ABDÜLHAMİT
HAN’IN ŞAM DEVLETİ
Dünya
üçüncü bin yıla doğru ilerlerken üçüncü dünya savaşını birileri Suriye’de
yaşanmakta olan savaş sürecinden çıkartmaya çalışmaktadır.
Birçok
merkez ve uzman bu konuda düşüncelerini dile getirirken, bu bölgenin tarihsel
geçmişini ve bugüne gelen mirasını ele alarak dünyanın geleceğini
tartışmaktadırlar. Dünya tarihi içinde Orta Doğu’nun geçmişi ele alınarak
irdelenirken, Suriye’nin de geçmişi didik didik edilmekte ve geçmiş dönemlerden
bugüne uzanan bir zaman dilimi içinde bu ülkenin haritası ve jeopolitik konumu
yeniden belirlenmeye çalışılmaktadır. Türkiye cumhuriyetinin güney
sınırlarından başlayan bu ülkenin geçmişi, bütün bölgeyi ilgilendirdiği gibi en
uzun sınırlara sahip olduğu Türkiye’yi de yakından ilgilendirmektedir.
Türkiye’nin hemen güneyinde yer alan bu ülke açısından da Türkiye Cumhuriyeti
bu ülkenin kuzey komşusu olarak haritada yer almaktadır. Dokuz yüz kilometrelik
bir ortak sınır bu iki ülkenin kaderini bir araya getirmekte ve her iki ülkede
kendi geleceği ve güvenliği açısından birbirini yakından izlemek zorunda
kalmaktadır. Bu çerçevede Suriye’de cereyan etmekte olan iç savaş her yönü ile
Türkiye’yi yakından ilgilendirmekte, Türk devletinin bu ülkeye olan komşu
konumundan bütün emperyalist devletler yararlanmak istemekte ve kendi emperyal
planları doğrultusunda Türkiye’yi ve Türkleri savaş senaryoları doğrultusunda
kullanmaya çalışmaktadırlar. Bu doğrultu da, son zamanlarda Türkiye’nin başlıca
meselelerinden birisi haline gelen Suriye sorunun çözümü için bu ülke ile
ilgili olan bütün gerçeklerin ortaya konulması gerekmektedir.
ABD’nin
Büyük Orta Doğu, İsrail’in Büyük İsrail, Avrupa Birliğinin ise Büyük Avrupa
planları doğrultusunda merkezi coğrafya haritasının yeniden çizilmeye
başlandığı yeni dönemde, önce Irak’ta ve daha sonraları da on yıllık bir kısa
dönem içerisinde Arap baharı provokasyonları sonrasında Suriye de iç savaş
çıkartılmış ve Türkiye’nin güney sınırlarında yer alan bu iki komşu devlet ve
ülke yıkılmaya çalışılmıştır.
Tarihin
çeşitli dönemlerinde bazen aynı devletin çatısı içinde yer alan bu üç ülke
zaman zaman da merkezi coğrafyanın jeopolitik konumu nedeniyle karşıt devletler
çatısı içinde yer aldıklarında birbirleriyle savaşlara sürüklenmek zorunda
kalmışlardır. Bezen merkezi alanın ortak kaderi bu üç ülkeyi benzer bir yöne
doğru çekmiş, bazen da doğu-batı yada kuzey-güney ekseninde gündeme gelen
siyasal gelişmeler, orta dünya ülkelerini birbirine karşıt konumlara
getirmiştir. Türkiye topraklarında tarih sahnesine Selçukluya da Osmanlı
İmparatorluğu gibi ortaya çıkan devletler güneye doğru inerek Irak ve Suriye
bölgelerini de hegemonyaları altına alabilmişlerdir. Bazen de bunun tersi
olmuş, Irak’ta kurulan Bağdat merkezli Abbasi imparatorluğu kuzeye çıkarak
Anadolu yarımadasını da kendi hegemonya alanına dönüştürebilmiştir. Abbasi
hanedanın çöküşü üzerine İslam coğrafyasının yönetimi Şam’a kayınca, bu kez de
Suriye’de Emevi imparatorluğu kurulmuş ve bu devlette kendi hegemonyası doğrultusunda
kendi kuzeyinde yer alan Anadolu yarımadasını kontrol altına alabilmek üzere,
tıpkı Abbasi devleti gibi zaman zaman kuzeye doğru askeri seferler
düzenlemiştir. Bu nedenle, her üç ülkenin tarihinde ortak yönler fazlasıyla
çoktur ve bu gibi benzerlikler, bugün üç ayrı ülke olarak tarih sahnesinde yer
alan bu merkezi alan ülkelerini siyasal etkilenme sürecine itmiştir. Merkezi
alanın tam ortasında yer alan bu üç ülkenin ortak geçmişi geleceğe dönük bir
benzer yapılanma arayışını günümüzde bölgeye dayatmaktadır. Bu ülkelerin
birbirleriyle etnik ve dinsel kavgalara sahne olmaları geçmişten gelen
birikimin sonucudur.
Osmanlı
İmparatorluğu üç yarımada üzerinde kurulu bulunan bir merkezi dünya devleti
idi.
Kuzey ve
orta Asya’dan gelen Türkmen toplulukları Selçuklu İmparatorluğu döneminde,
Azerbaycan üzerinden Irak ve Suriye’ye yerleşirlerken, aynı dönemde Anadolu
yarımadası üzerine de giderek bu bölgeye de yerleşmişlerdir. Horasan bölgesini
merkez tutan Selçuklular İran ile beraber Irak, Suriye ve Anadolu yarımadasını
da yerleşerek buraları yeni yurtları haline getirmişlerdir. Arap yarımadasında
yer alan Irak ve Suriye ülkeleri ile birlikte, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti
devletinin kurulu bulunduğu Anadolu yarımadası da Türklerin hegemonyası altına
girmiştir. Selçuklu devleti Hazar bölgesinden gelen Türk boyları ile
kurulurken, aynı dönemde Asya ve Avrupa’dan gelen akınlar fazlasıyla etkili
olduğu için, Selçuklu İmparatorluğu çok fazla dayanamayarak parçalanmak zorunda
kalmıştır. Selçukluların İran, Irak ve Suriye bölgelerinde etkinliklerini
yitirmelerine rağmen Anadolu’da son olarak ayakta kalan Anadolu Selçuklu
Devleti daha uzun bir süre direnerek Anadolu yarımadasının Türkleşmesini
sağlamıştır. Anadolu Selçuklu devletinin de bir süre sonra yıkılmak zorunda
kalması üzerine, bu yarımada da yaşayan Türk boyları bu kez Osmanlı devleti
olarak ortaya çıkarak yeniden bir Türk hegemonyasını merkezi alanda
geliştirmeye yönelmişlerdir. Türkler yeni imparatorluğun çatısı altında önce
Anadolu yarımadasında egemenliklerini kurmuşlar, daha sonraki aşamada ise suyun
karşı yakasına geçerek Balkan yarımadasına ayak basmışlardır. Uzun süren savaşlar
sonucunda Avrupa kıtasının ortalarına kadar Balkan yarımadasını fetheden
Türkler, merkezi coğrafyadaki ikinci yarımadayı da ele geçirmişlerdir. Balkanlar
bölgesinin ele geçirilmesi, Osmanlı devletinin merkezi alanda güçlü bir devlet
olarak yedi yüzyıl varlığını sürdürmesini sağlamıştır.
Osmanlı
devletinin hegemonya kurduğu üçüncü yarımada Arap yarımadası olmuştur.
Anadolu
merkez haline gelirken, Balkanlar hegemonyanın batı ucunu oluşturuyor ve
imparatorluğun gücü daha sonraki aşamada güneye doğru uzanırken, Osmanlılar
Arap yarımadasının tamamını ele geçirdikten sonra, bir de Afrika kıt'asının
kuzey bölgelerini de kendi otoritesi altına alarak dünyanın en büyük devleti
haline geliyordu. Bugün Irak ve Suriye de devam etmekte olan iç savaşlarda,
Selçuklu ve Osmanlı imparatorluklarından kalan siyasal mirasın bölüşümü kavgası
sürüp gitmektedir. Batı emperyalizmi tarafından kışkırtılan Arap baharı
olayları Irak ve Suriye’yi iç savaşlar üzerinden yeni bir savaş dönemine
sürüklerken, Balkan ve Arap yarımadaları üzerinde yer alan Anadolu yarımadası
üzerinde Türkiye Cumhuriyeti devletinin geleceği tartışma alanına girmiştir.
Avrupa kıtası üzerinde sürekli olarak batılı emperyalist güçler ile çekişmek ve
savaşmak zorunda kalan Osmanlı devleti, Balkan yarımadası içinde yer alan küçük
toplulukların Balkanizasyon adı altında dağılmaya doğru yönlendirilmesiyle önce
dağılmaya başlamış ve daha sonra da Birinci Dünya Savaşı ile birlikte çökerek
dünya haritasından çekilmiştir. Osmanlı imparatorluğunu meydana getiren üç
büyük yarım adadan Balkan yarımadası yirminci yüzyılın başlarında ayaklanmalara
sahne olunca, Osmanlı devleti bu yarımada üzerindeki hegemonyasını yeniden
tesis edememiş ve üst üstü iki kez gündeme gelen Balkan savaşlarının
yitirilmesiyle birlikte, üç kıta arasındaki Türk imparatorluğu olarak Osmanlı
devletinin çöküş süreci başlamıştır. Üç yarımada sonrasında Kuzey Afrika kıtasını
da ele geçirmiş olan Osmanlı hegemonyası, Akdenizi tıpkı Roma imparatorluğu
döneminde olduğu gibi bir iç deniz haline getirmiştir. On dokuzuncu yüzyılın
başlarında Yunanistan’ın Osmanlı imparatorluğundan koparak bağımsız devlet
olmasıyla başlayan Balkanizasyon sürecinde, Balkan ülkeleri teker teker
bağımsız devlet olmaya doğru yönlendirilerek, merkezi alandaki Osmanlı
hegemonyasına son verilmek istenmiştir. Balkan yarımadasının bütünüyleelden
çıkmasına neden olan Balkanizasyon oluşumu bir imparatorluğu dağıtırken, Osmanlı
yönetimini yeni arayışlara itmiş ve bu devletin Balkan yarımadası koptuktan
sonra devam edebilmesi için yeni arayışlar kendiliğinden gündemegelince zamanın
Osmanlı padişahı Abdülhamit yeni bir alternatif arayışını öne çıkarmıştır.
Balkanların
ayaklanması sonrasında Kafkasya bölgesinin de Rus Çarlığının işgali altına
girmesi Osmanlı yönetimini heptenyok olmak gibi bir çıkmaz ile karşı karşıya
bırakması üzerine zamanın imparatoru II. Abdülhamit, birinci yarımadanın elden
çıkışı sonrasında geride kalan iki yarımadayı bir arada tutacak yeni bir devlet
yapılanması arayışı içine girdiği görülmüştür.
Anadolu ve
Arap yarımadalarını bir arada tutabilecek yeni imparatorluk yapılanmasının
merkezinin jeopolitik olarak iki yarımada arasında ve tam bir kesişme noktası
üzerinde kurulması gerektiği için, iki yarımada üzerinde eskiden egemenlik
kurmuş olan Emevi İmparatorluğu benzeri bir oluşuma gidilmesi, yeni bir
alternatif olarak öne çıkınca, Abdülhamit İstanbul’u bırakarak Şam’ı
imparatorluğun merkezi yapmaya yönelmiştir... Üçkıtanın kesişme noktasındaki
bir boğaz üzerinde uzanıp giden İstanbul’un orta dünya imparatorluğu alanında
başkent olarak kalabilmesi için jeopolitik açıdan Balkan yarımadasının Osmanlı
çatısı altından çıkmaması gerekiyordu. Balkanları kaybeden ve elinden çıkaran
Osmanlı İmparatorluğunda İstanbul kenti merkezi konumunu yitiriyor ve Anadolu
yarımadasının ucunda, Arap yarımadasına çok uzak bir mesafede kalıyordu.
Rusya’nın Kafkasya bölgesini ele geçirdikten sonra tam Orta Doğu’ya doğru
inmeye yönelmesi aşamasında, Fransa’yı yanına alan Britanya İmparatorluğu
Kıbrıs adasına gelip yerleşerek merkezi alanın hegemonyasını Müslüman olmayan
bir emperyal güç olarak tesis ederken, orta dünyadaki İslam egemenliğini açıktan
tehdit ediyordu. Kuzeyden gelen Hıristiyan tehdidi olarak Rusya’nın önünün
kesilebilmesi için, batı emperyalizminin o dönemdeki başlıca temsilcisi olan Britanya
İmparatorluğu Kıbrıs’ı işgal ederek ve bu ada üzerinden merkezi coğrafyaya
yayılarak, orta dünyadaki Türk ve Müslüman hegemonyasını tehdit ediyordu.
Avrupa
kıtasında Fransız devrimi sonrasındadevletler ulusal yapılanmaya dönüşürken,
devletsiz kalan Yahudiler Budapeştemerkezli geliştirdikleri Siyonizm akımı
doğrultusunda kendilerine bir yurtararken, I898 yılında İsviçre’nin
Baselkentinde toplanarak örgütledikleri ilk Siyonist kongre de
Filistin’iYahudilerin anayurdu ilan ederek, Avrupalı Hıristiyanların ele
geçirmeyeyöneldikleri merkezi coğrafyanın tam ortasında, bu kez tarihte iki kez
kurulmuşolan Yahudi devletinin devamı olarak bir üçüncü Siyonist devleti
Filistintopraklarında ilan etmeye hazırlanıyorlardı.
Thedor
Herzl gibi bir Macar Yahudisininöncülüğünde örgütlenen Yahudi devleti
girişimini temsil eden bir heyet, Osmanlıpadişahı Abdülhamit’i ziyaret ederek
Filistin topraklarını İsrail’i kurmak içinistemişler ama padişahın bunu ret
ederek o topraklarda bütün Osmanlı tabasınınhakkı olduğunu ileri sürmesi
üzerine, Siyonist örgütün ikinci heyeti yenidenAbdülhamit’i ziyaret ederek
Filistin’i vermiyorsa Kıbrıs adasını Yahudikrallığı kurulabilmesi için
Siyonistlere teslim edilmesini talep etmiştir. RuslarKafkaslardan Orta Doğu’ya
doğru inerken, Akdeniz üzerinden bölgeye girenİngiltere ve Fransa Balkan
ülkelerini ayaklandırarak Osmanlı İmparatorluğundankopmaya doğru sürüklerken,
Avrupa kıtasından Vatikan öncülüğünde kovulanYahudiler de Orta Doğu’ya gelerek
kendi devletlerini kendi din kitaplarında yazılıbulunan kutsal topraklar da
kurmaya yönelmeleri üzerine, üç cephe de birdenaynı dönemde savaşmak zorunda
kalan Abdülhamit, imparatorluğu dağılmaktankurtarmak üzere Balkanlar’da
etkisini yitirmiş olan Osmanlı devletinin merkeziniİstanbul kentinden
çıkartarak Şam kentine taşımaya yöneliyordu. Osmanlıdevletinin çöküş sürecinde
33 yıl gibi uzun bir süre imparatorluk koltuğunda oturan Abdülhamit, her türlü
saldırı ve işgal girişimi ile mücadele ederken, Osmanlı devletini geleceğe
dönük olarak yeniden kurmaya yöneliyordu. Bu yönü ile bir İslam imparatoru
olmasına rağmen çağdaş bir devlet adamı kimliğini ortaya koyan Abdülhamit,
birçok alanda reformlara ve benzeri yeniliklere yönelerek, batının gelişmiş
ülkeleri ile devletlerarası rekabete girmek için çaba harcıyor ve güçlenen
Avrupa emperyalizmi ile baş edebilmek için benzeri reformların Osmanlı
devletinde yapılmasını istiyordu.
Abdülhamit
zamanına kadar Osmanlı yönetimi Balkanlardaki Yahudi nüfusun baskı ve
yönlendirmeleriyle, Avrupa’nın Hrıstıyan yapılanmasına karşı emperyal bir denge
unsuru olarak devreye giriyor ve Hrıstıyan saldırılarına karşı güçlü bir doğu
devleti olarak varlığını sürdürebilmek üzere bütün yatırımlarını Balkan
yarımadasına doğru yapıyordu.
Roma
İmparatorluğu sonrasında ortaya çıkan Hrıstıyan–Yahudi kavgasının önce İsrail’i
yıkması, daha sonraki aşamadada iki bin yıl boyunca Avrupa kıtasını din
savaşları ile birçok kanlı olaya sürüklemesiüzerine, hem Hıristiyanlar hem de
Yahudiler güçlerini artırmak üzere, Avrupa kıtasının yanı başındaki merkezi
alan topraklarına yöneliyorlar ve bu bölgede kurulu bulunan merkezi
imparatorluk olarak Osmanlı devletinin varlığını tehdit ediyorlardı. Balkan
ülkelerinin büyük çoğunluğunun Hrıstıyan olması ve Endülüs sonrasında Balkan
yarımadasına büyük miktarda Yahudi göçleri olması nedeniyle, aslında Anadolu
toprakları üzerinden Asya kıtasında kurulmuş olan Osmanlı
devleti,Hıristiyan-Yahudi çekişmesi yüzünden Balkanları ana ülkesi yapıyordu.
Bu durumda Anadolu yarımadası geride kalıyor ve sürekli olarak bir arka ülke
muamelesi görüyordu. Arap yarımadası ise, iyice uzakta kaldığı için bu bölgeye
ara sıra askeri seferler düzenleniyor ama kalıcı hiçbir yatırım yapılamıyordu.
Anadolu bu durumda hiçbir yatırım yapılmayan boş bir alan olarak arka ülke
konumunda yüzyıllarca geride kalarak varlığını sürdürüyordu. Osmanlı devleti
Avrupa kıtasındaki Hrıstıyan-Yahudi çekişmesinde, Vatikan komutasındaki Hrıstıyan
yapılanmasının Avrupa’daki Yahudi varlığını yok etmesini önlemek üzere hem sürekli
olarak savaşıyor, hem de devlet yatırımlarını Balkanlara yaparak Avrupa kıtası
üzerinde güç kazanmaya öncelik veriyordu. Bugün Balkanlar bölgesi gezildiğinde
fazlasıyla Osmanlı eseri görülmesine rağmen, Anadolu toprakları üzerinde benzeri
bir durum görülmemekte, aksine Bizans ve Selçuklu eserlerine Anadolu yarımadasında
daha fazla rastlanılmaktadır.
Abdülhamit,
Osmanlı başkentini Balkanların yanı başındaki İstanbul’dan Orta Doğu’nun
merkezi kentlerinden Şam’a taşımaya karar verirken, geride kalan iki yarımadayı
bir arada tutabilmek üzere Anadolu yarımadasına yönelik önemli devlet
yatırımlarını öne çıkarıyordu.
Sahil
kentlerinde önemli limanlar, bu limanlar ile bağlantılı kara ve demiryolları,
Anadolucun batısından doğusuna kadar uzanan kara yolları boyunca telgraf
direkleri Abdülhamit döneminde yapılarak, Osmanlının arka ülkesi konumundaki
Anadolu yarımadası ön ülke konumuna getiriliyordu. İki Müslüman yarımadayı bir
araya getirerek, Hrıstıyan Avrupa emperyalizmi ile Yahudilerin dünya
hegemonyası planları doğrultusunda geliştirilen Siyonizm’e karşı çıkan
Abdülhamit, Anadolu bölgesine yapılan yatırımlar ile Küçük Asya denilen bu
bölgeyi dünyaya açıyor ve Balkanlar elden çıkarken, Anadolu üzerinden Arap
yarımadası üzerinde yeniden bir hegemonya tesis ederek, Osmanlı devletini
değişen koşullarda yaşatmaya çalışıyordu. Jeopolitik ve stratejiyi iyi bilen
bir padişah olan Abdülhamit dünya kavgasının doğuya doğru kaydığını görüyor ve
bu nedenle Balkanların elden çıktığını fark ederek bütün Asya kıtasına yönelik
bir strateji izleyerek, küçük Asya topraklarında modernleşme doğrultusunda
önlemlerini alıyordu. Emevi İmparatorluğunun başkenti olan Şam’ı yeniden
başkent olarak öne çıkartmak isteyen Abdülhamit, bu planı doğrultusunda Berlin-Bağdat
demiryolu projesini devreye sokarken, Alman devletinin gücünü İngiltere, Fransa
ve Rus devletlerine karşı kullanmaya çalışıyordu. Siyonizm’in Macaristan
merkezli devreye girmesinden sonra, Balkan Yahudilerinin Siyonizm’e doğru kayma
göstermesi üzerine Abdülhamit aynı zaman İslam halifesi olduğu için, bir halife
olarak İslam’ın yeniden güçlü bir biçimde örgütlenmesini gündeme getiriyor ve
bu yüzden de Osmanlı ülkesinde yaşayan gayrimüslim ve Levanten kesimlerin çok
büyük tepkilerini çekerek iktidarını tehlikeye atıyordu. Balkanlardaki Hrıstıyan
nüfusun Vatikan ile işbirliği yapması üzerine Abdülhamit bir İslam halifesi
olarak İslamcın güçlendirilmesine çalışıyor ve eski Emevi devletinin başkenti
olan Şam kentinde Osmanlı İmparatorluğunu yeniden kurmaya hazırlanıyordu.
Balkan
ülkeleri teker teker Osmanlı imparatorluğundan koparken, Balkanlardaki son
Osmanlı merkezlerinden birisi olan ve daha sonraki aşamada bir Yunan kenti
haline gelen Selanik kenti sahip olduğu Balkan ve Avrupa birikimi ile tam bu
aşamada devreye girerek, Abdülhamit’in Osmanlı devletini bütünüyle tam bir
İslam devletine dönüştürme planlarına karşı çıkıyordu, Abdülhamit İstanbul’daki
başkenti Şam’a taşımadan önce Selanik kentinde gayrimüslim unsurların ve batıcı
bazı gizli ve kapalı derneklerin öncülüğü ile bir ordu hazırlanarak Selanik’ten
İstanbul’a gönderiliyordu.
