KKTC İÇİN KRİTİK TARİH: 12 OCAK!
Cüneyt ŞAŞMAZ
Emperyalistlerin maşa terör örgütleri eliyle Türkiye
üzerinde uygulamaya koyduğu planları bilmeyen, duymayan, anlamayan kaldı mı?!
Hâlâ var ki, “Hedef Erdoğan'ı devirmek... Hedef
Başkanlık sistemini önlemek... Hedef Suriye'de önümüzü kesmek” gibi şeyler
söyleniyor.
“Huzurumuz, birlik-bütünlüğümüz bozulmak isteniyor” diyenler
de var.
Sanki kalmış gibi!..
Yalın ve acı gerçek şudur; Hedef Türk Milleti'dir...
Türk Milleti'nin ekonomiden başkanlık ucubesine, ilânına
ramak kalmış“Barzanistan”dan elimizden kayıp gitmek üzere olan Kıbrıs'a kadar
ülkenin hayati meselelerine dikkat kesilmesini, bunları konuşmasını,
düşünmesini engellemektir...
Milleti sadece ve sadece can derdine düşürüp; Sokakta,
durakta, otobüste, maçta, bir kulüpte değil, yatakta ölmeye şükreder hale
getirmektir!..
Yazmaya, konuşmaya takatimiz kalmasa bile “pes” etmeyip,
ölmemizin/öldürülmemizin sebebi o konulara dikkat çekmeye devam etmeliyiz,
mecburuz.
Ülke gündeminden fırsat buldukça gelişmeleri aktarmaya
çalışıyorum.
Bir hafta sonra 9-12 Ocak'ta Cenevre'de “son” niteliğinde
toplantılar yapılacak.
KKTC Lideri Mustafa Akıncı ile Rum Lider Nicos
Anastasiades'in görüşmelerinden sonra 12 Ocak'ta garantör ülkeler Türkiye,
Yunanistan ve İngiltere'nin de katılımıyla“uluslararası konferans” düzenlenecek.
Ama emperyalistlerin bir planı var; bu toplantıya BM
Güvenlik Konseyi'nin 5 daimi üyesinin katılmasını sağlamaya çalışıyorlar.
Yeni “müttefikimiz” Rusya dahil hepsi de buna
yeşil ışık yaktı.
Daha önce yazdık; bunun anlamı, konferansta ülkemizi temsil
edeceği belirtilenErdoğan'ın şahsında Türkiye'nin üzerine çullanma olacaktır!..
Plan sahiplerinin, öncesinde Erdoğan ve Yunanistan Başbakanı
Çipras'ı “ön görüşme”için buluşturma çabası da var.
O buluşmanın birkaç gün içinde olması bekleniyor.
Nitekim BM Genel Sekreteri'nin Kıbrıs Özel Danışmanı
Espen Barth Eide, “Sanırım görüşme yeni yıldan hemen sonra olacak,
ancak henüz açıklayabileceğim bir tarih yok ve açıklamayı yapmak da onlara
düşer. Cenevre öncesi bir görüşme gerekiyor. Ben kendilerini bu görüşmenin
Cenevre öncesi olması konusunda teşvik ediyorum”derken, Rum Hükümet
Sözcüsü Nikos Chrystodoulides, “Erdoğan ile Çipras görüşmesi için
şimdilik net bir tarih olmadığını, beklediklerini” söyledi.
Bu görüşmeye dair Türkiye tarafındaki gelişmelere bakarsak; “Türk
ve Yunan teknokratların çalıştığından” Rum Hükümeti Sözcüsü, “Türk ve
Yunan Dışişleri Müsteşarlarının görüştüğünden” de Yunanistan Dışişleri
Bakanı sayesinde haberdar olduk.
Daha önce ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden'ın, “Kıbrıs
konusunu Erdoğan'la halledeceğiz” dediğini, ardından Yunanistan'ın benzer
ifadeler kullandığını hatırlatıp, devam edelim.
Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu’nun, “Daha çok
İmam Hatip Lisesi açmaktan”söz ettiği günlerde, “Noel tatili” süresi
dahil Yunanistan ve Rum kesimi Kıbrıs konusunda harıl harıl çalıştı.
Mesela Yunanistan Dış Politika Ulusal Konseyi 23 Aralık Cuma
günü Kıbrıs konusunu görüşmek üzere toplandı...
Yunan Hükümeti sadece son 1 ay içinde Kıbrıs konusunda
siyasi partilere üçüncü kez bilgi verdi...
Dışişleri Bakanı Nikos Kotzias, “Meclis toplantısında
her kesimin Yunan hükümetinin, dış işgâl güçleri ve garantiler olmadan adil,
uygulanabilir ve işleyebilir bir çözümü desteklemesinde görüş birliği içinde
olduğunu” açıkladı.
Ardından Çipras ve Anastasiadis 30 Aralık'ta Dışişleri
Bakanlarıyla birlikte Atina'da toplanıp, Cenevre Konferansı için “ortak
eylem planı” hazırladı.
Ya Türkiye; Kıbrıs, Meclis'in veya Meclis'teki hangi
partinin gündeminde var?!
Türkiye ile KKTC ortak bir “eylem planı” hazırladı
mı?!
Bu vesileyle yılbaşından hemen önce Yunanistan'da yaşanan
bir başka gelişmenin altını çizelim.
Malûm 15 Temmuz sonrasında 8 darbeci askeri helikopterle
Yunanistan'a kaçtı.
Bizimkiler de sanki geçmişte diğer teröristbaşı
Abdullah Öcalan'ı koruyan, kaçıran, saklayan ve halen Lavrion terör kampına
yataklık eden Yunanistan değilmiş gibi, telefon üstüne telefon açıp, bu
terörist darbecileri istedi.
Erdoğan ve Çipras arasındaki ilk görüşme darbenin birinci
günü gerçekleşti.
Çipras, Türkiye'de seçilmiş hükümetin yanında yer
aldıklarını belirterek, Yunanistan'a kaçan darbecilerin iadesi için gerekenin
yapılacağını söyledi.
Erdoğan da duygularından ve desteğinden dolayı Çipras'a
teşekkür etti.
Çipras, Başbakan Binali Yıldırım'la görüşmesinde de
darbeci askerlerin iade sürecinin başladığını müjdeledi.
Medyamız, "Darbeciler iade ediliyor" başlıkları
attı.
Erdoğan Eylül ayında BM zirvesi için gittiği New
York'ta Çipras'la buluştuğunda, gündemde yine darbeci askerler vardı.
Çipras, "Sizi iyi gördüğüme sevindim. Türkiye için
zor bir deneyimdi. Bizim bu konuda tutumumuz açıktır. Yunanistan hükümeti ve
Yunanistan halkı daima seçimle iktidara gelen bir hükümetin yanındadır” dedi.
Çipras, iade meselesinin uluslararası hukukunun öngördüğü
biçimde çözüleceğini vurgularken de, “Darbelere karışanların Yunanistan'da
yeri olmadığını” bildirdi.
Kasım ayına geldiğimizde Erdoğan şöyle konuştu:
“Yunanistan’a kaçanların iadelerini istedik.
Çipras, '15-20 gün içinde neticelendiririm' demişti.
Maalesef kaç 15-20 gün geçti.
Benzer bir durumda biz geciksek, kıyameti koparırlardı.
Kararlılığımızı devam ettireceğiz.
Üzerine gideceğiz.”
Sonuç; Yunan mahkemesi önce 3 darbecinin iade edilmesine
karşı çıktı.
Sonra diğer 5'nin iadesine karar verdi vs.
BİR HATIRLATMA YUNAN KALLEŞTİR |
Nihayetinde yılbaşından hemen önce şu gelişme oldu; Yunanistan
Yüksek Mahkemesi'nin, hem iadesine karar verilen, hem de iadesi reddedilen darbecilerle
ilgili temyiz başvurularını 10, 11 ve 13 Ocak'ta görüşerek, karara bağlayacağı
açıklandı.
“Kıbrıs'la, darbeciler ne alâka” derseniz;
1- Tarihlere dikkat; tam da Cenevre görüşmelerinin
yapılacağı döneme denk geliyor.
2- Yunanistan'ın Kıbrıs pazarlığı için elindeki her
kozu masaya koyacağını biliyor, bizimkilerin de sadece iç kamuoyuna oynamak
adına birkaç darbecinin iadesini sağlamak için maalesef böyle bir pazarlığa
yanaşmasından endişe ediyorum.
Erdoğan Ekim 2011'de partisinin Kızılcahamam kampında,
Kıbrıs'la ilgili şunları söylemişti:
“Kıbrıs bizim milli davamız, başından beri kazan-kazan
ilkesinin hayata geçirilmesini biz savunduk, başından beri yapıcı olan,
sözlerini tutan taraf biz olduk, ama sürekli işi yokuşa süren Rumlar oldu.
Bu süreci çok yakından içinde yaşadık, 2003'ten bu yana Kofi
Annan döneminde bu yana bizzat yaşadık, nasıl oyunlar oynandığını bizler
yaşadık buna rağmen AB üyeliği ile ödüllendirilen yine Rumlar oldu.
AB'ye sesleniyorum, hiç rahatsız olmasınlar bu bizim
hakkımız, bu sorun artık AB için bir namus meselesidir, bunu böyle ele
almalıdırlar.”
Gelinen nokta ve gidişat itibarıyla ben de diyorum ki; Kıbrıs
asıl Türkiye'nin namus meselesidir ve bu böyle ele alınmalıdır!..
yorum ve katkı yerine kaim olmak üzere:
yorum ve katkı yerine kaim olmak üzere:
KIBRIS’TA
TAVİZLER FELAKETİMİZ OLACAK
Prof. Dr. Ata
ATUN
Anastasiadis,
Cumhurbaşkanı Akıncı’nın ve müzakere ekibinin sözüm ona “Ne pahasına olursa
olsun çözüm yanlısı” olmasını tepe tepe kendi çıkarları için kullandığı kesin.
Dr. Derviş
Eroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı döneminde ağzına almaya cesaret bile edemediği
konuları bir bir Akıncı’ya ve müzakere ekibinin önüne koyup, karşılığında
hiçbir ödün vermeden hepsini kabul ettirmiş. Bunlardan en acısı, en can
yakıcısı olanlar “garantörlüğün tartışmaya açılması”, “Dört Rum’a bir Türk”
oranının kabul edilmesi, “Türk silahlı Kuvvetlerinin adadaki varlığı”nın sona
erdirilmesi, “KKTC tapularının değil, Rum mülk sahibi”nin ilk söz hakkına sahip
olacağı, “Dört Özgürlüğün” daha ilk günden uygulamaya konacağı ve bunlara
benzer diğer -aleyhimize olacak- tavizlerin kabul edilmesi.
Geçmişi bildiğim
ve unutmadığım ve de Rumların kafa yapısını, mantalitelerini ve uzun vadeli
düşünce ve hedeflerinin ne olduğunu bildiğim için yukarıda belirttiğim
tavizlerden bir tanesinin gerçekleşmesinin bile beni endişeye düşürecekken,
tümünün kabul edilmesi Kıbrıslı bir Türk olarak geleceğimize karanlık bakmama
neden olmaktadır.
Bırakın bunların
tümünün kabul edilmesinin geleceğimizi karartacağını ve felaketleri başımızdan
eksik etmeyeceğini, bir tanesinin kabulü bile yaşayacağımız felaketlerin
başlangıcını oluşturacaktır.
Kıbrıs adasının
1878 yılının 1 Temmuz günü İngilizlere fiilen kiralanmasından sonra
kendilerinin Hristiyan olmaları nedeni İngilizlerden Kıbrıs adasının Yunanistan’a
devredilmesini isteyen ve bekleyen Yunanlılar ve Rumlar, İngilizlerin bu
düşüncelerine sıcak bakmamaları nedeni ile 1905 yılında strateji
değiştirmişlerdi. Rum Ortodoks Kilisesinin kalbi olan Çikkos Manastırının maddi
desteği ile Girit’te uyguladıklarını Kıbrıs’ta da uygulamanın planlamasını
yapan Rumlar, Ekonomik, Mülkiyet ve silahlı olmak üzere üç koldan Türklere
saldırı başlatmışlardı.
İngilizlerin
sıkı denetimi, 1920’lerdeki ekonomik buhran, I. ve II. Dünya savaşları nedeni
ile Yunanistan’dan gerekli silah ve askeri yardımını alamayan Rumlar, o dönemim
koşulları altında diğer iki seçeneğin üstüne gitmeyi tercih etmişlerdi.
Ekonomiye tümüyle sahip olmanın yollarını ararken, Çikkos manastırının parasal desteği ile de
Türklere ait topraklara tefecilik yoluyla el koymaya başlamışlardı.
Kıbrıslı
Türklere ait topraklar nerede olursa olsun, verimine, toprak verimliliğine ve
kıymetine bakmaksızın rayiç fiyatının iki veya üç katını vererek Türk
topraklarını satın almayı teklif ederken, malını satmayı reddedenlerin
topraklarını da daha çok tefecilik yolu ile zorla ele geçirmeye çalışıyorlardı.
Toprağını
tefeciye kaptıran veya da benzer bir yöntemle kaybeden Türkler de, artık Kıbrıs
adasında bir gelecek görmedikleri için bir bir adayı terk etmek zorunda kalmışlardı.
1957 yılının Kasım ayında kuruluş temelleri atılan ve 1958 yılının Ağustos
ayında kuruluş çalışmalarını tamamlayan Türk Mukavemet Teşkilatı’nın (TMT)
hayata geçmesi ile -TMT’nin Kıbrıs Türk halkına verdiği güven ve destekle- Rumların ekonomik saldırıları
durdurulabildi.
Olası bir
referandumda her iki taraftan “Evet” çıkması ve yeni bir devletin kurulması
akabinde, dört özgürlüğün başladığı gün, Türk tapuları geçerli olsa ve de
Kıbrıs Türk Devletinde mülkiyetin yüzde yetmiş beşten fazlası Türklere ait olsa
bile, Rumlar gene Çikkos Manastırının parasal desteği ile özellikle Girne başta
olmak üzere her yerde, müthiş bir mülk satın almak girişimi başlatacaklardır.
aynen Filistin’de Yahudilerin Arap topraklarını satın alarak, mülkiyette çoğunluğu
sağladıkları gibi, Rumlar da Türklerin elinden mülklerini bir şekilde satın
almaya veya da tefecilik oyunları ile ele akıl uçuklatan fiyatlar teklif ederek
Kıbrıs Türk Devletindeki toprakları ele geçirmek için her yolu
deneyeceklerdir….
Bizler Kıbrıslı
Türklere kurulan tuzakların kokusu ile tehlike çanlarının sesi, şimdiden
çıkmaya başladı. “Garantörlüğün tartışmaya açılmasını”, “Dört Rum’a bir Türk”
oranını, “Türk silahlı Kuvvetlerinin adadaki varlığı”nın sona erdirilmek
istenmesini, “KKTC tapularının değil, Rum mülk sahibi”nin ilk söz hakkına sahip
olacağını ve “Dört Özgürlüğü” hep birlikte reddetmeliyiz….
Tüm
okuyucularıma, 2017 yılının sağlık, mutluluk ve başarılar getirmesini,
Türkiye’miz ve KKTC’mizde de hayırlara vesile olmasını diliyorum.
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org & Facebook: AtaAtun1, http://www.twitter.com/ataatun
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder