27 Aralık 1963 günü şehit eşim ve üç oğlumun cansız bedenlerini ve yaralı Türkleri, Türk Silahlı Kuvvetleri’nden tahsis edilen iki uçakla anavatana getirdim. Çocuklarım hala kanlar içindeydi. Ellerimle yıkadım. Şehit eşim ve çocuklarımı Elazığ Askeri Şehitliği’nde toprağa verdim. Onları yalnız bırakmamak için tayinimi Elazığ Askeri Hastanesi’ne istedim ve şubat 1964’te Elazığ’da göreve başladım. Değişik rütbelerde görevler yaptım. 1970 yılında Elazığ’da İzzetpaşa Sağlık Ocağı doktoru Tülay Hanım’la evlendim. 1971 yılında oğlum Mustafa Necmi doğdu. 1977 yılı ağustos ayında tabip tuğgeneralliğe terfi ettim ve ailemle birlikte Ankara’ya geldim. Ankara 600 Yataklı Mevki Asker Hastanesi’nde iki yıl başhekimlik; Kara Kuvvetleri Komutanlığı Sağlık Daire Başkanlığı’nda üç yıl daire başkanlığı yaptım. 1978 yılında kızım Ayşe Şebnem doğdu. 1982 yılı ağustos ayında emekli oldum." (Kaynak: Zekeriya BİCAN - Sekizinci Şehir İz Bırakanlar) (Haber: Ercan Dolapçı)
TARİHİ VE BİLİMSEL AÇILIM & YORUM VE KATKI
KARABAĞ,
TÜRKMENELİ VE KIBRIS’TA İŞLENEN ÜÇ TÜRK SOYKIRIMINA BİR BAKIŞ
Sefa
M. Yürükel
Sosyal Antropolog, Soykırım ve Terörizm araştırmacısı
Ben
bu yazıda yakın tarihte Türklere karşı yapılan üç soykırımı ele alacağım. Bunlar
sırasıyla
1)
Ermenistanin 12 -26 Şubat 1992 ye kadar Karabağ da yaptıkları Türk Soykırımı
2)
Yeni dönemde, Batı destekli Barzani, Talabani ve PKK nın Türkmeneli Bölgesi
olan Irakın Kuzeyinde yaptıkları Türk soykırımlarıdır
3)
Batı ve Yunanistan destekli Rumların Kıbrısta 1962 den 1974 yılana kadar
yaptıkları Türk soykırımlarıdır.
Türkler
tarihte kahraman bir millet olarak bilinir bizde böyle biliriz. Ama Türkler
aynı zamanda asırlar boyu soykırıma uğramışda bir millettir. Biz işin bu yönünü
irdelemeyi bugüne kadar ihmal ettik. Türkmeneli, Kuzey Kıbrıs, Azerbaycan ve
Türkiye nin haritaya baktığınızda dünyadaki emperyalist güçlerin dışlerini
kamaştırdığı ve egemen olmak istediği Asya ile Avrupanın kilitlendiği
coğrafyanın adıdır. Bu Coğrafyaya hakim olan geçmişte dünya siyasetine yön
verdiği gibi bugün ve gelecektede bunun böyle olacağını söylemek kanımca
kahinlik olmayacaktır. İşte neden Türklerin soykırıma tabi tutulduklarını bu
anahtar konumumuz iyi açıklamaktadır. Ben işte bunun ön plana çıkarılması için
bu ve bu gibi etkinliklere yeterince önem verilmesini önemsiyor ve öneriyorum.
Ben
bu konuya örnekler ışığında bilimsel olarak yaklaşmaya çalışacağım.
Ama
bir konunun soykırım olduğunu bilmek için BM 1948 yılında imzalanan
Soykırımları önleme ve Ceazalandırma sözleşmesini önce kavramamız gerekiyor.
Ben bu sözleşme çerçevesindede olayları örnekleri ile ele alıp konuya bilimsel
bir bakış açısı getirmenin daha kolay olacağına inanıyorum. Bende 1948
sözleşmesine ve sadece 1948 yılından itibaren olan olayları kapsayan bu
antlaşmaya uygun olarak şimdilik 1948 den itibaren Türklere karşı yapılan
yukarıda bahsettiğim üç soykırımı ele alacağım.
1948
yılında kabul edilen BM soykırım sözleşmesi şunları içeriyor:
Soykırımı
Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi(Jenosid-Sözleşmesi)
Sözleşme
2: Bu sözleşmede, soykırımının anlamı, aşağıda sayılan fiillerin ulusal, etnik,
ırksal veya dinsel bir grubu, bu niteliği yüzünden, kısmen veya tamamen yok
etmek kastıyla işlenmesidir:
a)
Grup üyelerinin öldürülmesi;
b)
Grup üyelerinin fiziki ve zihni sağlığını bozucu eylemler;
c)
Grubun, kısmen veya tamamen fizik varlığının yok olmasına neden olacak yaşam
koşullarına tabi tutulması;
d)
Grup içi doğumları önleyici önlemler alınması;e) Gruba ait çocukların zorla
başka bir gruba transfer edilmeleri olarak tanımlanıyor.
Şunu
çok iyi bilmeliyizki, Soykırımlar sadece insan veya grup öldürmek amacıyla
değil, esas olan dünya ve yerel bölgelerin hegemonyası için yapılan paylaşım
savaşlarında hedefe seçilen yerlerin yeraltı ve yer üstü zenginliklerini ele
geçirme sırasında, bölgeye egemen olmak isteyen gücün egemen olması sırasında,
kendisine tehdit olarak algıladığı bir etnik, dini, ırkı veya milli bir gücü,
planlı, sistemli, hedef gözeterek çeşitli yöntemlerle yok etmeye yönelik
eylemler yapma yada kısmen yada tamamen yok etme olayıdır. Meseleyi böyle ele
aldığımız zaman soykırımların neden yapıldığınıda çözmüş oluruz. Burada
değinilmesi ve altı çizilmesi gereken konu ise, eğer hedef etnik, milli, dini
veya ırkı bir grubu yok etmeye yönelik yapılıyorsa ve burada gruptan bir kişi
bile öldürülse ve bu işbatlanırsa bu adii bir cinayet değil soykırım olarak
değerlendirilir.
Soykırım
örneğine ilk önce Karabağ Türk soykırımı ile başlıyorum:
Karabağ
Türk Soykırımı:
Sadece
Azerbaycan için değil bütün bölge içinde konumu itibarı ile Azerbaycanın
ayrılmaz parçası olan stratejik önemi çok büyük olan Karabağ, tarihte olduğu
gibi bugünde tüm stratejik özellikleriyle bu konumunu sürdürmektedir. Sovyetler
Birliğinin dağılması sırasında, 1992 yılında Azerbaycanın milli sınırlarını
geçen Ermeni ordusu, daha önce Garadağlı, Meşheli ve Baganış-Ayrım’da ilk defa
soykırım ve etnik temizliğe tabi tutuldular. Ermeniler ilk önce 12 Şubat 1992
de Malıbeyli ve Kuşçular Köylerinde 50 türkü soykırıme uğrattıktan sonra 25-26
Şubat geceside büyük ölçüdede iyi eğitim görmüş, Ermeni subaylar ve askerlerden
oluşan Karabağdaki 366 çi elit Rus Alayı ile birleşerek, Azerbaycanın dörtte
bir toprağını soykırım yaparak işgal ettti. Ermeni kuvvetleri, Türkleri Karabağ
ve diğer işgal ettikleri Azerbaycan topraklarından BM 1948 Soykırım
sözleşmesindeki, neden, eylem ve sonuç ilişkisindede tarif edildiği gibi yok
etmek maksadıyla, belirlenen bölgeler olan: Koçaryanin 1997 yılında Avrupada
verdiği demeçlerde bizzat içinde bulunmakla övündüğü soykırımda, 7 bin kişilik
nüfusa sahip ve coğrafi konumu itibariyle bölge için önemi fabrika ve
Karabağdaki tek ve çok stratejik hava ulaşımı bir yerleşim merkezi olan Hocalı
kentini ele geçirmek için, 25. Şubat gecesi katliam gayesiyle harekete
geçmiştir. Koçaryanin bizzat iştirakle dahil olduğu, Hocalı’nın işgali sonucu
sivil, silahsız Türkler; çocuk, kadın, ihtiyar ve genç ayrımı yapılmadan Ermeniler
tarafından bir gece içersinde soykırıma uğratılmıştır. Ve hepimizinde defalarca
konuşmalarda değindiği gibi, resmi rakamlara göre, o gece 613 kişi, bunlardan
83u çocuk, 106 kadın çeşitli şekilde işkence yapılarak soykırıma uğratılmıştır.
Ayrıca, bunlardan 487 kişi ağır yaralanmış ve 1275 kişi ise rehin alınmıştır.
156 çocuk ise ailesinin soykırımda tamamını kaybederek öksüz kalmıştır.
Kendiside Karabağlı olan ve Karabağ üzerine önemli eserleri bulunan, Türk
tarihçi ve şu anda Azerbaycan Parlementosunda Karabağ Milletvekili Havva
Memmedova hanımın verdiği verilerden yararlanılarak, Haziran 2005 yılında eski
milletvekili Fatma Aktaş hanımın Hollanda Parlementosuna Türk Soykırımları ile
ilgili verdiği önerge içindede yer alan bilgilere göre ise 150 ye yakın Türk
kadını hala Ermenilerin elindedir, kayıp diye geçmektedir ve hala haber
alınamamaktadır. Bunun dışında soykırımdan artakalan şehir nüfusu ise soykırım
sırasında Azerbaycan Milli Ordusuna bağlı, hemde bölgedeki ve hemde olanaklar
çerçevesinde bölgeye yetişen Türk mukavemet güçlerinin direnişiyle güvenilir
bölgelere geçebilmişlerdir. Bu bakımdan hem bilimsel hemde hukuki olarak
meseleye baktığımızda 1992 yılındaki soykırım olaylarını sadece Hocalı olayı
olarak değil olayı genel anlamda Karabağ Türk soykırımı olarak değerlendirmek
daha doğrudur.
Karabağa
atfen Ermeniler 1948 sözleşmesinde tarif edilen ve soykırıma uyan, Karabağdaki
soykırımda kullandıkları metodlarda, özellikle çocuklarında içinde bulunduğu
Türklerin gözlerini oymuşlar, kafa derisini soymuşlar, hamile kadınların
karınları yarıldığı ve göğüsleri kesildiği gibi vücuttaki değişik organlar
kesmişler ve koparmışlardır ve bazılarını yakarak bazılarınıda, aşarak
bazılarınıda diri diri toprağa gömerek ve ağır işkenceler yaparak bu soykırım
suçunu işlemişlerdir. Bu soykırımı görgü tanığı olan bir fransız, bir rus ve
birde bir soykırımcı ermeninin kendi kaynağındaki örneklerdede görebiliriz.
Fransız
gazeteci gazeteci Jan iv Yunet’in şu sözleri soykırımı anlamak için önem
taşımaktadır: “Biz
Hocalı faciasının şahidiyiz. Biz Hocalı’yı koruyanların yüzlerce sivil halkın,
kadınların, çocukların, ihtiyarların cesetlerini kendi gözlerimizle gördük.
Ermeniler bizim helikopterleri de ateşe tuttukları için video çekimini sona
erdiremedik. Lakin yükseklikten gördüklerimiz de yapılan gaddarlığı anlamak
için yetiyordu. Bu çok ürpertici bir manzaraydı. 5-6 yasındaki çocukları,
bebekleri, gebe kadınları merhametsizce katleden Ermeni cellatları hiç kimseyle
karşılaştırılamazlar.”
Katliamla
ilgili olarak Moskovskiy Komsomolets gazetesinde gazetecilik yapan Neftyanoy
Sindrom gazetesinde ise şunları yazıyordu: “Esirler
var. Lakin daha onlar yaşamağa yaramıyorlar. Kışın onları sabahleyin yalinayak
karın, buzun üzerine çıkarıyorlar. Tepelerinden soğuk su döküyor, başlarında
şişe kırıyor, sonra yeniden koğuşlarına salıyorlardı. Asıl işkencelerse zaten
bundan sonra başlıyordu. Parmaklarını kapının arasında sıkıştırıyor,
bağırttıkça lastik copla dövüyorlardı. Bunların bir çoğu bu işkencelere
dayanamayarak deli oluyordu. Bir sonraki koyun işgalinde bir Ermeni’nin bir
çocuğu alıp, ikiye böldüğünü gördüm. Sonra çocuğun bedeninin bir parçasıyla
annesinin yüzüne ve basına o kadar vurdu ki, evladının kanına bulanan zavallı
kadın deli olup, gülmeye başladı.”
“Büyük
Ermenistan” projesinin anahtar konumundaki simalarından soykırımcı yazar Zori
Balayan 1996 yılında Ermenice yazdığı “Ruhumunuz Canlanması”adlı kitabında
kendi yaşadığı ve bizzat Karabağda tatbikini yaptığı soykırımcılığını şu
şekilde yazmaktadır: “Biz
çete üyesi Hacatur’la zapt edilmiş evlerden birisine girdiğimizde bizim
askerlerin 13 yasında bir Türk çocuğunu pencereye çivilediklerini gördük.
Hacatur çocuğun bağırmaması için anasının kesilmiş göğsünü onun ağzına soktu.
Sonra ben bu Türk çocuğa onun babalarının bizim çocuklara yaptıklarını yaptım.
Onun karnının, basının, göğüsünün derisini soydum. Saatime baktım. Çocuk 7
dakika sonra kan kaybından yaşamını yitirdi. Sonra Hacatur çocuğun cesedini
doğradı ve köpeklere dağıttı. Akşam aynı şeyi 3 Türk çocuğuna daha yaptık.
Kendi halkımın intikamının yüzde 1’ini aldığım için ruhum mutlulukla dolmuştu.
Ben her Ermeni vatansever gibi kendi vazifemi yerine getirdim. Hacatur çok
terlemişti. Ama ben onun gözlerinde ve diğer kardeşlerimin gözlerinde intikam
ve güçlü hümanizm mücadelesini gördüm.. Ertesi gün biz Kiliseye giderek 1915
yılında ölenlerimiz ve dün yaptığımız olaylardan ruhumuzun temizlenmesi için
dua ettik.” demektedir.(s. 260-262)
Bu
üç örnektede görüldüğü gibi, 1948 sözleşmesine göre konuyu ele aldığımızda,
Ermenistan yönetici kadrosu tarafından ve Karabağda planlı, hedefe yönelik ve
delilleri olan bir soykırım suçu işlediği sözleşmenin 2. maddesindeki tüm
şıklara göre sabitleştiği görülmektedir.
Irakta
Türk Soykırımı
Irakta
Türkmen nüfusunun 2,5-3 milyon kişi arasında olduğu bilinmektedir. Türkmeneli
bölgesinin merkezi olan Kerkük Dünya petrol rezervlerinin çok önemli bir
bölümünü kapsamaktadır. Aynen Azerbaycan gibi Batının Asyaya giden kapısı
konumunda paha biçilmez stratejik bir öneme sahiptir.
Bu
anlamda 1932 yılında İngiltereden bağımsızlığını kazanan Irakta bölgede
yıllarca hakimiyetini sürdüren Emperyalist ülke İngilterenin hesapları bölge
için değişmediği gibi, emperyalist devletlerden ABD ve Fransada daha o
zamanlardan ve sonradada bölgeye ilgi duymuştur ve bu üç ülke bugüne kadar
bölgede iç istikrarsızlık ve denge unsurlarını kollayarak ve kışkırtarak
bölgedeki görece hegemonyalarını sürdürmüşlerdir.
Burada
güçlü tarihsel yapıya sahip ve aynı zamanda görece de Türk coğrafyasının içinde
yer alan Irak Türkleri Türkiye Cumhuriyetine hasım Emperyalist güçler ve bu
güçlerin kullandıkları, geçmişte, Saddam ve o dönemdede ve şimdide Barzani,
Talabani (ve günümüzde PKKde bu işbirlikçilere eklenmiştir) işbirlikçi yerel
güçleri kendileri için tehdit olarak algıladıkları Türkmeneli bölgesinde
yaşayan Irak Türklerin e karşı, 1947 den bu tarafa (ben bukonuşmada 1948
öncesini ele almıyorum, esasında moderen zamanları ele alırsak 1918 den
itibaren Türkler Irakta soykırıma uğratılmaya başlanmıştır) vasıtasıyla etnik
temizlik, ellerindeki araziler zorla ellerinden alınarak ekonomik soykırıma
uğratmışlar, buna ek olarak, özellikle son 4 yılda planlı ve sistemli aşma,
kurşuna dizme, akılalmaz işkencellerle, tanktan, uçaktan atılan içinde napalm
ve seyreltilmiş uranyum kullanılan özel mermilerle (bombadan dahada effektif)
bombalaması vasıtasıylada ve Türk liderlere suikast düzenliyerek (örnek Dr.
Mustafa .Kemal Yaycılı (1 Mayıs 2004), Dr. Ferik Sait Efendi, İhsan Abdullah
Efendi, Ahmet Arafat ve Azad Erbilli (23 Nisan 2004), İsmail Tuzlu, Yaşar
Cengiz (8 Ocak 2005), Sabah Ketene (22 Nisan 2006) bunlardan sadece
bazılarıdır) fiziki olarakta soykırıma uğratmışlardır.
Eğer
biz, dahada geriye gidip, Irak Türklerine karşı yapılan bir dizi soykırımları
1918lerden itibaren sıralarsak şöyle olduğunu görürüz: 1) 1920 deki Kaçakac,
Telafer soykırımı, 2) Levi soykırımı (Kerkük) 1924, 3) Gavurbağı soykırımı (
Kerkük) 1946, 4) Kerkük soykırımı 14-17 Temmuz 1959, 5) Tazehurmatü soykırımı
1979, 6) Türk Liderlerin soykırımı 1990, 7) İkinci Tazehurmatü soykırımı 25
Mart 1991, 8) Altunköprü soykırımı 9) 28 Mart 1991, 10) Erbil soykırımı 31
Ağustos 1996, 11) Üçüncü Tazehurmatü soykırımı 12) 22 Ağustos 2003, 13) Telafer
soykırımı 9 Eylül 2004, 16) İkinci Telafer soykırımı 21 Şubat 2005, 17) Musul
soykırımı 24 Eylül 2005, 18) Yengiçe soykırımı 10 Mart 2006, 19) Karatepe
soykırımı 4 Haziran 2006, 20) Kerkük soykırımı 13 Haziran 2006, 21) Tavuk
soykırımı 8 Haziran 2007, 22) Amirli soykırımı 7 Temmuz 2007 ları olarak
sıralıyabiliriz.
Günümüzden
1950 sonlarına gidersek Irak Türklerine yapılan soykırımlarda soykırımların
kimler tarafından yapılmak istendiğini ve bugünde aynı amaçlar taşıyan güçlerin
soykırım yapmak için karşımızda olduğunu görürüz.
1958
yılında Arap Milliyetçisi Komutanlarından General Nazım Tabakçalı da bu konuda,
Kürt peşmergelerin (Barzani (Talabani)) ahalisi Türk olan Kerkükün Kürtler
lehine demografisinin değiştirilmesi ile ilgili olarak algılarını ve analizini
9 Eylül 1958 tarihli bir raporda Irakın güçlü adamı General Kasım’a şu şekilde
özetliyor:
“Kerkük
vatandaşları Kürt değildir. Burası bir Kürt şehri de değildir. Ama Kürtler,
Kerkük’ü baskı altına almaya çalışıyor ve bu bölgedeki petrol kaynaklarını
kontrollerine geçirmek istiyor. Bu petrol kaynakları, Irak Cumhuriyeti’nin
ulusal gelirinin büyük bölümünü oluşturmaktadır. Kerkük’te bir Kürdistan Eğitim
Müdürlüğü Merkezi oluşturmak ve yönetici olarak da bir Kürt vatandaşı başına
getirmek, kesinlikle uygun bir davranış değildir. Kerkük’teki Eğitim Müdürü’nün
tarafsız olması ve herhangi bir parti ile ilişkisi bulunmaması gerekir… Size
daha önce gönderdiğim rapora lütfen bir kez daha bakın. Kürtler,
vatandaşlarının çoğu Türkmenlerden oluşan Kerkük’ü buna rağmen Kürdistan’a
dahil etmeye çalışacaklardır. Buna gereken önemi göstermenizi diliyorum”
diyordu.
1959
yılına gelindiğinde işte bu nedenlerden dolayı, özellikle Peşmergeler, Irak
merkezi yönetimininde göz yumması ve dolaylı desteğiyle, Türk şehri olan
Kerkükte hakimiyet kurmak ve Türkleri bölgeden sürmek için yaptıkları etnik
temizlik hareketlerini terör yoluyla sağlama çalışmalarına başladılar. Aynı yıl
Türkler, Peşmerge kuvvetlerinin ki burada Talabani bizzat fiziki olarak baş
rollerdeydi, fiili silahlı saldırısıyla Türklere karşı fiziki soykırıma
başladılar. Yüzlerce Türk kurşuna dizildi ve Türk lider kadroları evlerinden
alınarak kaçırıldı ve çeşitli eziyetlerle soykırıma tabi tutuldular. O dönemde
bölge dışında bulunan Türk asıllı ve Irak Ordusunun Kerkük bölgesine nezaret
eden saygın Komutanlarından (Kerkükteki İkinci Tümen Komutan Yardımcısı) Albay
Abullah Abrulrahman (emekli olduktan sonra Kardaşlık Ocağı Başkanı oldu. Saddam
döneminde, 65 yasındayken, diğer Türkmen aydınları, Doç. Dr. Necdet Koçak, Dr.
Rıza Demirci, ve iş adamı Adil Şerif 16 Ocak 1980’de birlikte Türkleri terörize
etmek için idam edildi bu tür soykırım süreçleri Türkler üzerinde daha sonra
devam etti.) General Kasımla teması sonucunda 3 gün 3 gece süren Peşmerge
güçleri tarafından yapılan soykırımın devam ettirilmesinin geçici olarakta olsa
önüne geçildi.
O
döneme ilişkin olarak, 21 Temmuz 1959 tarihli The New York Times gazetesinde
Kerkükteki Türk soykırımı ile ilgili ilgili olarak şunlar yazıyor: ‘”Bağdat`ın
150 mil
kuzeyinde ve Türkmenler tarafından yönetilmektilen Kerkük`te, Otomatik silahlarla
donatılmış olan Kürt birlikleri, sivil Kürt gruplarla birlikte ve Komünist
Parti mensuplarıyla işbirliği yaparak, önde gelen Türkmen liderlerini
evlerinden sürükleyerek katlettiler.”
Ben
sadece geçmişte ne olduğu konusunu incelemekle kalmayıp aynı zamandada bugünde
Irakta Türklere karşı hem merkezi yönetim hemde Batı destekli Barzani, Talabani
ve PKK lılar tarafından yapılan soykırımların aynı amaç ve hedefle bir
paralellik ve süreklilik arz etmesini belirlemek açısından günümüzdeki olan
olaylarlada birlikte ele almayı yararlı görüyorum.
Günümüzdeki
olaylardan geçmişe paralellik arz edecek bir örnek verecek olursak, Şubat 2005
ortalarında işgalci ABD ve onun yedeğindeki (esasında çoğu Peşmergelerden ve
birkişmida sözde peşmerge esasında PKK lılardanda oluşan, kuzeyde durum
böyledir) Irak Milli Muhafızlarının, sözde direnişçi avı bahanesi ile, ama
esasında Türkleri bölgeden temizlemeye yönelik olduğu her verişinden belli olan
ve Musul kentinin 400.000 Türkün yaşadığı Telafer bölgesine hem havadan hemde karadan
operasyon düzenlendi. Muhafızların Telaferde hemen her yerde sığındıklarını
gördükleri her Türke ateş açılması sonucu onlarca Türk (yüzlercesi yaralandı ve
bir soykırım metodu olan işkenceye tabi tutulmak için işkencehanelere
götürüldü) soykırıma uğratıldı.
Irak
Türkmen Cephesi (İTC) Telafer İl Başkanlığı Siyasi Sorumlusu Adil Selvi, 20
Şubat 2005 de konuyla ilgili açıklamasında konu ile ilgili olarak aynen şunları
belirtmiştir:
“Dün
akşam saatlerinde aniden Telafer”e yönelik saldırı başlatıldı. ABD askerleri
ile İ Milli Muhafız askerleri (esasında kuzeyde bulunanlar neredeyse tümü
Barzani ve Talabaninin adamıdır) tarafından düzenlenen saldırıda
helikopterlerden iki bomba atıldı. Karadan ise Telafer”e giren askerler
rastgele çevreye ateş açtılar. Dün akşamdan itibaren dışarı çıkma yasağı var.
Dışarı çıkanlar silahlarla taranmaktadır. Sağlıklı bilgi alamıyoruz ancak bize
gelen haberlere göre saldırıda 7 kişi öldü ve yaklaşık 40 kişi yaralandı. Kesin
ölü ve yaralı sayısı ile maddi hasarin tespiti için sokağa çıkma yasağının
bitmesini bekliyoruz” dedi.
Fakat
daha sonra gelen veriler soykırıma uğrayanların sayısının yüzlerle olduğu
şeklindeydi.
Özellikle
soykırımları yaparken, aynı zamanda Telaferde, ekili alanların batı destekli
Barzani, Talabani ve PKK tarafından tahrip edilmesi, çocukların ve gençlerin
sebepsiz yere gözaltına alınması, işkence yapılması, ağır terör şartlarından
dolayı binlerce Türkün, hem ev ve hemde işyerlerini terkini oluşturdu.,
Türkleri bölgeden yok etmeye yönelik olarak bu anlamdada bugünde ve bu
saatlerdede, saldırılarını yoğunlaştıran Batı destekli işbirlikçi soykırımcı
güç olan Barzani, Talabani ve PKK nın yüzünden, Türkler Telafer bölgesinden
etnik temizliğe tabi olan zorunlu kaçış olayı yaşamaktadır. Evlerinden kaçan
kişilerin ev ve mallarına soykırımcılar tarafından el konulmakta ve
demografinin Aynen Kerkükte olduğu gibi bu bölgedede değiştirilmesi için klasik
etnik-temizliklerde olduğu gibi, Türklerin geri dönmelerinin önüne
geçilmektedir.
Aynı
konuda bölgeye gidip gelen 21 Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Başkanı Prof.Dr. Ümit
Özdağ ise, Kerkük’te de bir Türkmen soykırımın ön hazırlığının yapıldığını Mart
2007’de 400 bin Türkmen’in yaşadığı Telafer’de ki olayı şu şekilde tarif
ediyor: “önce
şii Türkmen kardeşlerimize gıda yardımı yapılacağı yalanı ile yüzlerce Türkmen
bir kamyonun etrafında toplandı. Sonra kamyon havaya uçurularak 13’u sünni
diğerleri şii 57 Türkmen şehit edildi. Arkasından kendisine polis süsü veren
peşmergeler sünni Türkmenlerin mahallelerini basarak 74 sünni Türkmen evlerinde
kafalarından vurarak şehit ettiler, 40 tanesini kaçırdılar ve kaçırılanlar daha
sonra ölü bulundu. Yakalan polis kıyafetli peşmergeler Barzani’nin baskıları
sonucunda aynı gün serbest bırakıldılar.Bu adice oyun ile birbirlerine
kırdırılmak istenen Türkmenler tuzağa düşmediler”
Yukardada
değinildiği gibi 75 yıllık bir süreçte, Türk Dünyasının parçası olan Irak
Türkleri, 1948 sözleşmesinin 2. Maddesindeki tüm şıklara göre hem 194 8 öncesi
hemde sonrasında yok etmeye yönelik olarak, çeşitli soykırım yöntemleri
kullanılarak soykırıma uğratılmışlardır. Bu soykırımın sorumluları, bu
Sözleşmeyi göz önünde tuttuğumuzda, İngiltere, ABD ve İsrail ve bu güçlerin
desteğindeki Barzani-Talabani ve PKK dir. Burada değinilmesi gereken çok önemli
bir konu ise, Türkmeneli Bölgesindeki Türkler soykırım türlerinden en az
kullanılanı olan “günlük soykırım” a tabi tutulmaktadır. Buda bize sürecin
devam ettiğini göstermektedir.
Kıbrısta
Türk Soykırımı
Doğu
Akdenize hakim olan stratejik önemdeki ve etrafı petrol ve gaz yataklarıyla
dolu yüzen ada olarakta tabir edilen Kıbrısta da, 1948 sonrası olaylara
soykırımlar açısından değinecek olursak, 1962-1963 ve 1974 yılında bizzat, Batı
destekli Yunanlı subayların yönettiği ve adının Akritas planı sonradan
belgelerden dolayı ortaya çıkan, yani Türkleri adadan yok etme ve adayı
Yunanistanla birleştirme dünyanın Enosis (Ermenistanda Karabağı Enosişleştirmek
istiyor) olarak bildiği planları çerçevesinde adada Türk soykırımı yaptılar.
Bugün biz daha açık olarak bu soykırım planlarının yapıldığını ve
uygulandığını, hem ABD nin gizliliği artık kalkmış olan belgelerinden ve Rum
yönetiminin eskiden ve bugün başında bulunan şahısların cüretli ve güncel
basınada yansıyan açıklamalarındanda görüyoruz ve biliyoruz..
Dönemi
yaşayan görgü tanıkları olayların bir soykırım olduğunu ve Batı ve Yunanistan
destekli Rumların (kısmen araplar tarafındanda desteklendiler) Türklere
yaptıkları soykırımları şu şekilde anlatıyorlar.
O
dönemde Rumların Türklere yaptıkları soykırımları yazar James Rayner de Crushed
Flowers da (1982) kitabında:‘Kıbrıslı Rumlar 20 yüzyıldaki tavırlarıyla
katliamlar yaparak barbarlığı temsil ettiler. Bunlar sadece kana susamış bir
biçimde Türkleri katletmediler aynı zamanda onları yarı canlı olarak mezarlara
da gömdüler. Bu toplu mezarlara gömülenler, Rum vahşetinin, dünyadaki insanlığa
bir göstergesidir. Toplu mezarlardan çıkarılan iskelet delilleri ise yıllarca,
bize, Rumların vahşice tatbik ettiği, feodal kuralların, sonuçlarını
gösterecektir’ . diye yazıyor.
Aynı
olaylara bizzat güncel olarak tanıklık eden, The Times muhabiri David Leigt,
Türklere karşı yapılan soykırımcılığı, gazetesinde şöyle açıklıyor:
‘Kıbrıs’a
müdahale sırasında (Türk Ordusunun Barış Harekatı sırasında), yüzlerce Türk Rum
Milli Muhafız ordusu mensuplarınca esir alınmıştı. Esir alınan kadınların
ırzına geçilmiş, çocuklar ise sokak ortasında katledilmiş katledilmiş ve
Limasol’daki Türk mahallesi tamamen yakılıp yıkılmıştı’ demekteydi.
Meşhur
EOKA lideri ve bugünkü Güney Kıbrıs Rum yönetimi başkanı Tasos Papadapulosdan
(akritas planının ikinci kurmay başkanı idi) emir alan Nikos Sampson’un,
Eleftherotipia gazetesine verdiği bir mülakattaki anlattıklarından, Türklere
karşı Rumlar tarafından yürütülen bu soykırımın nihai amacının ne olduğu ortaya
daha açık bir biçimde çıkmıştır Sampson şöyle diyor demecinde; Eğer, Türkiye,
Adaya müdahale etmeseydi, ben, sadece Enosisi deklare etmekle kalmıyacak,
Adadaki var olan tüm Türk varlığını da ortadan kaldıracaktım diyor.
Yukarıda
verilen örneklerdede gördüğümüz anladığımız gibi, Türkler soykırımcılar
tarafından Karabağ, Kıbrıs ve Türkmenelinde aynı amaçla değişik bölge ve zaman
dilimlerde soykırıma tutulmuşlardır.
Peki
Soykırımlar nasıl önlenecektir? Bunlar bizim üzerimizde tekrarlanarak bu
şekilde süecekmidir.? Tabiki bunun cevabını bulmamız için bizzat Türkiye
Cumhuriyetinin 1974 harekatını iyi değerlendirmemiz gerekiyor. Bize ilham
vermesi açısından Türkiye Cumhuriyetinin Kıbrısta soykırımlar sürerken, 1960
Londra ve Zürih antlaşmalarından doğan garantör hakkını kullanarak, adaya
müdahalesinin haklı nedenlerini ve olumlu sonuçlarını görmemiz gerekiyor. Bu
gerçeği o dönemdede gören, Londra’da Labour House’da 17 Aralık 1986 tarihindeki
konuşmasında Lord Willisin sözleri bizim ve soykırım önlenmesi için çok önem
taşıyor. Willis bir çok batilinin aksine o dönem saptamasını aynen şu şekilde
vurguluyor; Türkiye’nin
müdahalesi, Kıbrıs Türklerinin hayatını kurtardı. Bu konuda Türkiye
kredilendirilmelidir. Artık bu müdahaleden sonra, Kıbrıs’ta, 12 yıldır hiç
kimse öldürülmüyor ve katledilmiyor diyerek adada soykırımların sona erdiğini
belirtiyor, böylelikle bu anlamda Willis verdiği bir Türkiye örneği ile
soykırımların nasıl önlenebileceğinin de dünyaya tarihsel bir örneğini veriyor.
Soykırımları
önleme konusundaki Kıbrısa yapılan Türk müdahalesinin, bugün Türkmeneli ve
Karabağ konusundada söz konusu olduğunu açıkça görebiliyoruz. Uluslararası
camianın soykırıma uğrayan Türkler söz konusu olduğu zaman, harekete
geçmediğinide çeşitli uluslararası kurumların Türklerin kendi insiyatiflerini
geliştirmelerini önlemek içinde çeşitli oyalama grupları (MİNSK gurubu gibi)
veya komisyonları kurarak esasında hiç bir şey yapmak istemediklerini yaşayarak
öğreniyoruz. Bu bakımdan geçmişte oluşan Ermenilerin Karabağdaki ve diğer Türk
bölgelerindeki işgalinden veya sadece soykırımlar ve etnik temizlik olayları
anlamında değil aynı zamanda bugünde Karabağ ve işgal edilen Türk
topraklarındaki Türklere ait kültürel abidelerin, mezarların ve buna benzer
değerlerinde kültürel olarak soykırıma uğratılmasını önlemek için, Türkiye
Cumhuriyeti Ordusu tarafından en yüksek standartta eğitilen Azerbaycan Milli
Ordusunun teknik ve muhabere yapma açısından hızla güçlenmesi ve bu işgale ve
kültürel soykırıma ve insanlık suçu olan soykırımcı etnik temizliğe karşı
harekete geçmesi gerekmektedir. Bu vatan savunmasında hiç bir tartışmaya yol
açmıyacak meşru bir haktır. Bu anlamda Türkiye Cumhuriyetinin Kıbrıstaki
Soykırımlara meşru hakkını kullanarak dur deme metodu çok anlam taşımaktadır.
Kıbrıstada olduğu gibi Karabağda konusundada bugün sadece haklı olmak
yetmemektedir. Aynı zamanda bileğininde yani Ordununda güçlü olması
gerekmektedir. Bu anlamda Türk Dünyasının genel olarak dahada duyarlı olması ve
dil pehlivanlığından ve işi ağır başlılık davranışı gösteriyoruz diyerek başka
ülkelerin insaflarına bırakmaktan çıkararak, hem Karabağda, Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyetinde ve Türkmenelindeki duruma karşı daha aktif insiyatif
geliştirmesi, Türk Dünyasının hayrina olacaktır. Türk dünyasının kanayan bu çok
acil üç yarasına kenetlenerek çözüm üretmemiz ve sonuçlandırmamız
gerekmektedir. Bu anlamda ancak Türklere karşı bundan sonra yapılabilecek,
yapılan soykırımların ve soykırımcı işgallerin önüne geçebiliriz. Bunun dışında
ise bilimsel hukuki yollar kullanılarak Türklere karşı 1948 sonrası yapılan
soykırımlar konularında ise, Azerbaycan ve Türkiye Cumhuriyeti başta olmak
üzere, diğer Türk devletlerininde doğrudan katkıları ve Türk Milli Kitle
örgütlerinin (“sivil toplum”) iyi organize olan desteğiyle bilimsel çalışma
grupları kurup, çok dilli raporlar hazırlamalıyız, kitaplar çıkarmalı,
konferanslar, sempozyumlar ve uluslararası projeler yapmalı ve etkiliyerek
dostlar kazanmalıyız. Bu çalışmaları hem kendi insanlarımızı aydınlatmada hemde
uluslararası arenada kullanma ve tüm insanlığı bu konuda aydınlatmada
kullanmalıyız. Bu göründüğü ve sanıldığı kadar zor değildir. Yeterki Türk
kimlikli Kitle örgütleri, bu konu üzerinde bilimsel düzeyde yetişmiş eleman
oluştursun, var olanları desteklesin ve Kamu (resmi) ve özel sektörden maddi
imkan sağlansın, bu çalışmalar yapılır ve başarıya ulaşılır. Soykırımcıların
yargılanması için raporlar hazırlanır ve Mahkemeler açılır.Yeterki Türk
Cumhuriyetleri evet desin, Çağımızda en zor dönemlerde Mustafa Kemal Atatürkü,
Haydar Aliyevi, Mehmet Emin Resulzadeyi, Doktor Fazıl Küçükü, Rauf Denktasi,
Abullah Abdurrahmanı, Dr. Mustafa Kemal Yaycılıyı, Dr. Sadık Ahmeti ve
nicelerini içinden çıkartan Türk Milleti işte bu konudada başarılı olacaktır.
Tarihimiz bize bunu söylüyor. Biz Laheyde benim başında bulunduğum Lahey
Türklere soykırımları Araştırma Vakfı olarak, Bu konuda, yani Türklere yapılan
soykırımlar konusunda, Laheyde Müze ve Araştırma Mekezininde olduğu ve önünede
Türklere karşı yapılan soykırımları tasvir eden bir anıtın dikildiği bir bina
alımı ve bu konuda kurumlaşmaya gidilmesini burada ve burada olmayan ama bizi
çeşitli yollardan izleyen diğer resmi ve sivil tüm Türklere öneriyoruz. Biz bu
konuda insiyatif aldık. Bu insiyatifi kollektifleştirmek için resmi ve sivil toplum
örgütlerine ortak çalışma çağrısı yapıyorum. Bu konuda hiç vakit kaybetmeden
herkez benimle ilişkiye geçebilir. Türküm ve Türk dostuyum diyen herkezide
göreve davet ediyorum. Ben şahsen hangi meslek, konum ve mekanda olursak
olalım,Türküm diyen herkezin bu konulardada bir dava dervişi olmasını
bekliyorum.
Günümüzde
hem içerden hem dışardan Türklüğe karşı saldırıların yapıldığı bugünlerde asla
hayıflanmak ve karamsar olmak bize yakışmaz. Unutmayalımki Türklük aynı zamanda
başarı sanatınında adıdır.
Son
olarak bu yazımı Büyük Türk Ulu şu Hünkar Hacı Bektaşi Veli nin bir sözü ile
bitirmek istiyorum. Bir olalım, diri olalım , iri olalım!! diyorum.