İngiltere’nin
yakın ilgisiyle örgütlenen bu girişimin devreye girebilmesi amacıyla İstanbul
kentinin tam ortasında bir İslamcı görünümlü bir isyan hareketi, İngiliz
istihbarat örgütün gizli düzenlemeleriyle ortaya çıkarılıyor ve bu ayaklanma
hareketi bahane edilerek, Selanik’te örgütlenen yeni bir ordu yapılanması
İstanbul’a gönderilerek, Osmanlı devletinin başkentinin Şam’a taşınması
planının önü kesiliyordu. Balkanlar olmadan İstanbul’un başkent olamayacağını
iyi bilen Abdülhamit, başkenti Şam’a taşımak için yeni plan ve projeleri
devreye sokarken, Selanik’te toplanan Osmanlı devletinden arta kalan eski
Osmanlı gayrimüslimleri kendi geleceklerini sağlama alabilmek için öne
geçiyorlar ve bu doğrultuda Abdülhamit’in yeni Şam devletini önlemek
doğrultusunda, hem İngiltere ve Vatikan ile hem de İsrail’i kurmak üzere yola
çıkmış olan Siyonist lobilerle işbirliği yapıyorlardı. İstanbul’da tezgâhlanan
ayaklanmayı bahane ederek bu kente gelen Hareket ordusu duruma müdahale
ettikten sonra, Osmanlı ülkesinde yaşayan bütün gayrimüslim unsurları temsil
eden beş kişilik heyet batı dünyasından aldığı desteklerle,Osmanlı devletinin
en güçlü padişahı olan Abdülhamit’i tahttan indirerek Selanik kentinde hapse
mahkûm ediyordu. Balkan kökenli İttihat ve Terakki yönetimi kendi içindeki
gayrimüslim unsurlar yüzünden böylesine bir emperyal manevrayı önce seyirci
kalmaya tercih ediyor ama devletin çöküşünün hızlanması üzerineAbdülhamit’in
haklılığı anlaşılınca, bir ay sonra Abdülhamit’i yeniden tahtageçirmeye
çalışıyor ama içeride örgütlenmiş olan batılı istihbarat servisleriböylesine
karşı bir manevraya izin vermeyerek Abdülhamit’i devre dışı
bırakıyorlardı.
Abdülhamit’in
tahttan indirilişi biranlamda Osmanlı devletinin sonu olmuş ve imparatorluğu
yeniden kurmaya yönelmişolan Abdülhamit’in devre dışı kalmasıyla birlikte, Şam
merkezli iki yarımada imparatorluğuoluşturma projesi geride kalmıştır.
Abdülhamit
tıpkı Emevi İmparatorluğugibi, yeni bir Osmanlı İmparatorluğunun Orta Doğu
bölgesinde tesisedilebileceğini bütün dünyaya göstermek isterken, batı
emperyalizmi destekliOsmanlı gayrimüslimleri buna izin vermeyerek Abdülhamit’in
önünü kesmişler veböylece gayrimüslim yapılanmaların Osmanlı devleti sonrasında
Orta Doğu bölgesindegerçekleştirilmesinin önünü açmışlardır. İngiliz-Fransız işbirliğine
karşıAlman devleti ile ortaklığa giderek Bağdat demiryolunun yapılmasını
Abdülhamitörgütlemiştir. Ne var ki, tam Bağdat demiryolu inşaatının bittiği
günlerde veAlman ordusunun tren yolu aracılığı ile Bağdat’a gelmesinin
sağlanacağı noktada,Abdülhamit tahttan indirilerek Şam merkezli yeni Osmanlı
devleti projesi devredışı bırakılmıştır. Bu durumdan Siyonistler de
yararlanmasını bilmişler,Abdülhamit sonrasında hem Filistin’e Yahudi göçü daha
da hızlanmış, hem deSiyon katır birlikleri hem Suriye’de hem de Çanakkale de
savaşarak OrtaDoğu’nun geleceğinde Siyonistlerin de bulunacağı mesajını dünya
kamuoyuna yansıtmışlardır.İngilizlerin işgali altındaki Kıbrıs adasında bir
Yahudi krallığı kuramayan SiyonistlerBasel kararları doğrultusunda Filistin’de üçüncü
kez bir İsrail devletininkurulabilmesi için yoğun lobi çalışmaları ile uluslar
arası alanda etkili olmuşlardır.Bunun sonucunda, Birinci Dünya Savaşı
sonrasında kurulamayan Yahudi devletiancak ikinci dünya savaşı sonrasında
Amerikan ordusunun Orta Doğu’ya gelmesiüzerine kurulabilmiştir. Abdülhamit’in
Şam devleti kurulabilseydi hiçbirbiçimde gündeme gelemeyecek olan üçüncü İsrail
projesi, Abdülhamit’in tahttanindirilmesi sonrasında gerçekleştirilebilmiştir.
Aynı doğrultuda bir değerlendirmeİngiltere ve Fransa’nın Orta Doğu’daki
varlıkları açısından da yapılmalıdır.
Abdülhamit’in
tahttan indirilmesini Balkangayrimüslimleri aracılığı ile örgütleyen İngiltere,
Abdülhamit sonrasındaAnadolu ve Arap yarımadalarında gizli servislerini yoğun
bir biçimde çalıştırarak,Anadolu yarımadası üzerinde Türkçülük akımını, Arap
yarımadası üzerinde de Arapçılıkakımını örgütleyerek, iki yarımadanın
birbirinden ayrı bir kimlik doğrultusundageleceğe dönük yeni bir siyasal
yapılanmaya doğru yönlendirilmesini sağlamıştır.
Arap
ülkelerindeki şeyhleri ve aşiretleriOsmanlı devletine karşı kışkırtarak bir
anlamda Arap milliyetçiliğininöncülüğünü yapan İngiltere, benzeri bir biçimde,
hiçbir ideolojisi olmadanOsmanlı topraklarını savunmak üzere kurulmuş olan
İttihat ve Terakki cemiyetinide Türkçülük ideolojisine yönlendirerek, geride
kalan Osmanlı topraklarıüzerinde İslam üzerinden bir birlikteliğin önünü geçme
doğrultusunda, Anadoluve Arap yarımadalarının birbirinden uzaklaşmalarını
sağlamıştır. Böylece bölünmüşve parçalara ayrılmış bir Orta Doğu coğrafyasını
Osmanlı imparatorluğusonrasında on ayrı devlete bölmek kolay olmuş, Türk ve
Arap milliyetçiliği doğrultusundaiki yarımada birbirinden uzaklaştırılırken,
İngilizler ile Fransızlar kendiçıkarları doğrultusunda bir harita çizerek
merkezi alanın yeni patronları olmuşlardır.Bu durum ikinci dünya savaşına kadar
devam etmiş ama ABD’nin bölgeye bir süpergüç olarak gelmesiyle ve İsrail
devletinin kurulmasıyla birlikte, merkezialanda hegemonya ABD-İsrail ikilisinin
eline geçmiştir. ABD’nin yönetimindeSiyonist lobilerin etkin olması nedeniyle
Siyonizm, ikinci dünya savaşı sonrası dönemin ortadünyadaki önde gelen gücü
haline gelmiştir. Siyonistler Abdülhamit’in tahttanindirilmesini
gerçekleştirdikten sonra, üçüncü İsrail projesinigerçekleştirmişler ve bugünkü
aşamada Büyük İsrail imparatorluğunu kurmak üzereSuriye’de dıştan güdümlü bir
iç savaşı örgütleyerek Şam kentinin önüne gelmişlerdir.Abdülhamit’in yeni
Osmanlı başkenti yapamadığı Şam kentinin bugün Siyonistlerinyeni merkezi
konumuna getirilmesi söz konusudur.
Sovyetler
Birliğinin dağıtılması sonrasındagündeme getirilen küreselleşme döneminde
kuzeyden gelen emperyal güç olanRusya’yı bölgeden çıkarmak, İran’ın Şii
emperyalizminin önüne geçmek ve birdoğu gücü olarak Çin’in merkezi alana
girmesini önleme doğrultusunda körfezsavaşları ile başlatılan savaş döneminde
çatışmalar Irak üzerinden bölgeye yayılmış,Arap baharı kışkırtmaları ile bütün
İslam ülkeleri ve merkezi coğrafya tehditaltına alınmış ve Irak’ın
çökertilmesinden sonra sıra Suriye’nin parçalanmasınagelmiştir.
Osmanlı
imparatorluğunun yıkılmasındansonra merkezi alanda meydana gelen otorite
boşluğu, bir süre Sovyetler Birliğiile dengelenmeye çalışılmış ama bu büyük
doğu bloğunun dağılmasından sonrayeniden orta dünyada otorite boşluğu
kendiliğinden gündeme gelince, AmerikaBirleşik Devletleri bu kez orduları ile
gelerek bölgede İsrail’in güvenliği veşirketlerinin petrol çıkarları
doğrultusunda savaşmaya başlamıştır. ABDordularının on yıl süre ile İsrail için
Orta Doğu da savaşması üzerine, AmerikaBirleşik Devletleri süper güç olma
şansını elinden kaçırmıştır. Siyonistlobiler ABD’yi Orta Doğu bölgesine
kilitleyince, Avrupa, Afrika ve LatinAmerika kıtalarındaki ABD hegemonyası
sarsılmış, Rusya, Çin, Hindistan veBrezilya gibi büyük ülkeler yeni süper
güçler olarak, dünya siyasetsahnesindeki yerlerini almışlardır. Osmanlı gibi
Sovyetlerin de haritadançekilmesiyle batılı emperyalist güçler ile Siyonist
lobiler Orta Doğu bölgesindekarşı karşıya gelmişlerdir. Bu durumun sonucunda,
ikinci dünya savaşısonrasında İsrail’in kurulması üzerine merkezi bölge sürekli
bir savaş alanına dönüşmüştür.Abdülhamit’in Şam devleti projesi
gerçekleştirilseydi hiçbir zamangörülemeyecek bazı siyasal gelişmeler,
Abdülhamit ve Osmanlı devleti sonrasıdönemde birbiri ardı sıra bölgede gündeme
gelen sıcak olaylar aracılığı ilegerçekleşme aşamasına gelmiştir. Emperyalizmi
ve Siyonizm’i yakından izleyen Abdülhamit,bunların önüne geçmek istemiş ama o
günün koşullarında emperyalist dış güçlerile ortaklığa giren mandacı iç güçler
yüzünden tahtını koruyamamıştır. Bununsonucunda hem Bağdat hem de Şam gibi
devlet merkezleri emperyal savaşlar ile yıkılmıştır.
Suriye iç
savaşı bugünlerde bütün şiddeti ile sürüp giderken, Orta Doğu planlarıçatışmakta
ve bu yüzden de bir türlü merkezi alanda kamu düzeni ve güvenliğitesis
edilememektedir.
Zamanın
getirdiği değişimi iyi görenAbdülhamit Osmanlı devletinin geleceğe dönük
güvenliğini Anadolu ve Arap yarımadalarınınŞam kenti merkezli bir yeni
yapılanmaya yönlendirilmesiyle sağlanabileceğiniherkesten önce görerek
önlemlerini alınca, İngiliz emperyalizminin manevralarıile karşı karşıya
kalmıştır. Kıbrıs’ı işgal eden İngilizler bu ada üzerindenbütün bölgeye
yayılarak Osmanlı devletinin ortadan kaldırılmasınıgerçekleştirecek planlı
adımları atmışlardır. İngilizler bin kilometrelik uzunbir sınır çizerek
Türkleri Anadolu’ya hapsetmişler, Arap yarımadasında dapetrol şirketlerinin
istekleri doğrultusunda sınırları çizmişlerdir. Abdülhamit’iniki yarımada
üzerinde yeni Osmanlı devleti oluşturma planını önleyen
İngilizler,İttihatçıları Türkçü yaparak Anadolu yarımadasına yönlendirmiş Arap
şeyhlerine deyeni devletler kurarak Arap yarımadasından Osmanlıların geri
çekilmesini sağlamışlardır.Arap yarım adası dörde bölünürken, körfezdeki
şeyhliklere bağımsızlık verilerekbunlar yedi kız kardeş adı verilen petrol
şirketleri ile evlendirilmişlerdir. Yedipetrol şirketinden birisi ile anlaşan
körfez şeyhlikleri bağımsız devlet olaraktanınmış ve petrol istasyonu görünümünde
birçok devletçik kurularak, petrolşirketlerinin çıkarları en üst düzeyde
gerçekleştirilmiştir. Soğuk savaş yıllarında İngiltere’nin patronluğundayeni
Orta Doğu düzeni yirminci yüzyılın sonlarına doğru devam etmiş amaİsrail’in
kurulmasıyla devreye giren Büyük İsrail projesi yüzünden her şey altüst
olmuştur. ABD ile ortak hareket eden İsrail, İngiliz ve Fransızların
kurmuşolduğu Orta Doğu düzenini kendi çıkarları için değiştirmek istediğinden,
küreselleşmeaşamasında Orta Doğu savaşları öne çıkmıştır.
Orta Doğu
savaşlarının son aşamasında, Hıristiyanlıkaçısından kutsal bir ülke olarak
kabul edilen Suriye iç savaşı giderek tırmanmave bölgeye yayılma aşamasına
gelmiştir.
Romalıların
merkezi alanı işgalisırasında ortaya çıkan Hıristiyanlık, önce Suriye ‘de
yayıldığı için bütünHrıstıyan dünyası bu ülkeyi din açısından kutsal bir yer
olarak görmekte ve buyüzden Suriye’de yeni bir İslam ya da Musevi hegemonyası
istememektedir. Bu nedenle,Vatikan savaşa karşı ısrar edince hiç bir Hrıstıyan
devlet Suriye iç savaşınamüdahale etmemiştir. Ne var ki, İsrail’in
öncülüğündeki Siyonist lobilersürekli olarak Amerika üzerinden katı dinci terör
örgütleri kurdurarak,Suriye’yi hiçbir biçimde Hıristiyanlara bırakılmayacak
derecede çökertmenin yollarınıararken, Abdülhamit’in başkent yapamadığı Şam
kenti, yeni dönemde kendisiniIrak-Şam İslam devleti olarak tanıtan bir terör
örgütünün hedefi konumuna gelmiştir.
Irak-Şam
İslam devleti adıyla ortaya çıkan bir terör örgütü şimdiye
kadargerçekleştirdiği saldırılar ile Irak ile birlikte Suriye devletini de
çökertirken,Şam’ı ele geçirerek İslam dünyasının merkezi yapacağını ileri süren
bu terör örgütü,Şam ile birlikte Suriye devletinin de yıkıma doğru
sürüklenmesine giden vahşibir savaşı bölgede tırmandırmaktadır. Abdülhamit’e
Şam kentini bırakmayangayrimüslim kesimler, var olan siyasal düzeni yıkmakta bu
yeni terör örgütünükullanmakta ama Şam kentini de yavaş yavaş İsrail işgaline
hazırlamaktadırlar.Türkiye’yi Suriye savaşına çekerek Arap ve İslam dünyasına
karşı kullanabilmeninçabası içinde olan ABD-İsrail ikilisi, Suriye devletini
kesin olarak parçalamadoğrultusunda Halep kentini Türklere bırakır görünerek,
Türkiye’nin gücündenAraplara ve İslam dünyasına karşı yararlanabilmenin
yollarını aramaktadırlar.İngilizlerin Araplar ile Türkler arasına bin
kilometrelik bir sınır çizmesindenmemnun kalmayan ABD-İsrail ikilisi, Türkler
ile Araplar arasına yeni bir ulusdevleti tampon bir mekanizma olarak
yerleştirme doğrultusunda Kürt asıllıtoplulukları emperyalist bir plan doğrultusunda
devletleştirerek bölgedevletlerine karşı kullanmaya çalışmaktadırlar. İran ve
Türkiye’ye karşı birtampon mekanizma oluşturacak böylesine yeni bir devletin
temelleri KuzeyIrak’ta atıldıktan sonra, bölgedeki petrolün Akdeniz’e akmasına
sağlayacak birkoridor açılmaya çalışılmakta ve bu doğrultuda Kuzey Irak’tan
sonra bir deKuzey Suriye meselesi çıkartılarak, merkezi coğrafya haritası
ABD-İsrailikilisinin çıkarları doğrultusunda yeniden çizilmeye çalışılmaktadır.
OrtaDoğu
yeniden yapılanmaya doğru zorlanırken, Bizans döneminden kalma biradlandırma
ile Doğu Akdeniz bölgesi Levant olarak yeniden ele alınmaya
çalışılmakta,Akdeniz’in batısında yer alan emperyal Hrıstıyan devletler
dünyanın merkezidenizi olan Akdeniz’de yeni bir yapılanmaya giderken, Doğu Akdeniz’in
merkezikonumundaki Suriye’yi geleceğin Levant yapılanmasının bir parçası olarak
görmektedirler.
Suriye’nin
başkenti olan Şam kenti Bizans döneminde merkezi bir konuma sahipken, sonraki
aşamada İslamiyet’in çıkışı ile birlikte Emevi İmparatorluğuna da başkentlik
yapmıştır. İspanya’dabir Müslüman devlet olarak Endülüs kurulurken, Emevi
devletinin merkezi olanŞam kenti bu konuda Endülüs devletine fazlasıyla
yardımcı olmuştur. Avrupa’dakiHrıstıyan-Yahudi çekişmesinin Orta Doğu’ya doğru
taşınması aşamasında, Şamkentini merkeze alarak Osmanlı devletinin, Türklerin
ve Müslümanlarınçıkarlarını korumak isteyen Abdülhamit’in, böylesine bir
savunma projesinigündeme getirmekte, ne kadar haklı olduğu sonraki olayların
gelişimi ilekanıtlanmıştır. Tarih boyunca Hıristiyanlarla kavga eden ya da
çekişen Musevigruplar, İslam’ın ortaya çıkışı sonrasında bu tek tanrılı dini
Hıristiyanlarakarşı kullanabilmenin arayışı içinde olmuşlardır. İspanya
yarımadasındakiEndülüs devletinin Hrıstıyan devlet ve topluluklar ile süren
savaşlarla dolu olanyedi asırlık tarihi bu açıdan ilginç örnekler taşımaktadır.
Aynı doğrultudakisiyasal gelişmelere Osmanlı tarihinde de rastlamak mümkündür.
Osmanlı gücünüTanrının kılıcı olarak Avrupa’daki Hrıstıyan hegemonyasına karşı
destekleyenMusevi topluluklar, bugün Hıristiyanların Orta doğu’ya girmesinin
önlenebilmesidoğrultusunda gene işbirlikçi ve mandacı Müslüman kesimleri
kullanmaya çalışmaktadırlar.
Abdülhamit’in
Yeni Osmanlı İmparatorluğunabaşkent yapamadığı Şam kenti, Orta Doğu’da son
dönemde sürüp giden savaşlar doğrultusundaBüyük İsrail’in mi, yoksa Levanten
kesimlerin Hrıstıyan devletlerin desteği ilegerçekleştirmeye çalıştıkları
Levant Federasyonunun mu başkenti olacağı dahabelli olmamıştır.
Bu arada,
ABD-İsrail ikilisinin AvrupaBirliği, Rusya Federasyonu ve Büyük Alman Birliği
girişimlerine karşı İsrail-Fransaişbirliği ile yavaş yavaş gündeme getirilmeye
çalışılan Akdeniz Birliği’ne miŞam’ın başkent olabileceği de tartışma alanına
girmiştir. Bölünecek Türkiye’dengelecekte ortaya çıkabilecek Trakya, İyonya,
Likya ve Klikya gibi eski Bizanseyaletlerinin yeniden özerk ve bağımsız bir
yönde gündeme getirilmesiyle birlikteAkdeniz Birliği’nin doğu bölgesi
örgütlenmesinin tamamlanabileceği düşünülmektedir.Bugün Suriye de devam etmekte
olan savaşın uzayıp gitmesinin arkasındageleceğin jeopolitik yapılanmasının
hesaplaşması bulunmaktadır. İsrail’in sonzamanlarda Lübnan’a yönelik bir
harekâta hazırlanması ve bu ülkeyi kendisinebağladıktan sonra Şam kentine yönelik
bir askeri harekâta kalkışması, kutsalkitaplarda yer alan Armagedon senaryoları
ile açıklanmaya çalışılırken, bukutsal savaşın cereyan edeceği yer olarak
Suriye’deki Megiddo ovası adresolarak gösterilmektedir. Suriye savaşı
tırmandırılırken Şam kentinin geleceğigiderek belirsizleşmekte, böylesine bir
kaos ortamı planlı olarak yaratılırken,var olan savaş düzeninin bir büyük
üçüncü dünya savaşına dönüştürülebilmesiiçin Neo-Con lobiler, silah ve petrol
şirketleri tarafından desteklenen IrakŞam İslam devleti yapılanması Suriye’yi
iyice yaşanmaz bir ülke haline sürüklemektedir.
Bu
durumda;
Türkiye
böylesine emperyal ve Siyonist bir savaştan kendisini korumak üzere kesinlikle
uzak durmak zorundadır…
Türkiyeyi böylesine
bir savaşa sürükleyen emperyal baskılara karşı, Türk devleti komşu devletler
ile bir araya gelerek yeni bir savunma yapılanmasına yönelmek zorundadır.
Türk
Devletinin kurucusu Atatürk’ün öne sürdüğü gibi;
Irak ve
Suriye devletleri ile halkları ancak “kendi kurtuluşlarını sağladıktan sonra”Türkiye
ile bir bölgesel güvenlik ve işbirliği ittifakına gidebilirler…
MİSAK-I MİLLİ; Prof. Dr.
Anıl Çeçen
Ankara
Kalesi &12 . 07 . 2015 (13 Temmuz 2015, 11:00)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder