28 Şubat 2018 Çarşamba

HALEP cehenneminden bin beter bir katliam, soykırım, vahşet, dalâlet ve insanlığa hıyanet, islâm'a ihanet mahalli DOĞU GUTA tıpkı dün bosna'da. nyanmar ve sudan'da olduğu gibi kâfirler saldırıyor, masum ve mazlumlar mezalimle kahroluyor. İnsan müsveddeleri ise sessiz ve seyirci! Sorumluların ALLAH bin türlü belasını versin.

Cehenneme dönüşen cennet: Doğu Guta-Şam
Tıpkı daha önce Bosna’da, Nyanmar ve Irak’ta olduğu gibi: Ölen çocuklar Müslüman olunca herhangi bir değer taşımıyorlar. (28 Şubat 2018 Çarşamba)
 Türkiye’de bazıları “Esed’le görüşülsün, Esed’li üniter bir Suriye için müzakere edelim” diye çağrı yapadursun; rejim Şam’ın (Dımaşk) Arapça coğrafya kitaplarında “yeryüzü cenneti” olarak adlandırılan en güzel banliyösüne, Guta bölgesine acımasız saldırılarını sürdürüyor. Doğu Guta’dakiler, Halepliler, İdlibliler, kısaca Suriyeliler, katilleriyle nasıl birlikte yaşayacaksa artık? Bu, tecavüze uğrayan mağdur ve mazlumların tecavüzcüleriyle evlendirilmesinden çok mu farklı? Eski güzel günlerde Doğu Guta’nın Kefer Batna semtindeki yazlığına sık sık gittiğimiz ve şu an beş parasız şekilde Suudi Arabistan’a iltica etmiş, 70 yaşında Türkçe öğrenmeye çalışan varlıklı eski öğrencim Muhammed Harputlu’yu nasıl tekrar Esed’le birlikte yaşatabileceğiz?
SÖZDE ATEŞ-KES'E RAĞMEN: "Doğu Guta’ya yapılan yüzlerce hava saldırısı"
Bu yazının yazıldığı saatlerde gelen haberlere göre, son üç günde Doğu Guta’ya yapılan yüzlerce hava saldırısı sonucunda, şimdilik kaydıyla 250 civarında can kaybı, 800’ün üzerinde yaralı var. Bu sayı maalesef daha da artabilir. Tüm dünyanın gözleri önünde, üstelik Doğu Guta Astana anlaşmasına göre Rusya’nın gözetiminde çatışmasızlık, gerilim azaltma bölgesi ilan edilmişken. Türkiye’nin Afrin operasyonuyla ilgili olarak “sivillere zarar verildiği” iftirasıyla dünyayı ayağa kaldıranlar, Rusya, Suriye rejimi ve ABD söz konusu olunca “ebkem ü lâl”, yâni sağır ve dilsiz olup üç maymunu oynuyorlar. Tıpkı daha önce Bosna’da ve Irak’ta olduğu gibi: Ölen çocuklar Müslüman olunca herhangi bir değer taşımıyorlar.
Birleşmiş Milletler’in (BM) biçare genel sekreteri
Birleşmiş Milletler’in (BM) biçare ve dahi naçar genel sekreteri, Doğu Guta’yla ilgili coğrafya kitaplarında geçen “yeryüzü cenneti” tabirine büyük ihtimalle farkında olmadan telmihte bulunarak, bölgede muhasara altında bombardımana uğrayanlar için “Yeryüzünde cehennemi yaşıyorlar” buyurmuş. Guta’da kuşatma altındakiler ise artık “ölümü beklediklerini” ifade ediyorlar. Zira rejim saldırılarından kurtulsalar da kuşatma altında açlık ve hastalıktan ölecekler. Rejim özellikle hastaneleri vuruyor. Tıpkı daha önce Halep ve İdlib’de yaptığı gibi. Tıpkı kendisi için Binbir Gece Masalları yazılan bilge Abbasi halifesi Harun Reşid döneminde başkent olan tarihi şehir Rakka ABD tarafından berhava edildiğinde ses çıkarılmadığı gibi. Tıpkı iyi bir edip olan Hamdâni emiri Seyfüddevle’nin başkenti Halep ile İdlib Rusya ve rejim saldırıları sonucunda yerle yeksan edildiğinde uygar uluslararası toplumun tepki göstermediği gibi.
Gûtâ denilen bölge, Suriye’nin başkenti Şam’ın bir banliyösü
Gûtâ denilen bölge, Suriye’nin başkenti Şam’ı (kuzeydeki Kasiyun tepesini bir tarafa bırakırsak) doğu, batı ve güneyden kuşatan bir ova ve tarih boyunca yeşil bostanlarıyla meşhur. Şam’ı besleyen Guta zirai açıdan dünyanın en verimli gölgelerinden kabul ediliyor. Kadim Arap coğrafyacıları bu bölgeyi nehirleri, meyve ağaçları ve bostanlarıyla meşhur, Şam ileri gelenlerinin köşkleriyle bezeli, dünyanın harikulade yerlerinden biri olarak tavsif ederler. Adına kitaplar yazılmış Guta bugün önemli ölçüde şehirleşmiş olsa da, savaştan evvel baharları hâlâ Şam halkının piknik bölgesiydi. Şam’ın ortadan ikiye ayıran Barada nehri ve kanalları buradan geçer. Batı ve Doğu Guta olarak ikiye ayrılır. Doğu Guta’da Birze, Dûma, Arbin, Caramâna, Kefer Batna ve İstanbul’a giden otobüslerin de garajı olan Harasta gibi Şam’ın önemli banliyölerini (Rîf-i Dımaşk) barındırır ve Osmanlı’nın son döneminde elli bin olan nüfusunun günümüzde 400 bin civarında olduğu tahmin edilmektedir. Bu nüfusun dörtte biri savaş nedeniyle bölgeden ayrıldığından, Doğu Guta’da elân 300 bin civarında insanın yaşadığı tahmin ediliyor. Önemli ölçüde arkeolojik eserin yanı sıra pek çok sahabe mezarının yer aldığı Guta, Kudüs fatihi Selahaddin Eyyûbî’nin de en sevdiği yerlerdendi.
Şam’a yakınlığıyla stratejik önemi hâiz Doğu Guta
Suriye’de 2011’de başlayan rejim karşıtı direnişin en önemli merkezlerinden olan ve başkent Şam’a yakınlığıyla stratejik önemi hâiz Doğu Guta, 2013 Nisan’ından itibaren Esed güçleri tarafından muhasara altına alındı. Hem topçu atışları hem de hava saldırılarıyla Doğu Guta’ya sürekli hücum eden rejim, bölgeye gıda ve insani yardımın girmesini de kısıtlamış durumda. Doğu Guta’da (bazen birbirleriyle de çatışan) iki muhalif grup hâkim durumda. Bunlardan Feylaku’r-Rahman (Rahman Birliği) Özgür Suriye Ordusu’na bağlı. Başında Suriye ordusundan yüzbaşı rütbesinde ayrılmış Abdunnasır Şamir var. Ellerinde bulunan en gelişmiş silah ise BGM-71 TOW Amerikan anti tank füzeleri. Diğer grup ise Ceyşü’l-İslam, yani İslam Ordusu. Doğu Guta’daki en büyük direniş grubu. Özgür Suriye Ordusu’na bağlı olmayan grup Suudi destekli el-Cebhetü’l-İslâmiyye’ye mensup. Elinde çeşitli füzeler bulunuyor. Buradan Şam’a yapılan füze saldırıları, rejimin Doğu Guta’ya yoğun bombardıman uygulamasına sebep oluyor.
Muhasara altındaki bölgenin dış dünyayla sadece iki bağlantısı var.
Muhasara altındaki bölgenin dış dünyayla sadece iki bağlantısı var. Biri Duma’da Vâfidin kontrol noktası. Bu kontrol noktasının bir tarafında rejim, diğer tarafında ise el-Ceyşü’l-İslam unsurları bulunuyor. Bir de tıpkı Gazze ile Mısır arasında olduğu gibi, Şam’ın diğer banliyölerine uzanan yeraltı tünelleri var. Ancak bu tüneller son dönemde rejim tarafından kapatılmış durumda.
2017 Eylül’ünden beri BM yardım kuruluşlarının bölgeye girmesi iyice kısıtlanmış durumda. Ancak Kasım ve Aralık’ta bu kuruluşların bölgeye bir defa girmesine izin verilmesi kısmi bir rahatlama sağlamıştı. Fiyatların Şam’a göre çok arttığı Doğu Guta’da insanlar günde sadece bir öğün yemek yiyebiliyor. Yaklaşık 300 bin kişinin gıda yardımına ihtiyaç duyduğu bölgede, özellikle halkın temel iki ihtiyaç maddesi olan ekmek ve pirinç bulunamıyor. Yetersiz beslenmeye bağlı çocuk ölümleri çok yüksek. Hastalar bölgeden çıkarılamadığı için ölmeye devam ediyor.
Doğu Guta uzun zamandır varil ve misket bombaları ve kimyasal silahlarla vuruluyor.
Doğu Guta uzun zamandır varil ve misket bombaları ve kimyasal silahlarla vuruluyor. Son günlerde bölgede BM tarafından listelenmiş altı hastane hasar görmüş durumda. Uzun süren kuşatma nedeniyle ilaç ve gerekli gıda malzemesi bulunamıyor. Esed rejimi bölgeyi uzun zamandır muhasara ederek tam bir Ortaçağ tekniği uyguluyor ve sadece iki tercih sunuyor: Ya bölgedeki grupların tamamen teslim olması ya da bombardıman veya açlık ve hastalıklar sebebiyle bölgedeki tüm halkın ölmesi. Üstelik bütün bunlar modern ve medeni uluslararası toplumun gözleri önünde cereyan ediyor.
Bu analiz, Marmara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi dekanı Prof. Dr. Cengiz Tomar tarafından kaleme alınmıştır. Analizde yer alan görüşler yazara aittir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir. Kaynak: Cehenneme dönüşen cennet: Doğu Guta

26 Şubat 2018 Pazartesi

SURİYE VAHŞETİNİ YARATANLAR, YERYÜZÜNDE FİTNE-FESAT VE NİFAK ÇIKARAN ŞEYTANLARDIR. "Financial Times'tan IŞİD yazısı: Suriye'de daha tehlikeli bir dönem, büyük vahşet ve soykırım başlatabilir!.."

Suriye'de bölgesel, büyük yangın tehlikesi!..
Financial Times gazetesi 'Suriye'de bölgesel, büyük yangın tehlikesi' başlıklı yazısında, IŞİD'in çökmeye başlamasıyla birlikte, bölgesel ve küresel aktörlerin Suriye'de vekalet savaşlarına girdiğini yazdı. IŞİD'in en az El Kaide kadar öldürücü, propaganda anlamında ise rakipsiz olduğunubelirterek başlayan yazı, Irak ve Suriye'de kurulan örgütün çöküşünün, bölge için en az örgütün yükselişi kadar tehlikeli olabileceğini yazdı.
İşte yazıdan kesitler:
YALNIZCA IŞİD'E ODAKLANMAK DAR GÖRÜŞ
"Geçen ay yaşananlar, bölgesel uzmanların uzun süredir yaptıkları uyarıları doğruladı: ABD'nin eski Başkanı Barack Obama'nın yaptığı ve şu anki ABD Başkanı Donald Trump'ın da devam ettirdiği gibi, Suriye iç savaşında sadece IŞİD'i yok etmeye odaklanmak, en iyi ifadeyle dar görüşlülüktü. Geri çekilmek zorunda kalan IŞİD savaşçıları, şehir dışlarında birkaç bölgeye sıkıştılar. Buna rağmen geçen ay Suriye savaşındaki en tehlikeli ve ölümlerin en çok olduğu aylardan biriydi."
"İSRAİL İRAN'I, ABD RUSLARI, 
TÜRKİYE PYD'Yİ, ESED MUHALİFLERİ VURUYOR"
"İsrail, İran'ın üslerini ve İran destekli milisleri vurdu; Rus paralı askerler ABD hava saldırılarında öldü; Türk ordusu Washington tarafından desteklenen Kürt milisleri sınırından uzaklaştırmak için Suriye içine girdi. Bu esnada [Suriye Devlet Başkanı] Beşar Esed, muhaliflerin elindeki El Guta'ya bomba yağdırdı."
"HER UYUŞMAZLIK, ÇATIŞMA TEHLİKESİ HETİRİYOR"
"Savaşa çekilmiş olan rakip bölgesel ve küresel güçler, ortak bir düşmanın yokluğunda, birkaç farklı cephede dolaylı olarak ve farklı vekiller üzerinden yumruklaşıyor. Her uyuşmazlık, beraberinde açık bir çatışma tehlikesi getiriyor."
"ABD, ÇELİŞKİLİ TUTUMUNU ARTIK SÜRDÜREMEZ"
"Washington başlangıçta Kürt milisleri destekledi çünkü onlar IŞİD'e karşı en etkili yerel güçtü. Ancak Ankara onları PKK ile eş görüyor. Sahadaki en ufak bir hesaplama hatası, NATO üyeleri arasında doğrudan savaşa neden olabilir. Moskova'nın bu karmaşa içindeki kana bulanmış yatırımının zararını nasıl telafi edeceğini bile görmek güç. Geçen yıl Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin zafer ilan edecek kadar kendinden emindi. Ancak Suriye şu an yönetilemez bir halde ve hayatta kalabilmesi, Moskova ve Tahran'a hiç olmadığı kadar bağlı."
"ATEŞKES YARA BANDI OLMAKTAN ÖTEYE GEÇEMİYOR"
"Bu patlamaya hazır ortam içinde, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin ateşkes kararı olumlu, ancak yara bandı olmaktan öteye geçemiyor ve o bandın ne kadar yapıştığı da meçhul. Uluslararası bir forumun kabul edeceği daha uzun süreli bir ateşkes olmadığı sürece, bu karar tansiyonu düşürmekte çok az etkili olur. Tüm bunlar, iç savaşın 7. yılında Suriye'den geriye kalanları da bölgesel bir yangın yerine dönüştürme tehlikesi taşıyor. KAYNAK: https://www.timeturk.com/filistin-kurtulus-orgutu-nden-abd-ye-cevap/haber-834314
Hırs ve kaprisler uğruna cehenneme, kan gölüne, engizisyon batakhanesine, lânetli armagedon'a çevrilen Suriye'de İNSANLAR: Yıllardır alçakça, kalleşçe ve kahpece "havadan ve karadan" bombalandılar. Bu zillet ve alçakça muameleyi, korkunç ve habis zulmü hiçte hak etmedikleri halde açlığa, yokluğa, elektriksizliğe, susuzluğa, sefalet, rezalet ve her türlü perişanlığa maruz kaldılar. Bin türlü eziyet, işkence, mahrumiyet ve mezalim gördüler. Masumlar, müsemmalar, yaşlılar, kadın ve çocuklar "hiç bir suçları" olmadığı halde: Hayvandan daha aşşağılık mahlûkların iğrenç saldırılarına hedef oldular. Milyonlarcası korku içinde, insanlıktan, medeniyetten ve Müslümanlardan medet umarak, ümitle İMDAT diyerek, ama hiçbir yardım görmeden bir başlarına veya topluca soykırıma, katliama, jenoside kurban gittiler. Umarız medeni dünya veya İslâm âlemi denilen ve dünyanın koruyucuları ve adalet komandoları olarak görünen unsurlar "ARTIK BU MEZALİME DUR" der. İnsanlık adına bir fazilet mücadelesi verilir ve bu zalim, hain, habis, pis ve necis canavarlar o kutsal topraklardan tez atılır. Def edilir, Suriye'den ve kendi devletlerine kovulur, adaletin pençesine düşer ve en ağır surette MİSLİYLE cezalandırılırlar, İnşâllah... 

21 Şubat 2018 Çarşamba

Rezilliğin Gerçek Boyutu Ortaya Çıkınca "NİHAYET AKILLARI BAŞLARINA GELDİ!.." Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan: AB istedi zina yasağını kaldırdık, yanlış yaptık.

Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan: "Avrupa (AB) istedi zina yasağını kaldırdık, yanlış yaptık"
Avrupa Birliği'nin talepleri doğrultusunda zinayı serbest hale getirdiklerini söyleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu adımların yanlış olduğunu belirterek, konunun yeniden ele alınacağını ifade etti. Saadet Partisi tarafından özellikle eleştirilen zina konusunda Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan tarihi bir itiraf geldi. AB yasaları doğrultusunda zinanın serbest olmasına izin verdiklerini söyleyen Erdoğan, bunun hata olduğunu ve düzenleme yapılması gerektiğini ifade etti.
Avrupa Birliği'nin talepleri doğrultusunda kaldırılan zina yasağıyla ilgili yanlış bir adım attklarını ifade eden Cumhurbaşkanı ve AKP genel başkanı bu konunun yeniden ele alınmasının çok isabetli olacağını söyledi. Erdoğan AKP grup toplantısının ardından basın mensuplarına yaptığı açıklamalarda şunları söyledi: "Malum şu anda tabi mevcut yasalar içinde idam yok. Ve böyle bir değişikliğin yapılabilmesi için ana muhalefetin de buna destek vermesi gerekir. İdam ile ilgili konu özellikle terör suçlarıyla ilgili de bizim açımızdan çok büyük önem arz ediyor. Bu konu üzerinde çalışıp gerek terör gerek buna benzer konuşlar, yani bunlar bir anayasal düzenlemeyle gündeme gelebilir."
“ZİNA KONUSUNDA YANLIŞ YAPTIK”
Hatta hatta bu kapsamın dışında zina konusunun da yeniden ele alınmasının çok çok isabetli olacağı düşüncesindeyim. Çünkü bu toplumun manevi değerler noktasında farklı bir konum var. Biz AB sürecinde, bu bir özeleştiridir onu söylemek zorundayım, bu konuda bir yanlışımız oldu ki zina ile ilgili düzenlemeyi de yapmak suretiyle bu tacizler vesaire bunları belki de aynı kapsam içerisinde değerlendirmemiz lazım. Bu, Türkiye’nin bir defa batı ülkelerinin birçoğundan farklı bir konumda olduğunu gündeme getirmesi bakımından önemli. Diğer taraftan tabi idam konusunun terörle ilişkisi önemli. Ama bu çocuk tacizleri bunlar asla bağışlanabilir görmezden gelinebilir konular değil. Şu anda 6 arkadaşımız çalışmalarını başlattılar. Ve süratle bu konuda bir neticeye varıp ardından da hemen yasal düzenlemesini yapıp bunu parlamentoya taşıyacağız.
KİMYASAL HADIM
Bu konularla ilgili olarak aklımıza aklınıza ne geliyorsa bunların hepsinin bilimsel anlamda çözüme kavuşturulması çok çok önemli. Bu tür bir uygulama veya çok daha farklı bir cezai müeyyide… Yani yapılması gereken, caydırıcılığı en öneme taşıyan neyse bunu bizim yapmamız şart. Bu gerekiyor. Ve konuyla ilgili şu anda görevlendirilen arkadaşlarımızın çalışması ardından da başbakan ve benim yapacağım müşterek çalışmayla bir yere varacağız.
“TOPLUMUMUZU ÇÖKÜŞE GÖTÜRECEK BİR ALÇAKLIKTIR”
Erdoğan grup toplantısında ise aynı konuyşla ilgili oalrak şunalrı söylemişti: "Son günlerde ardı ardına karşımıza çıkan çocuklara yönelik alçakça saldırılarla ilgili haberler bizi sorumluluklarımızla ilgili düşünmeye, sigaya çekmeye itti. Çocuklarla ilgili bu suçlar istismar değil alenen izmihlaldir. Toplumumuzu çöküşe götürecek bir alçaklıktır. Böyle bir duruma kesinlikle kayıtsız kalamayız. Göz yumamayız. Bakanlar Kurulu toplantımızda bu konuyu etraflıca ele aldık. Dün Beştepe’de başkanlığımda toplanan Bakanlar Kurulu’nda bu meseleyi detaylı olarak ele aldık. Gerek kanunların kendilerinde, gerek uygulamadaki boşlukların giderilmesi, gerek ailelerde ve okullardaki eğitimdeki boşlukların hızla giderilmesi için çalışma başlatıldı. Görevlendirilen 6 bakan arkadaşımız hazırlayacakları raporu sunacaklar. Ardından hızlıca hareke geçilecek. Burada caydırıcı olması bakımından en ağır cezai müeyyideler neyse bu müeyyideler de alınacaktır. Bu tür konuların beklemeye uzatmaya yeri yoktur. Mesela bu tür suçları işleyenlerin infaz sistemindeki tüm indirimlerin dışında tutulması da şarttır. Milletimizin gözünde bir çocuğun ruhunda bedeninde açılan yaralar bir insanı taammüden öldürmekle aynıdır. Dolayısıyla bu suçlara verilen cezalar da bu hissiyata uygun olmalıdır."
Utanç Dosyasının Baş Şahidi: Zina
Rahmi Yolcu (MİLLİ GAZETE)
Kurulduğu günden bu yana Türkiye’de yüzlerce yasa değişti. Kimisi Anayasanın etrafını dolandı, kimisi alenen Anayasayı deldi. Meclis’te kabul edilen binlerce kanun maddesinin bir çırpıda yasalaştığını da gördük, kişiye özel çıkartılan kanunları da. Fakat hiçbir yasa toplumun milli ve manevi değerlerine onun kadar güçlü bir darbe indirmedi. Hiçbir yasa toplumun en temel yapı taşı olan aile kurumunu bu kadar iğdiş etmedi; ve hiçbir yasa Allah’ın emirlerine bu kadar açıktan muhalif olmadı. Evet zinanın suç olmaktan çıkarılmasından bahsediyoruz. 13 yıllık AKP iktidarının bu toplumun dibine koyduğu dinamitten. Avrupa Birliği’nin “Müzakereleri başlatmayız” tehdidine boyun eğen ve 26 Eylül 2004’te Meclis’te kabul edilen yasayla zinayı suç kapsamından çıkaran İktidarın nasıl bir yıkıma sebebiyet verdiğine gören gözler, işiten kulaklar şahitlik ediyor.
7 Haziran seçimlerine az bir süre kala meydanlardan din alimi misali vaazlar veren İktidar partisi yöneticilerinin 13 yıllık yönetimleri boyunca altına imza attıkları İslam’a muhalif kanunların başında zina serbestliği geliyor. Cumhuriyet tarihinden bu yana suç kapsamında olan fakat Hükümetin AB sevdası yüzünden 2005 yılında yapılan bir yasa değişikliğiyle suç olmaktan çıkarılan zinanın yol açtığı toplumsal yıkımın faturası son yıllarda şiddetli bir şekilde hissediliyor.
1926’dan beri suçtu ama...
1926 tarihli eski Türk Ceza Kanunu’nun 440. maddesi kadınlar, 441. maddesi de erkekler için zina suçunu düzenliyordu. Türk Ceza Kanunu’nun 440, 441, 442, 443 No’lu zinayı düzenleyen maddeler yeni 2005 yılında çıkarılan yeni yasaya konulmadı. Böylelikle zinaya ilişkin her türlü yaptırım yok sayıldı. Örneğin bir vatandaş polise “Eşim filan evde şu anda beni bir başkası ile aldatıyor, baskına gidelim. Suçüstü halde yakalayalım ben, boşanacağım” diye başvursa polis “Türk Ceza Yasası’nda böyle bir suç yok. Arama yapamayız.” cevabını veriyor. Zina suç olmadığı için polis hâkimden arama izni alamıyor.
Muhafazakâr Medya Suskun Kaldı
2004 ve 2005 yıllarında gelişen bu süreçte muhafazakâr kimliğiyle tanına gazeteler de suskun kalarak bu karara ortak oldular. Söz konusu muhafazakâr gazetelerin o döneminki manşetleri Avrupa Birliği’nin Türkiye için elzemliliği ile alakalı olurken, zina ile alakalı haberler küçük puntolarla ve iç sayfalarda geçiştirildi. Bu günlerde AKP hükümetine yakınlığı ile bilinen malum medyanın o dönem takındığı tavır, AKP’nin bu suçuna medyanın da iştirak ettiğini ortaya koyuyor.
Medya Ab’ye Çalıştı
Muhafazakâr medya organları bu olaya suskun kalırken, zinanın suç olmasına karşı olan birtakım medya organları ise zinanın suç kapsamına alınmaması için o dönem ellerinden geleni yaptılar. Nitekim bu hususta başarılı da olundu.
Zina Serbest Kaldı, Fuhuş Yüzde 220 Arttı
AB uyum yasaları çerçevesinde büyük tepkilere rağmen TCK’da yapılan düzenlemeyle zinanın suç olmaktan çıkarılmasının ardından başlayan toplumsal çöküş ürkütücü boyutlara ulaştı. Adalet Bakanlığı verilerine göre 2002-2010 yılları arasında fuhuş suçları yüzde 220, ırza geçme ve çocuklara cinsel taciz suçları yüzde 125 oranında arttı. Fuhuş suçundan 2002 yılında 2669 kişi hakkında dava açıldı. Bu sayı 2007 yılında 4494’e, 2010 yılı sonu itibariyle de 8409’a ulaştı.
O dönem neler söylendi, neler yaşandı?
Yıl 2004… Türkiye hararetli bir şekilde zinanın suç kapsamından çıkarılıp çıkarılmayacağını ve Avrupa Birliği’nin bu konudaki baskısını tartışıyor. Dönemimin Başbakanı Recep Tayip Erdoğan AB’ye esip gürlüyor; “AB içişlerimize karışmasın. Biz nasıl onların içişlerine karışmıyorsak onlarda bu hakkı kendilerinde bulmasın.” Dönemin Avrupa Birliği Komisyonu Genişlemeden Sorumlu Üyesi Günter Verheguen; “Türkiye geleneksel Türk değerleriyle Avrupa Birliği değerlerini bir araya getirme gücünü ortaya koyabilmeli. Avrupa’nın değerleri tartışılmaz. Üyelik müzakereleri zinanın suç kapsamına alınması durumunda sürdürülemez.” Zina tartışmalarıyla alevlenen yeni Türk Ceza Kanunu’na AB Komisyonu tehdidi: “TCK 6 Ekim’e kadar geçmezse müzakereler başlamaz.”
Zina konusunda Erdoğan’ı Brüksel’de ikna eden Avrupa Birliği, Türkiye ile üyelik müzakereleri hususunda başka şart koşmadı. Bir sonraki gün gazeteler “Biz Avrupalıyız”, “AB kapısı açıldı”, “Yolumuz açıldı” manşetleri ile yenilgiden zafer çıkarttı. Ve Türkiye Avrupa’da da manşetlerde… Türkiye’nin zina tavizini vermesini memnuniyetle karşılayan Avrupa basını Türkçe olarak “hoş geldiniz” manşetleri attı.
Boşanmalar Arttı
Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, 2004-2014 arasında Türkiye`de 1 milyon 75 bin 765 çift boşandı. Aynı dönemde evlenen çiftlerin sayısı ise 6 milyon 144 bin 124 oldu. 2013 sonu verilerine göre, 2004 yılına kıyasla evlenme oranı yüzde 2,5 azalırken, boşanma oranı yüzde 38 arttı.
AB İçin Aile Kurumu Hançerlendi
Uyguladığı eğitim politikalarıyla gençliği milli ve manevi değerlerden uzak yetiştiren siyasi iktidar, 7 Haziran Genel Seçimleri öncesi oy devşirmek adına her türlü yola başvuruyor. Eğitim sistemine hiç müdahale etmeyerek gençliği bataklığa sürükleyen iktidarın, ceza kanununda en azından caydırıcılığı olan zinayı suç olmaktan çıkarması toplumda aile yapısının çatırdamasına sebebiyet verdi. Tüm bunlar ise özünde Haçlı ruhu taşıyan Avrupa Birliği için yapıldı.
Zina serbest, dini nikah suç!
AKP’nin aile kurumuna verdiği zarar zina ile sınırlı kalmıyor. Zinanın suç kapsamından çıkarılmasının yanında, kişilerin inanç hassasiyeti göstererek kıydığı dini nikah da “Resmi nikah yapılmadı” gerekçesiyle yıllardır suç sayılıyordu. AKP döneminde uygulamaya sokulan bu olay geçtiğimiz haftalarda Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararla rafa kaldırıldı. Zina krizini Avrupa Birliği ile görüşmek için Brüksel’e giden Erdoğan daha önceki sert sözlerinin aksine ağız değiştirerek, “TCK’yı 6 Ekimden önce zina maddesi olmaksızın çıkartacağız” diye AB’ye söz verdi. Ardından sordu: “Başka şartınız var mı?” Verheguen cevapladı; “Hayır, başka şart yok.” Dönemin Adalet Bakanı Cemil Çicek; “Soru aynı soru. Sorun aynı sorun. 15 günden fazladır tartışıyoruz. Zaman her şeyi ortaya çıkaracaktır” dedi. Zaman her şeyi ortaya çıkardı ve Hükümet AB’nin müzakere restine boyun eğdi. REFERANS & KAYNAK: (http://www.milligazete.com.tr/haber/961573/utanc-dosyasinin-bas-sahidi-zina)

17 Şubat 2018 Cumartesi

EMSALİ GÖRÜLMEMİŞ BİR VAHŞET!.. "4.5 yaşındaki çocuğuna cinsel istismarda bulunan baba (!?) serbest!.." Bu lânetli mahlûku serbest bırakan ve iğrenç suça ortak olanların Allah (cc) belâsını versin. Kahrolsunlar inşallah

Çocuğuna cinsel istismarda bulunan baba serbest!..
Eşine ve 4.5 yaşındaki kızına cinsel istismarda bulunan, başka bir kadına da cinsel saldırı suçundan 2 yıl 10 ay mahkumiyeti olan (namus, şeref ve haysiyet düşmanı, insanlık dışı yaratık) şahıs serbest bırakıldı.
İNANILIR GİBİ DEĞİL!..
Antalya'nın Manavgat ilçesinde eşine sistematik ve sürekli bir şekilde işkence ve tecavüz eden, ayrıca da (Allah'tan korkmadan, insafsızca, merhametsizce, tam bir alçaklık, insanlık düşmanlığı, vahşet, dalâlet ve hainlikle kullardan utanmadan, tam bir canilik ve hayasızlıkla) 4.5 yaşındaki masum, müsemma ve korumasız öz kızına cinsel istismarda bulunan şahıs (muhtemelen bir takım insanlık düşmanı echelü cühela tarafından olsa gerek) serbest bırakıldı. Şahsın daha önceden de başka bir kadına cinsel saldırı suçundan 2 yıl 10 ay mahkumiyeti olduğu öğrenildi. Hürriyet'ten Ayşe Arman, kadın örgütleri tarafından kendisine iletilen aile içi cinsel istismar vakasını köşesine taşıdı. Manavgat'ta meydana gelen olayda, kanser hastası kadın eşi tarafından sistematik şekilde işkenceye ve cinsel istismara maruz bırakıldı. Son bir buçuk yıldır ise, kadın kemoterapi görmeye devam ettiği sırada hastanede ya da baygın halde evde yatarken 4.5 yaşındaki kızının babası tarafından cinsel istismara maruz bırakıldığı ortaya çıktı. Serbest bırakılan babanın ayrıca başka bir kadına cinsel saldırı suçundan 2 yıl 10 ay mahkumiyeti olduğu öğrenildi. Anne ve kız çocuğunun avukatlığını üstlenen Umut Çiftçi, çocuğun arka kuyruk sokumunda basit tıbbi müdahaleyle giderilmeyecek derecede bir ekimoz tespit edildiğini ancak şahsın rapora rağmen serbest bırakıldığını belirtti. 4. evre kolon kanseri kadının tedavi sırasında da eşinin tecavüzüne maruz kaldığını ve sürekli kanama geçirdiğini belirten Çiftçi, istismarın kanserin ilerlemesine sebep olmuş olabileceğini de aktardı.
Avukat Umut Çiftçi, hasta anne ve korumasız, masum kız çocuğunun maruz bırakıldığı vahşet ve istismarı şöyle anlattı:
"Kadının çekmediği kalmamış. Dayak, şiddet, birçok defa koruma kanununa göre tedbire başvurulmuş. Sonunda kadın kanser oluyor. Kemoterapi aldığı zaman, ya hastanede yatması gerekiyor ya da ilaçların etkisiyle bir hafta filan kendine gelemiyor. Bu sıralarda adam, çocuğu, gezdirme, lunaparka götürme bahanesiyle bulduğu her yerde çok kötü bir şekilde cinsel istismarda bulunuyor. Bazen, kadın baygın halde yatarken, gece evde de istismar ediyormuş. Çocuk, çoğunlukla üstü başı dağınık halde geliyor. Anne, 'Sen bu çocuğa bir şey mi yapıyorsun?' diyor. Adam inkar ediyor tabii. Ama sonra çocuk, yemeden içmeden kesiliyor. Sonra tuvaletini tutamamaya başlıyor. O zaman anne şüpheleniyor. Bir de yaraları görünce iyice emin oluyor."
'KARAKOL SUÇU ÖRTBAS EDİYOR' HANGİ HAK; HANGİ YETKİ, HANGİ CÜR'ET VE CESARETLE...
Geçen eylül ayında Antalya Serik'teki karakola şikayette bulunan kadının kolluk kuvvetleri tarafından "iftira atma" denilerek suçu örtbas etmeye çalıştıklarını belirten Çiftçi, açıklamalarına şöyle devam etti: "Geçtiğimiz eylül ayında, Serik’te, karakola şikâyetçi oluyor. O dönem Manavgat’a yarım saat uzaklıkta Serik’te yaşıyorlar. Sonra Manavagat’a taşındılar. Serik’te çocuğun ifadesi de alınıyor. Ama oradaki kolluk kuvvetleri herhalde adamı tanıyorlar ki sürekli kadına baskı yapıyorlar. 'İftira atma! İftira atmak suçtur! Barışın kocanla. Çocuğu o, sevmiştir onu, senin düşündüğün gibi bir şey yoktur...' diye diye ciddi bir suçu örtbas etme yoluna gitmişler. Hatta kadın şikâyetçi olduğu halde, 'Şikâyetçi değil!' gibi yazmışlar, sonradan şikâyetçidir demişler. Çocuk korkunç şeyler anlatıyor. Gerçekten insanın kanı donar."
"NEDEN VE NİÇİN?.." HALÂ SERBEST!
Cinsel istismarcı babanın rapora ve ifadelere rağmen serbest bırakıldığını belirten Çiftçi, "Serik’te Çocuk İzleme Merkezi yok, pedagog yok, bir şey yok. Antalya’ya yollanmış. Orada da devlet hastanesinde üstünkörü bir rapor vermişler. Anneyi dinlememişler, hatta hiç dinlemek istememişler. İki rapor var. Birinde 'Kuyruksokumunda basit tıbbi müdahale ile giderilmeyecek bir ekimoz tespit edilmiştir' deniyor. Ama çocuk psikiyatri uzmanı, çocuğun annesi etkisinde kaldığını belirtmiş. O kadar manasız ve tuhaf bir rapor ki, o rapora binaen de itiraz edilmiş. Adam, tutuklandığı halde salıverilmiş. Oysa çocuğun detaylı ifadeleri var, 'Babam şöyle yaptı, böyle yaptı' diye anlatıyor. Buna rağmen salıveriliyor. Anne hakkında, 'Kadın, kemoterapi gördüğü için kendinde değil, halüsinasyon görüyor' gibi şeyler yazılmış. Oysa kadın gayet kendinde biri. 'Mental kısıtı var' ve 'Ruhsal bozukluğu var' denmiş, oysa öyle bir şey yok. Zaten anneyle konuşmamış bile doktor. Onu muayene etmeden, görmeden nasıl böyle bir karar verebilir ki? Çocuk da minicik bir şey. Şu anda hâlâ altına kaçırıyor, elimizden geldiğince rehabilite etmeye çalışıyoruz" diye konuştu. Avukat Çiftçi ayrıca, kadın örgütleri olarak davaya dahil olduklarını belirtmelerinin ardından savcının dava açmayı kabul ettiğini ancak "Tamam açacağım dava ama çok da delil yok ortada!” dediğini aktardı.
ÖZEL BÜRO NOTU: 
ŞİMDİ HABERİ OKUMADAN ÖNCE BU MESAJI TBMM MİLLETVEKİLLERİNE DE GÖNDERİYORUZ OKUMALARI İÇİN. 550 VEKİLE BİRDEN. BİR UYARI YAPMAMIZ GEREKİYOR. AŞAĞIDA, SÖZDE BABA SIFATI TAŞIYAN BİR ZAVALLI MAHLÛKUN ÖZ KIZINA VE KARISINA NELER YAPTIĞINI OKUYACAKSINIZ. VE BU ADAM BÖLGE KARAKOLUNDAKİ POLİSLERLE ARASI İYİ DİYE SERBESTÇE DIŞARIDA DOLAŞIYOR. BURADAN VEKİLLERİ UYARIYORUZ. EĞER BU ADAM İVEDİ BİR ŞEKİLDE TUTUKLANIP EN AĞIR CEZAYA ÇARPTIRILMAZSA ÖZEL BÜRO İSTİHBARAT GRUBU OLARAK BU ADAMIN VE BU ADAMI SERBESTÇE DOLAŞTIRANLARIN PEŞİNE DÜŞECEĞİZ VE HAKETTİKLERİ CEZAYI VERECEĞİZ. BU KADARI OLMAZ ARTIK. TÜRKİYEDE BY LOCK KULLANIYOR DİYİP ÖNÜNÜZE GELENE AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBET VERECEKSİNİZ, 4,5 YAŞINDAKİ ÇOCUĞA TECAVÜZ EDEN BABA SERBESTÇE DOLAŞACAK. BU ÜLKEDE KANTARIN TERAZİSİ YOK MU BE KARDEŞİM. BU ADAM ÇİN DE, İRAN DA YAŞASA ÖNCE BİR GÜZEL İĞDİŞ EDER SONRA DA ASARLAR. BU GİBİ TUHAF KARARLAR HALKIN ADALETE GÜVENSİZLİK DUYMASINA NEDEN OLUYOR. MİLLETVEKİLİ OLARAK BU KONUNUN TAKİPÇİSİ OLUN BİR ZAHMET.
Olmazsanız, Allah topunuzun belâsını versin ! 
Böyle baba olmaz olsun !!! Manavgat'ta öz baba 4.5 yaşındaki öz kızına…Off!
Duyduğum en iğrenç, en korkunç vakalardan biri bugün okuyacağınız. Türkiye’nin her yerindeki kadın örgütlerinden cinsel istismar davaları geliyor bana. Avukatlar, sivil toplum örgütleri arayıp haberdar ediyorlar. Bu sefer ki Manavgat’tan. Duyunca karnıma kramplar girdi. Bu seferki, aile içi cinsel istismar. Böyle babalar olmaz olsun! Gebersinler! Aşağılık mahluk, eşine yıllarca zaten eziyet ediyor. Sapık cinsel isteklerini kabul etmezse, zorla yapıyor. O kadar ki kadın sonunda hastalanıyor. Kolon kanseri tedavisi görürken de onu bir takım iğrenç şeylere zorlaması hastalığını tetikliyor. Zaten daha önceden de başka bir kadına, ırza tasaddi suçundan 2 yıl 10 ay mahkumiyeti var.
Bitmedi! 
Son bir buçuk yıldır da, eşi kemoterapi görürken, kadın hastanedeyken ya da baygın halde evde yatarken, 4.5 yaşındaki kızına cinsel istismarda bulunuyor. Allah boylarını devirsin böyle adamların! Yemin ediyorum yazacak bir şey bulamıyorum. Çocuk, tuvaletini tutamaz hale geliyor, çocuğun kuyruksokumunda basit tıbbi müdahaleyle giderilmeyecek derece bir ekimoz olduğu tespit edilmiş durumda. Ve bu iğrenç, pespaye, aşağılık sapık hâlâ serbest! El birliğiyle bu adamın hak ettiği cezayı alması için uğraşalım. Bugün bu meseleyi Avukat Umut Çiftçi’yle konuştuk... Umut Çiftçi: Duyduğum en iğrenç cinsel suçlardan biri! Resmen sapıklık! Manavgat Kadın Hakları ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Kurumu Başkanı olarak nasıl bir insanlık dışı olay bu yaşanan, anlatır mısınız? Anne, 4. evre kolon kanseri. O, kemoterapideyken ya da kemoterapinin etkisiyle evde baygın yatarken, baba, öz kızına cinsel istismarda bulunuyor. 1.5 yıl boyunca devam ediyor. Çocuğun, arka kuyruk sokumunda basit tıbbi müdahaleyle giderilmeyecek derecede bir ekimoz olduğu tespit edilmiş durumda. Sizin nasıl haberiniz oldu? Anne, adliyede bize ulaştı. Biz de gönüllü kadın avukatlar olarak ona her şekilde yardım edeceğimizi söyledik. Perişan hâldelerdi anne-kız. Ev tutuldu, baştan aşağı döşedik. Çocuğu rehabilite etmek için psikologlarla görüştük. Ama ne yapsak yaşadıkları travmayı aşmaları zor. Sürekli koruma kararları alıyoruz adam yaklaşamasın diye...
TECAVÜZ KANSERİ TETİKLEMİŞ
Ben doğru mu anlıyorum... Anne, 4. evre kanser hastası. Kanserine de, bu Allah’ın belası adamın tecavüzleri mi yol açıyor? Kanserini tetiklemiş. Çünkü tedavi sırasında da eşinin tecavüzüne maruz kalıyormuş, sürekli kanama geçiriyormuş. Söylenen: “Maruz kaldığı aile içi tecavüzler, kolon kanserinin ilerlemesine sebep olmuş olabilir...” Bu nasıl bir sapıklıktır... Adamın zaten uç boyutta cinsel istekleri varmış. Kadının çekmediği kalmamış. Dayak, şiddet, bir çok defa koruma kanununa göre tedbire başvurulmuş. Sonunda kadın kanser oluyor. Kemoterapi aldığı zaman, ya hastanede yatması gerekiyor ya da ilaçların etkisiyle bir hafta filan kendine gelemiyor. Bu sıralarda adam, çocuğu, gezdirme, lunaparka götürme bahanesiyle bulduğu her yerde çok kötü bir şekilde cinsel istismarda bulunuyor. Bazen, kadın baygın halde yatarken, gece evde de istismar ediyormuş... Anne nasıl anlıyor? Çocuk, çoğunlukla üstü başı dağınık halde geliyormuş. “Sen bu çocuğa bir şey mi yapıyorsun?” demiş. Adam inkar etmiş tabii. Ama sonra çocuk, yemeden içmeden kesiliyor. Sonra tuvaletini tutamamaya başlıyor. O zaman anne şüpheleniyor. Bir de yaraları görünce iyice emin oluyor... Sonra ne oluyor? Geçtiğimiz eylül ayında, Serik’te, karakola şikâyetçi oluyor. O dönem Manavgat’a yarım saat uzaklıkta Serik’te yaşıyorlar. Sonra Manavagat’a taşındılar. Serik’te çocuğun ifadesi de alınıyor. Ama oradaki kolluk kuvvetleri herhalde adamı tanıyorlar ki sürekli kadına baskı yapıyorlar. “İftira atma! İftira atmak suçtur! Barışın kocanla. Çocuğu o, sevmiştir onu, senin düşündüğün gibi bir şey yoktur...” diye diye ciddi bir suçu örtbas etme yoluna gitmişler. Hatta kadın şikâyetçi olduğu halde, “Şikâyetçi değil!” gibi yazmışlar, sonradan şikâyetçidir demişler. Çocuk korkunç şeyler anlatıyor. Gerçekten insanın kanı donar.
