16 Mart 2017 Perşembe

TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN 3. ve İlk Sivil Cumhurbaşkanı Merhum CELÂL BAYAR'ın Kızı, Nilüfer Gürsoy Bayar, 16 Nisan Referandumu Hakkında Kararını Açıkladı ve 'Neden "HAYIR" Diyorum' Başlıklı "Türk Kamuoyu ve Demokratlar Camiasına" Bir Açıklama Yaptı. İşte O Açıklama.

NİLÜFER GÜRSOY (BAYAR)
NEDEN VE NİÇİN
“HAYIR” 
DİYORUM?..
Yine bir referandumun eşiğine geldik. 
Yine bundan önceki anayasa referandumlarında olduğu gibi 16 Nisan 2017 referandumunda da “hayır” diyeceğim.
Hayır dememin nedenlerini geçmiş dönemlere bakarak açıklamak istiyorum.
1961 Anayasası ve 1982 Anayasası darbe anayasalarıdır.
1961 Anayasası 27 Mayıs’tan sonra kabul edildi. Hemen hemen tamamı Halk Partililerden oluşan ve hiç bir Demokrat Partili üyesi bulunmayan Kurucu Meclis tarafından yazıldı. Sayısı onları bulan zabıtlarından görüleceği gibi uzun müzakereler sonrası hazırlandı. Zabıtlar incelendiğinde her kelimenin üzerinde durulup tartışıldığı görülür. 1961 anayasası bir darbe anayasasıydı. Çok partili rejimi başlatan ve yerleştiren Demokrat Partiye karşıydı.
Aynı zamanda 27 Mayıs darbesini yapanlara seçimsiz ve ömür boyu senatörlük sunan, eski cumhurbaşkanlarının seçilmeden ömür boyu yer bulacağı, cumhuriyetin kurucu anayasalarında bulunmayan Millet Meclisinin yanında / üstünde bir senato getiriyordu. Anayasanın girişinde “meşruiyetini kaybetmiş bir iktidar...” diyerek Demokrat Partiyi mahkum ediyordu. Bu anayasanın kabul edildiği Temmuz 1961’de Yassıada’da kapalı tutulan Demokrat Parti mensupları hakkında her ne kadar verilecek kararlar önceden belirlenmiş olsa da mahkeme hükmünü açıklamamıştı. Kararlar Eylül ayında açıklanacaktı.
Bu giriş ile anayasa sadece Yassıada mahkemesini (Yüksek Adalet Divanını) yönlendirmiş olmuyor, aynı zamanda mahkeme görevini de üstleniyordu. Yargı sisteminin kırılma noktasını anayasaya eklenen girişinde ve Yassıada mahkemesinin tutumunda görebiliriz.
27 Mayıs’ta ocak bucak teşkilatlarının kaldırılması da siyasi hayatımızda kötü neticelere sebep olmuştur.
1961 Anayasası referandumunda “hayır” demek yasaklanmıştı. Sandık başlarında kırmızı pusula bulamayanların kırmızı kumaş parçalarını zarflara koydukları da olmuştu. Zarflar öylesine inceydi ki kırmızı oyların rengi zarfın üstünden belli oluyordu. 1982 Anayasa referandum sürecinde de “hayır” denilmesi için baskı yapılmıştı. Bugün de “hayır” diyeceklere amansız bir baskı propagandası sürüyor. Gerçeklerden uzak ve mantıksız söylemler, baskılar darbe dönemlerini hatırlatıyor.
Her iki darbe dönemini 1960 darbesini ve 1980 darbesini yakından yaşamış bir kimse olarak bugün içinde bulunduğumuz durumun darbe ortamına benzediğini söyleyebilirim.
Gerçi bir 15 Temmuz 2016 gecesi yaşandı. Kısa saatler içinde milletimizin sağ duyusu ve canı pahasına önlendi. Arkasından gelen ortam ise darbeden silkinmenin huzuru ve rahatlığı getirmesi beklenirken yerini gergin endişeli bir havaya bıraktı. Etrafımız ateş çemberi ile sarılı iken ülkemizin öncelikli halletmesi gereken birçok problemleri varken yeni bir anayasa getirmenin gereği var mıydı? Amaç nedir? Anayasa değişikliğini getirenlere başta sorulan bu soruya demagojiye sapmadan “iki başlılık” vs. gibi inandırıcı olmayan, kaçamaklı değil, net ve inandırıcı bir açıklama getirmelerini istemek vatandaşlık hakkımızdır. Getirilen bu değişiklik ne getiriyor? Ve asıl, ne götürüyor? Oy vereceklerin önceden bunu bütün açıklığı ile bilmeleri ve tartmaları lazım. “Çift başlılık” bahanesiyle yola çıkıp bütün yetkileri tek elde toplayan, tek adamlığa soyundular. “Tek Adam” bir kitabın adıdır. Asırların ender yetiştirdiği Atatürk bile tek adamlığı aklından geçirmemişti. Tek adamlık tekliflerini elinin tersi ile reddetmişti. Hangi demokrasilerde tek adamlık yer bulabilir? 
Tarihte oyla diktatörlüğe geçen bir tek Hitler örneği vardır.
Anayasa değişikliği adı altında içinde ne olduğu belirsiz bir paket gibi önümüze konan bu paketin içindeki sistemin! yer yüzünde bir örneği var mı? Yok. “Yerlilik”miş. “Yerlilik” ve “Millilik”miş. “Hayır” diyenler bundan ne anlarmış! “Millilik” diyenlerin millilikten ne anladıkları açık değil. Ama biz Atatürk milliyetçiliğinin millet olmanın, yurttaşlık duygusunun ne olduğunu, Cumhuriyetin bize kazandırdığı erdemler olduğunu bilenlerdeniz.
Ümmet olmaktan çıkıp vatandaş olmanın gururunu taşıyoruz.
1961 ve 1982 anayasaları darbe anayasaları olmalarına rağmen Cumhuriyetin temel görüşlerine saygılıydı. Bu getirmek istenen değişiklik birkaç maddeden ibaret görülse de Cumhuriyetimizin ve demokrasimizin temel değerlerini sarsmaktadır. Kapalı kapılar ardında birkaç kişinin hazırladığı bu proje önce meclis komisyonunda, arkasından  genel mecliste yangından mal kaçırır gibi, kavga dövüş kabul ettirildi. Ardından hafızalarda utanç verici sahneler bıraktı. Son anayasa değişikliliğin aceleye getirilmesi, tartışmaya imkan vermemesi çok hatalıydı. 1960 darbesinin bir kurumu olan 1960’in Kurucu Meclisini onaylamasak da çalışma metodunu onaylamak durumundayız.
Anayasa maddelerini hazırlayanların ve televizyonda savunuculuğunu yapanların sözlerinden anladığımız, bu maddelerle yetinmeyip daha da radikalleşme yollarına gideceklerini sezmek mümkün.
Atatürk’ün en büyük eserimdir dediği TBMM’nin kapısına darbeciler ’60 ve ’80 darbecileri kilit takmıştı. 15 Temmuz hareketinde de meclis bombalandı. Bu anayasa paketi parlamenter sisteme karşıdır, TBMM’nin manevi yapısına konmuş bir dinamittir. Anayasa değişikliği gündeme geldiğinden beri resmî beyanlarda, yazılı ve sözlü basında konu ile ilgili bütün konuşmalarda duyduğumuz en çok geçen kelime “sistem” oldu. “Getirilen sistem” vs. Aslında sistem yerine “rejim” sözü daha uygun olur. Benzer olmalarına rağmen kökü idare etmekten (Latince regere) gelen rejim kelimesi yerine oturmaktadır. Sistem, parçaların bir araya gelerek bütünleşmesini ifade eder. “Anayasa sistemi” evet doğrudur. Kanunlarla birlikte bir bütünü ifade eder. “Getirilen sistem ” demek ise yanlıştır. Yanlıştır, getirilen (her ne ise), “nevi şahsına münhasır” kendine özgü bir ucubedir. O bahis ayrı.
Yanlıştır çünkü getirmek istediklerine sistem bile diyemeyiz. Var olanları bir araya getirmek değil, aksine yapılan, olanları dağıtmaya yöneliktir. Yapmak istedikleri değişiklik aslında idare etme tarzı ile, rejimle ilgilidir. Doğrudan rejimin kendisi özü ile ilgilidir. Hedef rejimin kendisidir. Bu değişiklikle, yapmak istedikleriyle, artık demokrasinin varlığından Cumhuriyetimizin baki kaldığından söz edebilir miyiz? Cumhuriyet ve demokrasi içi boşaltılmış birer yafta haline gelecektir.
“Parlamento güçlenecek”miş... Millet iradesini temsil eden milletvekillerinin elinden atama yetkisini alıyorsunuz. Yargı bağımsızlığını siyasallaştırmıştınız. Gensoruyu kaldırarak denetleme yetkisini de kaldırıyorsunuz. Denetleme toptan kalkmış oluyor. Bütün bu yetkileri tek bir adama teslim ederek onu olağan üstü yetkilerle donatıyorsunuz. TBMM’ nin temel fonksiyonlarını kaldırarak mı güçlendireceksiniz?
“Yeni sistem terörün sonunu getirecek”miş... 15 seneyi bulan iktidarınız döneminde değil terörü sonlandırmak, icraatınızla daha da körüklediniz. Rejim değişikliği ile mi olacak? Tek adamın elinde sihirli bir değnek mi var? “Yeni sistem ”! , “Yeni Türkiye” diyorsunuz. Bu sözler bana 27 Mayıs döneminin başında  “ İkinci Cumhuriyet”  deyip sonra da devletin sürekliliğine ters düştüğünü fark edince bu sloganı ağızlarına almaktan vaz geçtiklerini hatırlatıyor. Bu gibi ciddiyetten uzak sözlerin icraatın başında olan kişilere ait olduğuna inanmakta zorluk çekiyoruz.
Mana itibariyle söyledikleri gerçeklerden uzak, tutarsız ve kandırıcı… İfade tarzları ve kullandıkları kelimeler ise çoğu zaman yanlış.
Kuşkulu ve endişeli miyiz? Evet, öyleyiz. Aynı zamanda nereden nereye gelindi diye hüzünlüyüz. Ama asla ümitsiz değiliz. Referandumdan yüksek sesle “hayır” çıkmasını ümit ediyoruz. “Hayır” diyeceğiz ve hayırlı olmasını dileyeceğiz. Milletimizin sağduyusuna ve vefasına güveniyoruz.
(*) Nilüfer GÜRSOY BAYAR, Türk siyasetçi. XIII. dönem Bursa, XV. ve XVI. dönem İstanbul milletvekilliği yapmıştır. Eski cumhurbaşkanlarından Celâl Bayar'ın kızıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder