Her gün yeni bir mercümek vak'ası yaşanıyor!.. "Filistin'e yardım" diye topladıkları paraları gece kulüplerinde yediler..
İstanbul'da çağrı merkezi kurarak, aradıkları kişilere, Kuran-ı Kerim ve dini kitap sattıklarını söyleyen ve siparişlere kağıt parçası gönderen bir şebeke, polis ekiplerince çökertildi.
"Kitap bedelinin yüzde 10’unu Arakan ve Filistin’deki Müslümanlara gönderiyoruz” diye insanların dini duygularını sömürerek yaklaşık 3 milyon lira vurgun yapan çete elebaşının lüks bir yatta, adına hazırlanan şarkılarla doğum günü kutladığı görüntüler de ortaya çıktı. Paralarla gece kulüplerinde eğlendikleri iddia edilen çete üyelerinden 4’ü tutuklandı.
Sözcü'den Habip Atam'ın haberine göre polisi harekete geçiren olay Emniyet'e yapılan bir şikayetle ortaya çıktı. Kendisini telefonla arayan bir firmadan Kuran-ı Kerim siparişi verdiğini, ancak kargoyla kağıt parçaları geldiğini söyleyen mağdurun şikayeti üzerine çalışma başlatıldı. Yapılan araştırmalarda şebekenin 0850'li bir numara ile çağrı merkezinden arama yaptığı anlaşıldı. Bunun üzerine İstanbul Emniyeti'ne bağlı Siber Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü çalışma başlattı. Araştırmalarda çağrı merkezinin Bağcılar ve Yenibosna'daki iki adreste olduğu anlaşıldı. Teknik ve fiziki takip çalışmalarından şebekenin elebaşının Adnan S. olduğu anlaşıldı. Şebeke elebaşının kız arkadaşı olduğu iddia edilen Sabriye Ö.'nün de çağrı merkezindeki çalışmaları organize ettiği tespit edildi.
Siber Polisi operasyon öncesi şebekenin şebekenin çalışmasının detaylarını da ortaya koydu. İddiaya göre şebeke üyeleri, binlerce telefon numarasının bulunduğu bir data üzerinden çalışma yapıyordu. Özellikle önemli bazı dini günlerde aramalar yoğunlaşıyordu. Aranan kişilere, günün önemi anlatılarak, Kuran-ı Kerim ya da dini kitap tavsiyesinde bulunuluyor. Ardından kitaplarda kampanya olduğu söyleniyordu. İddiaya göre, şebeke üyeleri önlerindeki bir nottan o dini günde yapılacak ibadetlerin neler olduğunu ve sevaplarını dahi anlatıyordu. Karşıdaki kişiyi ikna etmek için kendisini “Hoca” olarak tanıtan şebeke üyeleri “kitap bedelinin yüzde 10'unu Arakan ve Filistin'deki Müslümanlara gönderiyoruz” diyordu.
2 MİLYON 700 BİN LİRALIK VURGUN!
Polis ekipleri kitap almayı kabul edenlere kredi kartı ve kapıda ödeme şansı sunan şebeke üyelerinin kargo ile kağıt parçaları gönderdiğini de yapılan çalışma ile tespit etti. O kargoların gönderim yerinin ise Esenler'de bir adres olduğu tespit edildi. Araştırmada şebekenin bu şekilde 8 ayda 29 bin 600 kişiyi aradığı tespit edilen şebekenin 2 milyon 700 bin lira vurgun yaptığı ortaya çıkarıldı. Siber Polisi operasyon için yeterli delilleri toplayınca savcılık talimatıyla harekete geçti. Çağrı merkezleri ve deponun da aralarında bulunduğu çok sayıda adrese baskın düzenlendi. Şebeke elebaşı ile kız arkadaşının da bulunduğu 26 şüpheli gözaltına alındı. Yakalanan şüpheliler Vatan Caddesi'ndeki İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü.
Ekipler çağrı merkezinde yapılan aramalarda, şebekenin aradıkları kişileri ikna etmek için kullanıkları notları da buldu. Notların çağrı merkezinde çalışanların masalarına yapıştırılmış olduğu belirtildi. Aranan kişilerin bu bu notlarla ikna edildiği dile getirildi. Şebeke elebaşının çalışanlara performans listesi de yaptığı belirlendi.
LÜKS YATTA PARTİ
İnsanların dini duygularını istismar eden şebekenin elebaşının doğum gününü lüks bir yatta düzenlenen partiyle kutladığı görüntüler de ortaya çıktı. Yatta dans ederek kutlama yapanların çoğunun çağrı merkezi çalışanı olması dikkat çekti. Çete yöneticilerinin elde ettikleri haksız kazançla gece kulüplerinde eğlencelere katıldıkları da öne sürüldü. Şebeke üyelerinden bir kadının çağrı merkezinde, başına taktığı takke, eline aldığı tesbih ve tefle zikir takliti yaptığı bir görüntü de ortaya çıktı. Gözaltına alınan şüpheliler polisteki işlemlerin ardından adliyeye gönderildi. Şebeke elebaşı Adnan S. ile sevgilisinin de aralarında bulunduğu 4 şüpheli tutuklandı. Diğer şüpheliler hakkında ise adli kontrol hükmü uygulandı. Şebekeden Diyanet İşleri Başkanlığı'nın da şikayetçi olduğu öğrenildi.
"Bosna paraları repo yapıldı, Erbakan'ın uygun gördüğü yerlere harcandı"
Geniş kitlelerce Aziz Yıldırım'ın avukatı olarak tanınan Faik Işık, şike soruşturmasının yanı sıra, Süleyman Mercümek davası, kayıp Bosna paraları davası, Sivas olayları davası gibi kamuoyunda çokça tartışılan birçok önemli davanın da avukatlığını yaptı. İşte anlattıkları
YASİN EL-KADI DOLANDIRILDI
Faik Işık’ın meslek hayatı ise ilk olarak bugün AK Parti İstanbul Milletvekili olan ve dört dönem İstanbul Bağcılar Belediye Başkanlığı yapmış Feyzullah Kıyıklık’nın ofisinde şekillenir. Tam da o yıllarda Yasın El-Kadı Türkiye’dedir. Milli Gazete yazarlarından M. Fatih Saraç, Faik Işık ile Yasin El-Kadı’yı buluşturur ve Türkiye’deki yatırım planlarını anlatır.
Yasin El-Kadı bir süre sonra Saraç ve iki Suudi Arabistanlı yatırımcıyla Türkiye’ye gelir. Çizgi film üretmek, sanat atölyeleri kurmak istediklerini söylerler. Işık, hükümetten yatırım izinlerini alır ve şirketleri kurar. Ella Film ve Prodüksiyon isimli şirket, ‘İstanbul’un Fethi’ ve ‘Çanakkale Zaferi’ gibi çizgi filmler üretir. Caravan (Kervan) ismiyle kurulan gıda şirketiyse daha sonra BİM marketlerine dönüşür. “BİM’in avukatlığını yapacaktım. Ancak diğer kurucu ortak Cüneyt Zapsu’nun talebiyle her dönem iktidara yakın ilişkiler kurma ustası Aydın Coşar üstlendi avukatlığı.” O döneme ait Faik Işık’ın anlattığı çarpıcı bir ayrıntıysa Yasin El-Kadı’nın BİM kuruluşu sırada Türk ortaklarından yediği bir darbeyle ilgili: “BİM’in kurucu ortağı meşhur Türk’ün şirketinin, Araplar’a ucuza bulduğumuz kiralık mağazaları kabul etmeyip bizim ayrılmamızdan sonra aynı yerleri daha yüksek kiralarla BİM’e kiralamıştı.”
SİVAS DAVASINDA FİGÜRAN GİBİ YERLEŞTİRİLDİK
“Necati Ceylan, Şerafettin Petek, Hüsnü Tuna, Muharrem Balcı gibi ‘İslamcı’ denilen, ‘ağabey’ konumundaki avukatlar Sivas davasında benim gibi meslek hayatlarının başlangıcındaki pek çok avukatı, bir mesleki ve imani zorunlulukmuş gibi ikna ederek hiç tanımadığımız bazı sanıkların vekalanetmelerini çıkarttılar. Benim gibi pek çok genç avukatın sadece birkaç celsede gördüğü oydu ki; Sivas’taki o dehşet verici olayların aydınlatılması ve gerçekte kimler tarafından yapıldığının ortaya çıkartılması söz konusu değildi. Bunun yerine, o zaman davaya bakan Ankara DGM’de sağcılık-solculuk, alevilik-sünnilik, laiklik-gericilik gibi ideolojik tartışmaların tiyatrosu yapılmaktaydı. Biz davaya bir çeşit figüranlar gibi yerleştirildiğimizi fark ettik.”
MERCÜMEK DAVASINI SEÇİM SONRASINA ERTELETTİ
İstanbul Fatih Savcılığı 21 Mayıs 1994’te Süleyman Mercümek’in hesaplarına el koyarak tüm bankalardan hesap kayıtlarını istedi. Kayıtlar incelendiğinde, Mercümek’in çeşitli bankalarda 14 ayrı döviz hesabı bulunduğu ve o zamanki değerle 16 trilyon 548 milyar 500 milyon lirayı kontrol ettiği ortaya çıktı. Bu meblağın Bosna için toplanan için ancak yerine hiç ulaştırılmayan paralar olduğu iddia edildi. Faik Işık anlatıyor: “1995 genel seçimi öncesindeyiz. Bosna’da savaş devam ediyor. O zaman Avrupa’daki İHH adlı yardım kuruluşu aracılığıyla yardımlar toplanıyor. Refah Partisi olarak topladığımız paraları Erbakan Hoca’ın muteber kabul ettiği kişilere veriyoruz. Yardımların bir kısmı da elden gidiyor. Süleyman Mercümek hakkında Fatih Asliye Ceza Mahkemesi’nde yardım toplamadaki usulsüzlüklerle ilgili dava açılmış. Avukatı da o dönem Fuat Sağıroğlu’ydu. Bana bir gün gelerek, ‘Davanın son duruşması seçimlerin arefesine denk geliyor. Mahkûmiyet kararı vereceklerini duydum. Seçimlerden önce kara çıkarsa kötü olur. Erteletebilir misin davayı?’ dedi. Hakime ‘sanık Mercümek’in avukatı vekaletini bıraktı. Dosya hakkında bilgim yok. Dosyanın ertelenmesini istiyorum’ dedim. Hakim söylediklerime inanmamıştı. Ancak talebim de hukukiydi. Süre verdi ve mahkemeyi erteledi. Mercümek davası seçim sonrasına kaldı.” Seçimler bitmiş, dava ertelenmişti. Seçimlerden sonra ertelenen duruşma olmuş ve Süleyman Mercümek’e mahkûmiyet kararı çıkmıştı.
ZAMAN AŞIMINDAN DÜŞTÜ
“Bu işle ilgili yurtdışında da başkaca şahıslar vardı. Bunların da ifadesi alınmalıydı. Ayrıca o savaş ortamında yardımların resmi yollarla intikal ettirilmesi mümkün değildi. Elden ulaştırılan yardımlarla ilgili Bosnalı komutanların kendilerine ne kadar yardım yapıldığının belgelenmesi gerekiyordu. Yüksek yargı mecburen mahkûmiyeti bozdu. Çünkü eksik soruşturma olmuştu. Dosya mahkemesine iade oldu. Senelerce yurt dışında bu paraların verildiği iddia edilen Bosnalı komutanlar senelerce yurt dışında arandı. Sonunda da dosya zaman aşımından düştü.”
ERBAKAN, BOSNA PARALARI REPO YAPTI"
“Dosyayı çalışırken şunlara şahit oldum: Bizim arkadaşların Bosna’ya yardım diye topladığı paraların rahmetli Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın emriyle Körfez ülkelerinde repoya yatırıldığını, daha sonra bir kısmının Erbakan’ın uygun gördüğü yerlere harcandığını, aslında Erbakan’ın Marmara Bank, Exim Bank, TYT Bank gibi bazı batmış bankalarda parasının bulunduğunu, bu bankaların batması nedeniyle tahsilat problemi çektiğini şaşkınlıkla gördüm. Erbakan Hoca’nın yakınında bu işleri yöneten birkaç kişiye niçin repo yapıldığını, bunun haram olup olmadığını sorduğumda yanıt şu oldu: ‘Hocamız, Türkiye’deki cihat kazanılmadan başkalarına yardım edilmez’ diyor. Onun için yardımların bir kısmı da burada harcandı’ cevabını aldım. Bana kısaca ‘Savunmanı yap, bu işleri sorgulama” ültimatomunu verdiler.” (KAYNAK: Toygun Atilla / Hürriyet)
Ulusal Haber & Ulusal Ajans, Tarafsız haber, Objektif yorum, Milli analiz, Bilimsel araştırma, İlkeli değerlendirme
29 Kasım 2018 Perşembe
Nesebi GAYRİ SAHİH olan ve soy kütüğü KÂFİR'e çıkanlar böyle yapıyor işte. Ortada bir de BOSNA-HERSEK örneği var. Peki, bunlar neden ve niçin önlenemiyor? Eğer bir memlekette "nitelikli sahtekâlık, soygun/vurgun ve dolandırıcılık" önlenemiyorsa; İşin ve ipin ucu yöneticileri çıkıyor demektir.
22 Kasım 2018 Perşembe
İhanet şebekeleri İNSANLIK DÜŞMANI AZGIN/ZALİM EMPERYALİST ÇİN ile ticaret ve siyaset peşinde. Bu tam bir gaflet-dalâlet ve hıyanettir. Suriyelilere kapı açanlar D. Türkistan Türklerini, zinhar kapıları kapatmasınlar!..
DOĞU TÜRKİSTAN VAMPİR KISKACINDA. KALLEŞ ÇİN KAN AĞLATIYOR CANİCE SOYKIRIM YAPIYOR
Allah Belânızı versin lânetli Çin domuzları. Size destek veren ve bu zulmü görmezden gelen bütün Türk ve Müslüman yöneticiler KAHROLSUN |
İNSANLIKTAN NASİPSİZ, AMANSIZ TÜRK DÜŞMANI, GASP VE İŞGAL SUÇLUSU KIZIL ÇİN; TAM BİR ALÇAKLIK VE KÜSTAHLIKLA "BÜTÜN DÜNYANIN GÖZÜ ÖNÜNDE" SOYKIRIM, KATLİAM VE ASİMİLÂSYON YAPIYOR. ZALİME VE ZULME SESSİZ KALANLAR KAHROLSUN.
Hitler'in Hortladığı Coğrafya:
Hitler'in Hortladığı Coğrafya:
DOĞU TÜRKİSTAN
HABER.MAKALE:
HABER.MAKALE:
Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ
Doğu Türkistan Türk Dünyasının ayrılmaz bir parçasıdır. Doğu Türkistan, yüzyıllardan buyana Çin emperyalizminin baskısı altındadır. Son yıllarda Doğu Türkistan'da baskılar inanılmaz ölçülerde artmıştır. Doğu Türkistan "dünyanın en büyük cezaevi" haline dönüşmüştür. Birleşmiş Milletler Ağustos 2018'de yayınladığı raporda Doğu Türkistan'ı " No Rights Zone" (İnsan hakları olmayan bölge) olarak nitelendirmiştir. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri Michelle Bachalet, Doğu Türkistan'daki durumu, en derin derecede acı ve sarsıcı" kelimeleri ile ifade etmiştir. Doğu Türkistan'da 1 milyon Uygur Türkü toplama ve işkence kamplarında toplanmıştır.Batı dünyası genellikle Türk dünyasına karşı yönelik baskılar karşısında suskun kalmasına rağmen bu kez baskılar o kadar mide bulandırıcı boyutlara çıkmıştır ki, batılı insan hakları kuruluşları dahi seslerini yükseltmişlerdir. Ancak Türkiye'den Çin Halk Cumhuriyetlerine yönelik en ufak bir kınama yükselmemektedir. İktidar inatla Doğu Türkistan'daki baskıları görmemezlikten gelmektedir. AKP'nin desteğini kazanmak, yardımını alabilmek için Türk olmayan Müslüman olmak mı gerekmektedir. Hem Müslüman hem Türk olunca sorun mu çıkıyor ki, 1 milyon Uygur Türkünün ıstırabını görmemezlikten geliyorsunuz? Saray'a çağrıda bulunuyorum.
1)Pekin'e Doğu Türkistan'da kurulan toplama kamplarını kapatması ve insanları serbest bırakması için baskı yapın.
2)Camilerin yıkılmasını engelleyecek girişimlerde bulunun,
3)İslam dinin öğretilmesini engelleme girişimlerini durdurmak için çaba gösterin. Gerekir ise Türkiye'den Doğu Türkistan'a din adamı yollanmasını önerin.
4)TBMM üyelerinden oluşan bir heyetin Doğu Türkistan'ı ziyaret edebilmesi için girişimlerde bulunalım.
5)Bağımsız gözlemcilerden oluşan bir heyetlerin Doğu Türkistan'ı ziyaret edebilmesi için Pekin nezdinde girişimlerde bulunun.
6)Doğu Türkistan'dan kaçan Uygurları hava alanında süründürmeyin.
https://www.huruygur.com/2018/11/hitlerin-hortladigi-cografya-dogu-turkistan
Türk Dünyasının Yetimleri, Uygur Çocuklar
Yücel Tanay & Yilmaz Karahan
Kadim Türk yurtlarından Doğu Türkistan 2. Endülüs olmak üzeredir. Çinlilerin Doğu Türkistanı tarihten silme projesine karşı ne Türk Dünyası ne de İslam dünyasından kınama ,Çinle ilişkileri kesme yönünde bir hareket gözlenmiyor.
5–6 Kasım tarihlerinde Birleşmiş Milletlerin (BM) Cenevre’deki binasında Cenevre’deki İnsan Hakları Konseyi, Çin’de ve Çin işgalindeki Doğu Türkistanda insan hakları ihlallerinin konuşulduğu bu toplantıda Avustralya, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Almanya, İzlanda, İrlanda, Japonya, Hollanda, Norveç, Kanada, İsveç, İsviçre, İngiltere ve ABD, Çin’in Doğu Türkistan’daki sözde “yeniden eğitim” kamplarındaki insan hakları ihlallerini ortaya koydu.
Toplantıda, nüfusunun büyük çoğunluğu Müslümanlardan oluşan ülke temsilcilerinin, Çin’in Doğu Türkistan’daki zulüm kampları hakkında hiçbir görüş belirtmemesi dikkat çekti. Suriyeli temsilcilerin Çin’in sözde “teröre karşı” daha sert tedbir alması gerektiğini ortaya koyması tepki toplarken, Filistin ise üye ülke sıfatıyla bu toplantıya katıldı ancak Doğu Türkistan’daki baskılara değinmedi. Halbuki Filistin davasına Türkiyeden büyük destek vardı. Ama Filistin temsilcisi susarak Çine destek vermeyi yeğlemişti.
Malezya haricindeki tüm müslüman ülkeler Çin’in yanında olduğunu ifade ederek Çin’in yaptırımlarını takdir ettiler. Kırgızıstan, Üzbekistan, Türkmenistan gibi Batı Türkistandaki Türk ülkeleri de Çin’i destekler beyanlarda bulundular.
Anne ve Babaları Çinli İşgalciler tarafından Doğu Türkistan’da açılan Nazıvarı kamplara koyulan Uygur Türk çocukları Çin sömürgeciliği tarafından Çinlileştirmek amacıyla çocuk yetiştirme merkezlerine yerleştiriliyor. Bu merkezlerde Çinli faşist idareciler tarafından Türk aile terbiyesi, örf adedi, dini, kültür medeniyeti, dil ve yazısından kopartılarak Çinlileştiriliyor. . Kendi ırkından dininden nefret eden, Türk olduğundan utanç duyan ve ebediyen kendi milletine kin güden bir topluluk olarak yetiştirilmeye çalışıyor.
Ey Müslümanlar! bunlar Müslüman Uygur Türk çocukları niye sesiz kalıyorsun? Uygur Türklerinin %99 Müslüman Sünni bunlar Ümmetin Çocukları, Ümmetin yetimleri değil mi? Bu Çocukların zulüm gördüğü topraklar Türklerin İslam’ı kabul ettiği topraklardır. Türk-İslam Medeniyetinin yeşerdiği topraklardır. İşgal altındaki topraklar İslam toprağı değil mi?
Bugün Doğu Türkistandaki zulüm Filistinle kıyaslanmayacak kadar çoktur. Doğu Türkistanlıların mücadele ettiği işgalcı Çin 1.5 Milyarı geçen nüfusuyla Dünyanın en kalabalık ülkesidir.
İslam Dünyasının Müslüman Uygur çocukları konusundaki sesizliği çoğu diktatörlükle yönetilen bu ülkelerin Çinle ticarı ve askeri alanda yaptıkları işbirliğinden kaynaklanıyor. Ya İslam Birliği Teşkilatı Çinin Doğu Türkistandaki zulmünü kınayan bir karar aldı mı? Hayır o zaman ne işe yarar.
Türk Dünyası kağıt üzerinde var. Türk Dünyasında demokratik seçimle iktidara gelen Azerbaycanın Cumhurbaşkanı tek lider Elçibeydi, onun da fazla iktidarda kalmasına müsade etmediler, Batı Türkistan cumhuriyetlerindeki liderlerin çoğu Rus ve Çin kuklası diktatörler, halkına zulüm ediyor.
Türk Dünyasının bilge lideri olarak lanse edilen Kazakistan cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayevin ülkesinin dışişleri bakanı Kayrat Abdrahmanov, Doğu Türkistan’daki Kazak,ve Uygur Türkler’inin meselesi, Çin’in içişleri biz bu meseleye karışamayız dedi!
Türk Dünyasının mankurt diktatör liderleri Çinin ve Rusun ellinde bir oyuncaktan başkabir şey değildirler, sadece koltuklarını düşünürler. Türk birliği sevdalısı gerçek liderler ya bu diktatörlerin zindanına atılmış, ya ülkelerinden sürgün edilmiştir. Özbekistan Erk partisi lideri Muhammed Salih ve Sefer Bekcan gibi liderler.
Uygur Çocukları bizim çocuklarımızdır. Çinlileştirilmeye çalışılan bu çocuklara karşı sessiz kalanlar, öncellikle İnsanlığından utansın!.., Yücel Tanay - https://www.huruygur.com
Doğu Türkistan Türk Dünyasının ayrılmaz bir parçasıdır. Doğu Türkistan, yüzyıllardan buyana Çin emperyalizminin baskısı altındadır. Son yıllarda Doğu Türkistan'da baskılar inanılmaz ölçülerde artmıştır. Doğu Türkistan "dünyanın en büyük cezaevi" haline dönüşmüştür. Birleşmiş Milletler Ağustos 2018'de yayınladığı raporda Doğu Türkistan'ı " No Rights Zone" (İnsan hakları olmayan bölge) olarak nitelendirmiştir. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri Michelle Bachalet, Doğu Türkistan'daki durumu, en derin derecede acı ve sarsıcı" kelimeleri ile ifade etmiştir. Doğu Türkistan'da 1 milyon Uygur Türkü toplama ve işkence kamplarında toplanmıştır.Batı dünyası genellikle Türk dünyasına karşı yönelik baskılar karşısında suskun kalmasına rağmen bu kez baskılar o kadar mide bulandırıcı boyutlara çıkmıştır ki, batılı insan hakları kuruluşları dahi seslerini yükseltmişlerdir. Ancak Türkiye'den Çin Halk Cumhuriyetlerine yönelik en ufak bir kınama yükselmemektedir. İktidar inatla Doğu Türkistan'daki baskıları görmemezlikten gelmektedir. AKP'nin desteğini kazanmak, yardımını alabilmek için Türk olmayan Müslüman olmak mı gerekmektedir. Hem Müslüman hem Türk olunca sorun mu çıkıyor ki, 1 milyon Uygur Türkünün ıstırabını görmemezlikten geliyorsunuz? Saray'a çağrıda bulunuyorum.
1)Pekin'e Doğu Türkistan'da kurulan toplama kamplarını kapatması ve insanları serbest bırakması için baskı yapın.
2)Camilerin yıkılmasını engelleyecek girişimlerde bulunun,
3)İslam dinin öğretilmesini engelleme girişimlerini durdurmak için çaba gösterin. Gerekir ise Türkiye'den Doğu Türkistan'a din adamı yollanmasını önerin.
4)TBMM üyelerinden oluşan bir heyetin Doğu Türkistan'ı ziyaret edebilmesi için girişimlerde bulunalım.
5)Bağımsız gözlemcilerden oluşan bir heyetlerin Doğu Türkistan'ı ziyaret edebilmesi için Pekin nezdinde girişimlerde bulunun.
6)Doğu Türkistan'dan kaçan Uygurları hava alanında süründürmeyin.
https://www.huruygur.com/2018/11/hitlerin-hortladigi-cografya-dogu-turkistan
Türk Dünyasının Yetimleri, Uygur Çocuklar
Yücel Tanay & Yilmaz Karahan
Kadim Türk yurtlarından Doğu Türkistan 2. Endülüs olmak üzeredir. Çinlilerin Doğu Türkistanı tarihten silme projesine karşı ne Türk Dünyası ne de İslam dünyasından kınama ,Çinle ilişkileri kesme yönünde bir hareket gözlenmiyor.
5–6 Kasım tarihlerinde Birleşmiş Milletlerin (BM) Cenevre’deki binasında Cenevre’deki İnsan Hakları Konseyi, Çin’de ve Çin işgalindeki Doğu Türkistanda insan hakları ihlallerinin konuşulduğu bu toplantıda Avustralya, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Almanya, İzlanda, İrlanda, Japonya, Hollanda, Norveç, Kanada, İsveç, İsviçre, İngiltere ve ABD, Çin’in Doğu Türkistan’daki sözde “yeniden eğitim” kamplarındaki insan hakları ihlallerini ortaya koydu.
Toplantıda, nüfusunun büyük çoğunluğu Müslümanlardan oluşan ülke temsilcilerinin, Çin’in Doğu Türkistan’daki zulüm kampları hakkında hiçbir görüş belirtmemesi dikkat çekti. Suriyeli temsilcilerin Çin’in sözde “teröre karşı” daha sert tedbir alması gerektiğini ortaya koyması tepki toplarken, Filistin ise üye ülke sıfatıyla bu toplantıya katıldı ancak Doğu Türkistan’daki baskılara değinmedi. Halbuki Filistin davasına Türkiyeden büyük destek vardı. Ama Filistin temsilcisi susarak Çine destek vermeyi yeğlemişti.
Malezya haricindeki tüm müslüman ülkeler Çin’in yanında olduğunu ifade ederek Çin’in yaptırımlarını takdir ettiler. Kırgızıstan, Üzbekistan, Türkmenistan gibi Batı Türkistandaki Türk ülkeleri de Çin’i destekler beyanlarda bulundular.
Anne ve Babaları Çinli İşgalciler tarafından Doğu Türkistan’da açılan Nazıvarı kamplara koyulan Uygur Türk çocukları Çin sömürgeciliği tarafından Çinlileştirmek amacıyla çocuk yetiştirme merkezlerine yerleştiriliyor. Bu merkezlerde Çinli faşist idareciler tarafından Türk aile terbiyesi, örf adedi, dini, kültür medeniyeti, dil ve yazısından kopartılarak Çinlileştiriliyor. . Kendi ırkından dininden nefret eden, Türk olduğundan utanç duyan ve ebediyen kendi milletine kin güden bir topluluk olarak yetiştirilmeye çalışıyor.
Ey Müslümanlar! bunlar Müslüman Uygur Türk çocukları niye sesiz kalıyorsun? Uygur Türklerinin %99 Müslüman Sünni bunlar Ümmetin Çocukları, Ümmetin yetimleri değil mi? Bu Çocukların zulüm gördüğü topraklar Türklerin İslam’ı kabul ettiği topraklardır. Türk-İslam Medeniyetinin yeşerdiği topraklardır. İşgal altındaki topraklar İslam toprağı değil mi?
Bugün Doğu Türkistandaki zulüm Filistinle kıyaslanmayacak kadar çoktur. Doğu Türkistanlıların mücadele ettiği işgalcı Çin 1.5 Milyarı geçen nüfusuyla Dünyanın en kalabalık ülkesidir.
İslam Dünyasının Müslüman Uygur çocukları konusundaki sesizliği çoğu diktatörlükle yönetilen bu ülkelerin Çinle ticarı ve askeri alanda yaptıkları işbirliğinden kaynaklanıyor. Ya İslam Birliği Teşkilatı Çinin Doğu Türkistandaki zulmünü kınayan bir karar aldı mı? Hayır o zaman ne işe yarar.
Türk Dünyası kağıt üzerinde var. Türk Dünyasında demokratik seçimle iktidara gelen Azerbaycanın Cumhurbaşkanı tek lider Elçibeydi, onun da fazla iktidarda kalmasına müsade etmediler, Batı Türkistan cumhuriyetlerindeki liderlerin çoğu Rus ve Çin kuklası diktatörler, halkına zulüm ediyor.
Türk Dünyasının bilge lideri olarak lanse edilen Kazakistan cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayevin ülkesinin dışişleri bakanı Kayrat Abdrahmanov, Doğu Türkistan’daki Kazak,ve Uygur Türkler’inin meselesi, Çin’in içişleri biz bu meseleye karışamayız dedi!
Türk Dünyasının mankurt diktatör liderleri Çinin ve Rusun ellinde bir oyuncaktan başkabir şey değildirler, sadece koltuklarını düşünürler. Türk birliği sevdalısı gerçek liderler ya bu diktatörlerin zindanına atılmış, ya ülkelerinden sürgün edilmiştir. Özbekistan Erk partisi lideri Muhammed Salih ve Sefer Bekcan gibi liderler.
Uygur Çocukları bizim çocuklarımızdır. Çinlileştirilmeye çalışılan bu çocuklara karşı sessiz kalanlar, öncellikle İnsanlığından utansın!.., Yücel Tanay - https://www.huruygur.com
17 Kasım 2018 Cumartesi
ULUSAL HABER VE ULUSAL AJANS'IN YAYINI SES GETİRDİ. "Türkiye'nin BM Gündemine Taşıdığı Myanmar Kararına Büyük Destek" Zalime karşı mücadele etmeyen zavallı/aciz; Zulme karşı çıkmayan DİLSİZ ŞEYTAN'dır.
Türkiye'nin BM Gündemine Taşıdığı "Myanmar (kınama ve çağrı!..) Kararına" Büyük Destek...
ZALİMLERE KARŞI DURMAYAN, MASUM VE MAZLUMLARIN CAN DÜŞMANIDIR
"Başta NYANMAR, Doğu Türkistan, Afganistan ve özellikle "Sözde Müslüman Suud ve İran" tarafından alçakça zulme maruz YEMEN olmak üzere: İslâm ülkelerinde pervasızca uygulanan "İNSANLIK DIŞI ZULÜM" işkence, soykırım, mezalim ve katliamlara seyirci kalan tüm Müslüman idareciler, bilumum sorumlular ve BM kahrolsun!.."
(Ulusal Haber & Ulusal Ajans 06 Kasım 2018)
BİZİM KADAR UĞRAŞAN OLMADI
"BÜTÜN ZAMANLARIN "en zayıf en şahsiyetsiz ve aciz devlet sorumluları" BU DEVRİN UTANCI OLARAK; Tam bir aymazlıkla aramızda dolaşıp sanki işkencede ortakmış gibi; Zalimlere ve alçakça mezalimlere seyirci kalıyorlar. BM: Myanmar'daki askeri liderler ve Nobel Barış ödüllü Aung Sang S.K. soykırımdan yargılanmalı. (Ulusal Haber & Ulusal Ajans 27 Ağustos 2018)
VE NİHAYET!.
Türkiye'nin öncülüğünde Myanmar'da özellikle de Arakanlılara yönelik "insan hakları ihlallerini kınayan ve hesap verebilirlik çağrısı yapan" Birleşmiş Milletler (BM) kararı büyük destek aldı.
(Kaynak: SDE Editör. 17 Kasım 2018)
Türkiye'nin başı çektiği, Myanmar'daki insan hakları ihlallerini kınayan ve hesap verebilirlik çağrısı yapan (bu çağrılar dışında herhangi bir baskı, menni müdahale, tedbir, zorunluluk ve yaptırım istemi içermeyen; Usulen ve formalite icabı verilmiş) Birleşmiş Milletler kararı (hiçbir yaptırım, insan haklarına saygı, vatandaşlık haklarının iadesi, malların geri verilmesi, eşit vatandaşlık, özgürlük ve güvenlik şartı içermediği için) büyük destek aldı.
Türkiye'nin, (dünyanın en pasif, palyatif, zayıf, etkisiz ve dış güdümlü sözde örgütlerinden birisi olan) İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) adına sponsorluğunu yaptığı ve Avrupa Birliği'nin (AB) de destek verdiği Myanmar'daki insan hakları ihlallerine dikkati çeken karar tasarısı BM Genel Kurulu'nda insan hakları konularının görüşüldüğü 3. komitede oylamaya sunuldu.
Türkiye'nin başı çektiği karar 193 üyeli BM'de büyük destek aldı. Karara 142 ülke destek verirken, (Doğu Türkistan Soykırımını, kültür emperyalizmi ve kanlı asimilâsyonlarını inatla, ısrarla ve bütün hür dünyaya rağmen "ALÇAKÇA VE KÜSTAHÇA" sürdüren) Çin başta olmak üzere (muhtemelen vampir, yarasa ve kene güruhundan emperyalist) 10 ülke karşı çıktı, 25 ülke ise çekimser kaldı. Karara ayrıca 103 ülke de sponsor oldu.
Türkiye'nin BM Daimi Temsilcisi Feridun Sinirlioğlu, kararla ilgili komitede yaptığı konuşmada, Myanmar'da Arakanlı Müslümanlara ve diğer azınlıklara karşı işlenen ciddi insan hakları ihlallerinin (değil; Soykırım, Katliam, Vahşet, Cinayet ve en insanlık dışı kabilinden baskı, zulüm, işkence, gasp-irtikap, yağmalama, soygun-vurgun ve sürgün) uluslararası toplumu endişelendirmeye devam ettiğini söyledi.
Myanmar'da halkın yıllardır şiddet (işkence, cinayet, katliam, devletten dışlama ve demokratik haklardan yoksunluk) döngüsü kapanına sıkışıp kaldığına ve zorla yerinden edildiğine dikkati çeken Sinirlioğlu, 25 Ağustos 2017'den sonra yaşanan olayların bu kısır döngünün (vahşet, dalalet, insanlık ve İslâma hıyanetin) son örneği olduğunu ifade etti.
BM Uluslararası Bağımsız Myanmar Soruşturma Misyonunun raporundaki Arakanlılara yönelik ''sistematik, sarsıcı, acımasız'' saldırıları hatırlatan Sinirlioğlu, ''Bu kısır döngüye son vermek için Myanmar hükümetinin öncelikle barışçıl bir şekilde bir arada yaşama ve mültecilerin güvenli bir şekilde geri dönüşü için Arakan eyaletinde gerekli koşulları sağması gerek.'' dedi.
Aynı zamanda her türlü şiddete son verilmesi ve insani yardımların girişine izin verilmesi gerektiğinin altını çizen Sinirlioğlu, ''Şiddete başvuran failleri adalete teslim etmek de bu döngünün tekrarına son vermek açısından kritik öneme sahip.''diye konuştu. Sinirlioğlu, Türkiye'nin İİT adına AB ile ortaklaşa sunduğu tasarıda Myanmar’da yaşanan ciddi insan hakları ihlallerinin güçlü şekilde kınandığını ve hesap verebilirliğin temini için ihlallerin tam ve bağımsız şekilde soruşturulmasının talep edildiğini vurguladı. Myanmar'ın Arakanlı Müslümanlar konusunda BM ile yaptığı iş birliğine de değinen Sinirlioğlu, ''Myanmar'ın bu adımları atarken samimiyetine hala inanmak istiyoruz.'' dedi. Arakanlıların geri dönüşünün Bangladeş'teki bir mülteci kampından ayrılıp Myanmar'da başka bir kampa yerleşecek şekilde olamayacağını da belirten Sinirlioğlu, Arakanlıların evleri neredeyse oraya dönmesi ve temel haklarının garanti altına alınması gerektiğinin altını çizdi.
ZALİMLERE KARŞI DURMAYAN, MASUM VE MAZLUMLARIN CAN DÜŞMANIDIR
"Başta NYANMAR, Doğu Türkistan, Afganistan ve özellikle "Sözde Müslüman Suud ve İran" tarafından alçakça zulme maruz YEMEN olmak üzere: İslâm ülkelerinde pervasızca uygulanan "İNSANLIK DIŞI ZULÜM" işkence, soykırım, mezalim ve katliamlara seyirci kalan tüm Müslüman idareciler, bilumum sorumlular ve BM kahrolsun!.."
(Ulusal Haber & Ulusal Ajans 06 Kasım 2018)
BİZİM KADAR UĞRAŞAN OLMADI
"BÜTÜN ZAMANLARIN "en zayıf en şahsiyetsiz ve aciz devlet sorumluları" BU DEVRİN UTANCI OLARAK; Tam bir aymazlıkla aramızda dolaşıp sanki işkencede ortakmış gibi; Zalimlere ve alçakça mezalimlere seyirci kalıyorlar. BM: Myanmar'daki askeri liderler ve Nobel Barış ödüllü Aung Sang S.K. soykırımdan yargılanmalı. (Ulusal Haber & Ulusal Ajans 27 Ağustos 2018)
VE NİHAYET!.
Türkiye'nin öncülüğünde Myanmar'da özellikle de Arakanlılara yönelik "insan hakları ihlallerini kınayan ve hesap verebilirlik çağrısı yapan" Birleşmiş Milletler (BM) kararı büyük destek aldı.
(Kaynak: SDE Editör. 17 Kasım 2018)
Türkiye'nin başı çektiği, Myanmar'daki insan hakları ihlallerini kınayan ve hesap verebilirlik çağrısı yapan (bu çağrılar dışında herhangi bir baskı, menni müdahale, tedbir, zorunluluk ve yaptırım istemi içermeyen; Usulen ve formalite icabı verilmiş) Birleşmiş Milletler kararı (hiçbir yaptırım, insan haklarına saygı, vatandaşlık haklarının iadesi, malların geri verilmesi, eşit vatandaşlık, özgürlük ve güvenlik şartı içermediği için) büyük destek aldı.
Türkiye'nin, (dünyanın en pasif, palyatif, zayıf, etkisiz ve dış güdümlü sözde örgütlerinden birisi olan) İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) adına sponsorluğunu yaptığı ve Avrupa Birliği'nin (AB) de destek verdiği Myanmar'daki insan hakları ihlallerine dikkati çeken karar tasarısı BM Genel Kurulu'nda insan hakları konularının görüşüldüğü 3. komitede oylamaya sunuldu.
Türkiye'nin başı çektiği karar 193 üyeli BM'de büyük destek aldı. Karara 142 ülke destek verirken, (Doğu Türkistan Soykırımını, kültür emperyalizmi ve kanlı asimilâsyonlarını inatla, ısrarla ve bütün hür dünyaya rağmen "ALÇAKÇA VE KÜSTAHÇA" sürdüren) Çin başta olmak üzere (muhtemelen vampir, yarasa ve kene güruhundan emperyalist) 10 ülke karşı çıktı, 25 ülke ise çekimser kaldı. Karara ayrıca 103 ülke de sponsor oldu.
Türkiye'nin BM Daimi Temsilcisi Feridun Sinirlioğlu, kararla ilgili komitede yaptığı konuşmada, Myanmar'da Arakanlı Müslümanlara ve diğer azınlıklara karşı işlenen ciddi insan hakları ihlallerinin (değil; Soykırım, Katliam, Vahşet, Cinayet ve en insanlık dışı kabilinden baskı, zulüm, işkence, gasp-irtikap, yağmalama, soygun-vurgun ve sürgün) uluslararası toplumu endişelendirmeye devam ettiğini söyledi.
Myanmar'da halkın yıllardır şiddet (işkence, cinayet, katliam, devletten dışlama ve demokratik haklardan yoksunluk) döngüsü kapanına sıkışıp kaldığına ve zorla yerinden edildiğine dikkati çeken Sinirlioğlu, 25 Ağustos 2017'den sonra yaşanan olayların bu kısır döngünün (vahşet, dalalet, insanlık ve İslâma hıyanetin) son örneği olduğunu ifade etti.
BM Uluslararası Bağımsız Myanmar Soruşturma Misyonunun raporundaki Arakanlılara yönelik ''sistematik, sarsıcı, acımasız'' saldırıları hatırlatan Sinirlioğlu, ''Bu kısır döngüye son vermek için Myanmar hükümetinin öncelikle barışçıl bir şekilde bir arada yaşama ve mültecilerin güvenli bir şekilde geri dönüşü için Arakan eyaletinde gerekli koşulları sağması gerek.'' dedi.
Aynı zamanda her türlü şiddete son verilmesi ve insani yardımların girişine izin verilmesi gerektiğinin altını çizen Sinirlioğlu, ''Şiddete başvuran failleri adalete teslim etmek de bu döngünün tekrarına son vermek açısından kritik öneme sahip.''diye konuştu. Sinirlioğlu, Türkiye'nin İİT adına AB ile ortaklaşa sunduğu tasarıda Myanmar’da yaşanan ciddi insan hakları ihlallerinin güçlü şekilde kınandığını ve hesap verebilirliğin temini için ihlallerin tam ve bağımsız şekilde soruşturulmasının talep edildiğini vurguladı. Myanmar'ın Arakanlı Müslümanlar konusunda BM ile yaptığı iş birliğine de değinen Sinirlioğlu, ''Myanmar'ın bu adımları atarken samimiyetine hala inanmak istiyoruz.'' dedi. Arakanlıların geri dönüşünün Bangladeş'teki bir mülteci kampından ayrılıp Myanmar'da başka bir kampa yerleşecek şekilde olamayacağını da belirten Sinirlioğlu, Arakanlıların evleri neredeyse oraya dönmesi ve temel haklarının garanti altına alınması gerektiğinin altını çizdi.
10 Kasım 2018 Cumartesi
ATATÜRK'ÜN TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİ SON AÇIŞ KONUŞMASI "ÖLÜMÜN BİTMEYEN UFKUNDA YATARKEN GENE SAĞ; BİR AVUÇ TOPRAK OLURKEN GENE DAĞ…" (TARİH DERGİS, Kasım 2018-Son Sayı)
GAZİ MAREŞAL MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ÜN: "TBMM'NİN, V. DÖNEM. 3. YASAMA YILINI AÇIŞ KONUŞMALARI" TAM METİN (*)
Ebediyete intikalinin 80’nci yılında sağlık durumunun iyice ağırlaşmasına rağmen son uzun konuşması olan, TBMM 1937 yılı açılış konuşması ile O’nun aziz hatırasını anmanın anlamlı olacağını düşündük. Konuşma, çağları aşan bir liderin, bir cumhurbaşkanının,
*Düzeyi, nezaketi ve TBMM’e verdiği büyük değeri,
*Ülkesine, ulusuna ve tüm halkına duyduğu derin aşkı,
*Konulara ve dile engin hâkimiyetini,
*Ekonomiye, planlı ve topyekun kalkınma ve kentleşmeye, tarıma, sanayiye, ulaşıma, milli eğitim, kültür ve sanata, hukuk ve yargıya, Türk diline, halk sağlığına, uluslar arası ilişkiler ve ulusal güvenliğe bakış açısını ve verdiği önemi,
*Ekonomik gelişme ile birlikte denk bütçe, ödemeler dengesine verilen önem ve bunlarla tam bağımsızlık ve saygınlık arasında kurulan doğrudan sebep-sonuç ilişkisini,
*Ve de kurucu bir cumhurbaşkanı olmasına rağmen sözlerini “önermeler” düzeyinde tutarak yetkilerinin sınırlarını takdiri konusunda ne denli duyarlı olduğunu göstermesi bakımlarından çok anlamlı ve önemlidir…
ATATÜRK'ÜN TBMM'Nİ SON AÇIŞ KONUŞMASI
“ Beşinci dönemin üçüncü yasama yılını açıyorum.
Her şeyden önce, sevgili Kamutay arkadaşlarımla, yeni çalışma yılı başlangıcında karşı karşıya bulunmaktan duyduğum derin sevinç ve mutluluğu belirtmeliyim.(Alkışlar) Sizi yüksek saygı ile selamlar, bu çalışma yılınızın da ulus ve ülke için parlak başarılarla bezenmesini dilerim.
Sayın milletvekilleri,
Kıvançla görmekteyiz ki, Cumhuriyet rejimi, yurdumuzda huzur ve sükunun en iyi biçimde yerleşmesini sağlamış bulunuyor. Vatandaşlar ve bu yurtta oturanlar, Cumhuriyet kanunlarının eşit şartları altında kendileri için hazırlanan özgür refah ve mutluluk imkanlarından en iyi bir biçimde yararlanmaktadırlar.
Ulusumuzun layık olduğu yüksek uygarlık ve refah düzeyine ulaşmasının engellenmesinin düşünülmesine yer bırakılmadığım ve bırakılmayacağını huzurunuzda söylemekle mutluyum.(Bravo sesleri, alkışlar)
Modern hükümetçiliğin en belirgin özelliği, halkı gücüne olduğu kadar şefkatine de içtenlikle inandırabilmesidir. Büyük küçük bütün Cumhuriyet memurlarında bu düşünce biçiminin en geniş ölçüde gelişmesine önem vermek, çok yerinde olur.
Özel idarelerin geçen yılki çalışmaları verimli olmuştur. Ancak özel idareler ve belediyeler, büyük kalkınma savaşımızda hayat ucuzluğunu sağlayacak uygun önlemler almalı ve yetkilerini tam kullanmalıdırlar.
Şehircilik işlerinde de teknik ve planlı kurallar içinde çalışmak gereklidir. Bunun için belediyelerimizin hukuka uygun biçimde aydınlatılmasını ve yol gösterecek bir merkezi teknik büro kurulmasını öneririm.
Kendine inkılabın ve inkılapçılığın çeşitli ve hayati görevler yüklediği Türk vatandaşının sağlığı ve sağlamlığı, her zaman üzerinde dikkatle durulacak milli sorunumuzdur.
Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığının bu sorun üzerindeki sistemli çalışmaları, yüksek Kamutayı sevindirecek durumda gelişmektedir.
Aynı bakanlık, kendine verdiğimiz göçmen işlerini de sosyal ve ekonomik politikamıza uygun olarak başarı ile yürütmektedir.
Bakanlığın «Sağlam ve güçlü bir nesil, Türkiye'nin özüdür» prensibini, pek iyi kavrayarak çalışmakta olduğunu belirtmek isterim.
Yüce saylavlar,
Bilindiği gibi, biz yurt güvenliğinin içinde kişilerin güvenliğinin de, ona yaraşacak biçimde olmasını göz önünde tutarız.
Bu güvenlik, Türkiye Cumhuriyeti kanunlarının ve Türk yargıçlarının güvencesi altında, en ileri biçimde varlığını sürdürmektedir.
Kanunlarımızda yaptığımız bazı değişiklikler ve kabul buyurduğunuz Suçüstü Kanunu, bu amaca yardım etmiştir.
Adli yapımızın ve kanun dizimizin üzerinde yapılan incelemelerle, Türkiye'nin dinamik, yaşamına, doğru yoldan hiç şaşmadan uygunlukları her zaman sağlanmalıdır. Bu gerek karşısında, kara ve deniz ticaret kanunlarımızın ekonomik bünyemizdeki gelişmelere daha uygun duruma getirilmesinde zaman geçirilmemesi yerinde olur. Bir de şu nokta üzerinde durmama izin vermenizi rica edeceğim. Güvenlik ve hak işleriyle ilgili yöntem ve kanunlardan kolaylık, ivedilik, açıklık ve kesinlik temel olmalıdır. Bu nedenle, vatandaşların icra daireleri ile olan ilişkilerini kolaylaştırmak amacı ile yapılan çalışmalarının bir an önce kanun haline getirilmesini önermeyi uygun bulurum. Bu belirttiğim ve önerdiğim konuların iyi karşılanacağından eminim. Çünkü her alanda olduğu gibi, adli yöntem ve kanunlar alanında da, Türk Cumhuriyetinin ve onun yüksek, değerli Kamutayının anlayışı, ileri anlayıştır.
Şimdi arkadaşlar, ekonomik yaşamımızı gözden geçireceğim. Hemen bildirmek isterim, ben ekonomik yaşam denince, tarım, ticaret, sanayi faaliyetlerini ve bütün bayındırlık işlerini, birbirinden ayrı düşünülmesi doğru olmayan bir bütün sayarım. Bu nedenle şunu da hatırlatmalıyım ki, bir ulusa bağımsız görünüş ve değerini veren siyasi yaşam çarkında, devlet, fikir ve ekonomik yaşam işleyişleri birbirlerine bağlı ve birbirleri ile ilişkilidir, o kadar ki, bu işleyişler birbirine uyacak aynı düzen içinde çalıştırılmazsa, hükümetin çekici gücü harcanmış olur, ondan beklenen tam verim sağlanamaz. Onun içindir ki, bir ulusun kültür düzeyi üç alanda, devlet, fikir ve ekonomi alanlarındaki çalışma ve başarılı sonuçlarının toplamı ile ölçülür.
Sayın milletvekilleri,
Milli ekonominin temeli tarımdır. İşte bu nedenle tarımda kalkınmaya önem vermekteyiz. Köylere kadar yayılacak programlı ve pratik çalışmalar bu amaca erişmeyi kolaylaştıracaktır.
Fakat bu önemli isteği uygun bir biçimde amacına ulaştırabilmek için ilk önce ciddi çalışmalara dayalı bir tarım politikası belirlemek ve onun için de, her köylünün ve bütün vatandaşların kolayca kavrayabileceği ve severek uygulayabileceği bir tarım rejimi kurmak gereklidir. Bu politika ve rejimde, önemle yer alabilecek noktaların başlıcaları şunlar olabilir.
Bir kez, ülkede topraksız çiftçi bırakılmamalıdır.(Bravo sesleri, alkışlar) Bundan daha önemli olan ise, bir çiftçi ailesini geçindirebilen toprağın, hiçbir nedenle ve hiçbir şekilde bölünemez bir nitelik almasıdır.(Alkışlar) Büyük çiftçi ve çiftlik sahiplerinin işletebilecekleri arazi genişliğinin, arazinin bulunduğu bölgelerin nüfus yoğunluğuna ve toprak verim derecesine göre sınırlanması gereklidir. Küçük büyük bütün çiftçilerin iş araçları artırılmalı, yenileştirilmeli ve bakım önlemleri zaman geçirilmeden alınmalıdır. Herhalde, en küçük bir çiftçi ailesi, bir çift hayvan sahibi olmalıdır, bunda ideal olan öküz değil, at olmalıdır. Öküz, ancak bazı şartların henüz sağlanamadığı bölgelerde hoş görülebilir. Köylüler için, genellikle pulluğu pratik ve faydalı bulurum. Traktörü büyük çiftçilere öneririm. Köyde ve yakın köylerde, ortaklaşa harman makineleri kullanmak köylülerin vazgeçemeyeceği bir gelenek haline getirilmelidir.
Ülkeyi iklim, su ve toprak verimi bakımından tarım bölgelerine ayırmak gerekir. Bu bölgelerin her birinde, köylülerin gözleriyle görebilecekleri, çalışmaları için örnek tutacakları verimli, modern, pratik tarım merkezleri kurulması gereklidir.
Bu gün devlet yönetiminde bulunan çiftliklerdeki ve bunların yönetimi içindeki diğer tarımsal sanayi kuruluşlarındaki bazı kişiler, tarımsal çalışmaların bütün alanlarında her türlü teknik ve modern deneylerini tamamlamış olarak bulunduğu bölgelerde en faydalı tarım usul ve sanatlarını yaymaya hazır bulunmaktadırlar. Bu, bakanlık için büyük kolaylıklar sağlayacaktır. Ancak, gerek var olan gerek bütün ulusal tarım bölgeleri için yeniden kurulacak olan tarım merkezlerinin kesintiye uğramadan tam verimli çalışmalarını; şimdiye kadar olduğu gibi, devlet bütçesine ağırlık vermeksizin, kendi gelirleriyle kendi varlıklarını yönetmek ve gelişmelerini sağlayabilmek için bütün bu kurumlar birleştirilerek geniş bir işletme kurmalarını öneririm.
Bir de, başta buğday olmak üzere, bütün gıda ihtiyaçlarımızla endüstrimizin dayandığı çeşitli ham maddeleri sağlamak ve dış ticaretimizin temelini oluşturan çeşitli ürünlerimizin ayrı ayrı her birinin üretimini artırmak, kalitesini yükseltmek, üretim masraflarını azaltmak, hastalık ve zararlı böcekler ile uğraşmak için gereken teknik ve kanuni bütün önlemler zaman geçirilmeden alınmalıdır.
Orman varlığımızın korunması gereğine ayrıca değinmek isterim. Ancak, bunda önemli olan, koruma kuralları ile, ülkemizin çeşitli ağaç ihtiyaçlarını sürekli olarak karşılaması gereken ormanlarımızı dengeli ve teknik bir biçimde işleterek yararlanma konusunu akıllıca uzlaştırmak zorunluluğu vardır. Buna, Büyük Kamutayın gereken önemi vereceğine şüphe yoktur.
Sayın milletvekilleri,
Dış ticarette izleyeceğimiz ana prensip, ticaret dengemizin aktif karakterini korumaktır. Çünkü Türkiye'de ödeme dengesinin en önemli temelini bu oluşturmaktadır.
Son yılların rakamları ve geçen yılın bu güne kadar gösterdiği durum ve yön, izlediğimiz prensibin elde edilmiş olumlu sonuçlarını göstermektedir.
Kota uygulaması, belirgin anlaşma şartlarımızı kabul etmiş ülkeler için tam olarak kaldırılmıştır. Bu ülkelerden piyasanın kayıtsız şartsız ithalat yapabilmesi sağlanmıştır.
Dış ticaret politikamızın özelliği şudur: İç ve dış durumun gereklerini karşılayarak her zaman bu işlemin dönüşüne uymak.
İç ticarete gelince, bunda, en önde gördüğümüz kural, kurumlaştırma ve belirgin ticaret kuruluşları kurma ve akılcı çalışmadır.
Kesin zorunluluk olmadıkça piyasalara karışılmaz; bununla birlikte hiçbir piyasada da başı boş değildir. Sırası gelmişken Cumhuriyetin tüccar düşüncesini de kısaca belirteyim. Tüccar, ulusun emeği ve üretiminin değerlendirilmesi için, eline ve bilgisine güvenilen ve bu güvene yaraşır olması gereken adamdır.(Bravo sesleri, alkışlar) Bu yönden ihracatla ilgili kanun, denetim konusundaki kanun, teşkilatlandırma ile ilgili hükümler, olumlu sonuçlarını vermektedir.
İhracat mallarımız için hükümetin yakın denetimi altında, satış kuruluşlarının kurulması önemlidir. Bunu göz önünde tutan Ekonomi Bakanlığı geçen yıl içinde, Iğdır'da, Ege ve Trakya bölgelerinde çeşitli konularla ilgili satış kooperatifleri kurmuş ve onları faaliyete geçirmiştir. Önümüzdeki yıl içinde, başta fındık olmak üzere, diğer belli başlı ürünlerimizi de ilgilendiren birlikler kurulmalıdır.
Sayın arkadaşlar,
Endüstrileşmek, en büyük milli davalarınız arasında yer almaktadır. Çalışması ve yaşaması için ham maddeleri ülkemizde bulunan büyük küçük her çeşit sanayii kuracağız ve işleteceğiz.(Alkışlar) En başta vatan savunması olmak üzere, ürünlerimizi değerlendirmek ve en kısa yoldan, en ileri ve zengin Türkiye idealine ulaşabilmek için bu bir zorunluluktur.
Bu düşünce ile, beş yıllık ilk sanayi planından geri kalan ve bütün hazırlıkları bitirilmiş olan birkaç fabrikayı da ivedi olarak gerçekleştirmek ve yeni plan için hazırlanmak gerekir.
Endüstrileşme karar ve hareketimize paralel olarak, bu günkü kanunlarımız da, üzerinde düşünülecek ve bazı değişiklikler eklenecek yeni hükümler gerektirmektedir. Bunların başlıcalarını şöyle özetleyebiliriz:
Sermayesinin tamamı veya büyük kısmı devletin olan ticari sınai kurumların mali kontrol şeklinin, bu kurumların yapılarına ve kendilerinden istediğimiz ve isteyeceğimiz ticari usul ve düşünce biçimine, çalışma düzenine ivedi olarak uydurulması yararlı olur. Bu gibi kurumların bu günkü usullerle çalışabilmelerine ve gelişmelerine imkan yoktur.
Elimizdeki gümrük tarifeleri kanununda da bu günkü politika ve eğilime uygun önlemler almak gereklidir.
Diğer önemli nokta, daha önce de değindiğim gibi, ülkede, özellikle bazı bölgelerde, göze çarpacak derecede önem kazanan hayat pahalılığı konusu ile uğraşmak... Bunun için bilimsel bir inceleme yaptırılmalı ve belirlenecek nedenleri ile köklü ve planlı şekilde uğraş verilmelidir.
Küçük esnafa ve küçük sanayi sahiplerine, ihtiyaç duydukları kredileri kolayca ve ucuzca verecek bir kurum kurulmalı ve kredinin, normal şartlar altında, faiz oranı azaltılmaya çalışılmalıdır.
Türkiye'de devlet madenciliği, milli kalkınma çalışmaları ile yakından ilgili önemli konulardan biridir.
Genel endüstrileşme düşüncemizden başka, maden araştırma ve işletme işini, her şeyden önce, dış kredi imkânlarımızı ve döviz gelirimizi artırabilmek için sürdürmek ve buna özel bir önem vermek zorundayız.
Maden Tetkik ve Arama Dairesinin çalışmalarında gelişme göstermesini ve bulunacak madenlerin, rantabilite hesapları yapıldıktan sonra, planlı biçimde hemen işletmeye konulmasını sağlamanız gerekmektedir. Elde bulunan madenlerin en önemlileri için üç yıllık bir plan yapılmalıdır.
Ereğli Şirketini satın aldığımızı ve Ereğli kömür havzasında rasyonel bir üretim planının, günün sorunu olduğunu biliyorsunuz. Bunun tamamlanması çabuklaştırılarak, kömür üretimimiz kısa bir sürede en az bir misli artırılmalıdır.
Diğer yandan Maden Tetkik ve Arama Dairesinin Divriği sahasında bulduğu ve cevher oranı yüksek olan demir madeninin hemen işletilmesine geçilmeli ve Karabük demir - çelik sanayiimiz ihtiyaç planı dışındaki bölümünün ihracatına başlanılmalıdır.(Alkışlar)
Liman işlerinde modern ve planlı çalışma ve tarifelerde ucuzluk yapılmasının verimli sonuçları, ticarette dikkati çekmiştir. Bu yolda devam edilmesinde yarar olacaktır.
Ekonomik yapımızdaki gelişme, deniz ulaşım araçları ihtiyacını her gün artırmaktadır. Yeni sipariş edilen gemilerden bir kısmı, önümüzdeki ilkbaharda gelmiş bulunacaktır. Fakat bunlar, bu günden görülmekte olan ihtiyaca cevap verecek sayı ve büyüklükte değildir.
Yeni gemiler inşa ettirmek ve özellikle eski tersaneyi ticaret filomuz için hem tamir, hem yeni inşaat merkezi olarak faaliyete getirmek için gerekli araçları sağlamak zorundayız.(Alkışlar)
Şu günlerde, yüksek Meclise, su ürünleri ve Deniz Bank hakkında bir tasarı gelecektir. Konunun yüksek ilginizi çekeceğinden şüphe etmiyorum.
Arkadaşlar,
En güzel coğrafi konumda ve üç tarafı denizle çevrili olan Türkiye, endüstrisi, ticareti ve sporu ile, en ileri denizci ulus yetiştirmek yeteneğindedir. Bu yetenekten yararlanmalıyız. Denizciliği Türk'ün büyük milli ülküsü olarak düşünmeli ve bunu en kısa zamanda başarmalıyız.(Alkışlar, yaşa sesleri)
Ekonomik kalkınma, Türkiye'nin, hür, bağımsız, her zaman daha güçlü ve her zaman daha müreffeh bir Türkiye idealinin bel kemiğidir. Türkiye bu kalkınmada; iki büyük güç kaynağına dayanmaktadır.
Toprağımızın iklimi, zenginlikleri ve başlı başına bir varlık olan coğrafi durumu ve bir de, Türk Milletinin, silah kadar, makine de tutmaya yaraşan güçlü eli ve milli olduğuna inandığı işlerde ve zamanlarda, tarihin akışını değiştiren kahramanlıklar ortaya çıkaran yüksek sosyal benlik duygusu...(Sürekli alkışlar)
Sayın milletvekilleri,
Demiryolları bir ülkeyi uygarlık ve refah ışıkları ile aydınlatan kutsal bir meşaledir.
Cumhuriyetin ilk yıllarından başlayarak önemle üzerinde durduğum demiryolları inşaat politikamız, amaçlarına ulaşmak için durmadan başarı ile uygulanmaktadır.
Doğu ve güneydoğu Sivas, Diyarbakır gibi büyük yerleşim yerlerine varan hatlar, geçen yıl içinde Sivas - Malatya bağlantısı ile birbirine bağlanmıştır. Zonguldak'a varmış olan hat da bu zengin kömür bölgesini İç Anadolu'ya bağlamış bulunuyor.
Sivas'tan sonra, doğuya doğru uzayıp gitmekten olan hatta ilk varış yeri olan Divrik'e ulaşmıştır. Bu kol, önümüzdeki yıl Erzincan'a ulaşmış olacaktır. Diyarbakır'dan doğuya uzanacak hattın da yapımına başlanmıştır.
Doğu demiryollarının satın alınmış olduğunu bilirsiniz. Güneyde Nusaybin'e giden hattan başka, yurt içinde bütün demiryollarının yönetim ve işletmeleri, Cumhuriyet hükümetinin elindedir.(Alkışlar)
Demiryolları yapımlarımızın gelişmesi, İran transit yolunun gelişmesine ve motorize edilmesine de hizmet etmiştir.
İstanbul'dan başlayan Avrupa turist yolunun asfalt olarak yapımı sürdürülmektedir.
Böylece sürdürülen inşaatın, bir plan içinde, ülkenin diğer bölgelerini de içine alması, beklediğimiz milli başarı olacaktır.
Şose ve köprü yapımları gelişmektedir. Demiryolları inşa politikamızın uygulandığı yıllar içinde 78 köprü, geçişe açılmış bulunuyor. 23 köprü de inşa halindedir. Bu köprüler, her biri başlı başına birer bilim ve sanat eseri olarak yeni nesillere Cumhuriyetin armağan anıtları olacaktır. Demiryolu hatlarımızı iç bölgelere bağlayacak ve bu hatların bir an önce milli ekonomik kalkınmaya en yüksek hizmeti sağlayacak olan karayolu inşaatını önümüzdeki dönemde yoğunlaştırmak ve bir plan içerisinde genişletmek gerekir.
Her bölgenin ihtiyaçlarına göre, istasyonlarda tamamlayıcı yapıların yapılması ve çeşitli malların gereği gibi gönderilmesini sağlayacak teknik nitelikler içeren vagon sayısını artırmak zorunludur. Bunda da büyük yardımlarınızın esirgenmemesini dilerim.
Su ve imar işlerine özenle devam edilmektedir.
Posta - telgraf - telefon işlerimizde önemli gelişmeler vardır. Bununla birlikte, şehirlerarası telefon görüşmeleri işinin bir an önce tamamlanmasına çalışılmalıdır.
Ankara'da yeni bir radyo istasyonunun yapımına başlanmış olduğunu memnuniyetle bildiririm.
Sivil Hava Yolları İdaresi, devlet kuruluşları arasında, modern bir idare olarak yer almıştır.
Bütün teknik şartlar ve güvenlik önlemleri içinde çalışmakta olan bu yönetimin büyük şehirlerimiz arasında en modern ulaşım yolu rolünü bir an önce yerine getirmeye başlaması ve uluslararası hatlarla ve kendi araçları ile bağlantı kurması, kısa sürede sağlanmasını beklediğimiz önemli işlerdendir.
Arkadaşlar,
Bütün devlet kuruluşlarının canlılığı, sağlamlığı, işletilmesi yönünden büyük dikkatle üzerinde durulması gereken mali hayatımıza değinmek istiyorum.
Cumhuriyet bütçelerinin beliren ve daima güçlenmesi gereken ortak özellikleri yalnız denk oluşları değil, aynı zamanda, koruyucu, kurucu ve verici işlere her seferinde daha fazla pay ayırmakta olmalarıdır.
Bu politikamızın, milli faaliyet üzerinde derhal yaratmaya başladığı etki ile bütçe tahmin rakamlarımız, yalnız gerçekleşmekle kalmamış, her zaman fazlası ile kapanmaya başlamıştır.
1936 yılı bütçesi, gelir tahminine ve 1935 yılı gelir tahakkuklarına göre, 22 milyon fazla ile kapanmıştı. 1937 bütçesinin de bu güne kadar gösterdiği durum, aynı ümidi fazlası ile gerçekleştirecek niteliktedir.
Bu sonuç, ülke ekonomisinin gelişmesinin, halkın zenginliğe ulaşmakta olduğunu belirttiği gibi, aynı zamanda, halk için çalışan bir hükümetin, halkın yararına olarak aldığı önlemlerin uygun olduğunu da göstermektedir.
Samimi bir bütçeye ve gerçek bir ödeme dengesine dayanan paramızın fiili, değişmez durumunu kesin biçimde koruyacağız.
Her türlü mali yükümlülüklerimizi günü gününe yerine getirerek, Devlet saygınlığını korumak ve mali sermaye ve hisseleri koruma ve destekleme işlemleri konusunda da bütün önlemleri alarak bu hususta dikkatli bulunmak, ilkemiz olacaktır.(Alkışlar)
Devlet gelirlerinin artırılması için yeni vergilerin yürürlüğe konması yerine, düzenli bir programla var olan vergilerin uygulanması ve toplanma usullerinin yeniden düzenlenmesi gereklidir.( Alkışlar)
Son iki yıl içinde hayvan, tuz, şeker, çimento, petrol, benzin, elektrik ve ham madde resim ve vergilerinde yapılan ve her biri % 30 - 50 oranlarında olan bir vergi indirimini gerektiren vergi yükü azaltılması, üretimin özendirilmesi yönünden vatandaş ve ülke için olumlu ve hayırlı sonuçlar vermektedir.
Hayvan vergisi, buhran ve denge vergileri üzerinde de araştırmalar yapılarak bütçe dengesi temelini bozmayacak biçimde bunları giderek azaltma önlemleri düşünülmelidir. (Alkışlar)
Bundan başka, ülkemizde bulunmayan ham maddeler ve üretim maliyeti üzerinde etki yaparak, dış ülkelerin malları ile rekabeti güçleştiren her çeşit vergi ve resimlerin kaldırılması gereklidir.( Alkışlar)
Gerek bu konular üzerinde çalışırken gerek herhangi bir mali karar alırken, ilk göz önünde bulundurmamız gerekli olan konu, milli faaliyet ve milli üretim, yani verginin bizzat ana kaynağı üzerinde yapacağı etkiler olmalıdır. Maliye memurları da içişleri memurları gibi, halkla sürekli ilişkisi olan kuruluşlardır. Bunların da halk ile ilişkilerinde halk için çalışan bir halk hükümetinin tabii niteliği olan, çok fazla dikkat ve ilgi göstermek ve en fazla güven ve inan vermek ilkelerinin gelişmesine özellikle özen göstermek gereklidir.(Sürekli alkışlar)
Cumhuriyet rejiminde, devlet hazinesinin çıkarının, kanunun hazine yararına koyduğu hakla, kanunun mükelleflere verdiği görevi çok dengeli bir biçimde karşılaştırmak demek olduğunu bir an hatırdan uzak tutmamak önemli bir prensibimizdir.(Bravo sesleri, sürekli alkışlar)
Tekel konusunda özen gösterilmesi gereken ana konu, bu kurumların mali tekel, ticari kuruluş ve milli değerlendirme kurumu karakterlerinin dikkatle uzlaştırılmasıdır.
Dış ülkelere tütün satışları ve ihracat konusu, daha yakından izlenmeye değer durumdadır.
Gümrüklere gelince, bunda kuruluş çalışma yöntemlerine ve kanuni konular yönünden gerekli düzeltme önlemlerine hız verilmesi gerekmektedir. Tekel mallarının fiyatları üzerinde yapılan indirim, satışları artırmıştır.
Bu yöntemin her zaman göz önünde bulundurulması yararlı olacaktır.
Arkadaşlar,
Büyük davamız, en uygar ve en refaha kavuşmuş ülke olarak varlığımızı yükseltmektir.(Alkışlar)
Bu, yalnız kurumlarında değil, düşüncelerinde köklü bir inkılâp yapmış olan büyük Türk Milletinin dinamik ülküsüdür. Bu ülküyü en kısa bir zamanda başarmak için, düşünce ve eylemi birlikte yürütmek zorundayız. Bu girişimden başarı, ancak hukuki bir planla ve en verimli bir biçimde çalışmakla gerçekleşebilir. Bu nedenle, okuyup yazma bilmeyen tek vatandaş bırakmamak, ülkenin büyük kalkınma savaşının ve yeni yapısının istediği teknik elemanları yetiştirmek, ülke davalarının ideolojisini anlayacak, anlatacak, nesilden nesile yaşatacak, kişi ve kurumları yaratmak, işte bu önemli ilkeleri en kısa sürede sağlamak, Kültür Bakanlığının üzerine aldığı büyük ve ağır görevler arasındadır.(Alkışlar)
Belirttiğim ilkeler, Türk gençliğinin beyninde ve ulusun bilincinde her zaman canlı tutmak, üniversitelerimize ve yüksek okullarımıza düşen başlıca görevdir.
Bunun için ülkeyi şimdilik üç büyük kültür bölgesine ayırarak, batı bölgesi için İstanbul Üniversitesinde başlanmış olan reform programının daha köklü bir biçimde uygulanmasıyla Cumhuriyete gerçekten modern bir üniversite kazandırmak, merkez bölgesi için, Ankara Üniversitesini az zamanda kurmak gerekir. Doğu bölgesi için Van gölü sahillerinin en güzel bir yerinde, her aşamadaki okulları ve bunlara ek olarak üniversitesiyle modern bir kültür şehri yaratmak yolunda şimdiden harekete geçilmelidir.(Alkışlar)
Bu yararlı girişimin, doğu illerimiz gençliğine vereceği verimlilik Cumhuriyet hükümeti için en mutlu bir eser olarak kalacaktır.(Alkışlar)
Önerdiğim bu yeni girişimlerin, eğitmen ve öğretmen ihtiyacını artıracağı şüphesizdir. Fakat bu yön hiçbir zaman işe başlama cesaretini kırmamalıdır. Bakanlığın geçen yıl içinde bu yönde yaptığı deneyler, çok ümit verici niteliktedir.
Türk Tarih ve Dil Kurumlarının, Türk milli varlığını aydınlatan çok değerli ve önemli birer bilim kurumu niteliğini aldığını görmek, hepimizi sevindirici bir olaydır.(Alkışlar)
Tarih Kurumu, yaptığı kongre, açtığı sergi, yurt içinde yaptığı kazılar ve ortaya çıkardığı eserlerle, şimdiden, bütün bilim dünyasına kültürel görevini yerine getirmeye başlamış bulunuyor.(Alkışlar)
İlk resim galerimizi de bu yıl açmış bulunuyoruz.
Geçen yıl Ankara'da kurulan devlet konservatuarının, müzikte, sahneden kendisinden beklediğimiz teknik elemanları hızla verebilecek duruma getirilmesi için, daha fazla çaba ve özveri yerinde olur. Her çeşit spor çalışmalarını Türk gençliğinin milli terbiyesinin ana unsurlarından saymak gerekir. Bu işte, hükümetin şimdiye kadar olduğundan daha ciddi ve dikkatli davranması, Türk gençliğini spor bakımından da milli heyecan için özen ile yetiştirmesi, önemli sayılmalıdır.
Sevgili arkadaşlarım,
Ordu, Türk Ordusu... İşte bütün ulusun göğsünü güven ve gurur duyguları ile kabartan şanlı ad.(Sürekli alkışlar) Onu bu yıl için kısa aralıklarla iki kez, büyük kütleler halinde yakından gördüm. Trakya ve Ege büyük manevralarında... Disiplinini, enerjisini, subaylarının bilgili çabalarını, büyük komutan ve generallerimizin yüksek yönetme ve yönlendirme yeteneklerini gördüm; (Alkışlar) derin övünç duydum, takdir ettim.(Alkışlar)
Ordumuz, Türk birliğinin, Türk gücü ve yeteneğinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir simgesidir.
Ordumuz Türk topraklarının ve Türkiye idealini gerçekleştirmek için yapmakta olduğumuz sistemli çalışmaların yenilmesi imkansız güvencesidir.(Alkışlar)
Uygun bir donatım programımızın hazırlanması, başarı ile ilerliyor. Bunları ülkemizde yapma aımacımız gerçekleşme yolundadır. Harp endüstrisi kuruluşlarını, daha fazla geliştirmek ve genişletmek için alınan önlemler sürdürülmeli ve endüstrileşme çalışmalarımızda ordu ihtiyaçları ayrıca göz önünde tutulmalıdır.(Alkışlar)
Bu yıl içinde denizaltı gemilerini ülkemizde yapmaya başladık. Hava kuvvetlerimiz için yapılmış olan üç yıllık program, büyük ulusumuzun içten ve bilinçli ilgisi ile şimdiden başarılmış sayılabilir.
Bundan sonrası için bütün uçaklarımızın ve motorlarının ülkemizde yapılması ve harp hava endüstrimizin de bu temele göre geliştirilmesi gerekir. Hava kuvvetlerinin aldığı önemi göz önünde tutarak, bu çalışmaları planlamak ve bu konuyu layık olduğu önemle ulusun gözleri önünde canlı tutmak gerekir.(Alkışlar)
Büyük milli disiplin okulu olan ordunun, ekonomik, kültürel, sosyal savaşlarımızda bize aynı zamanda en gerekli elemanları da yetiştiren büyük bir okul haline getirilmesine, ayrıca özen gösterilip, yardım edileceğinden şüphem yoktur.
Büyük Kamutay,
Dış politikamız, geçen yıl içinde de, barış ve uluslararası işbirliği yolunda gelişmiş ve yürüdüğümüz yolun değişmez olduğunu bir kez daha belirtmiştir.
Milletler cemiyetinin geçirmekte olduğu çetin dönemlerde, cumhuriyet hükümeti, bu uluslararası kuruluşa olan bağlılığını, her alanda göstererek barış idealine en uygun yoldan ayrılmamıştır.
Büyük bir milli davamız olan Hatay olayının geçirdiği dönemler tarafınızdan bilinmektedir.
Milletler Cemiyeti yüksek yönetimi altında yapılmakta olan görüşmeler, Hatay halkına yaraşan mutlu ve bağımsız yönetime kavuşması yolunda amaçladığımız gayeyi sağlayacak belgelerin kabul ve imzası ile sonuçlanmıştır.(Alkışlar)
Yeni Hatay rejiminin yürürlüğe girmesine kısa bir süre kaldı.
Bu rejimi, kendileri ile dostça bir düşünce doğrultusunda işbirliği yapmış olduğumuz Fransızların, iyi niyetle ve istenen amaca ulaşmayı sağlayacak biçimde uygulamaya başlayacaklarından şüphe edilmemelidir.
Yarınki Türk - Fransız ilişkilerinin dilediğimiz yolda gelişmesinde Hatay konusunun iyi bir yönde gelişmesi, önemli bir ölçü ve etken olacaktır, düşüncesindeyiz.(Alkışlar)
Balkan politikamız, çok mutlu bir işbirliği yaratmayı sürdürerek kendisine çizilmiş olan barış yolunda her gün daha verimli sonuçlarla ilerlemektedir.(Alkışlar)
Cumhuriyet hükümetinin doğuda uygulamakta bulunduğu dostluk ve yakınlık politikası yeni ve güçlü bir adım attı. Sadabat'ta dostlarımız Afganistan, Irak ve İran ile imza etmiş olduğumuz dörtlü antlaşma, büyük bir sevinçle kayda değer barış eserlerinden biridir.(Alkışlar)
Bu antlaşmanın çevresinde toplanan devletleri, aynı amacı sürdüren ve barış içinde gelişmeyi içtenlikle isteyen hükümetler arasındaki işbirliğinin gelecekte de iyi sonuçlar vereceğinden emin bulunmaktayız.(Alkışlar)
Cumhuriyet hükümetinin, komşularıyla ve diğer büyük küçük devletlerle olan ilişkilerinde uyumlu bir düzen ve gelişme göze çarpmaktadır.
Barış yolunda nereden bir çağrı geldiyse, Türkiye onu ilgi ile karşıladı ve yardımlarını esirgemedi.(Alkışlar)
İspanya olayları(iç savaş-yazarın notu) nedeniyle Akdeniz ve Karadeniz'de alınması gereken önlemlere, Cumhuriyet hükümeti en geniş bir düşünce ile katıldı.
Dünyanın her yanında olduğu gibi, bizi ilgilendiren alanlarda ve bu arada Akdeniz'de barış ve dengenin korunması, bizim yakından ve ilgi ile izlediğimiz bir konudur.
Şunu da memnuniyetle söylemek isterim ki, Doğu Akdeniz ve Karadeniz suları ile Balkanlarda ve Yakın Doğuda, geçen yıl belirttiğim ilişkiler aynen sürdürülmüştür.
Geçen yıldan beri dost ve müttefik devletlerin önemli devlet büyükleriyle bizim devlet adamlarımız arasında karşılıklı ziyaretler olmuş ve bu temaslar dostluklarımızın gelişmesine neden olmuştur.(Alkışlar)
Hükümet bu son yıl içinde, devletlerle olan ticari ilişkilerini, ülkenin ekonomik bünyesine uyacak antlaşma ve sözleşmeler yaparak düzenlemiştir.
Bunlar arasında Fransa, İngiltere, Almanya ve Sovyet Rusya ile imzalanan önemli ticari anlaşmalarını özellikle belirtmek isterim. Hükümetin dış kuruluşlarının, ekonomik kalkınma savaşımızda ilgili daireleri için bilgi ve haber alma ufuklarını genişleten yardımcı birer daire olarak çalışmalarını düzenlemek gereklidir.
Dış politikamızın belirgin özelliğini kısaca anlatmış olmak için diyebilirim ki, tuttuğumuz politik yol ve hedeften ayrılmıyoruz. Son yıllarda uluslararası ilişkilerde sürekli değişiklikler olmasına karşın biz bu karışıklığın ortasında, barışseverlik dolu duygularla karşılıklı dostluklarımıza uygun hareket ediyoruz. Onların nitelik ve alanlarını genişletmeye uygun düşüncesi ile, uluslararası durum ve görevimizi göz önünde tutarak çalışıyoruz. Bu yolda, özen ile çalışmayı sürdürmenin hükümete önereceğim en doğru karar olduğu düşüncesindeyim.(Alkışlar)
Aziz milletvekilleri,
Dünyaca bilinmektedir ki, bizim devlet yönetimimizdeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, yönetimde ve politikada bizi aydınlatıcı ana çizgilerdir. Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların doğmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya yaşamdan almış bulunuyoruz.(Alkışlar)
Bizim yolumuzu çizen, içinde yaşadığımız yurt; bağrından çıktığımız Türk ulusu ve bir de, uluslar tarihinin bin bir acıklı olay ve sıkıntı ile dolu yapraklarından çıkardığımız sonuçlardır.
Elimizdeki programın ruhu, bizi sadece bir kısım vatandaşlarla ilgilenmekten engeller, biz bütün Türk ulusuna hizmet ederiz. Geçen yıl içinde, parti ile hükümet kuruluşunu birleştirmekle vatandaşlar arasında ayrılık tanımadığımızı fiilen göstermiş olduk.(Var ol sesleri) Bu olayın bizim, devlet yönetiminde kabul ettiğimiz, «Kuvvet birdir ve o ulusundur» gerçeğine uygun olduğu ortadadır.(Alkışlar) Gücün tek kaynağı olan Türk Milletinin seçkin vekillerini, büyük mutlulukla, eğilerek selamlarım.(Bravo, yaşa sesleri, şiddetli ve sürekli alkışlar)…”
*Ülkesine, ulusuna ve tüm halkına duyduğu derin aşkı,
*Konulara ve dile engin hâkimiyetini,
*Ekonomiye, planlı ve topyekun kalkınma ve kentleşmeye, tarıma, sanayiye, ulaşıma, milli eğitim, kültür ve sanata, hukuk ve yargıya, Türk diline, halk sağlığına, uluslar arası ilişkiler ve ulusal güvenliğe bakış açısını ve verdiği önemi,
*Ekonomik gelişme ile birlikte denk bütçe, ödemeler dengesine verilen önem ve bunlarla tam bağımsızlık ve saygınlık arasında kurulan doğrudan sebep-sonuç ilişkisini,
*Ve de kurucu bir cumhurbaşkanı olmasına rağmen sözlerini “önermeler” düzeyinde tutarak yetkilerinin sınırlarını takdiri konusunda ne denli duyarlı olduğunu göstermesi bakımlarından çok anlamlı ve önemlidir…
ATATÜRK'ÜN TBMM'Nİ SON AÇIŞ KONUŞMASI
“ Beşinci dönemin üçüncü yasama yılını açıyorum.
Her şeyden önce, sevgili Kamutay arkadaşlarımla, yeni çalışma yılı başlangıcında karşı karşıya bulunmaktan duyduğum derin sevinç ve mutluluğu belirtmeliyim.(Alkışlar) Sizi yüksek saygı ile selamlar, bu çalışma yılınızın da ulus ve ülke için parlak başarılarla bezenmesini dilerim.
Sayın milletvekilleri,
Kıvançla görmekteyiz ki, Cumhuriyet rejimi, yurdumuzda huzur ve sükunun en iyi biçimde yerleşmesini sağlamış bulunuyor. Vatandaşlar ve bu yurtta oturanlar, Cumhuriyet kanunlarının eşit şartları altında kendileri için hazırlanan özgür refah ve mutluluk imkanlarından en iyi bir biçimde yararlanmaktadırlar.
Ulusumuzun layık olduğu yüksek uygarlık ve refah düzeyine ulaşmasının engellenmesinin düşünülmesine yer bırakılmadığım ve bırakılmayacağını huzurunuzda söylemekle mutluyum.(Bravo sesleri, alkışlar)
Modern hükümetçiliğin en belirgin özelliği, halkı gücüne olduğu kadar şefkatine de içtenlikle inandırabilmesidir. Büyük küçük bütün Cumhuriyet memurlarında bu düşünce biçiminin en geniş ölçüde gelişmesine önem vermek, çok yerinde olur.
Özel idarelerin geçen yılki çalışmaları verimli olmuştur. Ancak özel idareler ve belediyeler, büyük kalkınma savaşımızda hayat ucuzluğunu sağlayacak uygun önlemler almalı ve yetkilerini tam kullanmalıdırlar.
Şehircilik işlerinde de teknik ve planlı kurallar içinde çalışmak gereklidir. Bunun için belediyelerimizin hukuka uygun biçimde aydınlatılmasını ve yol gösterecek bir merkezi teknik büro kurulmasını öneririm.
Kendine inkılabın ve inkılapçılığın çeşitli ve hayati görevler yüklediği Türk vatandaşının sağlığı ve sağlamlığı, her zaman üzerinde dikkatle durulacak milli sorunumuzdur.
Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığının bu sorun üzerindeki sistemli çalışmaları, yüksek Kamutayı sevindirecek durumda gelişmektedir.
Aynı bakanlık, kendine verdiğimiz göçmen işlerini de sosyal ve ekonomik politikamıza uygun olarak başarı ile yürütmektedir.
Bakanlığın «Sağlam ve güçlü bir nesil, Türkiye'nin özüdür» prensibini, pek iyi kavrayarak çalışmakta olduğunu belirtmek isterim.
Yüce saylavlar,
Bilindiği gibi, biz yurt güvenliğinin içinde kişilerin güvenliğinin de, ona yaraşacak biçimde olmasını göz önünde tutarız.
Bu güvenlik, Türkiye Cumhuriyeti kanunlarının ve Türk yargıçlarının güvencesi altında, en ileri biçimde varlığını sürdürmektedir.
Kanunlarımızda yaptığımız bazı değişiklikler ve kabul buyurduğunuz Suçüstü Kanunu, bu amaca yardım etmiştir.
Adli yapımızın ve kanun dizimizin üzerinde yapılan incelemelerle, Türkiye'nin dinamik, yaşamına, doğru yoldan hiç şaşmadan uygunlukları her zaman sağlanmalıdır. Bu gerek karşısında, kara ve deniz ticaret kanunlarımızın ekonomik bünyemizdeki gelişmelere daha uygun duruma getirilmesinde zaman geçirilmemesi yerinde olur. Bir de şu nokta üzerinde durmama izin vermenizi rica edeceğim. Güvenlik ve hak işleriyle ilgili yöntem ve kanunlardan kolaylık, ivedilik, açıklık ve kesinlik temel olmalıdır. Bu nedenle, vatandaşların icra daireleri ile olan ilişkilerini kolaylaştırmak amacı ile yapılan çalışmalarının bir an önce kanun haline getirilmesini önermeyi uygun bulurum. Bu belirttiğim ve önerdiğim konuların iyi karşılanacağından eminim. Çünkü her alanda olduğu gibi, adli yöntem ve kanunlar alanında da, Türk Cumhuriyetinin ve onun yüksek, değerli Kamutayının anlayışı, ileri anlayıştır.
Şimdi arkadaşlar, ekonomik yaşamımızı gözden geçireceğim. Hemen bildirmek isterim, ben ekonomik yaşam denince, tarım, ticaret, sanayi faaliyetlerini ve bütün bayındırlık işlerini, birbirinden ayrı düşünülmesi doğru olmayan bir bütün sayarım. Bu nedenle şunu da hatırlatmalıyım ki, bir ulusa bağımsız görünüş ve değerini veren siyasi yaşam çarkında, devlet, fikir ve ekonomik yaşam işleyişleri birbirlerine bağlı ve birbirleri ile ilişkilidir, o kadar ki, bu işleyişler birbirine uyacak aynı düzen içinde çalıştırılmazsa, hükümetin çekici gücü harcanmış olur, ondan beklenen tam verim sağlanamaz. Onun içindir ki, bir ulusun kültür düzeyi üç alanda, devlet, fikir ve ekonomi alanlarındaki çalışma ve başarılı sonuçlarının toplamı ile ölçülür.
Sayın milletvekilleri,
Milli ekonominin temeli tarımdır. İşte bu nedenle tarımda kalkınmaya önem vermekteyiz. Köylere kadar yayılacak programlı ve pratik çalışmalar bu amaca erişmeyi kolaylaştıracaktır.
Fakat bu önemli isteği uygun bir biçimde amacına ulaştırabilmek için ilk önce ciddi çalışmalara dayalı bir tarım politikası belirlemek ve onun için de, her köylünün ve bütün vatandaşların kolayca kavrayabileceği ve severek uygulayabileceği bir tarım rejimi kurmak gereklidir. Bu politika ve rejimde, önemle yer alabilecek noktaların başlıcaları şunlar olabilir.
Bir kez, ülkede topraksız çiftçi bırakılmamalıdır.(Bravo sesleri, alkışlar) Bundan daha önemli olan ise, bir çiftçi ailesini geçindirebilen toprağın, hiçbir nedenle ve hiçbir şekilde bölünemez bir nitelik almasıdır.(Alkışlar) Büyük çiftçi ve çiftlik sahiplerinin işletebilecekleri arazi genişliğinin, arazinin bulunduğu bölgelerin nüfus yoğunluğuna ve toprak verim derecesine göre sınırlanması gereklidir. Küçük büyük bütün çiftçilerin iş araçları artırılmalı, yenileştirilmeli ve bakım önlemleri zaman geçirilmeden alınmalıdır. Herhalde, en küçük bir çiftçi ailesi, bir çift hayvan sahibi olmalıdır, bunda ideal olan öküz değil, at olmalıdır. Öküz, ancak bazı şartların henüz sağlanamadığı bölgelerde hoş görülebilir. Köylüler için, genellikle pulluğu pratik ve faydalı bulurum. Traktörü büyük çiftçilere öneririm. Köyde ve yakın köylerde, ortaklaşa harman makineleri kullanmak köylülerin vazgeçemeyeceği bir gelenek haline getirilmelidir.
Ülkeyi iklim, su ve toprak verimi bakımından tarım bölgelerine ayırmak gerekir. Bu bölgelerin her birinde, köylülerin gözleriyle görebilecekleri, çalışmaları için örnek tutacakları verimli, modern, pratik tarım merkezleri kurulması gereklidir.
Bu gün devlet yönetiminde bulunan çiftliklerdeki ve bunların yönetimi içindeki diğer tarımsal sanayi kuruluşlarındaki bazı kişiler, tarımsal çalışmaların bütün alanlarında her türlü teknik ve modern deneylerini tamamlamış olarak bulunduğu bölgelerde en faydalı tarım usul ve sanatlarını yaymaya hazır bulunmaktadırlar. Bu, bakanlık için büyük kolaylıklar sağlayacaktır. Ancak, gerek var olan gerek bütün ulusal tarım bölgeleri için yeniden kurulacak olan tarım merkezlerinin kesintiye uğramadan tam verimli çalışmalarını; şimdiye kadar olduğu gibi, devlet bütçesine ağırlık vermeksizin, kendi gelirleriyle kendi varlıklarını yönetmek ve gelişmelerini sağlayabilmek için bütün bu kurumlar birleştirilerek geniş bir işletme kurmalarını öneririm.
Bir de, başta buğday olmak üzere, bütün gıda ihtiyaçlarımızla endüstrimizin dayandığı çeşitli ham maddeleri sağlamak ve dış ticaretimizin temelini oluşturan çeşitli ürünlerimizin ayrı ayrı her birinin üretimini artırmak, kalitesini yükseltmek, üretim masraflarını azaltmak, hastalık ve zararlı böcekler ile uğraşmak için gereken teknik ve kanuni bütün önlemler zaman geçirilmeden alınmalıdır.
Orman varlığımızın korunması gereğine ayrıca değinmek isterim. Ancak, bunda önemli olan, koruma kuralları ile, ülkemizin çeşitli ağaç ihtiyaçlarını sürekli olarak karşılaması gereken ormanlarımızı dengeli ve teknik bir biçimde işleterek yararlanma konusunu akıllıca uzlaştırmak zorunluluğu vardır. Buna, Büyük Kamutayın gereken önemi vereceğine şüphe yoktur.
Sayın milletvekilleri,
Dış ticarette izleyeceğimiz ana prensip, ticaret dengemizin aktif karakterini korumaktır. Çünkü Türkiye'de ödeme dengesinin en önemli temelini bu oluşturmaktadır.
Son yılların rakamları ve geçen yılın bu güne kadar gösterdiği durum ve yön, izlediğimiz prensibin elde edilmiş olumlu sonuçlarını göstermektedir.
Kota uygulaması, belirgin anlaşma şartlarımızı kabul etmiş ülkeler için tam olarak kaldırılmıştır. Bu ülkelerden piyasanın kayıtsız şartsız ithalat yapabilmesi sağlanmıştır.
Dış ticaret politikamızın özelliği şudur: İç ve dış durumun gereklerini karşılayarak her zaman bu işlemin dönüşüne uymak.
İç ticarete gelince, bunda, en önde gördüğümüz kural, kurumlaştırma ve belirgin ticaret kuruluşları kurma ve akılcı çalışmadır.
Kesin zorunluluk olmadıkça piyasalara karışılmaz; bununla birlikte hiçbir piyasada da başı boş değildir. Sırası gelmişken Cumhuriyetin tüccar düşüncesini de kısaca belirteyim. Tüccar, ulusun emeği ve üretiminin değerlendirilmesi için, eline ve bilgisine güvenilen ve bu güvene yaraşır olması gereken adamdır.(Bravo sesleri, alkışlar) Bu yönden ihracatla ilgili kanun, denetim konusundaki kanun, teşkilatlandırma ile ilgili hükümler, olumlu sonuçlarını vermektedir.
İhracat mallarımız için hükümetin yakın denetimi altında, satış kuruluşlarının kurulması önemlidir. Bunu göz önünde tutan Ekonomi Bakanlığı geçen yıl içinde, Iğdır'da, Ege ve Trakya bölgelerinde çeşitli konularla ilgili satış kooperatifleri kurmuş ve onları faaliyete geçirmiştir. Önümüzdeki yıl içinde, başta fındık olmak üzere, diğer belli başlı ürünlerimizi de ilgilendiren birlikler kurulmalıdır.
Sayın arkadaşlar,
Endüstrileşmek, en büyük milli davalarınız arasında yer almaktadır. Çalışması ve yaşaması için ham maddeleri ülkemizde bulunan büyük küçük her çeşit sanayii kuracağız ve işleteceğiz.(Alkışlar) En başta vatan savunması olmak üzere, ürünlerimizi değerlendirmek ve en kısa yoldan, en ileri ve zengin Türkiye idealine ulaşabilmek için bu bir zorunluluktur.
Bu düşünce ile, beş yıllık ilk sanayi planından geri kalan ve bütün hazırlıkları bitirilmiş olan birkaç fabrikayı da ivedi olarak gerçekleştirmek ve yeni plan için hazırlanmak gerekir.
Endüstrileşme karar ve hareketimize paralel olarak, bu günkü kanunlarımız da, üzerinde düşünülecek ve bazı değişiklikler eklenecek yeni hükümler gerektirmektedir. Bunların başlıcalarını şöyle özetleyebiliriz:
Sermayesinin tamamı veya büyük kısmı devletin olan ticari sınai kurumların mali kontrol şeklinin, bu kurumların yapılarına ve kendilerinden istediğimiz ve isteyeceğimiz ticari usul ve düşünce biçimine, çalışma düzenine ivedi olarak uydurulması yararlı olur. Bu gibi kurumların bu günkü usullerle çalışabilmelerine ve gelişmelerine imkan yoktur.
Elimizdeki gümrük tarifeleri kanununda da bu günkü politika ve eğilime uygun önlemler almak gereklidir.
Diğer önemli nokta, daha önce de değindiğim gibi, ülkede, özellikle bazı bölgelerde, göze çarpacak derecede önem kazanan hayat pahalılığı konusu ile uğraşmak... Bunun için bilimsel bir inceleme yaptırılmalı ve belirlenecek nedenleri ile köklü ve planlı şekilde uğraş verilmelidir.
Küçük esnafa ve küçük sanayi sahiplerine, ihtiyaç duydukları kredileri kolayca ve ucuzca verecek bir kurum kurulmalı ve kredinin, normal şartlar altında, faiz oranı azaltılmaya çalışılmalıdır.
Türkiye'de devlet madenciliği, milli kalkınma çalışmaları ile yakından ilgili önemli konulardan biridir.
Genel endüstrileşme düşüncemizden başka, maden araştırma ve işletme işini, her şeyden önce, dış kredi imkânlarımızı ve döviz gelirimizi artırabilmek için sürdürmek ve buna özel bir önem vermek zorundayız.
Maden Tetkik ve Arama Dairesinin çalışmalarında gelişme göstermesini ve bulunacak madenlerin, rantabilite hesapları yapıldıktan sonra, planlı biçimde hemen işletmeye konulmasını sağlamanız gerekmektedir. Elde bulunan madenlerin en önemlileri için üç yıllık bir plan yapılmalıdır.
Ereğli Şirketini satın aldığımızı ve Ereğli kömür havzasında rasyonel bir üretim planının, günün sorunu olduğunu biliyorsunuz. Bunun tamamlanması çabuklaştırılarak, kömür üretimimiz kısa bir sürede en az bir misli artırılmalıdır.
Diğer yandan Maden Tetkik ve Arama Dairesinin Divriği sahasında bulduğu ve cevher oranı yüksek olan demir madeninin hemen işletilmesine geçilmeli ve Karabük demir - çelik sanayiimiz ihtiyaç planı dışındaki bölümünün ihracatına başlanılmalıdır.(Alkışlar)
Liman işlerinde modern ve planlı çalışma ve tarifelerde ucuzluk yapılmasının verimli sonuçları, ticarette dikkati çekmiştir. Bu yolda devam edilmesinde yarar olacaktır.
Ekonomik yapımızdaki gelişme, deniz ulaşım araçları ihtiyacını her gün artırmaktadır. Yeni sipariş edilen gemilerden bir kısmı, önümüzdeki ilkbaharda gelmiş bulunacaktır. Fakat bunlar, bu günden görülmekte olan ihtiyaca cevap verecek sayı ve büyüklükte değildir.
Yeni gemiler inşa ettirmek ve özellikle eski tersaneyi ticaret filomuz için hem tamir, hem yeni inşaat merkezi olarak faaliyete getirmek için gerekli araçları sağlamak zorundayız.(Alkışlar)
Şu günlerde, yüksek Meclise, su ürünleri ve Deniz Bank hakkında bir tasarı gelecektir. Konunun yüksek ilginizi çekeceğinden şüphe etmiyorum.
Arkadaşlar,
En güzel coğrafi konumda ve üç tarafı denizle çevrili olan Türkiye, endüstrisi, ticareti ve sporu ile, en ileri denizci ulus yetiştirmek yeteneğindedir. Bu yetenekten yararlanmalıyız. Denizciliği Türk'ün büyük milli ülküsü olarak düşünmeli ve bunu en kısa zamanda başarmalıyız.(Alkışlar, yaşa sesleri)
Ekonomik kalkınma, Türkiye'nin, hür, bağımsız, her zaman daha güçlü ve her zaman daha müreffeh bir Türkiye idealinin bel kemiğidir. Türkiye bu kalkınmada; iki büyük güç kaynağına dayanmaktadır.
Toprağımızın iklimi, zenginlikleri ve başlı başına bir varlık olan coğrafi durumu ve bir de, Türk Milletinin, silah kadar, makine de tutmaya yaraşan güçlü eli ve milli olduğuna inandığı işlerde ve zamanlarda, tarihin akışını değiştiren kahramanlıklar ortaya çıkaran yüksek sosyal benlik duygusu...(Sürekli alkışlar)
Sayın milletvekilleri,
Demiryolları bir ülkeyi uygarlık ve refah ışıkları ile aydınlatan kutsal bir meşaledir.
Cumhuriyetin ilk yıllarından başlayarak önemle üzerinde durduğum demiryolları inşaat politikamız, amaçlarına ulaşmak için durmadan başarı ile uygulanmaktadır.
Doğu ve güneydoğu Sivas, Diyarbakır gibi büyük yerleşim yerlerine varan hatlar, geçen yıl içinde Sivas - Malatya bağlantısı ile birbirine bağlanmıştır. Zonguldak'a varmış olan hat da bu zengin kömür bölgesini İç Anadolu'ya bağlamış bulunuyor.
Sivas'tan sonra, doğuya doğru uzayıp gitmekten olan hatta ilk varış yeri olan Divrik'e ulaşmıştır. Bu kol, önümüzdeki yıl Erzincan'a ulaşmış olacaktır. Diyarbakır'dan doğuya uzanacak hattın da yapımına başlanmıştır.
Doğu demiryollarının satın alınmış olduğunu bilirsiniz. Güneyde Nusaybin'e giden hattan başka, yurt içinde bütün demiryollarının yönetim ve işletmeleri, Cumhuriyet hükümetinin elindedir.(Alkışlar)
Demiryolları yapımlarımızın gelişmesi, İran transit yolunun gelişmesine ve motorize edilmesine de hizmet etmiştir.
İstanbul'dan başlayan Avrupa turist yolunun asfalt olarak yapımı sürdürülmektedir.
Böylece sürdürülen inşaatın, bir plan içinde, ülkenin diğer bölgelerini de içine alması, beklediğimiz milli başarı olacaktır.
Şose ve köprü yapımları gelişmektedir. Demiryolları inşa politikamızın uygulandığı yıllar içinde 78 köprü, geçişe açılmış bulunuyor. 23 köprü de inşa halindedir. Bu köprüler, her biri başlı başına birer bilim ve sanat eseri olarak yeni nesillere Cumhuriyetin armağan anıtları olacaktır. Demiryolu hatlarımızı iç bölgelere bağlayacak ve bu hatların bir an önce milli ekonomik kalkınmaya en yüksek hizmeti sağlayacak olan karayolu inşaatını önümüzdeki dönemde yoğunlaştırmak ve bir plan içerisinde genişletmek gerekir.
Her bölgenin ihtiyaçlarına göre, istasyonlarda tamamlayıcı yapıların yapılması ve çeşitli malların gereği gibi gönderilmesini sağlayacak teknik nitelikler içeren vagon sayısını artırmak zorunludur. Bunda da büyük yardımlarınızın esirgenmemesini dilerim.
Su ve imar işlerine özenle devam edilmektedir.
Posta - telgraf - telefon işlerimizde önemli gelişmeler vardır. Bununla birlikte, şehirlerarası telefon görüşmeleri işinin bir an önce tamamlanmasına çalışılmalıdır.
Ankara'da yeni bir radyo istasyonunun yapımına başlanmış olduğunu memnuniyetle bildiririm.
Sivil Hava Yolları İdaresi, devlet kuruluşları arasında, modern bir idare olarak yer almıştır.
Bütün teknik şartlar ve güvenlik önlemleri içinde çalışmakta olan bu yönetimin büyük şehirlerimiz arasında en modern ulaşım yolu rolünü bir an önce yerine getirmeye başlaması ve uluslararası hatlarla ve kendi araçları ile bağlantı kurması, kısa sürede sağlanmasını beklediğimiz önemli işlerdendir.
Arkadaşlar,
Bütün devlet kuruluşlarının canlılığı, sağlamlığı, işletilmesi yönünden büyük dikkatle üzerinde durulması gereken mali hayatımıza değinmek istiyorum.
Cumhuriyet bütçelerinin beliren ve daima güçlenmesi gereken ortak özellikleri yalnız denk oluşları değil, aynı zamanda, koruyucu, kurucu ve verici işlere her seferinde daha fazla pay ayırmakta olmalarıdır.
Bu politikamızın, milli faaliyet üzerinde derhal yaratmaya başladığı etki ile bütçe tahmin rakamlarımız, yalnız gerçekleşmekle kalmamış, her zaman fazlası ile kapanmaya başlamıştır.
1936 yılı bütçesi, gelir tahminine ve 1935 yılı gelir tahakkuklarına göre, 22 milyon fazla ile kapanmıştı. 1937 bütçesinin de bu güne kadar gösterdiği durum, aynı ümidi fazlası ile gerçekleştirecek niteliktedir.
Bu sonuç, ülke ekonomisinin gelişmesinin, halkın zenginliğe ulaşmakta olduğunu belirttiği gibi, aynı zamanda, halk için çalışan bir hükümetin, halkın yararına olarak aldığı önlemlerin uygun olduğunu da göstermektedir.
Samimi bir bütçeye ve gerçek bir ödeme dengesine dayanan paramızın fiili, değişmez durumunu kesin biçimde koruyacağız.
Her türlü mali yükümlülüklerimizi günü gününe yerine getirerek, Devlet saygınlığını korumak ve mali sermaye ve hisseleri koruma ve destekleme işlemleri konusunda da bütün önlemleri alarak bu hususta dikkatli bulunmak, ilkemiz olacaktır.(Alkışlar)
Devlet gelirlerinin artırılması için yeni vergilerin yürürlüğe konması yerine, düzenli bir programla var olan vergilerin uygulanması ve toplanma usullerinin yeniden düzenlenmesi gereklidir.( Alkışlar)
Son iki yıl içinde hayvan, tuz, şeker, çimento, petrol, benzin, elektrik ve ham madde resim ve vergilerinde yapılan ve her biri % 30 - 50 oranlarında olan bir vergi indirimini gerektiren vergi yükü azaltılması, üretimin özendirilmesi yönünden vatandaş ve ülke için olumlu ve hayırlı sonuçlar vermektedir.
Hayvan vergisi, buhran ve denge vergileri üzerinde de araştırmalar yapılarak bütçe dengesi temelini bozmayacak biçimde bunları giderek azaltma önlemleri düşünülmelidir. (Alkışlar)
Bundan başka, ülkemizde bulunmayan ham maddeler ve üretim maliyeti üzerinde etki yaparak, dış ülkelerin malları ile rekabeti güçleştiren her çeşit vergi ve resimlerin kaldırılması gereklidir.( Alkışlar)
Gerek bu konular üzerinde çalışırken gerek herhangi bir mali karar alırken, ilk göz önünde bulundurmamız gerekli olan konu, milli faaliyet ve milli üretim, yani verginin bizzat ana kaynağı üzerinde yapacağı etkiler olmalıdır. Maliye memurları da içişleri memurları gibi, halkla sürekli ilişkisi olan kuruluşlardır. Bunların da halk ile ilişkilerinde halk için çalışan bir halk hükümetinin tabii niteliği olan, çok fazla dikkat ve ilgi göstermek ve en fazla güven ve inan vermek ilkelerinin gelişmesine özellikle özen göstermek gereklidir.(Sürekli alkışlar)
Cumhuriyet rejiminde, devlet hazinesinin çıkarının, kanunun hazine yararına koyduğu hakla, kanunun mükelleflere verdiği görevi çok dengeli bir biçimde karşılaştırmak demek olduğunu bir an hatırdan uzak tutmamak önemli bir prensibimizdir.(Bravo sesleri, sürekli alkışlar)
Tekel konusunda özen gösterilmesi gereken ana konu, bu kurumların mali tekel, ticari kuruluş ve milli değerlendirme kurumu karakterlerinin dikkatle uzlaştırılmasıdır.
Dış ülkelere tütün satışları ve ihracat konusu, daha yakından izlenmeye değer durumdadır.
Gümrüklere gelince, bunda kuruluş çalışma yöntemlerine ve kanuni konular yönünden gerekli düzeltme önlemlerine hız verilmesi gerekmektedir. Tekel mallarının fiyatları üzerinde yapılan indirim, satışları artırmıştır.
Bu yöntemin her zaman göz önünde bulundurulması yararlı olacaktır.
Arkadaşlar,
Büyük davamız, en uygar ve en refaha kavuşmuş ülke olarak varlığımızı yükseltmektir.(Alkışlar)
Bu, yalnız kurumlarında değil, düşüncelerinde köklü bir inkılâp yapmış olan büyük Türk Milletinin dinamik ülküsüdür. Bu ülküyü en kısa bir zamanda başarmak için, düşünce ve eylemi birlikte yürütmek zorundayız. Bu girişimden başarı, ancak hukuki bir planla ve en verimli bir biçimde çalışmakla gerçekleşebilir. Bu nedenle, okuyup yazma bilmeyen tek vatandaş bırakmamak, ülkenin büyük kalkınma savaşının ve yeni yapısının istediği teknik elemanları yetiştirmek, ülke davalarının ideolojisini anlayacak, anlatacak, nesilden nesile yaşatacak, kişi ve kurumları yaratmak, işte bu önemli ilkeleri en kısa sürede sağlamak, Kültür Bakanlığının üzerine aldığı büyük ve ağır görevler arasındadır.(Alkışlar)
Belirttiğim ilkeler, Türk gençliğinin beyninde ve ulusun bilincinde her zaman canlı tutmak, üniversitelerimize ve yüksek okullarımıza düşen başlıca görevdir.
Bunun için ülkeyi şimdilik üç büyük kültür bölgesine ayırarak, batı bölgesi için İstanbul Üniversitesinde başlanmış olan reform programının daha köklü bir biçimde uygulanmasıyla Cumhuriyete gerçekten modern bir üniversite kazandırmak, merkez bölgesi için, Ankara Üniversitesini az zamanda kurmak gerekir. Doğu bölgesi için Van gölü sahillerinin en güzel bir yerinde, her aşamadaki okulları ve bunlara ek olarak üniversitesiyle modern bir kültür şehri yaratmak yolunda şimdiden harekete geçilmelidir.(Alkışlar)
Bu yararlı girişimin, doğu illerimiz gençliğine vereceği verimlilik Cumhuriyet hükümeti için en mutlu bir eser olarak kalacaktır.(Alkışlar)
Önerdiğim bu yeni girişimlerin, eğitmen ve öğretmen ihtiyacını artıracağı şüphesizdir. Fakat bu yön hiçbir zaman işe başlama cesaretini kırmamalıdır. Bakanlığın geçen yıl içinde bu yönde yaptığı deneyler, çok ümit verici niteliktedir.
Türk Tarih ve Dil Kurumlarının, Türk milli varlığını aydınlatan çok değerli ve önemli birer bilim kurumu niteliğini aldığını görmek, hepimizi sevindirici bir olaydır.(Alkışlar)
Tarih Kurumu, yaptığı kongre, açtığı sergi, yurt içinde yaptığı kazılar ve ortaya çıkardığı eserlerle, şimdiden, bütün bilim dünyasına kültürel görevini yerine getirmeye başlamış bulunuyor.(Alkışlar)
İlk resim galerimizi de bu yıl açmış bulunuyoruz.
Geçen yıl Ankara'da kurulan devlet konservatuarının, müzikte, sahneden kendisinden beklediğimiz teknik elemanları hızla verebilecek duruma getirilmesi için, daha fazla çaba ve özveri yerinde olur. Her çeşit spor çalışmalarını Türk gençliğinin milli terbiyesinin ana unsurlarından saymak gerekir. Bu işte, hükümetin şimdiye kadar olduğundan daha ciddi ve dikkatli davranması, Türk gençliğini spor bakımından da milli heyecan için özen ile yetiştirmesi, önemli sayılmalıdır.
Sevgili arkadaşlarım,
Ordu, Türk Ordusu... İşte bütün ulusun göğsünü güven ve gurur duyguları ile kabartan şanlı ad.(Sürekli alkışlar) Onu bu yıl için kısa aralıklarla iki kez, büyük kütleler halinde yakından gördüm. Trakya ve Ege büyük manevralarında... Disiplinini, enerjisini, subaylarının bilgili çabalarını, büyük komutan ve generallerimizin yüksek yönetme ve yönlendirme yeteneklerini gördüm; (Alkışlar) derin övünç duydum, takdir ettim.(Alkışlar)
Ordumuz, Türk birliğinin, Türk gücü ve yeteneğinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir simgesidir.
Ordumuz Türk topraklarının ve Türkiye idealini gerçekleştirmek için yapmakta olduğumuz sistemli çalışmaların yenilmesi imkansız güvencesidir.(Alkışlar)
Uygun bir donatım programımızın hazırlanması, başarı ile ilerliyor. Bunları ülkemizde yapma aımacımız gerçekleşme yolundadır. Harp endüstrisi kuruluşlarını, daha fazla geliştirmek ve genişletmek için alınan önlemler sürdürülmeli ve endüstrileşme çalışmalarımızda ordu ihtiyaçları ayrıca göz önünde tutulmalıdır.(Alkışlar)
Bu yıl içinde denizaltı gemilerini ülkemizde yapmaya başladık. Hava kuvvetlerimiz için yapılmış olan üç yıllık program, büyük ulusumuzun içten ve bilinçli ilgisi ile şimdiden başarılmış sayılabilir.
Bundan sonrası için bütün uçaklarımızın ve motorlarının ülkemizde yapılması ve harp hava endüstrimizin de bu temele göre geliştirilmesi gerekir. Hava kuvvetlerinin aldığı önemi göz önünde tutarak, bu çalışmaları planlamak ve bu konuyu layık olduğu önemle ulusun gözleri önünde canlı tutmak gerekir.(Alkışlar)
Büyük milli disiplin okulu olan ordunun, ekonomik, kültürel, sosyal savaşlarımızda bize aynı zamanda en gerekli elemanları da yetiştiren büyük bir okul haline getirilmesine, ayrıca özen gösterilip, yardım edileceğinden şüphem yoktur.
Büyük Kamutay,
Dış politikamız, geçen yıl içinde de, barış ve uluslararası işbirliği yolunda gelişmiş ve yürüdüğümüz yolun değişmez olduğunu bir kez daha belirtmiştir.
Milletler cemiyetinin geçirmekte olduğu çetin dönemlerde, cumhuriyet hükümeti, bu uluslararası kuruluşa olan bağlılığını, her alanda göstererek barış idealine en uygun yoldan ayrılmamıştır.
Büyük bir milli davamız olan Hatay olayının geçirdiği dönemler tarafınızdan bilinmektedir.
Milletler Cemiyeti yüksek yönetimi altında yapılmakta olan görüşmeler, Hatay halkına yaraşan mutlu ve bağımsız yönetime kavuşması yolunda amaçladığımız gayeyi sağlayacak belgelerin kabul ve imzası ile sonuçlanmıştır.(Alkışlar)
Yeni Hatay rejiminin yürürlüğe girmesine kısa bir süre kaldı.
Bu rejimi, kendileri ile dostça bir düşünce doğrultusunda işbirliği yapmış olduğumuz Fransızların, iyi niyetle ve istenen amaca ulaşmayı sağlayacak biçimde uygulamaya başlayacaklarından şüphe edilmemelidir.
Yarınki Türk - Fransız ilişkilerinin dilediğimiz yolda gelişmesinde Hatay konusunun iyi bir yönde gelişmesi, önemli bir ölçü ve etken olacaktır, düşüncesindeyiz.(Alkışlar)
Balkan politikamız, çok mutlu bir işbirliği yaratmayı sürdürerek kendisine çizilmiş olan barış yolunda her gün daha verimli sonuçlarla ilerlemektedir.(Alkışlar)
Cumhuriyet hükümetinin doğuda uygulamakta bulunduğu dostluk ve yakınlık politikası yeni ve güçlü bir adım attı. Sadabat'ta dostlarımız Afganistan, Irak ve İran ile imza etmiş olduğumuz dörtlü antlaşma, büyük bir sevinçle kayda değer barış eserlerinden biridir.(Alkışlar)
Bu antlaşmanın çevresinde toplanan devletleri, aynı amacı sürdüren ve barış içinde gelişmeyi içtenlikle isteyen hükümetler arasındaki işbirliğinin gelecekte de iyi sonuçlar vereceğinden emin bulunmaktayız.(Alkışlar)
Cumhuriyet hükümetinin, komşularıyla ve diğer büyük küçük devletlerle olan ilişkilerinde uyumlu bir düzen ve gelişme göze çarpmaktadır.
Barış yolunda nereden bir çağrı geldiyse, Türkiye onu ilgi ile karşıladı ve yardımlarını esirgemedi.(Alkışlar)
İspanya olayları(iç savaş-yazarın notu) nedeniyle Akdeniz ve Karadeniz'de alınması gereken önlemlere, Cumhuriyet hükümeti en geniş bir düşünce ile katıldı.
Dünyanın her yanında olduğu gibi, bizi ilgilendiren alanlarda ve bu arada Akdeniz'de barış ve dengenin korunması, bizim yakından ve ilgi ile izlediğimiz bir konudur.
Şunu da memnuniyetle söylemek isterim ki, Doğu Akdeniz ve Karadeniz suları ile Balkanlarda ve Yakın Doğuda, geçen yıl belirttiğim ilişkiler aynen sürdürülmüştür.
Geçen yıldan beri dost ve müttefik devletlerin önemli devlet büyükleriyle bizim devlet adamlarımız arasında karşılıklı ziyaretler olmuş ve bu temaslar dostluklarımızın gelişmesine neden olmuştur.(Alkışlar)
Hükümet bu son yıl içinde, devletlerle olan ticari ilişkilerini, ülkenin ekonomik bünyesine uyacak antlaşma ve sözleşmeler yaparak düzenlemiştir.
Bunlar arasında Fransa, İngiltere, Almanya ve Sovyet Rusya ile imzalanan önemli ticari anlaşmalarını özellikle belirtmek isterim. Hükümetin dış kuruluşlarının, ekonomik kalkınma savaşımızda ilgili daireleri için bilgi ve haber alma ufuklarını genişleten yardımcı birer daire olarak çalışmalarını düzenlemek gereklidir.
Dış politikamızın belirgin özelliğini kısaca anlatmış olmak için diyebilirim ki, tuttuğumuz politik yol ve hedeften ayrılmıyoruz. Son yıllarda uluslararası ilişkilerde sürekli değişiklikler olmasına karşın biz bu karışıklığın ortasında, barışseverlik dolu duygularla karşılıklı dostluklarımıza uygun hareket ediyoruz. Onların nitelik ve alanlarını genişletmeye uygun düşüncesi ile, uluslararası durum ve görevimizi göz önünde tutarak çalışıyoruz. Bu yolda, özen ile çalışmayı sürdürmenin hükümete önereceğim en doğru karar olduğu düşüncesindeyim.(Alkışlar)
Aziz milletvekilleri,
Dünyaca bilinmektedir ki, bizim devlet yönetimimizdeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, yönetimde ve politikada bizi aydınlatıcı ana çizgilerdir. Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların doğmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya yaşamdan almış bulunuyoruz.(Alkışlar)
Bizim yolumuzu çizen, içinde yaşadığımız yurt; bağrından çıktığımız Türk ulusu ve bir de, uluslar tarihinin bin bir acıklı olay ve sıkıntı ile dolu yapraklarından çıkardığımız sonuçlardır.
Elimizdeki programın ruhu, bizi sadece bir kısım vatandaşlarla ilgilenmekten engeller, biz bütün Türk ulusuna hizmet ederiz. Geçen yıl içinde, parti ile hükümet kuruluşunu birleştirmekle vatandaşlar arasında ayrılık tanımadığımızı fiilen göstermiş olduk.(Var ol sesleri) Bu olayın bizim, devlet yönetiminde kabul ettiğimiz, «Kuvvet birdir ve o ulusundur» gerçeğine uygun olduğu ortadadır.(Alkışlar) Gücün tek kaynağı olan Türk Milletinin seçkin vekillerini, büyük mutlulukla, eğilerek selamlarım.(Bravo, yaşa sesleri, şiddetli ve sürekli alkışlar)…”
***
ATATÜRK'ÜN TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİN V. DÖNEM. 3. Yasama Yılını Açış Konuşmaları. 1 Kasım 1937. Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. V, C. 20, Sa. 3
(*) KAYNAK: 1 Kasım 1937 - http://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/5d3yy.htm
(*) KAYNAK: 1 Kasım 1937 - http://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/5d3yy.htm
6 Kasım 2018 Salı
Başta NYANMAR, Doğu Türkistan, Afganistan ve özellikle "Sözde Müslüman Suud ve İran" tarafından alçakça zulme maruz YEMEN olmak üzere: İslâm ülkelerinde pervasızca uygulanan "İNSANLIK DIŞI ZULÜM" işkence, soykırım, mezalim ve katliamlara seyirci kalan tüm Müslüman idareciler, bilumum sorumlular ve BM kahrolsun!..
İnsanlık Düşmanı Din Tüccarları "Suudi Arabistan, Amerika ve İran" Mazlum Milletlere Kan Kusturuyor; Müslümanlara İşkence, Eziyet, Istırap ve Zulüm Uyguluyor. İslâm Ülkesi YEMEN'de Vahşet, Mezalim, Soykırım ve Katliam!..
Yemen'deki "kâfirlerin domuz dalaşı" iç savaşın sembol ismi olan 7 yaşındaki masum ve müsemma çocuk 'Emel' yaşamını yitirdi!..
Kifayetsiz muhteris Suud despotları ile akıl tutulması malûlu, din fukarası İran sapkınları tarafından bölünmek, parçalanmak ve tıpkı vampir emperyalistler gibi sömürülmek istenen; Tarihi ve kadim Türk Beldesi, amansız iç savaşın sürdüğü "fakir, fukara, garip, guraba" Yemen'de, açlığa, yokluğa, kıtlığa ve merhametsiz, hain engeller ve ambargolara bağlı insanlık dışı ağır şartlar yüzünden "sağlık durumunun kötüleşmesi nedeniyle kaldırıldığı hastanede zayıf düşmüş olan ve bütün dünyada "İMDAT ÇAĞRILARI, ACIKLI FERYATLAR İLE" fotoğrafları yayılan 7 yaşındaki Emel Hüseyin hayatını kaybetti." Sebep olanlar utansın. Bu vahşet, dalalet ve hıyanete sebep olanların soyu-sopu kurusun, devlet ve milletleri helâk olsun inşallah. Bu vahşete sessiz ve seyirci kalan bütün islâm ülkeleri daha beter olsun. Dünyadaki bütün kötülerin Allah bin türlü belâsını versin inşallah. İyi olduğunu sanan ve fakat bu vahşete seyirci kalan aciz, zavallı, ürkek, korkak, insani değerleri tükenmiş, tefessüh etmiş veya Allah'tan başkasına kul-köle olan; Rüşvet, İltimas, ayırma-kayırma, yolsuzluk, soysuzluk ve çürümüşlük ile malul mahlûkların da tez zamanda belâsını versin.
New York Times gazetesinde geçen hafta fotoğrafı yayımlandıktan sonra sosyal medyada gündem olan ve yardım çağrıları yapılan zavallı, masum ve müsemma Emel'in aç, yorgun ve bitap, madden ve manen darbelenen, harbin sosyal ve psikolojik işkencesine ve bitmez-tükenmez korkularına maruz mecalsiz bedeni, "Allahın belâsı lânetli domuzlarca yürütülen" iğrenç savaşın acı yükünü daha fazla taşıyamadı. Emel'in ailesi dün küçük kızın ülkenin kuzey kesimindeki bir sığınmacı kampında yaşamını yitirdiğini duyurdu.
New York Times'a konuşan anne Meryem, kızını kaybettiğini belirterek, "Kalbim parçalandı. Emel, daima gülümserdi" ifadelerini kullandı. Meryem, Emel'i kaybettikten sonra diğer çocukları için de endişelendiğini dile getirdi. Gazetenin geçen hafta Yemen'in kuzeyindeki bir hastanede çok zayıf düşmüş bir şekilde yattığı fotoğrafını yayınlaması üzerine, fotoğraf sosyal medyada paylaşılmış, Emel için yardım çağrılarında bulunulmuştu.
400 BİN "MASUM-U PAK" GÜÇSÜZ, ÇARESİZ VE ZAVALLI ÇOCUK AÇLIKLA KARŞI KARŞIYA
Yemen'de 4 yıldır devam eden; Haksız, hukuksuz ve amaçsız iç savaş ülkeyi insani bir krizin eşiğine getirmiş durumda. Birleşmiş Milletler (BM), ülkede 400 bin çocuğun açlık tehlikesiyle karşı karşıya olduğu konusunda uyarıyor. Dünyanın dört bir tarafında israf almış yürümüşken; Yemen'e yardım elinin ulaşmaması çok iğrenç bir iki yüzlülük, çifte standart, apaçık yalancılık ve insanlık adına utanç. Aynı zamanda Müslümanlar için büyük günah!.. Ayrıca: Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu'nun (UNICEF) verilerine göre Yemen'de 2,2 milyon çocuk akut yetersiz beslenme sorunu yaşarken, bu çocuklardan 5 yaşın altındaki 400 bini ise acilen yardım edilmezse ölüm riskiyle karşı karşıya bulunuyor. Başta İslâm âlemine liderlik taslayan bir takım hüda-i nabitler dâhil kimseden ses yok. Müslüman ülkelerin bu kadar İnsanlık ve İslâm dışı kaldığı görülmüş bir şey değil!..
BÜTÜN DÜNYANIN GÖZÜ ÖNÜNDE: "YEMEN DÜNYANIN EN BÜYÜK AÇLIK KRİZİYLE KARŞI KARŞIYA" UTANIN ALLAH'IN BELÂSI LÂNETLER!..
BM Dünya Gıda Programı (WFP) Sözcüsü Herve Verhoosel, 16 Ekim'de BM Cenevre Ofisi'nde düzenlenen basın toplantısında, Yemen'in dünyanın en büyük açlık kriziyle karşı karşıya olduğu uyarısında bulunmuştu. Verhoosel, ülkede yaklaşık 18 milyon insanın bir sonraki yemeğinin nereden geleceğini bilmeden yaşadığını, 8 milyon kişinin de kıtlığın eşiğine geldiğini ifade etmişti.
Uzun süredir siyasi istikrarsızlığın yaşandığı Yemen'de meşru yönetime darbe yapan Husiler, Eylül 2014'ten bu yana başkent Sana ve bazı bölgelerin denetimini elinde tutuyor. Ülkenin birçok kenti ordu ile Husiler arasındaki çatışmalara sahne oluyor. Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyon güçleri ise Mart 2015'ten bu yana Yemen hükümetine destek veriyor.
ABD’den Yemen ültimatomu
Kaşıkçı krizi, Suudi Arabistan’ın Yemen’de İran destekli Husi milislere karşı yürüttüğü savaşı gündeme getirdi. ABD Dışişleri Bakanı Pompeo, üç yıldır süren savaş için ‘ateşkes’ çağrısı yaptı. ABD Savunma Bakanı Mattis ise barış görüşmelerinin başlaması için 30 gün süre tanıdı. SUUDİ gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın Suudiler tarafından öldürülmesi Riyad yönetiminin Yemen’de yürüttüğü, tüm dünyanın gözünü kapadığı savaşı gündeme taşıdı. 2015 yılında büyük bir siyasi krize sürüklenen Arap Yarımadası’nın en fakir ülkesi Yemen, son üç yıldır uluslararası aktörlerin çatışma alanı haline gelmişti. Şii Husi hareketi ülkeyi büyük ölçüde ele geçirirken Suudi Arabistan öncülüğündeki Arap koalisyonu aynı yıl Yemen’de Husilere karşı bombardıman başlattı. İç savaşı bir uluslararası krize dönüştüren bu adımla birlikte Yemen, ABD desteğini arkasına alan Suudi yönetimi ile İran destekli Husi hareketinin bir savaş alanı haline dönüştü.
KAŞIKÇI ETKİSİ
Birleşmiş Milletler (BM) verilerine göre, üç yıldır devam eden kanlı çatışmalarda 10 binden fazla kişi hayatını kaybetti. Yine BM, bu krizin dünyanın son 100 yıldır tanıklık ettiği en kötü kıtlık felaketine yol açacağının altını çiziyor. Kaşıkçı krizi, Riyad yönetiminin kanlı infazları, demokratik olmayan uygulamalarıyla birlikte Yemen’deki insani krizi de gündemin ilk sıralarına taşıdı.
ABD’DEN YOL HARİTASI
ABD Savunma Bakanı James Mattis, Suudi Arabistan yönetiminin ve koalisyon ortağı Birleşik Arap Emirlikleri’nin, BM’nin bölge özel temsilcisi aracılığıyla anlaşma masasına oturmaya hazır olduğunu duyurdu. Mattis, Yemen’de savaşan taraflara 30 günlük ültimatom vererek, barış görüşmelerine başlanmasını istedi. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo da Yemen’de çatışmayı uzlaşma yoluyla sona erdirmenin zamanının geldiğini belirterek ateşkes çağrısında bulundu. İngiltere Dışişleri Bakanı Jeremy Hunt, Pompeo’nun çağrısını “aşırı memnuniyet verici bir duyuru” olarak değerlendirdi. BM Yemen Özel Temsicisi Martin Griffiths de gelişmeyi takdirle karşılarken, “Tüm taraflara fırsatı değerlendirme” çağrısında bulundu.
Suud mu yoksa İsrail mi daha vahşidir!
Akın Aydın
akinaydin@yenimesaj.com.tr
Tarih Eylül 2015. Bayram namazı esnasında yapılan saldırıda en az 29 kişi katledildi.
Tarih Eylül 2015. Bir düğüne yapılan hava saldırısında 131 kişi öldü, yüzlerce kişi yaralandı.
Tarih 2016. Bir cenaze töreninde düzenlenen saldırıda en az 140 kişi katledildi.
Tarih Ağustos 2018. Bir hastaneye yapılan saldırıda 55 sivil katledildi.
Tarih Ağustos 2018. Çocukları taşıtan bir otobüse yapılan saldırıda çoğu çocuk 50 kişi katledildi.
Tarih 14 Ekim 2018. Mültecileri taşıyan otobüse yapılan saldırıda en az 17 sivil yaşamını yitirdi. Yemen’de 2015’ten bu yana ABD ve İsrail’in desteği ile Suudi-i Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin yaptığı Müslüman katliamından birkaç dehşet verici bilgi aktardım.
Vahşetin boyutları çok büyük… Bu zalimler sadece öldürmekle kalmıyor. Bakın, geçtiğimiz Ağustos ayında yabancı televizyonlarda, Arap Koalisyonu içerisinde bulunan bazı askerlerin verdiği bilgilere göre, Birleşik Arap Emirlikleri’nin Güney Yemen hapishanelerinde tutuklu bulunan Yemenlilere fiziki ve psikolojik şiddet uyguladığını paylaştılar. Bu askerlerin verdiği bilgilerde, hapishanelerdeki Yemenlilere cinsel taciz yaptıklarını, tecavüz ederken itiraz eden Yemenlileri cinsel organlarına, göğüs ve koltuk altlarına elektrik vererek cezalandırıldıklarını anlattılar. Tutuklu Yemenllieri sorgularken önce kollarından çelik demirlere asıldıklarını sonra ıslatılarak vücutlarına elektrik verilerek konuşturulmaya çalışıldıklarını itiraf ettiler. Bu hapishanelerdeki en hafif cezanın ise tutukluların önce kırbaçlanması sonra yaralarına tuz basılması şeklinde olduğunu da anlattılar.
Yemen koskoca bir mezarlık, koskoca bir hapishane haline getirildi. 3 yılda 60 binden fazla Müslüman katledildi. Aynen Irak’ta, Suriye’de olduğu gibi şehirler, kasabalar yok edildi. Yüz binlerce insan vatanlarını terk etmek zorunda bırakıldı.
Geride kalanlar ise ölümü bekliyor. 2 hafta önce UNICEF olarak bilinen Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu yayınladığı raporda Yemen’de 5 yaşın altında yaklaşık 400 bin çocuğun yoğun şekilde kötü beslenmekten acı çektiklerini duyurdu. Aynı kurum daha önce de Arabistan’ın, Yemen saldırısından itibaren şimdiye kadar en az 5 bin çocuğun öldüğü veya sakat kaldığını belirtmişti. Yemen’de yaşayan yaklaşık 11 milyon çocuğun tümü Suudi Arabistan’ın dayattığı savaş nedeni ile insani yardımlara muhtaç durumda.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) yayımladığı raporda, Arabistan ve müttefiklerinin barajları, içme su kaynaklarını kullanılamaz hale getirdikleri, alt yapı şebekelerini çökerttikleri için hastaneleri yıktıkları ve uygulanan ambargodan dolayı ilaç bulunmadığı için salgın hastalıklarının hızla yayıldığı açıkladı. Bu tablonun sonucu olarak Yemen’de 1 milyondan fazla insana kolera bulaşmış ve koleradan ölenlerin sayısının 2508’e yükseldiğini bildirdi.
Önümüzdeki aylarda ülkede 12-13 milyon masum sivil açlıktan ölme tehlikesiyle karşı karşıya.
Hiç uzatmaya gerek yok. Ben, Müslüman’ım, iddiasında bulunan herkes bu vahşeti gücü yetiyorsa eliyle müdahale etmek zorundadır. Buna gücü yetmiyorsa diliyle bu vahşete karşı insanları uyarmak, ayıktırmak, gündem etmek zorundadır. Buna da gücü yetmezse kalbiyle zalimlere, yardım edenlere, dünyalık menfaatler için zulme sessiz kalanlara lanet etmelidir.
Hele hele Doğu Türkistan’da, Mymar’da, Bayırbucak’da, Kerkük’te Türkler katlediliyor; Filistin’de, Halep’te Müslümanlar zulüm altında, çocuklar vahşice katlediliyor diye sokaklara dökülenlerin, tehditler savuranların Yemen’i dile getirmemeleri kabul edilemez.
Eğer bu dile getirmemek, gerekli adımları atmamak, yarım kelime dahi olsa tepki vermemek ‘onlar zaten Sünni değil’ mantığıyla yapılıyorsa bilinsin ki, Allah (c.c) ve Resulünü karşılarına almışlardır. Galip gelecek olan Allah’tır.
Yemen'deki "kâfirlerin domuz dalaşı" iç savaşın sembol ismi olan 7 yaşındaki masum ve müsemma çocuk 'Emel' yaşamını yitirdi!..
Kifayetsiz muhteris Suud despotları ile akıl tutulması malûlu, din fukarası İran sapkınları tarafından bölünmek, parçalanmak ve tıpkı vampir emperyalistler gibi sömürülmek istenen; Tarihi ve kadim Türk Beldesi, amansız iç savaşın sürdüğü "fakir, fukara, garip, guraba" Yemen'de, açlığa, yokluğa, kıtlığa ve merhametsiz, hain engeller ve ambargolara bağlı insanlık dışı ağır şartlar yüzünden "sağlık durumunun kötüleşmesi nedeniyle kaldırıldığı hastanede zayıf düşmüş olan ve bütün dünyada "İMDAT ÇAĞRILARI, ACIKLI FERYATLAR İLE" fotoğrafları yayılan 7 yaşındaki Emel Hüseyin hayatını kaybetti." Sebep olanlar utansın. Bu vahşet, dalalet ve hıyanete sebep olanların soyu-sopu kurusun, devlet ve milletleri helâk olsun inşallah. Bu vahşete sessiz ve seyirci kalan bütün islâm ülkeleri daha beter olsun. Dünyadaki bütün kötülerin Allah bin türlü belâsını versin inşallah. İyi olduğunu sanan ve fakat bu vahşete seyirci kalan aciz, zavallı, ürkek, korkak, insani değerleri tükenmiş, tefessüh etmiş veya Allah'tan başkasına kul-köle olan; Rüşvet, İltimas, ayırma-kayırma, yolsuzluk, soysuzluk ve çürümüşlük ile malul mahlûkların da tez zamanda belâsını versin.
New York Times gazetesinde geçen hafta fotoğrafı yayımlandıktan sonra sosyal medyada gündem olan ve yardım çağrıları yapılan zavallı, masum ve müsemma Emel'in aç, yorgun ve bitap, madden ve manen darbelenen, harbin sosyal ve psikolojik işkencesine ve bitmez-tükenmez korkularına maruz mecalsiz bedeni, "Allahın belâsı lânetli domuzlarca yürütülen" iğrenç savaşın acı yükünü daha fazla taşıyamadı. Emel'in ailesi dün küçük kızın ülkenin kuzey kesimindeki bir sığınmacı kampında yaşamını yitirdiğini duyurdu.
New York Times'a konuşan anne Meryem, kızını kaybettiğini belirterek, "Kalbim parçalandı. Emel, daima gülümserdi" ifadelerini kullandı. Meryem, Emel'i kaybettikten sonra diğer çocukları için de endişelendiğini dile getirdi. Gazetenin geçen hafta Yemen'in kuzeyindeki bir hastanede çok zayıf düşmüş bir şekilde yattığı fotoğrafını yayınlaması üzerine, fotoğraf sosyal medyada paylaşılmış, Emel için yardım çağrılarında bulunulmuştu.
400 BİN "MASUM-U PAK" GÜÇSÜZ, ÇARESİZ VE ZAVALLI ÇOCUK AÇLIKLA KARŞI KARŞIYA
Yemen'de 4 yıldır devam eden; Haksız, hukuksuz ve amaçsız iç savaş ülkeyi insani bir krizin eşiğine getirmiş durumda. Birleşmiş Milletler (BM), ülkede 400 bin çocuğun açlık tehlikesiyle karşı karşıya olduğu konusunda uyarıyor. Dünyanın dört bir tarafında israf almış yürümüşken; Yemen'e yardım elinin ulaşmaması çok iğrenç bir iki yüzlülük, çifte standart, apaçık yalancılık ve insanlık adına utanç. Aynı zamanda Müslümanlar için büyük günah!.. Ayrıca: Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu'nun (UNICEF) verilerine göre Yemen'de 2,2 milyon çocuk akut yetersiz beslenme sorunu yaşarken, bu çocuklardan 5 yaşın altındaki 400 bini ise acilen yardım edilmezse ölüm riskiyle karşı karşıya bulunuyor. Başta İslâm âlemine liderlik taslayan bir takım hüda-i nabitler dâhil kimseden ses yok. Müslüman ülkelerin bu kadar İnsanlık ve İslâm dışı kaldığı görülmüş bir şey değil!..
BÜTÜN DÜNYANIN GÖZÜ ÖNÜNDE: "YEMEN DÜNYANIN EN BÜYÜK AÇLIK KRİZİYLE KARŞI KARŞIYA" UTANIN ALLAH'IN BELÂSI LÂNETLER!..
BM Dünya Gıda Programı (WFP) Sözcüsü Herve Verhoosel, 16 Ekim'de BM Cenevre Ofisi'nde düzenlenen basın toplantısında, Yemen'in dünyanın en büyük açlık kriziyle karşı karşıya olduğu uyarısında bulunmuştu. Verhoosel, ülkede yaklaşık 18 milyon insanın bir sonraki yemeğinin nereden geleceğini bilmeden yaşadığını, 8 milyon kişinin de kıtlığın eşiğine geldiğini ifade etmişti.
Uzun süredir siyasi istikrarsızlığın yaşandığı Yemen'de meşru yönetime darbe yapan Husiler, Eylül 2014'ten bu yana başkent Sana ve bazı bölgelerin denetimini elinde tutuyor. Ülkenin birçok kenti ordu ile Husiler arasındaki çatışmalara sahne oluyor. Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyon güçleri ise Mart 2015'ten bu yana Yemen hükümetine destek veriyor.
ABD’den Yemen ültimatomu
Kaşıkçı krizi, Suudi Arabistan’ın Yemen’de İran destekli Husi milislere karşı yürüttüğü savaşı gündeme getirdi. ABD Dışişleri Bakanı Pompeo, üç yıldır süren savaş için ‘ateşkes’ çağrısı yaptı. ABD Savunma Bakanı Mattis ise barış görüşmelerinin başlaması için 30 gün süre tanıdı. SUUDİ gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın Suudiler tarafından öldürülmesi Riyad yönetiminin Yemen’de yürüttüğü, tüm dünyanın gözünü kapadığı savaşı gündeme taşıdı. 2015 yılında büyük bir siyasi krize sürüklenen Arap Yarımadası’nın en fakir ülkesi Yemen, son üç yıldır uluslararası aktörlerin çatışma alanı haline gelmişti. Şii Husi hareketi ülkeyi büyük ölçüde ele geçirirken Suudi Arabistan öncülüğündeki Arap koalisyonu aynı yıl Yemen’de Husilere karşı bombardıman başlattı. İç savaşı bir uluslararası krize dönüştüren bu adımla birlikte Yemen, ABD desteğini arkasına alan Suudi yönetimi ile İran destekli Husi hareketinin bir savaş alanı haline dönüştü.
KAŞIKÇI ETKİSİ
Birleşmiş Milletler (BM) verilerine göre, üç yıldır devam eden kanlı çatışmalarda 10 binden fazla kişi hayatını kaybetti. Yine BM, bu krizin dünyanın son 100 yıldır tanıklık ettiği en kötü kıtlık felaketine yol açacağının altını çiziyor. Kaşıkçı krizi, Riyad yönetiminin kanlı infazları, demokratik olmayan uygulamalarıyla birlikte Yemen’deki insani krizi de gündemin ilk sıralarına taşıdı.
ABD’DEN YOL HARİTASI
ABD Savunma Bakanı James Mattis, Suudi Arabistan yönetiminin ve koalisyon ortağı Birleşik Arap Emirlikleri’nin, BM’nin bölge özel temsilcisi aracılığıyla anlaşma masasına oturmaya hazır olduğunu duyurdu. Mattis, Yemen’de savaşan taraflara 30 günlük ültimatom vererek, barış görüşmelerine başlanmasını istedi. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo da Yemen’de çatışmayı uzlaşma yoluyla sona erdirmenin zamanının geldiğini belirterek ateşkes çağrısında bulundu. İngiltere Dışişleri Bakanı Jeremy Hunt, Pompeo’nun çağrısını “aşırı memnuniyet verici bir duyuru” olarak değerlendirdi. BM Yemen Özel Temsicisi Martin Griffiths de gelişmeyi takdirle karşılarken, “Tüm taraflara fırsatı değerlendirme” çağrısında bulundu.
Suud mu yoksa İsrail mi daha vahşidir!
Akın Aydın
akinaydin@yenimesaj.com.tr
Tarih Eylül 2015. Bayram namazı esnasında yapılan saldırıda en az 29 kişi katledildi.
Tarih Eylül 2015. Bir düğüne yapılan hava saldırısında 131 kişi öldü, yüzlerce kişi yaralandı.
Tarih 2016. Bir cenaze töreninde düzenlenen saldırıda en az 140 kişi katledildi.
Tarih Ağustos 2018. Bir hastaneye yapılan saldırıda 55 sivil katledildi.
Tarih Ağustos 2018. Çocukları taşıtan bir otobüse yapılan saldırıda çoğu çocuk 50 kişi katledildi.
Tarih 14 Ekim 2018. Mültecileri taşıyan otobüse yapılan saldırıda en az 17 sivil yaşamını yitirdi. Yemen’de 2015’ten bu yana ABD ve İsrail’in desteği ile Suudi-i Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin yaptığı Müslüman katliamından birkaç dehşet verici bilgi aktardım.
Vahşetin boyutları çok büyük… Bu zalimler sadece öldürmekle kalmıyor. Bakın, geçtiğimiz Ağustos ayında yabancı televizyonlarda, Arap Koalisyonu içerisinde bulunan bazı askerlerin verdiği bilgilere göre, Birleşik Arap Emirlikleri’nin Güney Yemen hapishanelerinde tutuklu bulunan Yemenlilere fiziki ve psikolojik şiddet uyguladığını paylaştılar. Bu askerlerin verdiği bilgilerde, hapishanelerdeki Yemenlilere cinsel taciz yaptıklarını, tecavüz ederken itiraz eden Yemenlileri cinsel organlarına, göğüs ve koltuk altlarına elektrik vererek cezalandırıldıklarını anlattılar. Tutuklu Yemenllieri sorgularken önce kollarından çelik demirlere asıldıklarını sonra ıslatılarak vücutlarına elektrik verilerek konuşturulmaya çalışıldıklarını itiraf ettiler. Bu hapishanelerdeki en hafif cezanın ise tutukluların önce kırbaçlanması sonra yaralarına tuz basılması şeklinde olduğunu da anlattılar.
Yemen koskoca bir mezarlık, koskoca bir hapishane haline getirildi. 3 yılda 60 binden fazla Müslüman katledildi. Aynen Irak’ta, Suriye’de olduğu gibi şehirler, kasabalar yok edildi. Yüz binlerce insan vatanlarını terk etmek zorunda bırakıldı.
Geride kalanlar ise ölümü bekliyor. 2 hafta önce UNICEF olarak bilinen Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu yayınladığı raporda Yemen’de 5 yaşın altında yaklaşık 400 bin çocuğun yoğun şekilde kötü beslenmekten acı çektiklerini duyurdu. Aynı kurum daha önce de Arabistan’ın, Yemen saldırısından itibaren şimdiye kadar en az 5 bin çocuğun öldüğü veya sakat kaldığını belirtmişti. Yemen’de yaşayan yaklaşık 11 milyon çocuğun tümü Suudi Arabistan’ın dayattığı savaş nedeni ile insani yardımlara muhtaç durumda.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) yayımladığı raporda, Arabistan ve müttefiklerinin barajları, içme su kaynaklarını kullanılamaz hale getirdikleri, alt yapı şebekelerini çökerttikleri için hastaneleri yıktıkları ve uygulanan ambargodan dolayı ilaç bulunmadığı için salgın hastalıklarının hızla yayıldığı açıkladı. Bu tablonun sonucu olarak Yemen’de 1 milyondan fazla insana kolera bulaşmış ve koleradan ölenlerin sayısının 2508’e yükseldiğini bildirdi.
Önümüzdeki aylarda ülkede 12-13 milyon masum sivil açlıktan ölme tehlikesiyle karşı karşıya.
Hiç uzatmaya gerek yok. Ben, Müslüman’ım, iddiasında bulunan herkes bu vahşeti gücü yetiyorsa eliyle müdahale etmek zorundadır. Buna gücü yetmiyorsa diliyle bu vahşete karşı insanları uyarmak, ayıktırmak, gündem etmek zorundadır. Buna da gücü yetmezse kalbiyle zalimlere, yardım edenlere, dünyalık menfaatler için zulme sessiz kalanlara lanet etmelidir.
Hele hele Doğu Türkistan’da, Mymar’da, Bayırbucak’da, Kerkük’te Türkler katlediliyor; Filistin’de, Halep’te Müslümanlar zulüm altında, çocuklar vahşice katlediliyor diye sokaklara dökülenlerin, tehditler savuranların Yemen’i dile getirmemeleri kabul edilemez.
Eğer bu dile getirmemek, gerekli adımları atmamak, yarım kelime dahi olsa tepki vermemek ‘onlar zaten Sünni değil’ mantığıyla yapılıyorsa bilinsin ki, Allah (c.c) ve Resulünü karşılarına almışlardır. Galip gelecek olan Allah’tır.
2 Kasım 2018 Cuma
MİLLİ EĞİTİM BAKANI Prof. Dr. Ziya Selçuk'a göre öğretmenlik mesleğinin varlık nedeni kalmadı!..ABD sopası “Fulbriht Eğitim Komisyonu” faal'mi? değil mi? Bu lânetli uzantı aktif ise suçlusu ve sorumlusu kim? & Eğitimci-Yazar Mahiye Morgül: Ziya Selçuk'a göre öğretmenlik mesleğinin varlık nedeni kalmadı.
Milli (!) Eğitim Bakanı Prof. Dr. Ziya Selçuk ne demek istedi?..
Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Ziya Selçuk, aslında çok şeyler söyledi, ilk basın toplantısında;
* Dedi ki mesela; “Hiçbir öğrencimiz hiçbir velimiz sürprizle karşılaşmayacak. Oyunun ortasında kural değiştirmeyeceğiz.”
* Dedi ki mesela; “Bir çocuğun hayatına dokunmanın vebalini çok çok derinden hissetmedikçe, öğretmenlik mesleğini yapmanın önemi yok.”
* Dedi ki mesela; “Milli Eğitim Bakanı kendisi için bir şey yapmaz, gelecek için yapar.”
* Dedi ki mesela; “Biz sürekli yenilikler, reformlar getirmek istemiyoruz.”
* Dedi ki mesela; “Uzlaşma önemli, herkesi dinleyeceğiz.”
* Dedi ki mesela; “Çocuk neredeyse biz oradayız. Çocuklar günde ortalama 4 saati internette, sosyal medyada geçiriyor. Biz de bunu takip edeceğiz, yasaklamaktan bahsetmiyorum.”
* Dedi ki mesela; “Sosyal medyayı takip eden çok iyi bir ekip kurduk, oradan politika üretecek çok iyi bir veri elde edebiliriz.”
* Dedi ki mesela; “En geç iki ay içinde yaklaşık 3 yıllık bir program açıklayacağız.”
Bakan Ziya Selçuk’u başından sonuna kadar dinledim, izledim.
Gizemli bir adam… Merak ettiriyor. “Acaba ağzından nasıl bir kelime çıkacak, ne türden bir cümle kuracak?” diye bekliyorsunuz. “Regülasyon”, “imtidad”, “inovasyon”, “ekosistem, “endemik” gibi birkaç kelime hariç kullandığı kelimeler, cümleler esasen izaha muhtaç değil, anlaşılır…
Hafiften bir poker oyuncusu havası da var, hani; elindeki kartı belli etmeyen, renk vermeyen bir tarzı... Yüz ifadesi soğuk. Mimikleri donuk. Ama dingin... Bu dinginliğinin ve rahatlığının nedeni yeni sistem gereği “seçmene hesap verme zorunluluğunun kalkması” olabilir mi, acaba? Ne de olsa milletvekili değil, seçmenle karşı karşıya kalmayacak... Ama şu izlenimimi aktarmazsam dilim şişer; konuşmasının ve soru cevap kısmının hitama ermesinin ardından kendi kendime dönüp şu soruları sordum; “Ya, Bakan Bey ne demek istedi? Somut olarak ne söyledi, ne vaat etti? Neleri kaldıracağını, yeni neleri getireceğini ifade etti? Ne anladın sen bu cümlelerden?” Sonra dönüp kendime cevap verdim; birkaç husus hariç, “Hiiiç! Hiçbir şey!” Ama haksızlık da etmek istemem; İyi niyeti korumak adına, yeni yönetimlere, yeni bakanlara en azından belli bir süre vermek âdettendir, gelenektendir, genel teamüldür… Bekleyip göreceğiz… En azından bir 3 ay...
PEKİ, BUNLAR NE OLACAK SAYIN BAKAN?
* Okullardaki ahlak ve maneviyat erozyonu ne olacak?
* Okullarda disiplin diye bir şey kalmadı. Öğrenci öğretmeni takmıyor. Öğretmenler koridorlarda dövülüyor. Bu nasıl düzelecek?
* Kötü alışkanlıklar ilkokul çağına kadar indi. Bu sorunu nasıl aşacağız?
* Eğitim, yap-boz tahtasına döndü. Bundan geri dönüş nasıl olacak?
* Sınıflar hâlâ çok kalabalık. Bu nasıl çözülecek?
* En önemlisi de “sendikalıyım” diye dersi eken, okula gelmeyip eyleme giden, nöbet tutmayan ve tüm bunlardan sonra da elini kolunu sallaya sallaya gezen öğretmenler var! Bu, görevini hakkıyla ifa eden öğretmenlere, daha da ötesinde “bihakkın eğitim almak isteyen” öğrencilere haksızlık değil mi?
Pusudaki İhanet, Truva Atı: “Fulbriht Eğitim Komisyonu”
Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Ziya Selçuk, aslında çok şeyler söyledi, ilk basın toplantısında;
* Dedi ki mesela; “Hiçbir öğrencimiz hiçbir velimiz sürprizle karşılaşmayacak. Oyunun ortasında kural değiştirmeyeceğiz.”
* Dedi ki mesela; “Bir çocuğun hayatına dokunmanın vebalini çok çok derinden hissetmedikçe, öğretmenlik mesleğini yapmanın önemi yok.”
* Dedi ki mesela; “Milli Eğitim Bakanı kendisi için bir şey yapmaz, gelecek için yapar.”
* Dedi ki mesela; “Biz sürekli yenilikler, reformlar getirmek istemiyoruz.”
* Dedi ki mesela; “Uzlaşma önemli, herkesi dinleyeceğiz.”
* Dedi ki mesela; “Çocuk neredeyse biz oradayız. Çocuklar günde ortalama 4 saati internette, sosyal medyada geçiriyor. Biz de bunu takip edeceğiz, yasaklamaktan bahsetmiyorum.”
* Dedi ki mesela; “Sosyal medyayı takip eden çok iyi bir ekip kurduk, oradan politika üretecek çok iyi bir veri elde edebiliriz.”
* Dedi ki mesela; “En geç iki ay içinde yaklaşık 3 yıllık bir program açıklayacağız.”
Bakan Ziya Selçuk’u başından sonuna kadar dinledim, izledim.
Gizemli bir adam… Merak ettiriyor. “Acaba ağzından nasıl bir kelime çıkacak, ne türden bir cümle kuracak?” diye bekliyorsunuz. “Regülasyon”, “imtidad”, “inovasyon”, “ekosistem, “endemik” gibi birkaç kelime hariç kullandığı kelimeler, cümleler esasen izaha muhtaç değil, anlaşılır…
Hafiften bir poker oyuncusu havası da var, hani; elindeki kartı belli etmeyen, renk vermeyen bir tarzı... Yüz ifadesi soğuk. Mimikleri donuk. Ama dingin... Bu dinginliğinin ve rahatlığının nedeni yeni sistem gereği “seçmene hesap verme zorunluluğunun kalkması” olabilir mi, acaba? Ne de olsa milletvekili değil, seçmenle karşı karşıya kalmayacak... Ama şu izlenimimi aktarmazsam dilim şişer; konuşmasının ve soru cevap kısmının hitama ermesinin ardından kendi kendime dönüp şu soruları sordum; “Ya, Bakan Bey ne demek istedi? Somut olarak ne söyledi, ne vaat etti? Neleri kaldıracağını, yeni neleri getireceğini ifade etti? Ne anladın sen bu cümlelerden?” Sonra dönüp kendime cevap verdim; birkaç husus hariç, “Hiiiç! Hiçbir şey!” Ama haksızlık da etmek istemem; İyi niyeti korumak adına, yeni yönetimlere, yeni bakanlara en azından belli bir süre vermek âdettendir, gelenektendir, genel teamüldür… Bekleyip göreceğiz… En azından bir 3 ay...
PEKİ, BUNLAR NE OLACAK SAYIN BAKAN?
* Okullardaki ahlak ve maneviyat erozyonu ne olacak?
* Okullarda disiplin diye bir şey kalmadı. Öğrenci öğretmeni takmıyor. Öğretmenler koridorlarda dövülüyor. Bu nasıl düzelecek?
* Kötü alışkanlıklar ilkokul çağına kadar indi. Bu sorunu nasıl aşacağız?
* Eğitim, yap-boz tahtasına döndü. Bundan geri dönüş nasıl olacak?
* Sınıflar hâlâ çok kalabalık. Bu nasıl çözülecek?
* En önemlisi de “sendikalıyım” diye dersi eken, okula gelmeyip eyleme giden, nöbet tutmayan ve tüm bunlardan sonra da elini kolunu sallaya sallaya gezen öğretmenler var! Bu, görevini hakkıyla ifa eden öğretmenlere, daha da ötesinde “bihakkın eğitim almak isteyen” öğrencilere haksızlık değil mi?
Pusudaki İhanet, Truva Atı: “Fulbriht Eğitim Komisyonu”
“BÖYLE BİR KOMİSYON YOK!” DİYEMEDİ!
Yeni Akit Gazetesi Ankara Haber Müdürü Muhammed Kutlu, basın toplantısında, Bakan Ziya Selçuk’a, “meşhur” ama bence “meşru” olmayan, kökü dışarda “Fulbriht Eğitim Komisyonu” hakkında son derece çarpıcı bir soru yöneltti. Kutlu, “1949 yılında, CHP tarafından, eğitimin Amerikan etkisine açıldığı, bunun da en büyük dayanaklarından birinin Fulbright Eğitim Komisyonu olduğu…” şeklinde basında çıkan haberleri hatırlattı. Ve, Bakan Selçuk’a, “Dış etkenlere nasıl baktığını” sordu. Bakan Selçuk’un verdiği cevap şöyle: “Elbette birtakım dışsal faktörler bazı şeyleri yapmamızı isteyecektir. Etkilemek isteyecektir. Ben onların kendi vazifelerini yaptıklarını düşünüyorum. Bizim de vazifemiz var. Bizim millete borcumuz var. İnanın bizim yüz sayfalık defterimiz varsa kıyısında bile, kıyısında bile böyle bir şey yok!”
Bakan Selçuk böyle söyledi, ama... Fulbright Eğitim Komisyonu’nu yıllarca önce ve sonrasında da yazan, duyuran, işleyen bir gazeteciyim.Bu köşede şunları yazdım (23 Eylül 2012, Millî Gazete):
“27 Aralık 1949 tarihinde, yani İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanlığı döneminde, Türk çocuklarının eğitimi resmen Amerikalılara teslim edildi. ABD ile imzalanan ikili anlaşma gereği, sekiz kişiden oluşan bir Eğitim Komisyonu kuruldu.
Bu komisyonun adı Fulbright Eğitim Komisyonu idi.
Sekiz üyeden dördü Amerikalı, dördü de Türk’tü.
Bu komisyonun görevi, Türk çocuklarının ilk, orta ve lisede okuyacağı derslerin müfredatını yani programlarını belirlemekti. Gençler bir ulusun geleceği demek değil midir Türk ulusunun geleceği olan gençlerin eğitimi, yarısı Amerikalılardan oluşan bir komisyona bırakılıyordu. Bu kadarla kalsa neyse, komisyon herhangi bir konuda karar verirken oylar 4 evet, 4 hayır çıkarsa ne olacaktı Çözüme bakınız; o tarihte Ankara’da bulunan Amerikan büyükelçisinin vereceği oy, belirleyici olacaktı…”
Bu konuda yazdıklarıma bugüne kadar resmi ağızlardan bir cevap gelmedi.
Bakan Ziya Selçuk’un soruya verdiği cevap da, “Böyle bir komisyon yoktur. Milli Eğitim Bakanlığı’nın böyle bir anlaşması bulunmamaktadır.” manasına -ne yazık ki- gelmiyor!
Bana öyle geliyor ki, Fulbriht Eğitim Komisyonu’nu bundan sonra da konuşmaya devam edeceğiz...
MAHİYE MORGÜL: Ziya Selçuk'a göre öğretmenlik mesleğinin varlık nedeni kalmadı
Öğretmenlik mesleğinin ontoloji meselesi... Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk “Öğretmenliğin ontoloji meselesi var” dedi. Bununla öğretmenlik mesleğinin varlık nedenini tartışmaya açtı. Artık bu mesleğe ihtiyaç kalmadığını söylüyor, ne demek istiyor? Bununla kendi fikrini mi söylüyor, yoksa küresel eğitim piyasasının beklentisini mi dillendiriyor? Ona göre, öğretmenlik mesleği hangi toplumsal ihtiyaçtan doğmuş idiyse şimdi o ihtiyaç ortadan kalktı. Bireysel tüketimin azami arttığı bir çağdayız, öğretmenlik mesleği de yeni tüketim toplumuna uyarlanacak, eğitim alan olarak pazara açılacak, dileyen parası kadar tüketecek, öğretmeni de devlet yetiştirmeyecek, çünkü ulus devletler eritiliyor, gibi bir yaklaşımla bakıyor. O nedenle varlık nedeni ortadan kalktı diyor.
Bunu kabul etmek mümkün mü?
Ziya Selçuk bir zamanlar “Gardner diyor ki zekâ çok parçalıdır” diye söze başlardı, şimdi bundan vazgeçmiş. “Gardner’in dönemi bitti, mizaçlara göre eğitime geçiyoruz” diyor. Buna göre öğretmen yetiştireceğini ilan ediyor. Mizaç, yani huy eğitimin merkezine getirilecekmiş.
Bu felsefeyle Amerika’da çocukları daha altı yaşındayken etiketliyorlar. Eğitimle sağlanan kişilik gelişimi diye bir şey ortadan kalkıyor. “Eğitim yok bilgiye erişim var” demesi ondan. Çocuk bahçeden elini uzatıp bir elma aşırmışsa ömür boyu hırsız damgasıyla yüzyüze gelir orada. Çok acımasız sistemdir ABD eğitimi. Anlıyoruz ki öğretmene vereceği yeni sertifika kursunda çocuğu mizaçlara etiketlemeyi öğretecekler onlara. Öğretmenlik bu hale getirilemez!.
Sormak lazım; toplumda ne değişti de öğretmende aranan vasıflar da değişti?
Sormak lazım; Eğitim Fakültelerine gerek kalmadı mı da sertifikasını bakanlık verecek?
Bu ihtiyaç nerden doğmuş olabilir, bunları TV konuşmalarının içinde satır aralarında okuyabilirsiniz.
Bkz: www.youtube.com/watch?v=WhmHTZKO2_c // www.youtube.com/watch?v=YV6e3tTihsk
Yani artık “Psikolog H.Gardner diyor ki zekâ sekiz parçalıdır” diyene değil de, “Rehberlikçi Ziya Selçuk diyor ki çocuğun 9 mizacı vardır” diyene sertifika verilecek.
“Bilgi çağına geçtik, en değerli şey şimdi bilgi. Bilgiye nereden ve nasıl eriştiğiniz önemli değildir” diyordu.“Konstraktif yaklaşımla öğrenme” diyordu, internetten de erişim yolları var artık, parasını vererek her yoldan bilgi satın alınabilir, bilgi çağına geçtik en değerli şey bilgidir, diyordu. Yani “ders kitaplarından bilgiyi onun için yok ettik, parasını veren istediği yerden satın alsın” demek gibi bir şeydi bu. Bilgiye erişim öne çıkartılırsa öğretmen tayin etmeye ne gerek kalır, işte ana mesele bunda, bunu anlatmanın kılıfını bulması lazımdı, buldu, ontoloji sorunu var diye ortaya bir laf attı.
Eğer öğretmenlik mesleğinin ontoloji meselesi varsa Milli Eğitimin de varlık sorunu var demektir, bir sonraki adımda orası var demektir. “Öğretmenlik mesleğinin ne gereği var” diyor.
Cumhuriyetin ilk yıllarında milli üretim ve tüketimin bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmasıyla eğitimde yaşadığımız patlamayı düşünün. Sümerbank’ın hangi ihtiyaçtan kurulduğunu, yani varlık nedenini düşünün. Kapandığı dönemi hatırlayın; Sümerbank’ın üretiminin durdurulması için planlar yapıldı, makineleri eskidi kaldıralım gibi sudan sebeplere bağlandı, “ontoloji meselesi” tartıştırıldı bize. “Dışarıdan satın alıyoruz, artık gereği yok, varlık nedeni ortadan kalktı, kapatalım bitsin” dediler. Benzerlikleri görelim. “Şimdi bilgiyi internetten alıyoruz, kapatalım okulları bitsin” demekle aynı. Bu modelin öğretmen ihtiyacı farklıdır. Ona getiriyorlar.
MEB Öğretmen Akademisi bunun için açılıyor. Özel Öğretmen Akademileri patır patır açılmaya başladı bile, koçluk, liderlik, öğreticilik sertifikaları veriyorlar. Etrafınıza şöyle bir göz atın, ilkokula başlar başlamaz küçücük çocuğa ev öğretmeni geliyor, birden bu sistem yayılmaya başladı göreceksiniz. Kendi başına evden çıkıp etüt merkezine gidemeyecek kadar küçük olan çocuklara sertifikalı birileri “koçluk” yapıyorlar. Evde ödev yaptıran koçlar göreceksiniz, bahçe oyunları yaptıran koçlar, evde okuma yazma ödevi yaptıran koçlar, evde elif-ba öğreten koçlar ...
Etüt merkezleri de bunun için kapanıyor. Oralarda çalışan eski sınıf öğretmenleri de akademilere koşup koçluk sertifikası almak zorundalar. Yani, öğretmenlik diplomaları tarihe karışıyor. Ziya Selçuk’un deyimiyle “öğretmenlik mesleğinin ontoloji meselesi var” ve bu hal özellikle yaratıldı. SPAN şirketi bu yüzden buralara getirilmişti. İngilizce öğreticiliği de böyle olacak, bu ders okul dışına alınacak, telaffuz edildi. Resim, Müzik, Beden Eğitimi, Din Kültürü, İngilizce, Bilgisayar var sırada. Sonra listede gördüğünüz görmediğiniz pek çok ders... Bu dersleri seçen çocuk branş öğretmeninden ders almak zorunda değildir. Bakın, camiden bir imam çıkıp, hem de aynı kıyafetle, okulun sınıfına girerek Seçmeli Değerler Eğitimi dersini verebiliyor. Bu daha da yayılacak.
İlgi, yetenek ve mizacına göre seçmeli dersler geliyor
Rehberlik Uzmanı Ziya Selçuk 2004 yılında Talim Terbiye Kurulu başkanı olarak görev yaparken Piyasaya Göre eğitim Modeline geçişi hazırlamakla görevli SPAN Eğitim Danışmanlarıyla beraber çalıştı. SPAN şirketinin görevi Türk Milli Eğitimini aşamalar halinde kamucu eğitimden piyasacı eğitim sistemine geçirmekti görevi. 2023’ü hedef seçmişlerdi; o yıla kadar eğitim hizmetlerinde milli devlet tasfiye edilmiş piyasacı sisteme geçilmiş olacaktı. SPAN planına göre, devlet daha az öğretmen çalıştıracak, devlet kendi eğitim yükünü veliye devrederek eğitime daha az harcama yapacak, veli parası kadar eğitim hizmeti satın alacak ve bunun kılıfı da herkes çocuğuna aynı eğitimi almak zorunda değildir diye açıklanacak, vb. Böylece kamucu devletin yerini piyasacı devlet alacak, memur kadroları azalacak, eğitim külfeti ya özel okullaşma biçiminde ya da ders başına piyasa kurslarına aktarılarak devletin asli görevi olmaktan çıkartılacak.
Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk şimdi diyor ki;
- Müfredat, çocuklarımızın ilgi, yetenek ve mizaçlarına göre düzenleniyor.
- Zorunlu ders saat ve çeşitleri azalıyor.
- Özel yetenekli çocuklar için müfredatta seçmeli dersler geliyor.
Sayın Selçuk’un bu söylediği “ilgi, yetenek ve mizaçlarına göre” derslerin çizelgesinin bir kopyası 2004 yılında Cumhuriyet Gazetesinde aşağıdaki belgesiyle yayınlanmıştı. Talim terbiye Kurulu Başkanlığının Önerdiği Dersler listesine ve ders saatlerine dikkatle bakalım. 2018’de Milli Eğitim Bakanı olacağını biliyordu da mı bu çizelgeyi hazırlamıştı...M.Morgül (02 Kasım 2018)
Yeni Akit Gazetesi Ankara Haber Müdürü Muhammed Kutlu, basın toplantısında, Bakan Ziya Selçuk’a, “meşhur” ama bence “meşru” olmayan, kökü dışarda “Fulbriht Eğitim Komisyonu” hakkında son derece çarpıcı bir soru yöneltti. Kutlu, “1949 yılında, CHP tarafından, eğitimin Amerikan etkisine açıldığı, bunun da en büyük dayanaklarından birinin Fulbright Eğitim Komisyonu olduğu…” şeklinde basında çıkan haberleri hatırlattı. Ve, Bakan Selçuk’a, “Dış etkenlere nasıl baktığını” sordu. Bakan Selçuk’un verdiği cevap şöyle: “Elbette birtakım dışsal faktörler bazı şeyleri yapmamızı isteyecektir. Etkilemek isteyecektir. Ben onların kendi vazifelerini yaptıklarını düşünüyorum. Bizim de vazifemiz var. Bizim millete borcumuz var. İnanın bizim yüz sayfalık defterimiz varsa kıyısında bile, kıyısında bile böyle bir şey yok!”
Bakan Selçuk böyle söyledi, ama... Fulbright Eğitim Komisyonu’nu yıllarca önce ve sonrasında da yazan, duyuran, işleyen bir gazeteciyim.Bu köşede şunları yazdım (23 Eylül 2012, Millî Gazete):
“27 Aralık 1949 tarihinde, yani İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanlığı döneminde, Türk çocuklarının eğitimi resmen Amerikalılara teslim edildi. ABD ile imzalanan ikili anlaşma gereği, sekiz kişiden oluşan bir Eğitim Komisyonu kuruldu.
Bu komisyonun adı Fulbright Eğitim Komisyonu idi.
Sekiz üyeden dördü Amerikalı, dördü de Türk’tü.
Bu komisyonun görevi, Türk çocuklarının ilk, orta ve lisede okuyacağı derslerin müfredatını yani programlarını belirlemekti. Gençler bir ulusun geleceği demek değil midir Türk ulusunun geleceği olan gençlerin eğitimi, yarısı Amerikalılardan oluşan bir komisyona bırakılıyordu. Bu kadarla kalsa neyse, komisyon herhangi bir konuda karar verirken oylar 4 evet, 4 hayır çıkarsa ne olacaktı Çözüme bakınız; o tarihte Ankara’da bulunan Amerikan büyükelçisinin vereceği oy, belirleyici olacaktı…”
Bu konuda yazdıklarıma bugüne kadar resmi ağızlardan bir cevap gelmedi.
Bakan Ziya Selçuk’un soruya verdiği cevap da, “Böyle bir komisyon yoktur. Milli Eğitim Bakanlığı’nın böyle bir anlaşması bulunmamaktadır.” manasına -ne yazık ki- gelmiyor!
Bana öyle geliyor ki, Fulbriht Eğitim Komisyonu’nu bundan sonra da konuşmaya devam edeceğiz...
MAHİYE MORGÜL: Ziya Selçuk'a göre öğretmenlik mesleğinin varlık nedeni kalmadı
Öğretmenlik mesleğinin ontoloji meselesi... Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk “Öğretmenliğin ontoloji meselesi var” dedi. Bununla öğretmenlik mesleğinin varlık nedenini tartışmaya açtı. Artık bu mesleğe ihtiyaç kalmadığını söylüyor, ne demek istiyor? Bununla kendi fikrini mi söylüyor, yoksa küresel eğitim piyasasının beklentisini mi dillendiriyor? Ona göre, öğretmenlik mesleği hangi toplumsal ihtiyaçtan doğmuş idiyse şimdi o ihtiyaç ortadan kalktı. Bireysel tüketimin azami arttığı bir çağdayız, öğretmenlik mesleği de yeni tüketim toplumuna uyarlanacak, eğitim alan olarak pazara açılacak, dileyen parası kadar tüketecek, öğretmeni de devlet yetiştirmeyecek, çünkü ulus devletler eritiliyor, gibi bir yaklaşımla bakıyor. O nedenle varlık nedeni ortadan kalktı diyor.
Bunu kabul etmek mümkün mü?
Ziya Selçuk bir zamanlar “Gardner diyor ki zekâ çok parçalıdır” diye söze başlardı, şimdi bundan vazgeçmiş. “Gardner’in dönemi bitti, mizaçlara göre eğitime geçiyoruz” diyor. Buna göre öğretmen yetiştireceğini ilan ediyor. Mizaç, yani huy eğitimin merkezine getirilecekmiş.
Bu felsefeyle Amerika’da çocukları daha altı yaşındayken etiketliyorlar. Eğitimle sağlanan kişilik gelişimi diye bir şey ortadan kalkıyor. “Eğitim yok bilgiye erişim var” demesi ondan. Çocuk bahçeden elini uzatıp bir elma aşırmışsa ömür boyu hırsız damgasıyla yüzyüze gelir orada. Çok acımasız sistemdir ABD eğitimi. Anlıyoruz ki öğretmene vereceği yeni sertifika kursunda çocuğu mizaçlara etiketlemeyi öğretecekler onlara. Öğretmenlik bu hale getirilemez!.
Sormak lazım; toplumda ne değişti de öğretmende aranan vasıflar da değişti?
Sormak lazım; Eğitim Fakültelerine gerek kalmadı mı da sertifikasını bakanlık verecek?
Bu ihtiyaç nerden doğmuş olabilir, bunları TV konuşmalarının içinde satır aralarında okuyabilirsiniz.
Bkz: www.youtube.com/watch?v=WhmHTZKO2_c // www.youtube.com/watch?v=YV6e3tTihsk
Yani artık “Psikolog H.Gardner diyor ki zekâ sekiz parçalıdır” diyene değil de, “Rehberlikçi Ziya Selçuk diyor ki çocuğun 9 mizacı vardır” diyene sertifika verilecek.
“Bilgi çağına geçtik, en değerli şey şimdi bilgi. Bilgiye nereden ve nasıl eriştiğiniz önemli değildir” diyordu.“Konstraktif yaklaşımla öğrenme” diyordu, internetten de erişim yolları var artık, parasını vererek her yoldan bilgi satın alınabilir, bilgi çağına geçtik en değerli şey bilgidir, diyordu. Yani “ders kitaplarından bilgiyi onun için yok ettik, parasını veren istediği yerden satın alsın” demek gibi bir şeydi bu. Bilgiye erişim öne çıkartılırsa öğretmen tayin etmeye ne gerek kalır, işte ana mesele bunda, bunu anlatmanın kılıfını bulması lazımdı, buldu, ontoloji sorunu var diye ortaya bir laf attı.
Eğer öğretmenlik mesleğinin ontoloji meselesi varsa Milli Eğitimin de varlık sorunu var demektir, bir sonraki adımda orası var demektir. “Öğretmenlik mesleğinin ne gereği var” diyor.
Cumhuriyetin ilk yıllarında milli üretim ve tüketimin bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmasıyla eğitimde yaşadığımız patlamayı düşünün. Sümerbank’ın hangi ihtiyaçtan kurulduğunu, yani varlık nedenini düşünün. Kapandığı dönemi hatırlayın; Sümerbank’ın üretiminin durdurulması için planlar yapıldı, makineleri eskidi kaldıralım gibi sudan sebeplere bağlandı, “ontoloji meselesi” tartıştırıldı bize. “Dışarıdan satın alıyoruz, artık gereği yok, varlık nedeni ortadan kalktı, kapatalım bitsin” dediler. Benzerlikleri görelim. “Şimdi bilgiyi internetten alıyoruz, kapatalım okulları bitsin” demekle aynı. Bu modelin öğretmen ihtiyacı farklıdır. Ona getiriyorlar.
MEB Öğretmen Akademisi bunun için açılıyor. Özel Öğretmen Akademileri patır patır açılmaya başladı bile, koçluk, liderlik, öğreticilik sertifikaları veriyorlar. Etrafınıza şöyle bir göz atın, ilkokula başlar başlamaz küçücük çocuğa ev öğretmeni geliyor, birden bu sistem yayılmaya başladı göreceksiniz. Kendi başına evden çıkıp etüt merkezine gidemeyecek kadar küçük olan çocuklara sertifikalı birileri “koçluk” yapıyorlar. Evde ödev yaptıran koçlar göreceksiniz, bahçe oyunları yaptıran koçlar, evde okuma yazma ödevi yaptıran koçlar, evde elif-ba öğreten koçlar ...
Etüt merkezleri de bunun için kapanıyor. Oralarda çalışan eski sınıf öğretmenleri de akademilere koşup koçluk sertifikası almak zorundalar. Yani, öğretmenlik diplomaları tarihe karışıyor. Ziya Selçuk’un deyimiyle “öğretmenlik mesleğinin ontoloji meselesi var” ve bu hal özellikle yaratıldı. SPAN şirketi bu yüzden buralara getirilmişti. İngilizce öğreticiliği de böyle olacak, bu ders okul dışına alınacak, telaffuz edildi. Resim, Müzik, Beden Eğitimi, Din Kültürü, İngilizce, Bilgisayar var sırada. Sonra listede gördüğünüz görmediğiniz pek çok ders... Bu dersleri seçen çocuk branş öğretmeninden ders almak zorunda değildir. Bakın, camiden bir imam çıkıp, hem de aynı kıyafetle, okulun sınıfına girerek Seçmeli Değerler Eğitimi dersini verebiliyor. Bu daha da yayılacak.
İlgi, yetenek ve mizacına göre seçmeli dersler geliyor
Rehberlik Uzmanı Ziya Selçuk 2004 yılında Talim Terbiye Kurulu başkanı olarak görev yaparken Piyasaya Göre eğitim Modeline geçişi hazırlamakla görevli SPAN Eğitim Danışmanlarıyla beraber çalıştı. SPAN şirketinin görevi Türk Milli Eğitimini aşamalar halinde kamucu eğitimden piyasacı eğitim sistemine geçirmekti görevi. 2023’ü hedef seçmişlerdi; o yıla kadar eğitim hizmetlerinde milli devlet tasfiye edilmiş piyasacı sisteme geçilmiş olacaktı. SPAN planına göre, devlet daha az öğretmen çalıştıracak, devlet kendi eğitim yükünü veliye devrederek eğitime daha az harcama yapacak, veli parası kadar eğitim hizmeti satın alacak ve bunun kılıfı da herkes çocuğuna aynı eğitimi almak zorunda değildir diye açıklanacak, vb. Böylece kamucu devletin yerini piyasacı devlet alacak, memur kadroları azalacak, eğitim külfeti ya özel okullaşma biçiminde ya da ders başına piyasa kurslarına aktarılarak devletin asli görevi olmaktan çıkartılacak.
Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk şimdi diyor ki;
- Müfredat, çocuklarımızın ilgi, yetenek ve mizaçlarına göre düzenleniyor.
- Zorunlu ders saat ve çeşitleri azalıyor.
- Özel yetenekli çocuklar için müfredatta seçmeli dersler geliyor.
Sayın Selçuk’un bu söylediği “ilgi, yetenek ve mizaçlarına göre” derslerin çizelgesinin bir kopyası 2004 yılında Cumhuriyet Gazetesinde aşağıdaki belgesiyle yayınlanmıştı. Talim terbiye Kurulu Başkanlığının Önerdiği Dersler listesine ve ders saatlerine dikkatle bakalım. 2018’de Milli Eğitim Bakanı olacağını biliyordu da mı bu çizelgeyi hazırlamıştı...M.Morgül (02 Kasım 2018)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)