29 Mart 2018 Perşembe

ŞOK HABER. SON DAKİKA "ABD, Türkiye ve Kürtler İncirlik’te görüştü, Öcalan’a ev hapsi geliyor" (Sputniknws-AP-Reuters & TURKISHFORUM) Yine emperyalist menfurlar devrede!.. Birileri şeytan üçgeninde dans ediyor!..


‘ABD, Türkiye ve Kürtler İncirlik’te görüştü, Bebek Katili, Vatan Haini Öcalan’a ev hapsi geliyor’
© AP Photo/Abdurrahman Antakyali (Haber-Analiz,tr.sputniknews.com)
ABD, Türkiye ve SDF’den yetkililerin Menbiç operasyonu öncesinde İncirlik Üssü’nde bir araya geldiği iddia edildi. Görüşmede, ABD'nin Türkiye'yi Öcalan'ın koşullarını iyileştirmeye ikna ettiği ve ‘müzakere süreci’nin tekrar başlayacağı kaydedildi. soL’un Lübnan'dan yayın yapan Es Sefir gazetesinde yer alan Muhammed Ballut imzalı haberden aktardığına göre, Menbiç operasyonu başlamadan önce, ABD'li, Türk ve SDF'li (Demokratik Suriye Güçleri) yetkililer İncirlik Üssü'nde bir araya geldi.

© REUTERS/ RODİ SAİD / IŞİD MEMBİÇ'TE KARŞI TAARRUZA GEÇTİ
‘Suriye'nin çehresini değiştirebilecek’ Menbiç operasyonunun ABD, Türkiye, Kürtler ve bir ölçüde de Rusya'nın anlaşmasıyla gerçekleştiğini savunan Ballut, Arap kaynaklara dayandırdığı haberinde Menbiç opersasyonu kararının SDF’nin Tışrin Barajı'nı ele geçirmesinin ardından alındığını ancak Türkiye'nin "IŞİD'i biz temizleyelim" önerisi nedeniyle bekletildiğini kaydetti.
ABD BEKLEMEK İSTEMEDİ
ABD Merkez Komutanlığı Generali General Joseph Votel'in 21 Mayıs'taki Kobani ziyaretinden sonra Türkiye'ye gelerek görüşmeler yaptığını hatırlatan Ballut, generalin burada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüştüğünü ileri sürdü. Votel'in Türkiye'ye geldiği tarih 22 Mayıs'tı. Erdoğan ile Obama görüşmesi ise 18 Mayıs'ta yapılmıştı. O dönem Amberin Zaman, 70 dakika süren görüşmede Obama'nın Erdoğan'ı Menbiç operasyonuna ikna ettiğini yazmıştı. Bu görüşmede Votel, ABD Başkanı Barack Obama'nın sözlerini ileterek, ABD'nin Erdoğan'a verdiği sürenin doluğunu, Menbiç operasyonunun daha fazla bekletilemeyeceğini söyledi.

© REUTERS/ RODİ SAİD/MEMBİÇ'TE BİNLERCE SİVİL IŞİD'DEN KURTARILDI. ‘TÜRKİYE’YE AFRİN-KOBANİ HATTI BİRLEŞMEYECEK GARANTİSİ’
Ertesi gün Obama ile Erdoğan arasında yapılan telefon görüşmesinde, Menbiç’e yönelecek SDF birliklerinin Arap ağrılıklı olacağı söylenirken, Obama'nın Afrin-Kobani hattının birleşmeyeceği ve Kuzey Halep'teki 15 km'lik bölüme karışılmayacağını garanti ettiği iddia edildi.
İNCİRLİK ÜSSÜ'NDE İLGİNÇ TOPLANTI
Operasyon için ABD'nin İncirlik Üssü'nde bir toplantı organize ettiğini belirten Ballut, bu toplantıya SDF, Türkiye ve ABD'nin katıldığını, SDF heyetinin içinde Menbiç operasyonu sırasında hayatını kaybettiği iddia edilen Ebu Leyla'nın da bulunduğunu yazdı. Hatırlanacağı üzere, Ebu Leyla hakkında, Barack Obama'nın uluslararası IŞİD'le mücadele koalisyonundaki temsilcisi taziye mesajı yayımlamıştı. Toplantıda Menbiç operasyonuna katılacak birliklerin listesinin görüşüldüğü belirtilirken, aynı toplantıda ABD'nin Türkiye ile PKK arasındaki savaşa ilişkin de adım attığı öğrenildi.
Selvi: Öcalan'la Görüşmeler Devasm Ediyor 'ÖCALAN'A EV HAPSİ'
Buna göre, ABD Türkiye'yi, ev hapsine çıkartılacak Öcalan'ın Kürt şahsiyetleriyle görüşmesine ve Kürt sorununda müzakerelerin yeniden başlamasına ikna etti. Türk yetkililerin PKK'den Kürt illerindeki çatışmayı durdurmasını istediği, bunun karşılığında Menbiç operasyonuna Kürtlerin katılmasına yeşil ışık yaktığı ileri sürüldü. Ballut'a göre, Menbiç uzlaşması sağlanınca Türkiye'nin yaptığı ilk iş, IŞİD'i Mare kuşatmasından vazgeçirmek oldu. O dönem, IŞİD'in savaşmadan bölgeden çekilmesi tartışılmıştı.
'TÜRKİYE KÜRT OLUŞUMUNA İTİRAZ ETMEZ'
IŞİD'in çekilmesinin ardından bölgeye İdlib'den Türk istihbaratının sıkı fıkı olduğu Nureddin Zengi gibi gruplar gönderildi. Bunun, Kürtlerin IŞİD bahanesiyle Afrin'e ilerlemesini önlemek için yapıldığı iddia ediliyor. Türkiye'nin, Menbiç operasyonundaki Kürt ağırlığını görmezden geldiğine dikkat çeken Ballut, Erdoğan'ın söylemlerinin aksine, Suriye'nin merkezi otoritesini zayıflatması ya da ülkenin bölünmesi durumunda Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyindeki bir Kürt oluşumuna itiraz etmeyeceğini belirtti.

26 Mart 2018 Pazartesi

SON DAKİKA... "Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Avrupa Birliği (AB) Rusya'ya karşı harekete geçti! AB'DE KRİZ DERİNLEŞTİ VE KAVGA KIZIŞTI. Diplomatları Sınır dışı ediyorlar...

Son dakika... Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Avrupa Birliği (AB) Rusya'ya karşı harekete geçti! Rus Diplomatları Sınır dışı ediyorlar...
ABD, 60 Rus diplomatı sınır dışı edeceğini açıklarken, 14 Avrupa Birliği (AB) ülkesi, Kanada ve Ukrayna'dan da benzer kararlar geldi. Uluslararası ajansslar, gelişmeleri 'acil' koduyla dünyaya duyurdu.
Rusya Dışişleri Bakanlığı da, gelişmeler karşısında verdiği cevapta, AB ve NATO üyelerinin bu hamlesinin, krizin tırmanmasına neden olacağını belirtti.
Avrupa Birliği Konseyi Başkanı Donald Tusk, 14 AB üye ülkesinin bugün Rus diplomatları sınır dışı etme kararı aldığını duyurdu. Tusk, önümüzdeki gün ya da haftalarda Rusya'ya karşı yeni adımlar atılabileceğini de ifade etti. Fransa, Almanya ve Polonya dörder Rus diplomatı sınır dışı edeceklerini açıkladı. Litvanya ve Çekya üçer, Danimarka, Hollanda ve İtalya ikişer, Romanya, Hırvatistan, Finlandiya, Letonya ve Estonya da birer diplomatı sınır dışı edecek. AB üyesi ülkeler dışında, ABD, Kanada ve Ukrayna da harekete geçti. Ukrayna 13, Kanada ise 4 diplomat için sınır dışı kararı aldı.
ABD 60 diplomatı birden kovuyor!
ABD Başkanı Donald Trump da 60 Rus diplomatın ülkeden sınır dışı edilmesini ve Rusya'nın Seattle'daki konsolosluğunun kapatılması kararını verdi. 60 diplomattan 12'sinin Rusya'nın Birleşmiş Milletler Temsilciliği'nde çalışma kisvesi altında casusluk yaptıkları öne sürüldü. Konsolosluğun kapatılma gerekçesi olarak da, ABD Donanma Üssü'nün bölgeye yakınlığı gösterildi. Rus diplomatların ülkeden ayrılmaları için bir haftaları olduğu belirtildi. İngiltere'de sinir gazı gazıyla zehirlenen Rus eski ajan Sergey Skripal'i hatırlatan ABD'li yetkililer, Rusya'nın istihbarat hamlelerinin artarak agresifleştiğini vurguladı.
Rusya'dan meydan okuma gibi cevap
İngiltere'deki olayın kendileriyle alakalı olmadığını savunan Rus yetkililer, ülkelerinin ajanslarına verdikleri demeçlerde, bu yaptırımlara misilleme kabilinden  'simetrik karşılık' verileceğini ifade etti. Rusya Dışişleri Bakanlığı ise daha sonra yaptığı bir açıklamada, 'provokatik adımlar' atmakla suçlanan Avrupa Birliği (AB) ve NATO üyelerinin bu hamlelerinin, krizin tırmanmasına neden olacağını belirtti. Bakanlık, Rus diplomatları sınır dışı etme kararlarını güçlü bir şekilde protesto ettiğini açıkladı. Kremlin'den yapılan açıklama da, Batı ülkeleri hata yapmakla suçlandı. Mütekabiliyet esasıyla karşılık verileceği belirtilse de, verilecek cevapta son sözün Devlet Başkanı Vladimir Putin'de olduğunu altı çizildi.
Gerekçe, sinir gazıyla zehirleme
Avrupa ülkeleri gibi, Amerika Birleşik Devletleri'nden (ABD) gelen açıklamalarda da, zehirlemenin ardından İngiltere'yle dayanışma mesajı verildi. Rusya'nın benzer eylemler gerçekleştirmemesi için bu kararların alındığı ifade edildi.
İngiltere'den teşekkür
İngiltere Başbakanı Theresa May'in çalışma ofisinden yapılan açıklamada, müttefiklerin sınır dışı kararlarının sevinçle karşılandığı ve bunların özellikle Rusya'nın yaptıklarının cezasız kalmayacağını gösterdiği vurgulandı. İngiltere Dışişleri Bakanı Boris Johnson da, Twitter hesabında "Bugün müttefiklerimizin gösterdiği olağanüstü uluslararası tepki, tarihte en fazla Rus istihbarat memurunun sınır dışı edilmesi oldu ve ortak güvenliğimize katkı sağladı. Rusya uluslararası kuralları çiğnedikten sonra cezasız kalamaz" dedi.
Sergey Skripal kimdir?
Hem İngiltere, hem de Rusya için çalışan çifte ajan Sergey Skripal ve kızı Yulia 4 Mart’ta Salisbury’de bir restoranda Rus yapımı Noviçok sinir gazıyla zehirlenmişti. Skripal ve Yulia'nın yoğun bakımda tedavileri sürüyor. Rus Askeri İstihbarat Servisi (GRU) eski albayı Sergey Skripal, İngiltere için casusluk yaptığı suçlamasıyla 2006'da 13 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. Dimitri Medvedev’in devlet başkanlığı döneminde çıkan aftan yararlanan eski ajan, 2010’da Rusya ile ABD arasında yapılan casus takasında yer almıştı.

19 Mart 2018 Pazartesi

Yıllar Önce Yapılmış Olması Gereken "Çok Gecikmiş Bir Operasyon" ve Nihayet Olumlu Neticeler!..

TSK ve ÖSO birlikleri "Zeytin Dalı Operasyonu Kapsamında" Afrin ilçe merkezinde kontrolü sağladı
Afrin'den sabah saatlerinde son dakika haberi geldi... (DHA), Afrin'e güneydoğu bölgesinden girmeye başlayan ÖSO birliklerinden sonra TSK'da şehre girdi. Genelkurmay Afrin kent merkezinde kontrolün sağladığını duyurdu.
Zeytin Dalı birliklerini mutlulukla karşılayan siviller, Afrin'i işgal eden terör örgütü YPG/PKK'lı teröristlerin TSK'ya karşı direnemeyeceğini anlayınca silahlarını araçlara yükleyerek birkaç gün önce ilçeden kaçtığını anlattı. TSK, Türk bayrağının Afrin merkezine dikilme anlarının görüntüsünü yayımladı. İlçe merkezinin ardından, Afrin'in temizlenmeyen tek beldesi olan Mabatlı da teröristlerden kurtarıldı. Son olarak akşam saatlerinde TSK ve ÖSO'nun Afrin'de 29 köyü daha teröristlerden kurtararak, ilçe merkezinin kuzey, doğu ve batı bölgelerini tümüyle kontrolüne aldığı açıklandı. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yürüttüğü Zeytin Dalı Harekatı kapsamında kuşatılan Afrin kent merkezine, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) birlikleri sabah saatlerinde kentin güneydoğusundan bölgeye girdi. Kısa bir sürenin ardından Afrin ilçe merkezinde kontrolün sağlandığı bilgisi geldi. ÖSO güçleri, bazı noktalarda çatışmalar yaşanırken, çok fazla direnişle karşılaşmadı. Kontrolün sağlanmasını kent meydanında havaya ateş açarak kutlayan ÖSO güçleri, burada bulunan Kawa heykelini iş makinesiyle yıktı. ÖSO güçlerinin kentin mahallerinde kontrollü ilerleyişleri sürüyor. TSK'dan yapılan açıklamada, "Türk Silahlı Kuvvetleri ve Özgür Suriye Ordusu tarafından Afrin şehir merkezi kontrol altına alınmıştır. Mayın ve el yapımı patlayıcı arama çalışmaları devam etmektedir. Şehitlerimizin ruhu şad olsun!" ifadesi kullanıldı.
Son olarak akşam saatlerinde TSK ve ÖSO'nun Afrin'de 29 köyü daha teröristlerden kurtararak, ilçe merkezinin kuzey, doğu ve batı bölgelerini tümüyle kontrolüne aldığı açıklandı.
Pirinçle karşıladılar
Afrin’de yaşayan bazı aileler kenti TSK ile birlikte teröristlerden arındıran Özgür Suriye Ordusu askerlerini pencere ve balkonlarından pirinç atarak karşıladı. Yörede “Hoş geldiniz” ve “Gelişin bereketli olsun” anlamına gelen adet gereği siviller, ÖSO askerlerinin başına uzun süre pirinç attı, bazı kadınlar da zılgıt çekerek kutlama yaptı. Teröristler silahlarını alıp kaçmış. Afrinli siviller, ilçeyi işgal eden terör örgütü YPG/PKK'lı teröristlerin TSK'ya karşı direnemeyeceğini anlayınca silahlarını araçlara yükleyerek birkaç gün önce ilçeden kaçtığını anlattı. Esnaf Zeynel Abidin Kazan, "Teröristlerin bazı silahları araçlara yüklediğini gördük, üzerlerini kapattılar. Münbiç tarafına ya da Cezire'ye gittiklerini düşünüyoruz. Son günlerde zaten sayıları azalmıştı. Türkiye'ye çok şey borçluyuz, teşekkürler" dedi. Fırıncı Ali İmceddemi de "Allah Türkiye'den ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'dan razı olsun. Teröristler bize çok zulüm yaptı, insanların şehrin dışına çıkmasına izin vermediler. İnşallah ilçemiz en kısa sürede eski günlerine döner, başka bölgelerde olan komşularımız da bir an önce geri gelmeli" diye konuştu.
MEHMETÇİK'TEN 18 MART MESAJI
TSK, Türk bayrağının Afrin merkezine dikilme anlarının görüntüsünü yayımladı. örüntülerde Türk bayrağı açan Mehmetçik, "Türk Silahlı Kuvvetlerinin 18 Mart Şehitler Günü'nde tüm Türk milletine ve tüm şehitlerimize armağanıdır" diye konuştu. ÖSO birlikleri, bugün sabahın erken saatlerinde PKK/YPG'li teröristlerden arındırılması hedeflenen Afrin'e kentin güneydoğusundan girmeye başlamış, kent merkezine doğru ilerleyişi sürerken, bölgeden sık sık silah ve patlama sesleri duyulmuştu.Türk savaş uçaklarının da Afrin semalarında uçtuğu gözlenmişti. Afrin kent merkezinde kontrolü sağlayan ÖSO birlikleri bölgede bulunan heykelin önünde YPJ bayrağını yakarken...
ÖZEL KUVVETLER TEMİZLEME OPERASYONUNA BAŞLADI
TSK'ya bağlı Özel Kuvvetler Afrin ilçe merkezinde temizleme operasyonuna başladı. Operasyona Özel Kuvvetler'in yanında ÖSO birliklerinin de katıldığı öğrenildi. Türk Silahlı Kuvvetleri'ne bağlı Özel kuvvetler'in Afrin ilçe merkezine girdiği ve operasyona başladığı öğrenildi. CNN TÜRK canlı yayınına katılan terör uzmanı Abdullah Ağar'ın verdiği bilgiye göre, Afrin merkezine Özel Kuvvetlerle birlikte, komandolar ve ÖSO birlikleri de girip temizleme operasyonuna başladı.
SON BELDE DE ALINDI
ÖSO birlikleri, Afrin merkezinden sonra Mabatlı beldesinin de teröristlerden alındığını duyurdu. Afrin, bir ilçe merkezi ve Raco, Bülbül, Şeyh Hadid, Cinderes, Şeran ve Mabatlı olmak üzere altı belde merkezinden oluşuyor. Mabatlı’nın da alınmasıyla, bütün beldeler Zeytin Dalı Harekâtı birliklerinin kontrolüne geçti.
'ZEYTİN DALI' İÇİN TAKVİYE BİRLİKLER SEVK EDİLDİ
Zeytin Dalı Harekatı kapsamında Suriye sınırında konuşlu birliklere takviye amaçlı gönderilen askeri araçlar, Hatay'dan huduttaki birliklere sevk edildi. Hudutlar ile bölgede güvenlik ve istikrarı sağlamak, Afrin'de YPG/PKK-DEAŞ mensuplarını etkisiz hale getirmek, halkı terör örgütü üyelerinin baskı ve zulmünden kurtarmak amacıyla Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) tarafından 20 Ocak'ta başlatılan Zeytin Dalı Harekatı devam ediyor. Harekat kapsamında, Türkiye'deki çeşitli birliklerden gönderilen, aralarında tankların da yer aldığı askeri araçlar, Hatay'ın Reyhanlı ve Hassa ilçesine ulaştı. Araçlar, güvenlik önlemleri altında sınır birliklerine sevk edildi.

13 Mart 2018 Salı

ŞOK HABER!.. "AKP ve MHP ittifakı, TBMM'den canlı yayın yapılmadığı sırada sessiz sedasız bütün gece (12 MART DARBESİ'NİN SENE-İ DEVRİYESİNDE) seçim yasasını oyladı ve şaibeli ittifak yasası onaylandı!..."

Halkı uyuttular, medyayı kararttılar ve "Gece parlâmento'dan seçim yasası" geçirttiler!..
AKP ve MHP ittifakı, TBMM'den canlı yayın yapılmadığı sırada sessiz sedasız bütün gece seçim yasasını oyladı. CHP ve HDP milletvekillerinin itiraz ve direnişlerine rağmen AKP-MHP’nin hazırladığı, ittifak yasası Meclis'ten geçirildi.
Muhalefetin seçim güvenliğinin yok olacağı uyarılarını yaptığı AKP-MHP'nin tasarladığı seçim ittifakı yasası Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (TBMM) oylanıyor. HDP ve CHP milletvekillerinin itirazı üzerine 5 dakikalık konuşmaların ardından yasalar bir bir geçiriliyor. Muhalefet, bu duruma tepkili, yasal bir zemin oluşturarak seçim güvenliğinin yok olacağını dile getiriyor.
Meclis Anayasa Komisyonu’ndan geçen ittifak düzenlemesi, Meclis’te oylanıyor. Teklife göre, genel seçimde, ittifak yapacak partiler, seçim takviminin başlamasından itibaren en geç yedi gün içinde, ‘ittifak protokolü’ ile Yüksek Seçim Kurulu’na (YSK) başvuracak.
AKP’nin MHP’nin 18 Mart’ta yapılacak kongresi öncesinde öneriyi Meclis’te yasalaştırmak için acele ettiği iddia ediliyor MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin kongreye bu şekilde gitmek istediği, önerinin Meclis’ten geçmesiyle seçmen tabanına ‘ittifakı garantiledik’ mesajı vermek istediği belirtiliyor.
MUHALEFET DİRENİYOR: SİZİ DARBECİLER SİZİ
AKP ve MHP ittifakının hızla geçirme derdinde olduğu seçim yasasıyla ilgili CHP'li vekil Özgür Özel Twitter üzerinden şu mesajı paylaştı: "Milletvekillerimizle AKP-MHP ittifakının milli iradeye gece yarısı kurmaya çalıştığı kumpasa karşı Meclis'teyiz. İki parti Türkiye'yi birlikte sürükledikleri karanlıkta baraj korkularını yenmeye çalışıyor. Ama milletin hesap sormasından kurtulamayacaklar. Meclisteki tüm milletvekilleri hatta AKP’li Meclis Başkanvekili bile AKP ile MHP’nin gizlice anlaşıp seçim güvenliğini katleden yasayı sabaha kadar geçirme kararı aldığını gece yarısı öğrendi. 12 Mart’ın yıldönümüne bu yakışır! Sizi darbeciler sizi..."
CHP'DEN BASIN AÇIKLAMASI: GÜVENLİ SEÇİM
Şaibeli seçim yasasını AKP ve MHP çoğunluğunu ile Meclis'ten alelacele geçirilmeye çalışmasına tepki gösteren CHP'li vekiller basın açıklamasında bulundu. Basın açıklamasında CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, "Bu gece Meclis, planlandığı gibi gece yarısı kapansa, yarın TV yayınıyla açılacaktı. Ama onlar, bir daha güneş doğmadan, bu işi bu gece karanlığında koparmayı tercih ettiler. Milli iradeye bu kumpasları kuranlar, milli irade hırsızları, siyasi yan kesiciler, gecenin karanlığından yararlanarak, bir oldubitti yaparak, bu ittifak yasasını kamuoyundan kaçırmak istiyorlar" ifadelerini kullandı. KAYNAK: ABC Haber Merkezi/Miray Mert (12-12 Mart 2018)
LÜTFEN BAKINIZ "GEREKÇELİ TAM METİN" ULUSAL HABER & MEVZUAT: (AŞAĞIDAKİ LİNK-İ TIK'LAYIN)
Seçim ittifakı teklifi parlamento'da kabul edildi. Toplam 26 madde değişti.

9 Mart 2018 Cuma

MHP ve AKP'ce hazırlanan, İttifak (ve şeamet) yasa teklifi komisyondan geçti. Şimdi millet "Seçim ve Sandık Güvenliği" derdine düştü. Sandığa şaibe bulaştı. Seçim Güvenliği TEHDİT VE TEHLİKE Altında. Namuslu dürüst ve demokrat, adaletli kesim; zorbalara karşı zorlu bir sınavla karşı karşıya. Baş sorumlu CHP bakalım ne yapacak?

Seçim ittifakı düzenlemesi Parlamento Anayasa Komisyonunda kabul edildi. 
Siyasi partilerin seçim ittifakı kurmasına imkan veren; Sandık Kurulu teşkili ile oy kullanım usul ve esaslarını temelden değiştirerek "her türlü sahtekârlık, müdahale, hile, desise ve yolsuzluğa (tıpkı 1946 seçimlerinde olduğu gibi) geçit veren, zemin hazırlayan" yasa teklifi; Muhalefet üyelerinin yeterli bilinç ve inançla direnmemesi, karşı karşıya geldikleri tehdit ve tuzağı idrak edememeleri yüzünden parlamento Anayasa Komisyonunda kabul edilerek, ivedilikle genel kurul görüşme gündemine dahil edildi. Muhtemelen de 12 Mart 2018 Pazartesi günü "27 Mayıs 1960 kalkışmasını tahkim eden post modern darbenin sene-i devriyesinde" görüşülmeye başlanacak.
AKP İstanbul Milletvekili Mustafa Şentop başkanlığında toplanan Anayasa Komisyonu, AKP ile MHP'nin, siyasi partilerin seçim ittifakına ilişkin ortak teklifini kabul etti. Teklifin müzakerelerinde söz alan CHP Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan, komisyonun bugünkü görüşmelerinin ertelenmesini istediklerini ancak bunu kabul edilmediğini söyledi. CHP Muğla Milletvekili Akın Üstündağ ise, teklife ilişkin eleştirilerini dile getirdi. "Barajı atlamayı düşünmüşler ama barajı indirmeyi düşünmemişler" diyen Üstündağ, teklifle seçmenlerin fişlendiğini kaydetti.
'YANDAŞLAR SANDIK KURULU BAŞKANI OLACAK'
Üstündağ, şöyle devam etti: "Teklifte, bazı yerlerde kimin nereye oy attığını öğrenmeye yönelik düzenleme varken, bazı yerlerde kimin nereye oy attığının belli olmamasına yönelik düzenleme var. Bundan sonraki seçimler, 'silahların gölgesinde seçim' olarak mevzuata girmiş olacaktır. Yandaş kamu görevlileri sandık kurulu başkanı olacak. Seçim mühendisliği teklifidir, ısmarlama bir tekliftir, dayatma teklifidir, adrese teslim bir tekliftir, amaca matuf bir tekliftir. Bu teklifle, sağlıklı ve adaletli bir seçimin olması mümkün değildir. İktidarın kamu gücü eliyle seçimi yönettiği ve kontrollü bir hale getirdiği tekliftir. Olumsuz oy kullanacağız."
HDP'Lİ ADIYAMAN: TEKLİF SEÇİM GÜVENLİĞİNİ TEHDİT EDİYOR
HDP Iğdır Milletvekili Mehmet Emin Adıyaman da düzenlemenin anayasaya aykırı olduğunu dile getirdi. Bu düzenlemeden sonra ülkede adil bir seçim olmayacağını, demokratik bir seçim yapılmayacağını söyleyen Adıyaman, teklifin seçim güvenliğini de tehdit ettiğini kaydetti. Kanun tasarısı bundan sonra Meclis Genel Kurulu'nda görüşülecek.
CHP SEÇİM GÜVENLİĞİ RAPORU
CHP heyeti, 8 siyasi partiyle gerçekleştirdiği görüşmenin ardından hazırladığı raporu, bugün yapılan ziyarette AK Parti Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş’a sundu. Sonuç raporunda ittifak teklifine ilişkin 11 madde ile diğer mevzuata ilişkin 7 maddelik talepler yer aldı.
Raporda yer alan 11 maddelik ortak talep özetle şöyle:
“Teklifin, hane bütünlüğünü bozmayacak şekilde aynı binada oturan seçmenlerin aynı seçim bölgesinde kalmaları şartıyla farklı sandık bölgelerinde oy kullanabilmelerini öngören 1. maddesi, teklif metninden çıkarılmalıdır. Teklifin 2. maddesiyle vali veya il seçim kurulu başkanının talebi doğrultusunda sandıkların taşınmasına olanak tanıyan 298 sayılı kanunun 14’uncü maddesinin birinci fıkrasına eklenen 16 numaralı bent madde metninden çıkarılmalıdır. Sandıkların taşınmasına olanak tanıyan bu düzenleme, seçmen iradesinin baskı altına alınması sonucunu da doğurabilecektir. Teklifin 2. maddesiyle yatağa bağımlı hasta ve engellilere getirilen seyyar sandık uygulamasını getiren 298 sayılı Kanun’un 14’üncü maddesinin birinci fıkrasına eklenen 17 numaralı bent, seyyar sandık listelerinin nasıl oluşacağı, seçim günü seyyar sandıklarda güvenliğin nasıl sağlanacağına ilişkin soru işaretleri barındırmaktadır. Teklifin 3’üncü ve 4’üncü maddeleri sandık kurulu başkanı ve üyeliklerinin belirlenmesi noktasında siyasi partilerin müdahil olabildiği mevcut düzenlemeyi kaldırarak, siyasi iktidarın ağırlığını artıracak biçimde, kamu görevlileri arasından seçim yapılmasını getirmektedir. Bu durum, seçimlerin asli unsuru olan siyasi partilerin denetim mekanizmalarını azaltacağından, düzenlemenin eski haline döndürülmesi uygun olacaktır.
OY PUSULALARININ FARKLI ZARFLARA KONULMASI ZORUNLU OLMALI
Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinde oy pusulalarının farklı zarflara konulması uygulaması getirilmelidir. Filigranlı pusula ve zarf, sandık kurulu mührü ile uygulanırsa, seçim güvenliği açısından daha tatmin edici bir düzenleme olacaktır. Teklifin 7’nci maddesiyle getirilen sandık çevresi tanımlaması, propaganda yasağı ve kolluk kuvvetinin görev ve yetki alanı bakımından muğlaklık içermekte, mevcut düzenlemede yer alan metrik belirlemeler, yasak sınırlarını net bir biçimde ortaya koymaktadır. Teklifin 8’inci maddesiyle, mevcut düzenlemede sandık kurulu başkanı ve üyelerine tanınan kolluk çağırma yetkisi, tüm seçmenlere tanınan bir yetki olarak genişletilmektedir. Getirilen madde, seçmenin yapacağı haklı itirazların dahi, “ihbar” sopası gösterilerek engellenme riskini taşımakla beraber, seçmeni, müşahiti ve gözlemcileri itiraz etme noktasında otokontrol uygulamasına itebilecektir. Teklifin 9’uncu maddesi, sandık mührü bulunmayan zarfların, 11’inci maddesi ise sandık mührü bulunmayan pusulaların geçerli sayılabilmesini düzenlemektedir. Bu hüküm, 16 Nisan gayrimeşru referandumunda YSK tarafından kanunsuz bir karar alındığının itirafı olması açısından önemli olmakla beraber, sandık mührünün teminatının ortadan kaldırılması bakımından kabul edilemez. Teklifin 13’üncü maddesi, ittifak yapan partilerden herhangi birine verilmeyen ancak ittifaka verilen ve “ortak oy” olarak tanımlanan oyların ittifakı destekleyen partiler arasında orantısal olarak dağılımını öngörse de seçmen tercihine dair bilinmeyen verilen üzerinden yapılan hesaplamaların, seçim sonuçlarının kesinliğine ve seçmen iradesinin netliğine kesinliğine gölge düşürebileceği açıktır. Teklifin ittifaka ilişkin düzenlemelerini içeren maddeleri arasında, oy pusulasında ittifak yapan partilere avantaj sağlamasının yanı sıra, ittifak yapan partilerin yüzde 10’luk ülke barajı sorununu, diğer siyasi partilere avantaj sağlayacak biçimde çözmesi de, eşitlik ilkesine aykırıdır.”
OHAL REJİMİNE DERHAL SON VERİLMELİ
Raporda, “Diğer Mevzuat Değişiklikleri” başlığında da şu önerilerde bulunuldu: “15 Temmuz darbe girişiminin ardından 20 Temmuz günü ilan edilen ve 19.5 aydır süren OHAL rejimine vakit kaybetmeksizin son verilmeli, Türkiye yeniden olağan hale geçmelidir.
YÜZDE 10’LUK BARAJ TAMAMEN KALDIRILMALI
Yüzde 10’luk ülke barajı tamamen kaldırılmalı. Seçmen iradesinin parlamentoya tam yansıması sağlanmalıdır. Başta barolar olmak üzere sivil toplum kuruluşlarının gözlemci statüsüyle seçim günü sandıklarda ve oy kullanma alanlarında çalışabilmesi olanaklı kılınmalıdır. 16 Nisan gayrimeşru referandumunda mühürsüz oyların geçerli sayılmasına ilişkin YSK kararı da göz önüne alınarak, YSK kararlarının yargı incelemesine derhal açılması sağlanmalıdır. Kanun teklifine yatağa bağımlı engelliler için getirilen düzenlemeye paralel olarak, görme engelli yurttaşlar için Braille alfabesi ile basılmış pusula sağlanması başta olmak üzere engelli bireylerin iradelerini özgürce yansıtabilecekleri önlemler alınmalı ve mevzuat değişiklikleri yapılmalıdır. 9 Şubat 2017 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan KHK ile yürürlüğe giren ve propaganda eşitsizliği noktasında özel televizyonlara ilişkin YSK’nın denetimini kaldıran mevzuat değişikliği geri çekilmelidir.
EN AZ YÜZDE 1 OY ALAN SİYASİ PARTİLERİN HAZİNEDEN YARDIM ALABİLMELERİ MÜMKÜN KILINMALIDIR
Partilerin hazine yardımı alabilmelerine ilişkin hüküm gözden geçirilerek, seçimlerde en az yüzde 1 oy alan siyasi partilerin hazineden yardım alabilmeleri mümkün kılınmalıdır.”
CHP SEÇİM GÜVENLİĞİ RAPORUNUN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ...

İttifak Teklifi'ne CHP'nin "Alt Komisyon'da koyduğu" itiraz müzekkeresi ve muhalefet şerhi:
CHP Ankara Milletvekili Murat Emir ve CHP Kocaeli Milletvekili Fatma Kaplan Hürriyet, 'İttifak (seçim ve sandık güvenliğini ortadan kaldırmaya teşebbüs niteliği arz eden, hakkaniyet, adalet ve demokrasi karşıtı) Yasa Teklifi'ne' muhalefet şerhi koydu.
AKP ile MHP'nin ortaklaşa sunduğu, kamuoyunda 'İttifak Teklifi' olarak bilinen, 298 Sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, TBMM Anayasa Alt Komisyonu'nda 5 saatlik görüşmenin ardından AKP ve MHP'li milletvekillerinin oylarıyla 28 Şubat 2017 günü, noktasına-virgülüne dokunulmadan geçirilmişti. Alt Komisyon'da CHP'yi Ankara Milletvekili Dr. Murat Emir ile Kocaeli Milletvekili Fatma Kaplan Hürriyet temsil etti.. Alt Komisyon'un CHP'li üyeleri Emir ve Hürriyet bir muhalefet şerhi hazırladı.
Hazırlanan muhalefet şerhi ise şöyle;
Siyasal düşünceler tarihi, insanın toplumsal birlikteliğinin, çoğunluğun değil çoğulculuğun temel alındığı demokrasilere dayalı hukuk devleti düzenine evrimleştiğini göstermiştir. Bugünlere gelinirken siyasal erk, dolayısıyla da toplumsal alanı düzenleyen devlet yapılanması, kendisi için çeşitli meşruluk zeminleri aramıştır. Yüzyıllar önce güce dayalı bir süreçte elde edilip ve daha çok ‘hükmetme yetkisi’ olarak tanımlayabileceğimiz yönetme yetkisini kullananlar, zamanla bunun yeterli gelmemesi üzerine ‘ikna’yı esas alan arayışlara yönelmiştir. Din kökenli temellendirilmeden soy kökeninde temellendirmeye kadar çeşitli yöntemler, siyasal meşruluk için denenmiştir. Bu denemelerin siyasal alanda yarattığı en önemli sonuç ‘devlet gücünün paylaşımı’ konusudur. Bu da günümüzde yaşadığımız ve ‘güçler ayrılığı’ denen siyasal alan şekillenmesidir. 20’nci yüzyıl başı itibariyle imparatorluk döneminin tarih sahnesinden silinmesiyle birlikte hâkim olmaya başlayan ‘ulus devlet’ anlayışları ve bilimsel gelişmeler, insanlığın birlikteliğinin, yetkinin tek elde toplanması değil aksine dağılmış şekilde ‘uyumu’ndan geçtiği bir dönemi başlatmıştır.İşte bugün modern demokrasilerde uygulanan, ‘güçler ayrılığı’ temelindeki yönetim şeklidir. 20’nci yüzyılda birçok ülke, dünyaya yön vermeye başlayan ‘güçler ayrılığı’na dayalı anayasal rejimlere geçmeye başlamıştır.

Demokratik yönetimlerin temel meşruiyet kaynaklarının başındaseçimler gelmektedir. Seçimlerle amaçlanan, halk iradesinin temsil mekanizmalarına eksiksiz yansımasıdır ki bu, seçimin şekil şartlarının sağlanmasından başka parametrelerin de var olmasını gerektirir. Bu parametrelerin başında, siyasal özgürlüklerin, kanunlar çerçevesinde istisnasız herkes tarafından kullanılabilmesi; seçmenlerin, üzerlerinde herhangi bir baskı olmadan sandığa giderek tercihlerini yansıtabilmeleri gelmektedir.Seçmen iradesini sakatlayacak herhangi bir detay, süte düşmüş bir leke gibidir ki bu da oluşan yönetimin gayrı meşruluğuna işaret eder. Dolayısıyla herkesin, şüpheye düşmeksizin adaletli bir seçim yapıldığına inanması, seçimlerin yapılması kadar önemlidir.

‘Halkın yönetimi’ esasına dayanan Cumhuriyet rejimini tercih eden Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğündeki kurucu irade, bu uğurda çok partili hayata geçmek üzere denemeler yapmış ve 1946 yılında çok partili hayata geçilmiştir. Bu tarihten sonra yapılan çok partili seçimlerde halkın iradesinin yönetime yansıtılması için farklı seçim sistemleri denenmiştir.Uygulanan tüm seçim sistemlerine ilişkin temel tartışmaların başında -birbirine zıt olarak kullanılan, pratik siyasette de bu zıtlık üzerinde somutlaşan - temsilde adalet ve siyasal istikrar kavramları gelmektedir. Birbirine zıt gibi gözüken bu iki kavram, özelikle Batı demokrasilerindeki örneklerinde görülebileceği üzere, birbirini de bütünleyebilmekte; temsilde adaletin ağırlığı, yönetimde istikrarın temel koşulu olabilmektedir. Bu bütünlüğü sağlayamayan ülkelerdeki seçim sistemleri, ne yazık ki ‘siyasi istikrar’ uğruna ‘temsilde adaleti’ yok eden bir şekil almaktadır. Ülkemizde de, 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi ile birlikte seçim sistemindeki hâkim eğilim, ‘siyasi istikrar’ ilkesine yöneliktir.

1980 Askeri Darbesi’nin, demokratik kurum ve kuruluşları, 1961 Anayasası’nın kazanımlarını yok etme açısından en büyük araç olarak tasarladığı 1982 Anayasası ve sonrasında çıkarılan kanunlar, “siyasal istikrar” kavramına büyük önem atfetmiştir. Buradaki istikrar küçük partilerin dışlanmasıyla özdeşleşmiştir. O kadar ki hem seçim çevresi barajı hem de ülke barajı uygulamasıyla çifte barajlı bir sistem öngörmüştür. Çifte barajlı bu sistem, Anayasa Mahkemesi’nin 1995/59 sayılı kararıyla ‘temsilde adalet ilkesi’ne aykırı bulunarak iptal edilmiş; yüzde 10’luk ülke barajına dokunulmamakla beraber ‘seçim çevresi barajı’, “Anayasa’nın amaçladığı ‘yönetimde istikrar ilkesi’ için milletvekili seçimlerinde bir ülke barajı öngörülmüşken, ayrıcı her seçim çevresi için yeni bir barajın getirilmesi ‘temsilde adalet ilkesi’yle bağdaşmaz. Kaldı ki uygulanmakta olan nispi temsil sisteminin bir türü olan D’Hondt sistemi de kendi içinde bir baraj taşımaktadır” denilerek kaldırılmıştır. Dokunulmayan yüzde 10’luk ülke barajı ise, AK Parti de dâhil, iktidara gelene kadar bütün partiler tarafından yüksek bulunmuş ve seçmene düşürüleceği ya da kaldırılacağı vaat edilmiştir. Ancak bu siyasi vaat, iktidara gelindiği gün unutulmuştur. Yüzde 10’luk ülke barajının antidemokratik olduğu, 30 Ocak 2007 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Sadak/Yumak kararında da ifade edilmiş ve “Dünyada uygulanan seçim sistemlerinde adil temsil ve siyasi iktidar ilkeleri arasındaki dengeyi sağlayacak belirlenmiş bir baraj oranı bulunmadığı” belirtilmiştir. Putin Rusya’sında dahi yüzde 7’lik barajın yüzde 5’e düşürüldüğü, Batı ülkelerinde barajın hiç olmadığı ülkelerin bulunduğu ve baraj konusundaki eğilimin genel olarak yüzde 2-5 arasında gerçekleştiği düşünüldüğünde, yüzde 10’luk seçim barajı istikrardan ziyade, bizzat “milli irade” söylemini dilinden düşürmeyen AK Parti’nin, siyasal irade gaspına aracı haline dönüşmüştür. Barajı kimin getirdiği değil, kaldırılması yönünde bir girişimde bulunup bulunulmadığı demokrasiye olan bakış açısının göstergesidir.

Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK),16 Nisan 2017 Referandumu’nda ‘mühürsüz oyların kabulü’ yönündeki skandal kararıyla şeklen yürürlüğe giren, meşruiyeti tartışmalı Anayasa değişikliği, seçim barajı tartışmalarına yeni bir boyut kazandırmıştır. Çünkü parlamenter sistemde “yürütme” Meclis’ten çıkar, Meclis’in kendi içinden istikrarlı bir hükümet çıkarabilmesi makul düzeyde bir barajı anlamlı kılabilir. AİHM buna,“istikrarlı çoğunluk oluşturmak” demektedir. Anayasa Mahkemesi’ne (AYM)göre de “yönetimde istikrar ilkesi yürütme organıyla ilgilidir” ve yüzde 10 barajı,“yürütmenin güçlü olmasını sağlayacak biçimde oyları yasama organına yansıtacak yöntemler”den biri olduğu için (K: 1995/59)anayasaya uygun kabul edilmiştir. Oysa 2017 Anayasa değişikliğiyle getirilen sistemde yürütme erki artık Meclis’ten çıkmamakta;yürütme yetkilerine sahip cumhurbaşkanı ayrı bir seçimle sandıkta belirlenmekte; Bakanlar Kurulu ise bizzat kendisince Meclis dışından oluşmaktadır. Bu nedenle Meclis seçimlerinde artık “yönetimde istikrar”tartışılmaktan çıkmıştır. Artık bundan sonra sağlanması gereken ana ilke,“temsilde adalet” olmalıdır. Bundan dolayı olsa gerek Anayasa Komisyonu Başkanı Mustafa Şentop, 30 Ekim 2016 tarihinde verdiği bir röportajda, “Seçim barajı sıfırlanacak ya da çok sembolik bir orana çekilecek” demiştir. Geldiğimiz noktada, seçim barajının demokrasiye uydurulması yerine, baraj korunarak tüm seçim sistemi MHP’nin barajı geçeceği bir formülasyona uydurulmuştur. Üstelik baraj bir şantaj aracı olarak ele alınmış, yüzde 50+1 oyun sağlanması karşılığında, iktidara destek partilerin barajı bypass edebileceği sistem teklif edilmiştir. AİHM, yüzde 10 barajını aşırı yüksek bulmakla beraber, “seçime giren bütün partilere uygulandığı için” eşitliğe aykırı saymadığı göz önünde bulundurulduğunda, getirilmek istenen teklifle ittifak yapmayan partilere baraj uygulanmakta, ittifak yapan partiler için barajı sıfırlanmaktadır.Teklif kanunlaştığı durumda, yüz bin oy alan bir parti “ittifak”yaptığı durumda Meclis’te temsil elde edebilecek, ama beş milyon oy alan bir parti Meclis dışında kalabilecektir. Bu durum eşitlik ve temsilde adalet ilkesine açıkça aykırıdır. Kaldı ki ‘temsilde adalet’ çok katmanlı ve bir süreci kapsayan kavramdır. Seçim öncesi seçmenlerin doğru bilgilendirilmesi, siyasi partilerin eşit koşullarda rekabet etmesi de seçmen iradesinin gasp edilmemesine dâhildir. Çünkü temsil kuramının temelini, bireylerin bir araya gelerek toplumu oluşturması sonucunda ortaya çıkan egemen güç ile ona tabi olanlar arasında yetki ve sorumlulukların nasıl olacağı sorunu oluşturur. “Aralarında yaş, cinsiyet, sınıfsal aidiyet, ekonomik güç gibi ölçütler açısından farklılıklar bulunan insanların bir araya gelmesiyle oluşan toplum, nasıl bir arada yaşayabilir?” sorusunun çözümü olan anahtar kavram adalettir. Farklılıkların düzenini ya da düzen içerisindeki farklılıkları tanımlayan, bütünleştirerek bir arada, barış içerisinde sürekli kılan kavram ancak adalettir.

AK Parti ve MHP ortaklığıyla getirilen ve kamuoyunda “ittifak teklifi” olarak bilinen kanun teklifi, siyasi tarihimizde bir kırılma noktası oluşturacaktır. Ülkemizin geleceğini doğrudan ilgilendiren böyle bir teklifin, iki parti temsilcileriyle kapalı kapılar ardında hazırlanması; diğer siyasi partilerin, konunun uzmanlarının, demokratik kitle örgütlerinin görüşlerinin alınmaması, demokrasiye ve katılımcı yönetime ne derece inanç ve bağlılık olduğunun göstergesidir. 16 Nisan Referandumunda getirilen, egemenliği şahsileştiren ve kuvvetleri tek elde toplayan Anayasa değişikliği sonrasında Meclis’in devre dışı bırakıldığı ‘Saray Rejimi’nde, bu gibi uygulamaların gelenek haline getirileceği görülmektedir.

Teklif, halk iradesine, telafisi çok zor darbeler vurulmaktadır. Bir yandan ‘ittifaklar’ adı altında siyaset kilitleyip, demokrasi ve çoğulculuğu yok etmek amaçlanırken, seçime ilişkin hükümlerle de seçimler baştan şüpheli, dolayısıyla sonuçları güvensiz hale getirilmektedir.Bu teklifle Türkiye’nin geleceği kurgulanmaktadır. Çoğulculuğu ve demokrasiyi yok ederek mühürsüz referandumla kurulan tek adam rejimini tahkim etme ve milleti tek tipleştirmek hedeflenmektedir. Çünkü bu metinle yasal zemini atılan, şimdilik AKP ve MHP’nin içinde yer alacağı gözüken ‘CUMHUR İTTİFAKI’yla, millete tek tip kıyafet giydirilerek, siyaset kimliksizleştirilmek istenmektedir. Söz konusu bu ittifakın içindeki partilerden biri, parlamentodaki barajdan, öbürü yürütme organındaki barajdan kurtulmak için böylesine kirli bir ittifak icat edilmiştir.Sadece belirli bir anlayış, dil, üslup ve ideoloji içerisinde eriyenlere siyaset yapma imkânı tanıyan, diğerlerine bütün kapıları kapatan bu teklif üzerine kurulu siyasal projeyle, ‘Sadece benim anladığım anlamda milletin unsuruysan milletsin, yoksa değilsin’ denilmektedir. Bu proje, oy artırmadan milletvekili artırma projesidir; ‘nasıl artırırız’ diye oturmuşlar, hesap yapmışlar ve çıkaramayacakları milletvekillerini bir sepete koyarak, o sepetin üzerinden paylaşıma gidilmiştir. Bizlerin ‘adaletsiz temsil’ dediğimiz, bir akademisyenin de ‘seçim sistemi değil, ihale şartnamesi’ne benzettiği bu yasa teklifinin içerdiği seçim sisteminde, oyu az olan partilerin, ittifak içerisinde geçici bir nefes alma olanağı olur ama o sadece yoğun bakımda alınan bir nefestir, ondan sonra yok olur.Partilerin kimliklerini yok eden böyle bir sistem, demokrasiyi yok eder, çoğulculuğu ortadan kaldırır; yasama organı ve yürütmede katı iki partili bir sistem gelir.

CHP olarak, adaletli olması takdirinde seçim ittifaklarına karşı değiliz. Mesela Avrupa’da bazı ülkelerde ittifaklar adalet temelinde, dürüstçe, mertçe yapılmaktadır; orada ittifaka giren partiler sıklıkla, AKP-MHP ortaklığının yaptığı gibi, ayrı milletvekili listeleri sunmaşeklinde değil tek listeyle seçime girmektedir.

Teklifle seçimlere ilişkin getirilen hükümler, ifade ettiğimiz gibi seçim sonuçların baştan güvenirliliğini yok etmektedir. Seçimlerin güvenirliği ve güvenliği, seçimlerin yapılması kadar önemli bir konudur. Sandıkların birleştirilerek taşınması, mühürsüz zarfların geçerli sayılması, sandıklara güvenlik güçlerinin müdahalesi ve seyyar sandığın kanuni düzenlemeye bağlanması Türkiye’de yeni bir sopalı seçimin önünü açacak düzenlemelerdir.

Özetle, teklifin genel gerekçesinin ilk paragrafında belirtilen “özgürlükçü ve çoğulcu demokratik rejimler özgür, eşit, serbest ve dürüst şekilde yapılan seçimlere dayanmaktadır. Seçimler, demokratik düzenin başlıca meşruiyet kaynağı ve yönetimlerin halk tarafından benimsendiğinin göstergesidir. Demokratik yönetimin temeli olan serbest seçim hakkı, her türlü etkiden uzak, hür iradeyle kullanılan oylarla bir anlam ve değer taşır” ifadesine taban tabana zıt bir düzenleme yapılmıştır. Bu açıdan teklif, 1982 Anayasası’na aykırıdır. Anayasa’nın 67. Maddesi 2. fıkrasında geçen, “Seçimler ve halkoylaması serbest, eşit, gizli, tek dereceli, genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre, yargı yönetim ve denetimi altında yapılır.” temel hükmüne açıkça aykırılık taşımaktadır. Milli iradenin çeşitli nedenlerle oluşmasının engellenmesi, Anayasa’nın “Egemenlik” başlıklı 6. maddesine de aykırılık oluşturmaktadır. 

Antidemokratik içeriğiyle uygulamaya konulması halinde Ülkemizin geleceğine yönelik ciddi kaygılar yaratacağı kesin olan ‘ittifak teklifi’nin yasalaşma süreci, AKP’nin alışkanlık haline getirdiği üzere, yasama organının yetkilerini gasp ederek gerçekleştirilmek istenmektedir. Kısa bir süre Anayasa Komisyonu’nda görüşüldükten sonra, etraflıca ele alınmak üzere oybirliğiyle alt komisyonasevk edilmesi kararlaştırılan teklife ilişkin Anayasa Komisyonu’nun AK Partili Başkanı Sayın Mustafa Şentop, komisyon toplantısını kapatırken, “Alt komisyonun çalışmasını kısa sürede bitirmesi ve raporunu sunması” şeklinde son derece talihsiz bir söylemde bulunmuştur. Sayın Şentop, “Anayasa Komisyonu’nun alt komisyon raporu üzerinde görüşmelerini yapmak üzere 1 Mart 2018 saat 14:00’de toplanmasına” diyerek de Türkiye’nin kaderine etki edecek bu düzenlemenin, alt komisyondaki görüşmelerine bir gün zaman biçmiştir.Böyle bir anlayış, AK Parti’nin süregelen ‘yangından mal kaçırma’ siyasetiyle birebir örtüşmektedir. Ülkemizin bütünlüğüne yönelik ciddi tehditlerin söz konusu olduğu ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin güney sınırımızda Zeytin Dalı Harekâtı’nı sürdürdüğü bir dönemde, AKP-MHP ortaklığının, böylesine kritik bir düzenlemeyi öncelikle gündeme getirmeyi düşünmesi, sonra kamuoyunda tartışılmasını önlemesi siyasi ahlaksızlık ve fırsatçılıktır.Teklif sahiplerinin, alt komisyon kurulmasına destek vermesinin tek nedeni, toplumda, ‘muhalefetin de önerilerini aldık’ algısı yaratma çabasıdır. Alt komisyonda da yazılan tiyatro oynandı ve tüm önerilerimizi reddeden ‘CUMHUR İTTİFAKI’nın AK Parti ve MHP’li milletvekilleri, teklifi, noktası-virgülüne dokunulmadan oyçokluğuyla geldiği gibi geçirdiler.
Teklifin maddelerine ilişkin görüşlerimiz aşağıdaki gibidir:
Teklifin 1. maddesinde, aynı binada oturan seçmenlerin farklı sandık bölgelerine kaydedilebilmeleri olanaklı hale getirilmiştir. Bu durumda, seçmenin, boş bir apartman dairesine isteyerek ya da hatayla seçmen kaydı yapılmış olsa ve burada “şüpheli oy” kullanımı gerçekleşse, seçmenler ve muhalefet partileri bunu nasıl tespit edebilecektir? Listeye bakarak komşularının ismini denetleme olanağını ortadan kaldırılarak şüpheli oyların tespitinin güçleştirilmesi, haksız bir düzenlemedir. Bu, vatandaşın denetimini ortadan kaldırmaktır, keyfiliğin önünü açmaktır. Seçim müdürlerini değiştirerek, siyasi partileri sandık kurulu başkanlığından uzaklaştırarak, mühürsüz olabilecek oyları da o sandıkta geçerli sayarak, bu sandıkların gerektiğinde aynı seçim bölgesinde olmak kaydıyla istenilen uzaklığa götürerek ve istenilen biçimde değiştirilmesinin önünü açarak dört dörtlük bir faul oluşmaktadır. Dolayısıyla bunun ‘oy hırsızlığı’ olduğunu söylemek haksızlık olmayacaktır.

2. maddesi, 298 sayılı yasada değişiklik yapmakta ve seçim güvenliği açısından gerekli olması durumunda valiye veya il seçim kurulu başkanına o yerdeki sandıkların en yakın seçim bölgelerine taşınmasına, sandık bölgelerinin birleştirilmesine, muhtarlık seçimleri hariç olmak üzere seçim bölgelerinin birleştirilmesi ile seçmen listelerinin karma şekilde düzenlenmesine ve bu hususların ilanına karar verme yetkisi vermektedir. Valilerin AK Parti il başkanı gibi çalıştığı göz önüne alındığında, seçim güvenliğini riske atılmaktadır ve sınırlandırılmaktadır. 16 Nisan 2017 tarihinde gerçekleştirilen referandumda da görüldüğü gibi, iktidarı elinde tutan ya da bölgesel olarak güçlü olan parti ya da partiler, kendi çıkarlarına uygun davranabildiği gibi, aksi durumda seçim güvenliğini hiçe sayabilecek uygulamalara imza atmaktadır. 16 Nisan’da gayri hukuki bir karara imza atan YSK’nın vereceği kararlar seçim güvenliğini nasıl sağlayabilir? Bununla birlikte, sandıkların hangi durumlarda ve nereye taşınacağı belli değildir. Ucu açık bir yetki verilmektedir. Bunun da mutlaka bir hükümle sınırlandırılması gereklidir. Türkiye’de yapılan seçimlerde, sandıklar taşınamadığı veya sandık bölgeleri birleştirilemediği için gerçekleşen, kayda geçmiş, tutanağa alınmış, mahkeme açılmış herhangi bir olay var mıdır? Yoksa bu düzenlemeye neden ihtiyaç duyulmuştur? Alt komisyonda, ne iktidar partisi üyeleri ne de Yüksek Seçim Kurulu temsilcileri bu sorulara net yanıtlar verememiştir. Yüksek Seçim Kurulu 5.10.2015 tarihli ve 1860 sayılı, 6.10.2015 tarihli ve 1877 sayılı ve 15.10.2015 tarihli ve 1967 sayılı kararlarında; il ve ilçe seçim kurullarının, güvenlik nedeniyle sandıkların taşınması taleplerini reddederken ilgili ret kararında; “Seçmen iradesinin özgürce oluşması, anayasal bir hak olan seçme hakkının engellenmemesi, kısıtlanmaması, seçmenin kendi sandık bölgesinde rahat ve basit bir şekilde oy kullanmasının sağlanması amacıyla güvenlik nedeniyle sandık yerlerinin seçim bölgesi dışına çıkartılarak değiştirilmesi, bir başka seçim bölgesine taşınması Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 67. maddesine, 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun'un 3, 4 ve 5. maddelerine, 139 sayılı Genelge'nin 3. maddesine, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hükümlerine, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarına ve Venedik Komisyonu kararlarına uygun görülmediğinden, bu yöndeki taleplerin oyçokluğuyla reddine," demişti. Sadece bu kararlar, ilgili maddenin kanunsuzluğunu ve Anayasa’nın 67’nci maddesine aykırılığını gözler önüne sermektedir.

3. maddenin özü, sandık kurulu başkanlarını, daha önceki yasa hükmü gereğince siyasi partilerin de katılacağı bir listeden oluşturmak yerine direkt kamu görevlilerinden oluşturmaktır. Burada amaç, sandık başında siyasi iktidarın ağırlığını artırmaktır. Bu, sandığın güvenliğini azaltacak bir düzenlemedir ve bu yönüyle çok tehlikeli olmaktadır. Bu teklifte her defasında şununla karşılaşılmaktadır: “Kamu görevlisine güvenin, devletin hâkimine güvenin, YSK’ya güvenin.” Oysa ağır, tek adam diktatörlüğünün Türkiye’yi getirdiği nokta göz önüne alınırsa en azından seçimlerin sandık düzeyinde dahi daha katılımcı ve siyasi partilerin denetimine açık yapılması gerektiği ortadadır. Bu, sandığın meşruiyeti açısından da son derece değerlidir. Benzeri hüküm, teklifin 4. maddesinde de söz konusu olmuş, sandık kurulu üyeliklerinin belirlenmesinde de siyasi partiler devre dışı bırakılmıştır. Demokrasinin ana ilkelerinden biri olan seçimlere ilişkin yapılan düzenlemeler, sandıktan demokrasiyi uzaklaştırmaktan başka bir şey değildir.

5. maddede, iki faklı seçimin oy pusulalarının aynı zarfa konulmasını hükme bağlamaktadır. Seçimler farklıysa zarflar da farklı olmalıdır. Bu karışıklığının önüne geçmek, zarfların ve pusulaların seçmene kullanılacak oyun sırası geldikçe verilmesi yöntemiyle zaten bertaraf edilebilmektedir. Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinin oy pusulalarını aynı zarfa koymak; seçmene, milletvekili seçiminde kime oy veriyorsan, cumhurbaşkanlığı seçiminde de ona ver şeklinde psikolojik bir baskı yaratıp, iradesini yönlendirmekten başka bir şey değildir. Bu madde; siyasal iktidarın, yasama ve yürütme erklerini birleştirmek istediğinin resmi kanıtıdır. Bu madde hangi ihtiyaçtan getirilmek istenmektedir? İki oy pusulasını aynı zarfa koyarak, zarftan tasarruf mu yapılmak istenmektedir? Türkiye Cumhuriyeti’nin zarf bastıracak parası mı yoktur?

6. madde, oy zarflarının YSK filigranlı kâğıtla hazırlanmasını hükme bağlayarak, mühürsüz oy kuralının zeminini hazırlamaktadır. Zarfların hem filigranlı hem de mühürlü olması, seçmenin iradesinin sandığa doğru bir şekilde yansıması açısından gereklidir.

7. maddede, sandık alanının kaldırılması ve odaya indirgenmesi son derece tehlikelidir ve sandık çevresine yeni bir tanım getirmektedir. Aslında fiilen “sandık çevresi” denilen şey uygulamada sınıfın içerisi ama sınıfın dışında ne olup ne olmadığı seçim güvenliğiyle birebir ilişkilidir. Seçimi asıl etkileyebilecek, seçmen iradesini sınırlayabilecek, kısıtlayabilecek, yönlendirebilecek her türlü fiil veya durum “sandık alanı” denilen alanda gerçekleşen durumlardır. Dolayısıyla sandık alanının ortadan kaldırılması ve korumanın sadece sandık çevresine indirgenmesi, sandığın fiilî durumlara açık hâle getirilmesi anlamı taşımaktadır. Bu, sandığı, her yönüyle kuşatan, her yönüyle siyasal iktidara uzak olan siyasi partilerin denetiminden uzaklaştıran, kamu gücünü hiçbir yasal sınırlama olmaksızın neredeyse sandık çevresine yani sınıfın kapısına kadar getirmektir.

8. maddede getirilen düzenlemeyle, sandık çevresinde cebir, şiddet veya tehdit kullanarak sandık başı düzenini bozmaya kalkışanlarla ilgili seçmenlerin de ihbarıyla kolluk güçleri gereğini yaparak, kişi ya da kişileri oradan uzaklaştırabilecektir. Peki, bu kişinin sandık çevresinde düzeni bozmaya çalıştığına nasıl karar verilecek? Maksatlı biçimde ihbar üzerine sandık çevresinde sadece istenen kişilerin kalmasını sağlayacak kadar esnek bir düzenleme, sandık güvenliği için tehdittir. Zaten sandık başı düzenini bozmaya kalkışanlar hakkında işlem yapabilme yetkisi sandık kurulu başkanı ve üyelerinde söz konusudur. Siyasi parti temsilcilerinin sandık kurullarından uzaklaştırılmasıyla birlikte düşünüldüğünde bu hüküm, seçim sonuçlarının iktidarı elinde tutan siyasi parti ve partilerce maksatlı olarak kullanılabilecektir. Kamu görevlileri güvenilir, YSK güvenilir, sandık kurulu başkanları güvenilir, polis güvenilir, jandarma güvenilir, bir tek millet güvenilmez! Muhalefet partilerinin denetimlerinin dışına çıkartılan ve sürekli olarak siyasi iktidarın, polisin, jandarmanın, sandık kurulu başkanının, ilçe seçim kurulu başkanının, seçim müdürlerinin, YSK’nın insiyatifine terk edilmiş bir seçim ne kadar meşru olur? Bunun adı polis ve jandarma gözetiminde seçimdir, sopalı seçimdir.

9. madde, 298 sayılı Kanunun 98 inci maddesinin dördüncü fıkrasının son cümlesini “ancak, üzerinde sandık kurulu mührü bulunmamasına rağmen Türkiye Cumhuriyeti Yüksek Seçim Kurulu filigranı, amblemi ve ilçe seçim kurulu mührü bulunan zarflar ile üzerinde leke veya çizik bulunsa dahi bunun özel işaret koymak amacıyla yapıldığı kesin olarak anlaşılamayan zarflar geçerli sayılır” diyerek hem mühürsüzlüğü hükme bağlamış hem de gereğinden fazla esnek bir düzenlemeyi getirmiştir. Aslında bu düzenleme, 16 Nisan Referandumu’nda yapılan YSK’nin ‘hukuksuz mühür’ uygulamasını yasal bir zemine kavuşturma gayretidir ama bu, 16 Nisan’da kanunun çiğnendiğinin itirafı olmaktan öte, aynı zamanda önümüzdeki seçimlerde de son derece tehlikeli bir yolu açmaktadır. Oy pusulasının mühürlenmesi niye önemlidir? Niye mühürlü pusula kullanılması gerekmektedir? Çünkü o pusulanın ve zarfın o sandık için hazırlandığının ve o sandıkta kullanıldığının tek karinesi, aslında oradaki mühürdür. Bu mühürler yoluyla, temel olarak kullanılmayan oy pusulalarının tespiti yapılarak ve onlar da sayılarak ve sabitlenerek aslında oy hırsızlığının önüne geçilmeye çalışılmaktadır. Bu öylesine tek yöntemdir ki dünyada neredeyse mühür kullanılmadan yapılan seçim yok denecek kadar azdır. Zaten bizde de mühür uygulaması 1960’tan beri yaygın bir biçimde uygulanmaktadır. Bunun yanında, üzerinde leke veya çizik bulunan zarflardan hangilerinin özel işaret koymak amacıyla yapılıp yapılmadığını kim nasıl tespit edecektir? Bu madde; bir meşruiyet krizi yaratacak, seçim sistemimiz ve demokrasimize ağır darbe vurulacaktır.

10. madde, ismine ‘ittifak’ denilen seçim öncesi koalisyon oluşumuna dair hükümleri içermektedir. Bu maddeye göre pusulada; ittifak yapan partilere, ittifak yapmayanlara nazaran çok daha geniş bir alan ayrılarak geometrik bir büyüklük yaratılmaktadır. Bunun, seçmen psikolojisi, insan davranışları ve tercihleri açısından tartışılması gerekmektedir. İttifak bölümüne daha büyük bir dikdörtgen çizilerek daha geniş bir alan bırakılmakta ve bu geniş alana bir şekilde mühür denk geldiği zaman, ilgili oy ittifaka yazılmaktadır. Eğer bu mühür, bir partiye yakınsa, önce partinin dolayısıyla zaten yine ittifakın sayılmaktadır. Oradaki mührün bu kadar çok anlam taşıması olanaksızdır. Bir mühür ya bir partiye verilmiştir ya bir listeye verilmiştir ya da ittifaka verilmiştir. Partiye verilen ittifaka sayılıp, ittifaka verilen de gerektiğinde tekrar dönüp partiye yazılmaktadır. Milletin iradesini bu kadar yönlendirme hakkını nereden bulunmaktadır? Parti üst yönetimleri ve parti örgütleri olarak iki parti birbiriyle anlaşabilir, bu olağandır, ama her bir seçmenin, o ittifakı mutlaka onayladığını nereden bilinecektir? Siyasi partiler ittifak yapabilirler, yapmayabilirler ama ittifak yaptılar diye haksızlık yapma hakları, bir başkasının avantajını yok etme olanakları veya kendilerine fazladan bir avantaj sağlama, kanun yoluyla oy devşirme olanakları yoktur. Burada seçmen iradesi saptırılmaktadır. Oy hırsızlığı veya kirli ittifak dediğimiz tam anlamıyla da budur.

11. madde ile 16 Nisan Referandumu sonuçlarının meşruluğunu yok eden ‘mühürsüz zarf’ ve ‘pusula skandalı kanunsuzluğu’ hükme bağlanarak kanuni hale getirilmektedir. Filigranlı sahte para basımına olanak veren bir teknolojinin olduğu dönemde ve fazla basılan filigranlı oy pusulalarının amacı dışında kullanan ellere geçebildiği sistemde, mühürsüz pusulaların geçersiz sayılması şaibenin önünü açmakta, hiçbir seçimin güvenilir olmayacağı durumu yaratmaktadır. Kaldı ki YSK’nın 16 Nisan Referandumu’nda aldığı mühürsüz oy kararı, “kanuna uygun” olarak savunulmuştu. Madem bu uygulama kanuna uygundu, neden teklifle böylesine bir düzenleme getirilmektedir?

15., 16. ve 17. Maddeler, seçim ittifaklarının nasıl kurulacağı ve bozulacağını hükme bağlayan düzenlemelerdir. Bu maddelerde, ‘ittifakın nimetlerinden faydalanalım ama ittifakların dezavantajlarını üstümüze almayalım’ anlayışı vardır. Kişiye özel düzenlemelerdir. Günlük ihtiyaçlara çözüm bulmak için üretilmiş maddelerdir. Yapılmak istenen bu ‘kirli ittifak’ zorlamadır, şantajın kendisidir. Oy pusulasında, ittifak yapan ve yapmayan partilerin alanları arasında büyük eşitsizlik bulunmaktadır.

18. madde ile oy hesaplama yöntemi düzenlenmektedir. Bu maddeye göre yapılan hesaplamalarda, ittifakın toplam milletvekili sayısında ve ittifaka katılan siyasi partilerin milletvekili sayılarında hiçbir değişim yaşanmamaktadır. O zaman bu düzenleme neden yapılmaktadır? Bunun iki nedeni olabilir. Birincisi, ‘ittifakımız şu kadar oy aldı’ şeklinde bir algı yönetimi yapmak için. İkinci ihtimal; ittifakın içindeki partilerin daha fazla Hazine yardımı alması içindir.
Teklifin 20. maddesindeki “seçim ittifakı yapılması halinde, yüzde onluk barajın hesaplanmasında ittifak yapan siyasi partilerin aldıkları geçerli oyların toplamı dikkate alınır; bu siyasi partiler için ayrıca baraj hesaplaması yapılmaz.” ifadesi ve 21. maddesindeki milletvekili paylaştırma düzenlemesiyle MHP’yi barajdan kurtarma hükümleri somutlanmıştır. Türkiye’de 12 Eylül Anayasası’ndan sonra yürürlüğe konulan Seçim Kanunu’nda yüzde 10’luk baraj uygulaması Türk demokrasisinin ve çok partili yaşamının önündeki en büyük engellerden birisi olmuştur ve Cumhuriyet Halk Partisi olarak barajın sıfırlanmasından yana uzun süredir tavır koyuyoruz. Çünkü barajların böylesine yüksek oranda tutulması, millî iradenin Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne yansımasının önündeki en büyük engeldir ve en son 2002 yılında yapılan genel seçimlerde görüldüğü gibi yüzde 45’in üzerinde oy oranındaki vatandaşlarımızın iradelerinin Meclis’e yansıyamamış olması büyük bir eksikliktir. Bunun Avrupa’da ve dünyada örneği neredeyse yoktur. Hele hele ‘Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’ diye sunulan, bize göre ucube başkanlık sistemini ifade eden Anayasa değişikliğinden sonra yönetimde istikrarın sağlanacağı, dolayısıyla artık böylesine barajlara ihtiyaç kalmayacağı, temsilde adaletin çok daha öncelenebileceği söylenmişti. Gerçekten de eğer bundan sonra yürütme, seçilecek Cumhurbaşkanı ve onun atayacağı sekreterler üzerinden olacaksa, Meclis’in de bu yönetimi denetleyecek ve olabildiği kadar çoğulcu bir şekilde oluşması gereği doğmuştur. Barajın da bu anlamda indirilmesi, hatta sıfırlanması yerinde olacaktır. Nitekim bu sadece bizim düşüncemiz değildir; referandum sürecinde başta Anayasa Komisyonu Başkanı Sayın Şentop olmak üzere iktidar partisinin birçok yöneticisi tarafından da söylenmiştir. Ancak iktidardaki parti, bu baraja sıkı sıkıya sarılmıştır. Barajı, kuracakları ittifaklarla aşıp, diğer partileri de bir şekilde ittifak yapmaya zorlayarak, “Mümkünse ittifak yapsınlar, yapmıyorlarsa barajın altında kalsınlar” yönünde, hiçbir şekilde demokrasiyle bağdaşmayacak bir anlayış ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla baraj, bu teklifle getirilen yeni sistemle, ‘mutlak ittifak’ enstrümanına dönüşmüştür. Bir partinin ittifak içinde yer alması, neden barajı geçmesinin gerekçesi olsun ki? Burada hiçbir mantık ilişkisi yoktur. Bunun somut örneği; yüzde 1 almış parti, büyük bir partiyle ittifak yaptığı için barajı geçmiş sayılacakken, yüzde 9 almış bir partinin ittifak yapmadığı için barajın altında kalmasıdır. Dolayısıyla ittifakın tek başına barajı geçmeye yeterlilik sağlaması aslında şantajın, antidemokratik yaklaşımın kendisidir ve Meclis’i yani yasamayı da yürütmenin emrine veren, yürütmenin istediği gibi şekillendirmesine izin veren bir uygulamadır.

Bu düzenlemelerde açıkça seçmen iradesi haksız biçimde başka partiye aktarılmaktadır. Türkiye’de 1961’den beri (1965 ve 1966 seçimleri hariç) milletvekili sayısı D’Hondt sistemine göre belirlenmektedir. Sistem 1878’de Belçikalı matematikçi ve hukukçu Victor D’Hondt tarafından geliştirilmiş ve en büyük partiyi avantajlı hale getiren bir “nispi temsil” olanağı sunmuştur. D’Hondt sistemi bu teklifte iki defa uygulanmaktadır. Somut bir örnek vermek gerekirse, 3 milletvekili çıkan bir ilde A Partisinin 2, B Partisinin 1 vekil çıkardığı ve C Partisinin hiç vekil çıkaramadığı durumda, A ve C Partilerinin ittifak yapmasıyla B Partisinin 1 milletvekili ittifak partilerine kayabilmekte, böylelikle seçmen iradesi seçim sonucuna yansımamaktadır. Büyük partilerin zaten korunduğu D’Hondt sistemi bu teklifle çifte kavrulmuş D’Hont haline getirilmektedir. Teklifle oylar, önce ortak sayılıyor, geçersiz olması gerekenler geçerli yapılıyor, mühür pusuladaki ittifak alanı içinde nereye vurulursa vurulsun oylar ittifaka kaydediliyor. AKP-MHP ortaklığının planladığı ittifaka göre, milletvekilleri önce alınmakta, sonra paylaştırılmaktadır. Bu, haksız bir uygulamadır ve en kestirme ifadeyle sandalye hırsızlığıdır ve maalesef bu tasarıyı getirenler buna tevessül etmiş durumdadır.

Yukarıda saydığımız gerekçelerle, tümüne muhalif olduğumuz ve ülkemizin geleceğini karartacağı kesin olan bu teklifin bir an önce geri çekilmesi gerekmektedir.