Gazeteci, devlet bekçisidir!
"OYSA!., Türkiye Cumhuriyetinde gazetecilik yaptığını sanan yüzlerce kişi, toplumu iliklerine kadar sömüren ve akla, hayale gelmeyecek her türlü yolsuzluk, hırsızlık, görevi ihmal ve suiistimali pervasızca yapan unsurlara karşı sessiz, tepkisiz, takipsiz ve duyarsız olmayı ve seyirci kalmayı tercih etmektedirler."
Süreli günlükler, 1600’lü yıllarda İngiltere’deki kahvehanelerde
ilk kez satılmaya başlandıklarında, kendilerine biçtikleri misyon,
araştırmacılıktı. ‘Parliament Scout’ 1643 yılında yayına başladığında
gazeteciliğe yeni bir boyut getirecekti: Sadece kendisine ulaşan haberlerle
yetinmeyecek, artık yeni gelişmeleri (news) araştırıp, keşfetmek için gerekli
her türlü çabayı da sergileyecekti. Bir sonraki yıl ‘Spie’ adlı gazete yayına
başladığında okuyucularına, ‘Krallık’ta dönen dolapları ve iç mücadelelerdeki
hile hurdayı keşfedip okurlarımza sunmayı planlıyoruz. Bunun için de kendimizi
saklayarak(undercover) çalışacağız’ sözü veriyordu.
"ÖZGÜR BİLİM; Medeni ve mütecanis bir toplum için ne kadar önemli, gerekli, hayati ve değerli ise; ÖZGÜR (namuslu, şerefli, onurlu, sorumlu, denetçi ve takipçi) BASIN-YAYIN/MEDYA'da, en az onun kadar ve dahi ondan da da önemli, hayati ve değerlidir.."
Gazetelerin, Anglo-Saxon sistemlerinde ‘anayasal özgürlük
garantisi’ kazanmalarında, bu erken dönem araştırmacı çalışmalarının etkisi
büyüktür. Spie ve Scout gibi gazeteler, tarihte ilk kez devletin iç işleyişine
ışık tutarak, hükümet işlerinde yönetilenlerce de görülebilir bir şeffalığa yol
açıyordu. Gazeteler ortaya çıkmadan önce, ‘saray’da olan biteni, sadece, içeri
alınma ayrıcalığı lutfedilmişler bilebiliyordu. Halkın, kralları ve
padişahları hakkında duyduğu herşey ya sokağa kadar inmiş dedikodulara ya da,
halka davulcularla okunan fermanlara dayanıyordu. Ancak, gazetelerin ortaya
çıkmasıyla, kasıtlı sızdırılmış dedikodular veya aleni fermanlardakinin aksine,
sarayda ‘gerçekten olup bitenler’i ahali öğrenmeye başladı. Gazeteciliği,
yöneticilerle yönetilenler arasındaki diğer iletişim araçlarından ayıran şey,
devlete dönük bu araştırmacı sorgulayıcı fonksiyonu oldu. ABD Anayasası’nın en
önde gelen mimarlarından ve ülkenin 4. başkanı James Madison,
gazeteciliğin bu fonksiyonundan dolayı, basın özgürlüğünü, ‘özgürlük
kalesinin surları’na benzetti. Amerikan literatüründe bu fonksiyona ‘watchdog’ deniyor.
Kültür farklılığı algısı olmasa pekala bire bir çeviriyle ‘bekçi köpeği’ de
diyebiliriz. Peki neyin bekçiliği? Anayasa ve yasayla, iktidara sunulan güç ve
yetkilerin bekçiliği. Bunların suistimali bir ülke için her zaman bir numaralı
ve en yaşamsal tehdittir.
"GAZETECİLİK: Sadece ve yalnızca MİLLET'TEN, ADALET, HAK, HUKUK VE REEL, OBJEKTİF GERÇEKTEN yana olmak zorunda ve durumundadır. Bu çerçevede: Basın objektif, doğru, dürüst, adil, tarafsız, özgür ve bağımsız olmak zorundadır." OYSA; Basın hürriyetinin önemine değinen Atatürk, basının milletin
sesi olduğunu ifade etmiştir. Gazetecilerin gördüklerini, düşündüklerini ve
bildiklerini samimiyetle, açıkça ve dürüstçe yazmalarını isteyen Atatürk, basın özgürlüğü hakkında
duygu ve düşüncelerini ifade etmekle beraber, basınında doğru ve dürüst bir
şekilde yayın yapmasının şart olduğunu, elindeki imkânları kişiselleştirmemesi
gerektiğini kesin bir dille tavsiye etmiştir. Atatürk’ün sözleri bu günde her
yönüyle dikkate alınmalı ve Cumhuriyet basınının izlemesi gereken yegâne bir
yol olmalıdır.
Bakın ne diyor: Basın, milletin müşterek sesidir. Bir milleti aydınlatma ve
irşatta, bir millete muhtaç olduğu fikrî gıdayı vermekte, hulâsa bir milletin
hedefi saadet olan müşterek bir istikamette yürümesini teminde, basın başlı
başına bir kuvvet, bir mektep, bir rehberdir.(1922)
Her muktedir veya her iktidar adayı, gazeteciliğin bekçilik
fonksiyonuna, James Madison gibi bakmayacaktı elbette. Gazetecilik geliştikçe,
muktedirlerle veya devlet aygıtıyla gazetecilik arasındaki çatışmalar da
gelişti.
ABD’de bir çok kez bu gerilim mahkemelik oldu ve bir çoğunda
Yüksek Mahkeme, ‘watchdog’ fonksiyonunun vazgeçilmezliğine vurgu yaparak basın
özgürlüğü lehine içtihatlarda bulundu. ABD Yüksek Mahkemesi, Pulitzer ile
Başkan Roosevelt’i karşı karşıya getiren, ‘yolsuzluk haberlerine yayın
yasağı‘nı yok sayarken de, 1931’de Minnesota eyaletinin ‘fitneci ve
skandal yayıncılığı yasaklama’ kararını iptal ederken de, gazeteciliğin
devlet gücünün suistimaline karşı bekçilik fonksiyonunu biraz daha tahkim etti.
Atatürk’ün basın-yayı ne Gazetecilik ile ilgili sözleri:
"Basının tam ve geniş hürriyeti iyi kullanmasının, ne
derecede nazik bir vaziyet olduğunu söylemeye lüzum görmem. Her türlü kanuni
kayıtlardan evvel bir kalem sahibinin ilme, ihtiyaca ve kendi siyasi
telakkilerine olduğu kadar vatandaşların hukukuna ve memleketin, her türlü
hususi telakkilerin üstünde olan, yüksek menfaatlerine de dikkat ve hürmet
etmek manevi zorunluluğu, asıl bu mecburiyettir ki umumi düzeni temin edebilir.
Bununla beraber bu yolda yanılma ve kusur olsa bile; bu kusuru düzeltecek etken
ve vasıta; basın hürriyetinden doğan mahzurların giderilme vasıtası, yine basın
hürriyetidir.(1924)
Atatürk’ün basın-yayı ne Gazetecilik ile ilgili sözleri:

Gazeteciler, gördüklerini, düşündüklerini, bildiklerini
samimiyetle yazmalıdır.(1929)
Gazeteciler kanunun ve umumun menfaatlerinin aksine
muamelelere şahit ve vakıf oldukları takdirde gerekli yayında
bulunmalıdır.(1923)
Basın hürriyetinin mahzurlarının giderilmesinin yine basın
hürriyetiyle mümkün olduğuna dair bu büyük meclisin yol gösterme ve düzenleme
sahasında güzel karşılanan esaslar, eğer Cumhuriyetin ruhu olan faziletten
mahrum kendini bilmezlere, basının sinesinde haydutluk fırsatını verirse, eğer
halkı aldatan ve doğru yoldan çıkaranların fikriyat sahasındaki uğursuz
tesirleri, tarlasında çalışan suçsuz vatandaşların kanlarını akıtmasına, yuvalarının
dağılmasına sebep olursa ve eğer en nihayet haydutluğun en kötüsünü göze alan
bu gibi kimseler, kanunların özel müsaadelerinden istifade imkânını bulursa,
Büyük Millet Meclisi eğitici ve ezici kudretinin müdahale ve uyarması elbette
gerekli olur.(1925)
Özel maksatla neşriyat yapan bazı gazetelerin, halkın
ekseriyeti üzerinde yaptığı tesir, her memlekette olduğu gibi o gazetelerin
lehinde değildir.(1924)
Cumhuriyet devrinin kendi zihniyet ve ahlakıyla donanmış
basınını yine ancak Cumhuriyetin kendisi yetiştirir.(1925)
Matbuat hiçbir sebeple tahakküm ve nüfuza tabi
tutulamaz.(1923)"
ABD devriminden 200 yıl sonra New York Times ile ABD
Devleti, Vietnam Savaşı ile ilgili gizliPentagon Belgeleri’nin yayınının durdurulması
konusunda mahkemelik olduğunda ABD Yüksek Mahkemesi, basının
‘devlet bekçiliği’ fonksiyonuna muazzam bir katkı daha yaptı, ve devlet sırrı
gerekçesiyle, belgelerin yayınlanmasının durdurulamayacağına hükmetti. Yüksek
Mahkeme’nin 34 yıl üyeliğini yapan yargıç Hugo Black, lehte oy karar
yazısında şöyle dedi:
Kurucu Babalarımız, Anayasa’nın birinci tashih maddesi ile
özgür basını koruma altına aldılar ki, demokrasimizin özü için bu çok önemli
fonksiyonunu yerine getirebilsin. Basın, yönetenlere değil, yönetilenlere
hizmet için vardır. Devletin basını sansür gücü (censor) yok edildi ki, basın
devleti sertçe eleştirebilme (censure) gücüne sonsuza kadar sahip olsun. Basın,
devletin içindeki sırları ortaya çıkarabilsin ve böylece halkı
bilgilendirebilsin diye, anayasal koruma altındadır. Sadece özgür ve baskı
altında olmayan bir basın, devlet içindeki usulsüzlük ve yolsuzlukları etkin
şekilde deşifre edebilir. (…) ‘Güvenlik’ kelimesi, Anayasa’nın birinci maddesi
ile garanti altına alınmış basın ve ifade özgürlüğünü lağvetmeye yetmeyecek,
müphem ve geniş bir kavramdır’’.
ABD’de 1960 ve 1970’li yıllarda bu anlayışın yürüttüğü
kampanya ile ‘millet’, devlete karşı bir kazanıma daha sahip oldu: Enformasyon
Özgürlüğü Yasası. Bizdeki oldukça yetersiz taklidinin adıyla ‘bilgi edinme
yasası’… Basına ve yurttaşlara, devletin harcamaları, devlet içindeki karar,
işlem ve rakamlarla ilgili bilgi ve belgelere ulaşma adına çok hayati bir
olanak sunarak gerçek bir ‘ileri demokrasi’ örneği sergiledi bu yasa.
Günümüzde de küre üzerindeki gazetecilerin çoğu, medyanın en
önemli iki fonksiyonunun, ‘halkı bilgilendirmek’ ve ‘bekçilik’ olduğuna
inanıyor. Pew Araştırma şirketinin yaptığı bir araştırmaya katılan her 10
kişiden 9’u, basının, ‘’politikacıların, yapmamaları gereken şeyleri
yapmamalarının en önemli sebebi’’ olduğuna inandığını ortaya koydu.
Chicago’lu gazeteci ve komedyen Finley Peter Dunne,
gazeteciliğin, ‘bekçilik fonksiyonu’ prensibini, ‘’rahatsızları rahatlatma,
rahatları rahatsız etme’’ şeklinde yarı şaka bir şekilde formüle ediyor.
Elbette ki gazetecilik üzerine araştırmalar yapan enstitütü ve eğitim
kurumları, ‘bekçilik’ fonksiyonunun, basitçe ‘rahatlatma ve rahatsız etme
güdülerine’ indirgenmesine çok sıcak bakmıyor. Onlara göre bu fonksiyonun
esası, toplumun çoğunluğunu, bir tiranlığın eline düşmeye karşı, korumak için,
azınlıktaki muktedirleri yakından ve sürekli gözetlemedir. Böylece sadece,
iktidarın kullanım şeklini şeffaflaştırmakla kalmayıp, bir yandan da toplumu bu
gücün potansiyeli ve yapabilecekleri hakkında bilgili ve uyanık hale getirmek
amaçlanır.
İmalı veya aleni tehditlerle sürekli, gazetecilere,
‘devlet’ dedikleri iktidarlarına, bağlılık yemini ettirmeye çalışanlar, gerçek
gazeteciliğe, dolayısıyla ‘ifade özgürlüğü’ne, dolayısıyla ‘demokrasi’ye,
dolayısıyla da bütün topluma kast ederler. Böylelerine karşı, ”Gazeteci
devletin bekçisi değildir. Gazeteci devlet bekçisidir!” diye anında tek ses
olup gürleyebilecek medyası olan toplumlar talihli ve korunaklıdır…
(REF: CEMAL TUNÇDEMİR, 11 Şubat 2015, http://amerikabulteni.com/2015/02/10/gazeteci-devlet-bekcisidir/?utm_source=feedburner&utm_medium=email&utm_campaign=Feed%3A+amerikabulteni+%28Amerika+Bulteni%29)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder