Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Ziya Selçuk, aslında çok şeyler söyledi, ilk basın toplantısında;
* Dedi ki mesela; “Hiçbir öğrencimiz hiçbir velimiz sürprizle karşılaşmayacak. Oyunun ortasında kural değiştirmeyeceğiz.”
* Dedi ki mesela; “Bir çocuğun hayatına dokunmanın vebalini çok çok derinden hissetmedikçe, öğretmenlik mesleğini yapmanın önemi yok.”
* Dedi ki mesela; “Milli Eğitim Bakanı kendisi için bir şey yapmaz, gelecek için yapar.”
* Dedi ki mesela; “Biz sürekli yenilikler, reformlar getirmek istemiyoruz.”
* Dedi ki mesela; “Uzlaşma önemli, herkesi dinleyeceğiz.”
* Dedi ki mesela; “Çocuk neredeyse biz oradayız. Çocuklar günde ortalama 4 saati internette, sosyal medyada geçiriyor. Biz de bunu takip edeceğiz, yasaklamaktan bahsetmiyorum.”
* Dedi ki mesela; “Sosyal medyayı takip eden çok iyi bir ekip kurduk, oradan politika üretecek çok iyi bir veri elde edebiliriz.”
* Dedi ki mesela; “En geç iki ay içinde yaklaşık 3 yıllık bir program açıklayacağız.”
Bakan Ziya Selçuk’u başından sonuna kadar dinledim, izledim.
Gizemli bir adam… Merak ettiriyor. “Acaba ağzından nasıl bir kelime çıkacak, ne türden bir cümle kuracak?” diye bekliyorsunuz. “Regülasyon”, “imtidad”, “inovasyon”, “ekosistem, “endemik” gibi birkaç kelime hariç kullandığı kelimeler, cümleler esasen izaha muhtaç değil, anlaşılır…
Hafiften bir poker oyuncusu havası da var, hani; elindeki kartı belli etmeyen, renk vermeyen bir tarzı... Yüz ifadesi soğuk. Mimikleri donuk. Ama dingin... Bu dinginliğinin ve rahatlığının nedeni yeni sistem gereği “seçmene hesap verme zorunluluğunun kalkması” olabilir mi, acaba? Ne de olsa milletvekili değil, seçmenle karşı karşıya kalmayacak... Ama şu izlenimimi aktarmazsam dilim şişer; konuşmasının ve soru cevap kısmının hitama ermesinin ardından kendi kendime dönüp şu soruları sordum; “Ya, Bakan Bey ne demek istedi? Somut olarak ne söyledi, ne vaat etti? Neleri kaldıracağını, yeni neleri getireceğini ifade etti? Ne anladın sen bu cümlelerden?” Sonra dönüp kendime cevap verdim; birkaç husus hariç, “Hiiiç! Hiçbir şey!” Ama haksızlık da etmek istemem; İyi niyeti korumak adına, yeni yönetimlere, yeni bakanlara en azından belli bir süre vermek âdettendir, gelenektendir, genel teamüldür… Bekleyip göreceğiz… En azından bir 3 ay...
PEKİ, BUNLAR NE OLACAK SAYIN BAKAN?
* Okullardaki ahlak ve maneviyat erozyonu ne olacak?
* Okullarda disiplin diye bir şey kalmadı. Öğrenci öğretmeni takmıyor. Öğretmenler koridorlarda dövülüyor. Bu nasıl düzelecek?
* Kötü alışkanlıklar ilkokul çağına kadar indi. Bu sorunu nasıl aşacağız?
* Eğitim, yap-boz tahtasına döndü. Bundan geri dönüş nasıl olacak?
* Sınıflar hâlâ çok kalabalık. Bu nasıl çözülecek?
* En önemlisi de “sendikalıyım” diye dersi eken, okula gelmeyip eyleme giden, nöbet tutmayan ve tüm bunlardan sonra da elini kolunu sallaya sallaya gezen öğretmenler var! Bu, görevini hakkıyla ifa eden öğretmenlere, daha da ötesinde “bihakkın eğitim almak isteyen” öğrencilere haksızlık değil mi?
Pusudaki İhanet, Truva Atı: “Fulbriht Eğitim Komisyonu”
“BÖYLE BİR KOMİSYON YOK!” DİYEMEDİ!
Yeni Akit Gazetesi Ankara Haber Müdürü Muhammed Kutlu, basın toplantısında, Bakan Ziya Selçuk’a, “meşhur” ama bence “meşru” olmayan, kökü dışarda “Fulbriht Eğitim Komisyonu” hakkında son derece çarpıcı bir soru yöneltti. Kutlu, “1949 yılında, CHP tarafından, eğitimin Amerikan etkisine açıldığı, bunun da en büyük dayanaklarından birinin Fulbright Eğitim Komisyonu olduğu…” şeklinde basında çıkan haberleri hatırlattı. Ve, Bakan Selçuk’a, “Dış etkenlere nasıl baktığını” sordu. Bakan Selçuk’un verdiği cevap şöyle: “Elbette birtakım dışsal faktörler bazı şeyleri yapmamızı isteyecektir. Etkilemek isteyecektir. Ben onların kendi vazifelerini yaptıklarını düşünüyorum. Bizim de vazifemiz var. Bizim millete borcumuz var. İnanın bizim yüz sayfalık defterimiz varsa kıyısında bile, kıyısında bile böyle bir şey yok!”
Bakan Selçuk böyle söyledi, ama... Fulbright Eğitim Komisyonu’nu yıllarca önce ve sonrasında da yazan, duyuran, işleyen bir gazeteciyim.Bu köşede şunları yazdım (23 Eylül 2012, Millî Gazete):
“27 Aralık 1949 tarihinde, yani İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanlığı döneminde, Türk çocuklarının eğitimi resmen Amerikalılara teslim edildi. ABD ile imzalanan ikili anlaşma gereği, sekiz kişiden oluşan bir Eğitim Komisyonu kuruldu.
Bu komisyonun adı Fulbright Eğitim Komisyonu idi.
Sekiz üyeden dördü Amerikalı, dördü de Türk’tü.
Bu komisyonun görevi, Türk çocuklarının ilk, orta ve lisede okuyacağı derslerin müfredatını yani programlarını belirlemekti. Gençler bir ulusun geleceği demek değil midir Türk ulusunun geleceği olan gençlerin eğitimi, yarısı Amerikalılardan oluşan bir komisyona bırakılıyordu. Bu kadarla kalsa neyse, komisyon herhangi bir konuda karar verirken oylar 4 evet, 4 hayır çıkarsa ne olacaktı Çözüme bakınız; o tarihte Ankara’da bulunan Amerikan büyükelçisinin vereceği oy, belirleyici olacaktı…”
Bu konuda yazdıklarıma bugüne kadar resmi ağızlardan bir cevap gelmedi.
Bakan Ziya Selçuk’un soruya verdiği cevap da, “Böyle bir komisyon yoktur. Milli Eğitim Bakanlığı’nın böyle bir anlaşması bulunmamaktadır.” manasına -ne yazık ki- gelmiyor!
Bana öyle geliyor ki, Fulbriht Eğitim Komisyonu’nu bundan sonra da konuşmaya devam edeceğiz...
MAHİYE MORGÜL: Ziya Selçuk'a göre öğretmenlik mesleğinin varlık nedeni kalmadı
Öğretmenlik mesleğinin ontoloji meselesi... Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk “Öğretmenliğin ontoloji meselesi var” dedi. Bununla öğretmenlik mesleğinin varlık nedenini tartışmaya açtı. Artık bu mesleğe ihtiyaç kalmadığını söylüyor, ne demek istiyor? Bununla kendi fikrini mi söylüyor, yoksa küresel eğitim piyasasının beklentisini mi dillendiriyor? Ona göre, öğretmenlik mesleği hangi toplumsal ihtiyaçtan doğmuş idiyse şimdi o ihtiyaç ortadan kalktı. Bireysel tüketimin azami arttığı bir çağdayız, öğretmenlik mesleği de yeni tüketim toplumuna uyarlanacak, eğitim alan olarak pazara açılacak, dileyen parası kadar tüketecek, öğretmeni de devlet yetiştirmeyecek, çünkü ulus devletler eritiliyor, gibi bir yaklaşımla bakıyor. O nedenle varlık nedeni ortadan kalktı diyor.
Bunu kabul etmek mümkün mü?
Ziya Selçuk bir zamanlar “Gardner diyor ki zekâ çok parçalıdır” diye söze başlardı, şimdi bundan vazgeçmiş. “Gardner’in dönemi bitti, mizaçlara göre eğitime geçiyoruz” diyor. Buna göre öğretmen yetiştireceğini ilan ediyor. Mizaç, yani huy eğitimin merkezine getirilecekmiş.
Bu felsefeyle Amerika’da çocukları daha altı yaşındayken etiketliyorlar. Eğitimle sağlanan kişilik gelişimi diye bir şey ortadan kalkıyor. “Eğitim yok bilgiye erişim var” demesi ondan. Çocuk bahçeden elini uzatıp bir elma aşırmışsa ömür boyu hırsız damgasıyla yüzyüze gelir orada. Çok acımasız sistemdir ABD eğitimi. Anlıyoruz ki öğretmene vereceği yeni sertifika kursunda çocuğu mizaçlara etiketlemeyi öğretecekler onlara. Öğretmenlik bu hale getirilemez!.
Sormak lazım; toplumda ne değişti de öğretmende aranan vasıflar da değişti?
Sormak lazım; Eğitim Fakültelerine gerek kalmadı mı da sertifikasını bakanlık verecek?
Bu ihtiyaç nerden doğmuş olabilir, bunları TV konuşmalarının içinde satır aralarında okuyabilirsiniz.
Bkz: www.youtube.com/watch?v=WhmHTZKO2_c // www.youtube.com/watch?v=YV6e3tTihsk
Yani artık “Psikolog H.Gardner diyor ki zekâ sekiz parçalıdır” diyene değil de, “Rehberlikçi Ziya Selçuk diyor ki çocuğun 9 mizacı vardır” diyene sertifika verilecek.
“Bilgi çağına geçtik, en değerli şey şimdi bilgi. Bilgiye nereden ve nasıl eriştiğiniz önemli değildir” diyordu.“Konstraktif yaklaşımla öğrenme” diyordu, internetten de erişim yolları var artık, parasını vererek her yoldan bilgi satın alınabilir, bilgi çağına geçtik en değerli şey bilgidir, diyordu. Yani “ders kitaplarından bilgiyi onun için yok ettik, parasını veren istediği yerden satın alsın” demek gibi bir şeydi bu. Bilgiye erişim öne çıkartılırsa öğretmen tayin etmeye ne gerek kalır, işte ana mesele bunda, bunu anlatmanın kılıfını bulması lazımdı, buldu, ontoloji sorunu var diye ortaya bir laf attı.
Eğer öğretmenlik mesleğinin ontoloji meselesi varsa Milli Eğitimin de varlık sorunu var demektir, bir sonraki adımda orası var demektir. “Öğretmenlik mesleğinin ne gereği var” diyor.
Cumhuriyetin ilk yıllarında milli üretim ve tüketimin bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmasıyla eğitimde yaşadığımız patlamayı düşünün. Sümerbank’ın hangi ihtiyaçtan kurulduğunu, yani varlık nedenini düşünün. Kapandığı dönemi hatırlayın; Sümerbank’ın üretiminin durdurulması için planlar yapıldı, makineleri eskidi kaldıralım gibi sudan sebeplere bağlandı, “ontoloji meselesi” tartıştırıldı bize. “Dışarıdan satın alıyoruz, artık gereği yok, varlık nedeni ortadan kalktı, kapatalım bitsin” dediler. Benzerlikleri görelim. “Şimdi bilgiyi internetten alıyoruz, kapatalım okulları bitsin” demekle aynı. Bu modelin öğretmen ihtiyacı farklıdır. Ona getiriyorlar.
MEB Öğretmen Akademisi bunun için açılıyor. Özel Öğretmen Akademileri patır patır açılmaya başladı bile, koçluk, liderlik, öğreticilik sertifikaları veriyorlar. Etrafınıza şöyle bir göz atın, ilkokula başlar başlamaz küçücük çocuğa ev öğretmeni geliyor, birden bu sistem yayılmaya başladı göreceksiniz. Kendi başına evden çıkıp etüt merkezine gidemeyecek kadar küçük olan çocuklara sertifikalı birileri “koçluk” yapıyorlar. Evde ödev yaptıran koçlar göreceksiniz, bahçe oyunları yaptıran koçlar, evde okuma yazma ödevi yaptıran koçlar, evde elif-ba öğreten koçlar ...
Etüt merkezleri de bunun için kapanıyor. Oralarda çalışan eski sınıf öğretmenleri de akademilere koşup koçluk sertifikası almak zorundalar. Yani, öğretmenlik diplomaları tarihe karışıyor. Ziya Selçuk’un deyimiyle “öğretmenlik mesleğinin ontoloji meselesi var” ve bu hal özellikle yaratıldı. SPAN şirketi bu yüzden buralara getirilmişti. İngilizce öğreticiliği de böyle olacak, bu ders okul dışına alınacak, telaffuz edildi. Resim, Müzik, Beden Eğitimi, Din Kültürü, İngilizce, Bilgisayar var sırada. Sonra listede gördüğünüz görmediğiniz pek çok ders... Bu dersleri seçen çocuk branş öğretmeninden ders almak zorunda değildir. Bakın, camiden bir imam çıkıp, hem de aynı kıyafetle, okulun sınıfına girerek Seçmeli Değerler Eğitimi dersini verebiliyor. Bu daha da yayılacak.
İlgi, yetenek ve mizacına göre seçmeli dersler geliyor
Rehberlik Uzmanı Ziya Selçuk 2004 yılında Talim Terbiye Kurulu başkanı olarak görev yaparken Piyasaya Göre eğitim Modeline geçişi hazırlamakla görevli SPAN Eğitim Danışmanlarıyla beraber çalıştı. SPAN şirketinin görevi Türk Milli Eğitimini aşamalar halinde kamucu eğitimden piyasacı eğitim sistemine geçirmekti görevi. 2023’ü hedef seçmişlerdi; o yıla kadar eğitim hizmetlerinde milli devlet tasfiye edilmiş piyasacı sisteme geçilmiş olacaktı. SPAN planına göre, devlet daha az öğretmen çalıştıracak, devlet kendi eğitim yükünü veliye devrederek eğitime daha az harcama yapacak, veli parası kadar eğitim hizmeti satın alacak ve bunun kılıfı da herkes çocuğuna aynı eğitimi almak zorunda değildir diye açıklanacak, vb. Böylece kamucu devletin yerini piyasacı devlet alacak, memur kadroları azalacak, eğitim külfeti ya özel okullaşma biçiminde ya da ders başına piyasa kurslarına aktarılarak devletin asli görevi olmaktan çıkartılacak.
Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk şimdi diyor ki;
- Müfredat, çocuklarımızın ilgi, yetenek ve mizaçlarına göre düzenleniyor.
- Zorunlu ders saat ve çeşitleri azalıyor.
- Özel yetenekli çocuklar için müfredatta seçmeli dersler geliyor.
Sayın Selçuk’un bu söylediği “ilgi, yetenek ve mizaçlarına göre” derslerin çizelgesinin bir kopyası 2004 yılında Cumhuriyet Gazetesinde aşağıdaki belgesiyle yayınlanmıştı. Talim terbiye Kurulu Başkanlığının Önerdiği Dersler listesine ve ders saatlerine dikkatle bakalım. 2018’de Milli Eğitim Bakanı olacağını biliyordu da mı bu çizelgeyi hazırlamıştı...M.Morgül (02 Kasım 2018)
Yeni Akit Gazetesi Ankara Haber Müdürü Muhammed Kutlu, basın toplantısında, Bakan Ziya Selçuk’a, “meşhur” ama bence “meşru” olmayan, kökü dışarda “Fulbriht Eğitim Komisyonu” hakkında son derece çarpıcı bir soru yöneltti. Kutlu, “1949 yılında, CHP tarafından, eğitimin Amerikan etkisine açıldığı, bunun da en büyük dayanaklarından birinin Fulbright Eğitim Komisyonu olduğu…” şeklinde basında çıkan haberleri hatırlattı. Ve, Bakan Selçuk’a, “Dış etkenlere nasıl baktığını” sordu. Bakan Selçuk’un verdiği cevap şöyle: “Elbette birtakım dışsal faktörler bazı şeyleri yapmamızı isteyecektir. Etkilemek isteyecektir. Ben onların kendi vazifelerini yaptıklarını düşünüyorum. Bizim de vazifemiz var. Bizim millete borcumuz var. İnanın bizim yüz sayfalık defterimiz varsa kıyısında bile, kıyısında bile böyle bir şey yok!”
Bakan Selçuk böyle söyledi, ama... Fulbright Eğitim Komisyonu’nu yıllarca önce ve sonrasında da yazan, duyuran, işleyen bir gazeteciyim.Bu köşede şunları yazdım (23 Eylül 2012, Millî Gazete):
“27 Aralık 1949 tarihinde, yani İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanlığı döneminde, Türk çocuklarının eğitimi resmen Amerikalılara teslim edildi. ABD ile imzalanan ikili anlaşma gereği, sekiz kişiden oluşan bir Eğitim Komisyonu kuruldu.
Bu komisyonun adı Fulbright Eğitim Komisyonu idi.
Sekiz üyeden dördü Amerikalı, dördü de Türk’tü.
Bu komisyonun görevi, Türk çocuklarının ilk, orta ve lisede okuyacağı derslerin müfredatını yani programlarını belirlemekti. Gençler bir ulusun geleceği demek değil midir Türk ulusunun geleceği olan gençlerin eğitimi, yarısı Amerikalılardan oluşan bir komisyona bırakılıyordu. Bu kadarla kalsa neyse, komisyon herhangi bir konuda karar verirken oylar 4 evet, 4 hayır çıkarsa ne olacaktı Çözüme bakınız; o tarihte Ankara’da bulunan Amerikan büyükelçisinin vereceği oy, belirleyici olacaktı…”
Bu konuda yazdıklarıma bugüne kadar resmi ağızlardan bir cevap gelmedi.
Bakan Ziya Selçuk’un soruya verdiği cevap da, “Böyle bir komisyon yoktur. Milli Eğitim Bakanlığı’nın böyle bir anlaşması bulunmamaktadır.” manasına -ne yazık ki- gelmiyor!
Bana öyle geliyor ki, Fulbriht Eğitim Komisyonu’nu bundan sonra da konuşmaya devam edeceğiz...
MAHİYE MORGÜL: Ziya Selçuk'a göre öğretmenlik mesleğinin varlık nedeni kalmadı
Öğretmenlik mesleğinin ontoloji meselesi... Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk “Öğretmenliğin ontoloji meselesi var” dedi. Bununla öğretmenlik mesleğinin varlık nedenini tartışmaya açtı. Artık bu mesleğe ihtiyaç kalmadığını söylüyor, ne demek istiyor? Bununla kendi fikrini mi söylüyor, yoksa küresel eğitim piyasasının beklentisini mi dillendiriyor? Ona göre, öğretmenlik mesleği hangi toplumsal ihtiyaçtan doğmuş idiyse şimdi o ihtiyaç ortadan kalktı. Bireysel tüketimin azami arttığı bir çağdayız, öğretmenlik mesleği de yeni tüketim toplumuna uyarlanacak, eğitim alan olarak pazara açılacak, dileyen parası kadar tüketecek, öğretmeni de devlet yetiştirmeyecek, çünkü ulus devletler eritiliyor, gibi bir yaklaşımla bakıyor. O nedenle varlık nedeni ortadan kalktı diyor.
Bunu kabul etmek mümkün mü?
Ziya Selçuk bir zamanlar “Gardner diyor ki zekâ çok parçalıdır” diye söze başlardı, şimdi bundan vazgeçmiş. “Gardner’in dönemi bitti, mizaçlara göre eğitime geçiyoruz” diyor. Buna göre öğretmen yetiştireceğini ilan ediyor. Mizaç, yani huy eğitimin merkezine getirilecekmiş.
Bu felsefeyle Amerika’da çocukları daha altı yaşındayken etiketliyorlar. Eğitimle sağlanan kişilik gelişimi diye bir şey ortadan kalkıyor. “Eğitim yok bilgiye erişim var” demesi ondan. Çocuk bahçeden elini uzatıp bir elma aşırmışsa ömür boyu hırsız damgasıyla yüzyüze gelir orada. Çok acımasız sistemdir ABD eğitimi. Anlıyoruz ki öğretmene vereceği yeni sertifika kursunda çocuğu mizaçlara etiketlemeyi öğretecekler onlara. Öğretmenlik bu hale getirilemez!.
Sormak lazım; toplumda ne değişti de öğretmende aranan vasıflar da değişti?
Sormak lazım; Eğitim Fakültelerine gerek kalmadı mı da sertifikasını bakanlık verecek?
Bu ihtiyaç nerden doğmuş olabilir, bunları TV konuşmalarının içinde satır aralarında okuyabilirsiniz.
Bkz: www.youtube.com/watch?v=WhmHTZKO2_c // www.youtube.com/watch?v=YV6e3tTihsk
Yani artık “Psikolog H.Gardner diyor ki zekâ sekiz parçalıdır” diyene değil de, “Rehberlikçi Ziya Selçuk diyor ki çocuğun 9 mizacı vardır” diyene sertifika verilecek.
“Bilgi çağına geçtik, en değerli şey şimdi bilgi. Bilgiye nereden ve nasıl eriştiğiniz önemli değildir” diyordu.“Konstraktif yaklaşımla öğrenme” diyordu, internetten de erişim yolları var artık, parasını vererek her yoldan bilgi satın alınabilir, bilgi çağına geçtik en değerli şey bilgidir, diyordu. Yani “ders kitaplarından bilgiyi onun için yok ettik, parasını veren istediği yerden satın alsın” demek gibi bir şeydi bu. Bilgiye erişim öne çıkartılırsa öğretmen tayin etmeye ne gerek kalır, işte ana mesele bunda, bunu anlatmanın kılıfını bulması lazımdı, buldu, ontoloji sorunu var diye ortaya bir laf attı.
Eğer öğretmenlik mesleğinin ontoloji meselesi varsa Milli Eğitimin de varlık sorunu var demektir, bir sonraki adımda orası var demektir. “Öğretmenlik mesleğinin ne gereği var” diyor.
Cumhuriyetin ilk yıllarında milli üretim ve tüketimin bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmasıyla eğitimde yaşadığımız patlamayı düşünün. Sümerbank’ın hangi ihtiyaçtan kurulduğunu, yani varlık nedenini düşünün. Kapandığı dönemi hatırlayın; Sümerbank’ın üretiminin durdurulması için planlar yapıldı, makineleri eskidi kaldıralım gibi sudan sebeplere bağlandı, “ontoloji meselesi” tartıştırıldı bize. “Dışarıdan satın alıyoruz, artık gereği yok, varlık nedeni ortadan kalktı, kapatalım bitsin” dediler. Benzerlikleri görelim. “Şimdi bilgiyi internetten alıyoruz, kapatalım okulları bitsin” demekle aynı. Bu modelin öğretmen ihtiyacı farklıdır. Ona getiriyorlar.
MEB Öğretmen Akademisi bunun için açılıyor. Özel Öğretmen Akademileri patır patır açılmaya başladı bile, koçluk, liderlik, öğreticilik sertifikaları veriyorlar. Etrafınıza şöyle bir göz atın, ilkokula başlar başlamaz küçücük çocuğa ev öğretmeni geliyor, birden bu sistem yayılmaya başladı göreceksiniz. Kendi başına evden çıkıp etüt merkezine gidemeyecek kadar küçük olan çocuklara sertifikalı birileri “koçluk” yapıyorlar. Evde ödev yaptıran koçlar göreceksiniz, bahçe oyunları yaptıran koçlar, evde okuma yazma ödevi yaptıran koçlar, evde elif-ba öğreten koçlar ...
Etüt merkezleri de bunun için kapanıyor. Oralarda çalışan eski sınıf öğretmenleri de akademilere koşup koçluk sertifikası almak zorundalar. Yani, öğretmenlik diplomaları tarihe karışıyor. Ziya Selçuk’un deyimiyle “öğretmenlik mesleğinin ontoloji meselesi var” ve bu hal özellikle yaratıldı. SPAN şirketi bu yüzden buralara getirilmişti. İngilizce öğreticiliği de böyle olacak, bu ders okul dışına alınacak, telaffuz edildi. Resim, Müzik, Beden Eğitimi, Din Kültürü, İngilizce, Bilgisayar var sırada. Sonra listede gördüğünüz görmediğiniz pek çok ders... Bu dersleri seçen çocuk branş öğretmeninden ders almak zorunda değildir. Bakın, camiden bir imam çıkıp, hem de aynı kıyafetle, okulun sınıfına girerek Seçmeli Değerler Eğitimi dersini verebiliyor. Bu daha da yayılacak.
İlgi, yetenek ve mizacına göre seçmeli dersler geliyor
Rehberlik Uzmanı Ziya Selçuk 2004 yılında Talim Terbiye Kurulu başkanı olarak görev yaparken Piyasaya Göre eğitim Modeline geçişi hazırlamakla görevli SPAN Eğitim Danışmanlarıyla beraber çalıştı. SPAN şirketinin görevi Türk Milli Eğitimini aşamalar halinde kamucu eğitimden piyasacı eğitim sistemine geçirmekti görevi. 2023’ü hedef seçmişlerdi; o yıla kadar eğitim hizmetlerinde milli devlet tasfiye edilmiş piyasacı sisteme geçilmiş olacaktı. SPAN planına göre, devlet daha az öğretmen çalıştıracak, devlet kendi eğitim yükünü veliye devrederek eğitime daha az harcama yapacak, veli parası kadar eğitim hizmeti satın alacak ve bunun kılıfı da herkes çocuğuna aynı eğitimi almak zorunda değildir diye açıklanacak, vb. Böylece kamucu devletin yerini piyasacı devlet alacak, memur kadroları azalacak, eğitim külfeti ya özel okullaşma biçiminde ya da ders başına piyasa kurslarına aktarılarak devletin asli görevi olmaktan çıkartılacak.
Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk şimdi diyor ki;
- Müfredat, çocuklarımızın ilgi, yetenek ve mizaçlarına göre düzenleniyor.
- Zorunlu ders saat ve çeşitleri azalıyor.
- Özel yetenekli çocuklar için müfredatta seçmeli dersler geliyor.
Sayın Selçuk’un bu söylediği “ilgi, yetenek ve mizaçlarına göre” derslerin çizelgesinin bir kopyası 2004 yılında Cumhuriyet Gazetesinde aşağıdaki belgesiyle yayınlanmıştı. Talim terbiye Kurulu Başkanlığının Önerdiği Dersler listesine ve ders saatlerine dikkatle bakalım. 2018’de Milli Eğitim Bakanı olacağını biliyordu da mı bu çizelgeyi hazırlamıştı...M.Morgül (02 Kasım 2018)
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil