileceğinin de dünyaya tarihsel bir örneğini veriyor.
Soykırımları önleme konusundaki Kıbrısa yapılan Türk müdahalesinin, bugün Türkmeneli ve Karabağ konusundada söz konusu olduğunu açıkça görebiliyoruz. Uluslararası camianın soykırıma uğrayan Türkler söz konusu olduğu zaman, harekete geçmediğinide çeşitli uluslararası kurumların Türklerin kendi insiyatiflerini geliştirmelerini önlemek içinde çeşitli oyalama grupları (MİNSK gurubu gibi) veya komisyonları kurarak esasında hiç bir şey yapmak istemediklerini yaşayarak öğreniyoruz. Bu bakımdan geçmişte oluşan Ermenilerin Karabağdaki ve diğer Türk bölgelerindeki işgalinden veya sadece soykırımlar ve etnik temizlik olayları anlamında değil aynı zamanda bugünde Karabağ ve işgal edilen Türk topraklarındaki Türklere ait kültürel abidelerin, mezarların ve buna benzer değerlerinde kültürel olarak soykırıma uğratılmasını önlemek için, Türkiye Cumhuriyeti Ordusu tarafından en yüksek standartta eğitilen Azerbaycan Milli Ordusunun teknik ve muhabere yapma açısından hızla güçlenmesi ve bu işgale ve kültürel soykırıma ve insanlık suçu olan soykırımcı etnik temizliğe karşı harekete geçmesi gerekmektedir. Bu vatan savunmasında hiç bir tartışmaya yol açmıyacak meşru bir haktır. Bu anlamda Türkiye Cumhuriyetinin Kıbrıstaki Soykırımlara meşru hakkını kullanarak dur deme metodu çok anlam taşımaktadır. Kıbrıstada olduğu gibi Karabağda konusundada bugün sadece haklı olmak yetmemektedir. Aynı zamanda bileğininde yani Ordununda güçlü olması gerekmektedir. Bu anlamda Türk Dünyasının genel olarak dahada duyarlı olması ve dil pehlivanlığından ve işi ağır başlılık davranışı gösteriyoruz diyerek başka ülkelerin insaflarına bırakmaktan çıkararak, hem Karabağda, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde ve Türkmenelindeki duruma karşı daha aktif insiyatif geliştirmesi, Türk Dünyasının hayrina olacaktır. Türk dünyasının kanayan bu çok acil üç yarasına kenetlenerek çözüm üretmemiz ve sonuçlandırmamız gerekmektedir. Bu anlamda ancak Türklere karşı bundan sonra yapılabilecek, yapılan soykırımların ve soykırımcı işgallerin önüne geçebiliriz. Bunun dışında ise bilimsel hukuki yollar kullanılarak Türklere karşı 1948 sonrası yapılan soykırımlar konularında ise, Azerbaycan ve Türkiye Cumhuriyeti başta olmak üzere, diğer Türk devletlerininde doğrudan katkıları ve Türk Milli Kitle örgütlerinin (“sivil toplum”) iyi organize olan desteğiyle bilimsel çalışma grupları kurup, çok dilli raporlar hazırlamalıyız, kitaplar çıkarmalı, konferanslar, sempozyumlar ve uluslararası projeler yapmalı ve etkiliyerek dostlar kazanmalıyız. Bu çalışmaları hem kendi insanlarımızı aydınlatmada hemde uluslararası arenada kullanma ve tüm insanlığı bu konuda aydınlatmada kullanmalıyız. Bu göründüğü ve sanıldığı kadar zor değildir. Yeterki Türk kimlikli Kitle örgütleri, bu konu üzerinde bilimsel düzeyde yetişmiş eleman oluştursun, var olanları desteklesin ve Kamu (resmi) ve özel sektörden maddi imkan sağlansın, bu çalışmalar yapılır ve başarıya ulaşılır. Soykırımcıların yargılanması için raporlar hazırlanır ve Mahkemeler açılır.Yeterki Türk Cumhuriyetleri evet desin, Çağımızda en zor dönemlerde Mustafa Kemal Atatürkü, Haydar Aliyevi, Mehmet Emin Resulzadeyi, Doktor Fazıl Küçükü, Rauf Denktasi, Abullah Abdurrahmanı, Dr. Mustafa Kemal Yaycılıyı, Dr. Sadık Ahmeti ve nicelerini içinden çıkartan Türk Milleti işte bu konudada başarılı olacaktır. Tarihimiz bize bunu söylüyor. Biz Laheyde benim başında bulunduğum Lahey Türklere soykırımları Araştırma Vakfı olarak, Bu konuda, yani Türklere yapılan soykırımlar konusunda, Laheyde Müze ve Araştırma Mekezininde olduğu ve önünede Türklere karşı yapılan soykırımları tasvir eden bir anıtın dikildiği bir bina alımı ve bu konuda kurumlaşmaya gidilmesini burada ve burada olmayan ama bizi çeşitli yollardan izleyen diğer resmi ve sivil tüm Türklere öneriyoruz. Biz bu konuda insiyatif aldık. Bu insiyatifi kollektifleştirmek için resmi ve sivil toplum örgütlerine ortak çalışma çağrısı yapıyorum. Bu konuda hiç vakit kaybetmeden herkez benimle ilişkiye geçebilir. Türküm ve Türk dostuyum diyen herkezide göreve davet ediyorum. Ben şahsen hangi meslek, konum ve mekanda olursak olalım,Türküm diyen herkezin bu konulardada bir dava dervişi olmasını bekliyorum.
Günümüzde hem içerden hem dışardan Türklüğe karşı saldırıların yapıldığı bugünlerde asla hayıflanmak ve karamsar olmak bize yakışmaz. Unutmayalımki Türklük aynı zamanda başarı sanatınında adıdır.
Son olarak bu yazımı Büyük Türk Ulu şu Hünkar Hacı Bektaşi Veli nin bir sözü ile bitirmek istiyorum. Bir olalım, diri olalım , iri olalım!! diyorum.

23 Kasım 2016 Çarşamba

GENELKURMAY BAŞKANI: "NATO'DAKİ VEKİLLERE KONUŞUYOR, TÜRK MİLLETİNİN TEMSİLCİLERİNDEN KAÇIYOR"

CHP'Lİ AYTUN ÇIRAY, GENELKURMAY BAŞKANI AKAR'A TEPKİ GÖSTERDİ VE "NATO'DAKİ VEKİLLERE KONUŞUYOR, TÜRK MİLLETİ'NİN TEMSİLCİLERİNDEN KAÇIYOR" DEDİ.
TBMM’de kurulan darbe komisyonu üyesi CHP İzmir Milletvekili Aytun Çıray Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın NATO Parlamenter Asamblesinde yaptığı açıklamalarını Türk milleti adına memnuniyetle karşıladığını ve devamını getirmesini beklediğini belirtti.
Genelkurmay Başkanının Ermeni Milletvekili Koryun Nahapetyan’ın sözde soykırımın 26 ülke tarafından tanındığına ilişkin görüşlerine gösterdiği tepkinin son derece yerinde olduğunu söyleyen Aytun Çıray, “Sayın Akar, parlamentoların aldıkları sözde Ermeni soykırımı kararlarını tanımayacağımızı sert bir dille ifade ederek belki de ilk defa işgal ettiği makama uygun bir tutum almıştır” dedi.
“GENÇLERİMİZİ TÜRKİYE’DE KALMAYA İKNA ETMEMİZ BUNA BAĞLI”
Çıray açıklamasına “Ancak Sayın Akar yanılıyor; NATO Parlamenterler Asamblesinde 15 Temmuz’la ilgili verdiği cevaplarda yaptığı gibi meselenin sadece mahkemelerde aydınlığa kavuşturulacağı iddiası doğru değildir. Çünkü 15 Temmuz karanlığının aydınlatılması sadece hukuki değil, siyasi bir meseledir. Hem de Türk Milletinin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği için en varoluşsal siyasi meseledir. Yükselen despotizmin bir sonucu olarak özgür ülkelere iltica etmeye çalışan gençlerimizi Türkiye’de kalmaya ikna etmemiz buna bağlıdır”diye devam etti.
“KARANLIĞI AYDINLATACAK 3 ANAHTARDAN BİRİ”
15 Temmuz’da son derece komplike bir kalkışma ve iç parçalanmayı tetiklemeyi hedefleyen habis bir girişimle karşı karşıya geldiğimizi ve 15 Temmuz FETÖ Darbesini Araştırma Komisyonu bunun asli sorumlusunun Sayın Erdoğan yönetimindeki on dört yıllık AKP iktidarları olduğuna dair çok değerli tanıklıklar elde ettiğini anlatan CHP’li Çıray sözlerine şöyle devam etti:
“CHP İZMİR MİLLETVEKİLİ AYTUN ÇIRAY VE GENELKURMAY BAŞKANI HULUSİ AKAR”
“Bu kalkışma konusunda Akar'ın asıl sorumlu olduğu makam NATO Parlamenterler Asamblesi değil, Türk milletinin iradesini temsil eden Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Atatürk’ün her daim hesap verdiği bu çatı altında sorulacak sorulara cevap vermelidir. 15 Temmuz kalkışma, işgal ve Türkiye’yi parçalama teşebbüsüyle ilgili gerçeklerin aydınlatılmasından daha önemli hiçbir şeyin olmadığına kalpten inanan komisyon üyesi bir siyaset insanı olarak Sayın Akar’ı Meclis Çatısı altında Türk Milleti adına soracağımız sorulara cevap vermeye davet ediyorum.15 Temmuz’la başlayan korkunç kaos süreçlerinin ortaya çıkaracağı acı sonuçları engellemenin yolu şeffaflıktır ve Sayın Akar bu hain operasyonun karanlığını aydınlatacak ışığın üç kritik anahtarından biri sizdedir. Bu vatani göreviniz yapmak için komisyonu sabote etmekten başka bir misyonu olmayan Reşat Petek’in davetine ihtiyacınız yok.”
"TALİHSİZ BİR İZLENİM DOĞACAKTIR"
Açıklamasının son bölümünde Akar’ın siyaseten son derece meşru ve haklı olan bu davete kulak verip, Meclis çatısı altında kritik sorulara cevap vermediği takdirde 15 Temmuz karanlığı hakkındaki şüphelerin pekişmeye başlayacağını anlatan Çıray, “Üstelik Akar’ın Türk Milleti’nin temsilcilerine NATO Parlamenter Asamblesi ve bu Asamblede kendisine soru soran Ermeni milletvekili ve yabancı gazeteciler kadar değer vermediği gibi kendisi açısından çok tatsız ve talihsiz bir izlenim doğacaktır” dedi.

16 Kasım 2016 Çarşamba

Bir zamanlar ÇOBAN SÜLÜ vardı. Şimdi bu çobanlıktan dem vuruyor. "ERDOĞAN: BEN DE BİR ÇOBANIM"

ERDOĞAN: BEN DE BİR ÇOBANIM!..
Başbakan Binali Yıldırım, Saray'ın Kongre Merkezi'nde yapılacak "Milli Tarım Projesi" toplantısına açıklamalarda bulundu. Ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan toplantıda konuşma yapıyor.
* Milletin evine sığmayıp şu an dışarda toplantımızı izleyen değerli kardeşlerim değerli misafirler sizleri en kalbi duygularımla hasretle muhabbetle selamlıyorum. Gıda Tarım Hayvancılık Bakanlığımız tarafından uygulamaya sokulan Milli Tarım Projesi'nin hayırlı olmasını temenni ediyorum.
* Rahmetli Aşık Veysel ne güzel söylemiş; Dost dost diye nicesine sarıldım, benim sadık yarim kara topraktır. Beyhude dolandım boşa yoruldum, benim sadık yarim kara topraktır. Sadık yarimiz olan toprağa hak ettiği değeri vermezsek top yekün insanlığın geleceğini tehdit altına sokmuş oluruz.
* Rabbim bizlere topraktan yaratıldığımızı ve toprağa döneceğimize haber veriyor. İnsanoğlunun hayatta kalmasını sağlayan hususların başında tarım ve hayvancılık başarısı denk geliyor. Bunların üretimini beceremeseydi insanoğlu hayatına devam edemezdi.
* Hayatımızı sürdürmek için ihtiyaç duyduğumuz ürünlerin belli meslekler tarafından yürütülmesi bizler için çalışmalar sağlar. Bu hususları tekrarlamamın sebebi ülkemizde tarım ve hayvancılığın önemli olduğunu ifade etmektir. Milli Tarım Projesi gerçekten de her türlü takdir ve desteği hak ediyor.
* Havza bazlı ve yerli üretimi destekleyen bu projeye sahip çıkmalıyız. Anadolu dünyanın en kadim tarım ve hayvancılık coğrafyası olmasına rağmen olmamız gereken yerin uzağındayız. Topraklarımız var ama yeterli teknik destekle hakkıyla değerlendiremiyoruz.
* Meralarımız var ama et fiyatları almış başını gidiyor, ithalat yapıyoruz. Topraklarımız konusunda azotlu gübreyle topraklarımızı mahvettik. Çamurlanıyor. Tüm hastalıkların temelinde bu yatıyor. Doğal gübreye dönmek zorundayız. Kimyevi azotun tehditinden tarımsal gıdalarımızı kurtarabiliriz.
* Türkiye yüzde 4,7 büyürken, yüzde 2 oranında tarım büyümüştür. İthalat artışı ihracat artışın üzerine çıkmıştır. Avrupa'da bir numara olmamız gerçek potansiyelimiz anlamına gelmiyor. Gıda ve et ithalatı yapıyorsa bir sorun olduğu anlamına gelir. İnşallah Milli Tarım Projesi ile bu sorunların çözümü konusunda önemli adımlar atmış oluyoruz. Plansız programsız işle arz açığı ya da fazlası bu sıkıntının geride kalacağına inanıyorum.
* İllerimize ve hayvan türlerine göre fiyatların dengelenmesi ve ithalatın azalması konusuna ulaşacağımızı biliyorum. Enflasyonun sebebi gıda rakamlarıdır. Domates biber rakamları söylenince ağrıma gidiyor. Domatesten biberden dolayı enflasyondan etkilenmemiz lazım.
* Bizim sebzede çeşitlerimizin artması lazım. 19 sebze çeşidi nedir ya? Bunu artıracağız. Bu topraklardan çok sebze gelir. Meyve çeşitlerimizi artırmamız lazım. Derde deva. İnşallah bu olacak. Adamlara gidiyorsun bakıyorsun masaya peynirlerin envayi çeşitlerini getiriyor. Bacılarım bizde de olur mu? Olur. Envayi çeşit peynir üreteceğiz ve dünyaya pazarlayacağız.
* Osmanlı'yı ayakta tutmanın yolu iaşecilik sistemiydi. Bizim de fiyatları dengede tutacak bir sistem oluşturmamız lazım. Teşvikler var, ne kalıyor çalışmak. Peygamberlerin mesleği olan çiftçilik ve çobanlığı bilgilendirmeyle teşvik ederek ülkemizde hakettikleri konuma getirmeliyiz. Çobanlık deyip hafife almayın.
* Çobanlığın felsefesini anlamayan insan yönetemez. Ben de bir çobanım. Hepiniz çobansınız, hepiniz güttüklerinizden mesulsunuz buyuruyor Peygamberimiz. Anlamayan anlamaz. Anlamayanların geldiği durum belli. Biz işimize bakalım. Bize eğilmek yakışmaz, biz sadece Rüku'da eğiliriz.
* Kardeşlerim sizler gayet iyi bilirsiniz. Tohum toprağa düşmeden can bulmaz. Toprağa düşen tohumdan kaliteli ürün istiyorsanız gübresinden suyuna kadar tüm ihtiyaçlarını karşılamalısınız. Devletler için de geçerli Anadolu Selçuklu, Alparslan'la bu topraklarla yetişmiştir. Osmanlı'da izi takip edilerek kurulmuştur. Cumhuriyet de Osmanlı tohum varlığından vücut bulmuştur. Ecdadımız gittiği her yerde toprağı bereketli kılmanın çabası içinde olmuştur.
* Sadece biraz suya, gübreye, emek, kardeşlik tohumlarının yeniden yeşertilmesine ihtiyaç vardır. 14 yılda Balkanlardan Orta Asyaya Afrika'ya kadar gönül köprüleri kurma çabasındayız. Geçtiğimiz cuma Belarus'ta Minsk Camii'nin açılışını yaptık, eksi 8 derecede. Tarihimizde sömürgecilik olmadığından birlikte kazanacağımız projeler teklif ediyoruz. Her türlü riski göze aldık. Hem kendimiz hem de tüm mağdurlar için bu gayretleri gösterirken birileri de ülkemizi terörle yakmak için uğraşıyor.
* Terör örgütleri aynı amaçla saldırıyor. Kimi tüfekle, kimi fitneyle. Başka yerlerde tıkır tıkır işleyen planların Türkiye'de neden boşa çıktığını bilmiyorlar. Bu millet aziz bir millet. Bu millet yüce bir millet, farklı bir millet. Türkiye'yi devletlerden devlet sananlar, milletlerden millet sananlara yanıldıklarını 15 Temmuz'da bir kez daha gösterdik. Çiftçi kardeşlerimiz de neler yapabileceklerini gösterdiler. Ekranda izledik zekaya bak, ne yaptı, tarlasını yaktı. Niye yaktı F16'lar nerede kim var göremesin.
* Kardeşimize milletim adına teşekkür ediyorum. Sağolsun varolsun. Kimisi traktörüne atladı. Biçer döverimle beraber. Senin F16'ın varsa benim de traktörüm var. Senin helikopterin varsa, benim kamyonum var. Hepsi anında. Benim hanım kardeşlerim de boş durmadı.
* Darbe girişimi sonrası samanlarını ateşe verene tazmini teklif edildiğinde biz o samanları Allah için yaktık diyerek Türk milletinin asaletini gösterdiler. 9 çiftçimiz şehit olmuştur. Pek çok çiftçimiz saflarını belli etmiştir. Böyle bir millete kim diz çöktürebilir. Böyle bir millete kim teslim olabilir. Doğu'ya bakın Orta Anadolu'ya.
* Derik'te teröristler tarafından katledilen Kaymakam ve Bakanlıkça görevlendiren Muhammed Safitürk kardeşimizin cenaze törenine katıldık. Yürekleri sızlatan bir görüntüydü. Metanetleri geleceğimize olan güvenimi güçlendirdi. Aynı zamanda mücadele azmimizi de biledi. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Başkomutanı ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Cumhurbaşkanı olarak şu mesajı vermek istiyorum. Hiçbir şehidimizin kanını yerde koymadık, koymayacağız.
* Türkiye'ye yönelik her saldırıya öyle bir cevap vereceğiz ki akıllarından dahi böyle bir düşünceyi geçiremeyecekler. Bu ülkenin askerini polisini kaymakamınını herhangi bir memurunu öldürenlere ve yardım edenlere dünyayı dar etmezsek yazıklar olsun.
* Hepsi hukuk çerçevesinde hakettiği cezaya kavuşacak. Ne dedim biz şu an Hükümetimiz ve MHP idamı görüşmekten yanalar. Parlemento bu kararı aldığı anda bana da onaya geldiğinde ben bu kararı onaylarım. Ondan sonra referandum olduğu için millete gelecek. Asıl olay merciyi sizsiniz; millet. Batı ne diyor idam olmaz. Nereden bunu konuşuyorsunuz diyor; Ey Batı bu milletin kaderi sizin elinizdedir. Bugün dünyanın büyük çoğunluğunda da bu var. Kimsin sen ya, kimsin? Nesin sen, sen Türkiye adına ne zamandan beri karar verme yetkisine sahip oldun. Sen veya siz nasıl olur da Türkiye hakkında karar verirsiniz. Türkiye'yi tanımamışsınız, çevirdiğiniz fırıldaklar Türkiye adına değil. Bu millet kendi kararını kendi verir, kendi göbeğini kendi keser. Avrupa Birliği Parlementosundaki terör örgütleri temsilcilerini temizleyin. O zaman görün.
YIL SONUNA KADAR SABREDELİM SONRA MİLLETE GİDELİM
* AB önce verdiği sözleri tutsun. Terör örgütü Avrupa'da cirit atıyor. Onlara her türlü desteği vereceksiniz, Türkiye'ye de müzakereler durdurulacak diyeceksiniz. Geç kaldınız ya, hemen kararınızı verin. Yıl sonuna kadar sabredelim, ondan sonra millete gidelim.
* İngiltere bile milete gitti, millet ne yaptı İngiltere'de çıkalım dedi ve çıktılar. Suriye'de Irak'ta mültecilere verdiğimiz destekle yaptığımız harcama 15 milyar dolara ulaştı. Siz verdiğiniz hiçbir sözü tutmadınız ki nereye yürüyeceğiz. Bunlar dürüst değil, biz dürüst olanlarla yürüyeceğiz. Birileri kendi akıllarınca bize bu coğrafyayı dar etmek istiyorlar. Terbiyesize bak ya yaptırım uygularız diyor, senin her yerin yaptırım olsa ne yazar? Geç kalıyorsun geç. Onların kullandığı ne kadar maşa, hain varsa hepsinin başını eziyoruz, ezeceğiz. Onların topu cehennem çukurunda yansın.
Başbakan Yıldırım'ın konuşmasından notlar;
* Aslında tarım sektöründe havza çalışmaları köklü değişikliği işaret ediyor. Biz diyoruz ki kafana göre değil havzana göre. Bir bölgede pamuk ekildiyse öbür bölgede buğday pirinç ekilecek.
*Bütün il ve ilçelerimizi kapsayan bir çalışma yapıldı. Bugün çiftçinin elinde bir rehber var. Nerelere hangi ürünlere ekersek oralardan destek alacağız.
* Çiftçi yaptığı işten memnun değilse bir yerde bir yanlış var demektir. Bakanımız bütün detayları anlattı. Tarım sektörüne tam 90 milyar TL destek verdik. Tarım sektörü bunu hakediyor. Bu destekler daha fazla olmalı. Tarım sektörü gelişme sağlayan desteklerin başında olmaya devam ediyor.
'YILDA İKİ KEZ ÖDENECEK'
* Bu destekler yıl boyu küçük küçük rakamlarla veriliyor. Parça pinçik vermek yerine yılda iki sefer; bir ekerken bir de biçerken, nisan-mayıs ve eylül-ekimde vererek bu işi sadeleştirelim. Yani aldığından da bir şey anlasın çiftçilerimiz. Bu karar önemli bir karar.
* Bir yıl içinde 14-15 milyar destek yapacağız. Bir yarısını nisan-mayıs diğer yarısını eylül ekimde vereceğiz. Siz de işinizi ona göre yapacaksınız. Tarım sektörümüzün birçok ihtiyacı sorunu var.
'DEPONUN YARISI SİZDEN YARISI BİZDEN'
* İki önemli gider kalemi var. Maliyetleri iki önemli kalem olan gübre ve yakıtta azalmalara gideceğiz. Gübrede KDV'leri kaldırdık. Tarım Kooperatifleriyle ayrıca ucuzladı. Gübrede mesafe aldık.
* Mazot için de diyoruz ki deponun yarısı sizden yarısı bizden. Hayırlı uğurlu olsun. Sulamayla ilgili problemlerimiz var. Sulama ve toplulaştırma. Bir toplulaştırmayı hızlandırmalıyız. Miras nedeniyle büyük tarlalar bölünüyor, kimsenin işine yaramıyor. Mirasla bölünmeye yönelik kanuni düzenleme de yaptık.
* 2023'e kadar 7 milyon hektar tarım arazisi toplulaştıracağız. Bakanlar Kurulu olarak aldığımız kararla sulamada sorumluluğu Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'na veriyoruz. Tarlalarda kapalı sulama her türlü sulama işinin sorumluluğu Tarım Bakanlığımızın olacak.
'184 OVAMIZI KORUMA ALTINA ALIYORUZ'
* Milli Tarım Projesi'nin bir de hayvancılık tarafı var. 12 milyondan 23,5 milyona çıktı. Yine önemli bir mesafe kaydetti. Bugüne kadar Avrupa'nın en büyük tarımsal hasılasına sahip Türkiye. 3. büyük Tohum Gen Bankası'nı da ülkemizde kurduk.
* Damızlık hayvancılığını önemsemeliyiz. Hayvancılıkta kendimize yetecek bir ülke haline gelmeliyiz. Tarım alanlarımızın korunmasına yönelik 184 ovamızı koruma altına alıyoruz. Buralara fabrika ve bina yapılmayacak. Bu alanlar dışında yapılacak. Şehirleşmede görüyoruz tarım arazilerinde beton binalar yükseliyor. Bereketli topraklar beton yığınına dönüşüyor.

* Buğdayla koyun gerisi oyun. Bizim beslenme geleneğimizde bu var. Diğerleri de önemli ama stratejik olarak en önemlisi bunlar. Gereken tedbirleri bu konuda alacağız. Meralarımız alçak terör elemanlarıyla değil, çobanlarımız çiftçilerimiz ülkemizin hayvancılığı ile daha da şenlenecek.
UNUTULMAMALIDIR Kİ!.. 
Siyaset: Basiret-Beka, İlim-Feraset, Adalet-Hikmet ve Hoşgörü İşidir. Varsa ne alâ, yoksa çok fena...
YORUM VE KATKI YERİNE KAİM OLMAK ÜZERE!...
BEKİR COŞKUN: 
Sen çoban biz koyun…
​Bizim evin oraya ne zamandır dökülen asfaltın açılışı, Cumhurbaşkanı'nın katıldığı mehterli, balonlu törenle yapıldı…
Kaç aydır açılmadan basmışız demek…
35 televizyonun Ankara'dan naklen verdiği törende “88 eser” hizmete girdi…
“88 eserin” içinde bizim asfalt da var…
İnsan basmaya kıyamaz…
88 eserin içinde “Mezarlık çevre düzenlemesi” açıldı…
Aynı zamanda Sağlıklı Yaşam Dernekleri kapatıldı…
“Okullara 21 adet basketbol potası” açıldı…
OHAL kapsamında 937 okul kapatıldı…
Başkentlilere çok lazım “Tohum eleme tesisi” açıldı…
Alevi Bektaşi Derneği kapatıldı…
“Oturma bankı” açıldı…
Emekli dayanışma dernekleri kapatıldı…
“Muhtelif yerlere merdiven yapımı” açıldı…
Ensar'ın peşini bırakmayan Gündem Çocuk Derneği kapatıldı…
“Taş toplama makinesi” açıldı…
Çağdaş Hukukçular Derneği kapatıldı…
“Çalı dikimi” açıldı…
BM'nin tanıdığı Barış Derneği kapatıldı…
“Dört adet dekoratif cadde lambası” açıldı…
Özgürlükçü Hukukçular Derneği kapatıldı…
Kısacası; törenle, çalıdan-merdivene “88 Eser” açıldı…
Meydanı doldurmuş binlerce kişi “Türkiye seninle gurur duyuyor”, “Öl de ölelim”, “Demokrasi kahramanı” diye alkışladı…
Ahali “İş yapsın da…” dedi…
Aynı zamanda; demokrasinin vazgeçilmezi yüzlerce sivil toplum örgütünün kapısı mühürlenerek kapatıldı…
*
Bu bakımdan Cumhurbaşkanı'nın “Çobanlığın felsefesini anlamayan, onun psikolojisini yaşamayan, insan yönetemez…
Ben de bir çobanım…” demesini çok iyi anladık…
Hakikaten doğru…
Biz de yıllardır söylüyoruz zaten; koyunuz diye…