Peki nasıl olur da bu adam, bu aşağılık yaratık tutuklu değil...
İşte söylediğim nedenlerden dolayı. Serik’te Çocuk İzleme Merkezi yok, pedagog yok, bir şey yok. Antalya’ya yollanmış. Orada da devlet hastanesinde üstünkörü bir rapor vermişler. Anneyi dinlememişler, hatta hiç dinlemek istememişler. İki rapor var. Birinde “Kuyruksokumunda basit tıbbi müdahale ile giderilmeyecek bir ekimoz tespit edilmiştir" deniyor. Ama çocuk psikiyatri uzmanı, çocuğun annesi etkisinde kaldığını belirtmiş. O kadar manasız ve tuhaf bir rapor ki, o rapora binaen de itiraz edilmiş. Adam, tutuklandığı halde salıverilmiş. Oysa çocuğun detaylı ifadeleri var, “Babam şöyle yaptı, böyle yaptı” diye anlatıyor. Buna rağmen salıveriliyor.
6 YAŞINDA ÇOCUK NASIL UYDURSUN
İnanılır gibi değil... Nasıl olur? Oluyor Ayşe Hanım! Pek çok benzer vaka var elimizde. Bu size anlattığım anne-kız olayında, anne hakkında, “Kadın, kemoterapi gördüğü için kendinde değil, halüsinasyon görüyor” gibi şeyler yazılmış. Oysa kadın gayet kendinde biri. “Mental kısıtı var” ve “Ruhsal bozukluğu var” denmiş, oysa öyle bir şey yok. Zaten anneyle konuşmamış bile doktor. Onu muayene etmeden, görmeden nasıl böyle bir karar verebilir ki? Çocuk da minicik bir şey. Şu anda hâlâ altına kaçırıyor, elimizden geldiğince rehabilite etmeye çalışıyoruz...
Türk Ceza Kanunu’nda bu suçun karşılığı ne?
Mutlaka tutuklanırdı. Zaten ilk başta tutuklanmış. Ama raporlarda netlik olmaması lehine yorumlanmış. O yüzden salıverilmiş. Ortada 6 yaşında bir çocuk var, asla bilmemesi gereken ayrıntıları anlatabilen bir çocuk. Bütün bunları nasıl uydursun? Feci şeyler anlatıyor çocuk. İki kadının da hayatını kaydırdı... Nasıl bu lânetli pisliğe hak ettiği ceza verilmiyor? Biz de verilmesi için uğraşıyoruz. İfadeler, o gün o kadar kötü alınmış ki, olan biten gerçek bir şekilde yazılsa, sonuç çok farklı olurdu. Savcı Bey’e, kadın hakları olarak, dosyaya dâhil olduğumuzu anlatınca ve işin vahametinden söz edince, “Tamam açacağım dava ama çok da delil yok ortada!” gibi bir şeyler söyledi. Moralimizi bozmadan, hep birlikte bu anne-kıza destek olacağız. Siz de lütfen desteklerinizi esirgemeyin...

14 Şubat 2018 Çarşamba

Bu iddialar çok vahim; İnsanlık dışı, korkunç ve "eğer gerçekse" insanlık ve ülkemiz adına utanç vericidir. İddialar mutlaka ciddi biçimde araştırılmalı ve gerçek kamuoyuna açıklanıp "KAMU VİCDANI" müsterih kılınmalıdır!..

‘Üçüncü havalimanı (İstanbul) inşaatında 400 işçi öldü, torbayla gömdüler!’
3. havalimanı işçileri, kendilerine acele edin baskısı yapıldığını, güvenlik için hiçbir önlem alınmadığını anlatıyor. “Zincirlikuyu’da ölüler tabutla yollanıyor, burada ceset torbalarıyla” diyen işçilere göre ölümler ailelere para verilerek gizleniyor.
Doğa tahribatı nedeniyle çevrecilerin ve bilim insanlarının tepkisini çeken 3. havalimanı inşaatında iş güvenliği açısından da skandallar yaşanıyor. Kayıtlı 31 bin kişinin çalıştığı inşaatta şimdiye kadar onlarca işçinin yaşamını yitirdiği iddia ediliyor. Çalışanlar, şantiyeyi “mezarlık” olarak tanımlıyor. İşçiler kendilerine “acele edin” baskısı yapıldığını, iş güvenliği için hiçbir önlem alınmadığını anlatıyor. “Zincirlikuyu’da ölüler tabutla uğurlanıyor, burada ceset torbalarıyla” diyen işçilere göre ölüm olayları ailelere para verilerek gizleniyor. Şantiyede çok sayıda yabancı işçi de çalışıyor…
Cumhuriyet’ten Mehmet Kızmaz’ın haberi şöyle…
C., hafriyat kamyonu şoförü. 59 yasında ve 6 çocuk babası. İnşaatı başladığından beri, İstanbul Uluslararası 3. havalimanı şantiyesinde fiilen çalışıyor. Her gün aynı saatte, düzenli olarak şantiyeye gidiyor ve kamyonunu yüklüyor. Bu işi çocuklarının geleceği için mecburen yaptığını söylüyor: “Bir yandan çocuklarımın geleceği için para kazanıyorum, bir yandan da onların geleceğini yok ediyorum” diyor. Havalimanı inşaatını ‘işçi mezarlığı’ olarak nitelendiriyor. Bugüne kadar 400 işçinin öldüğünü, Anadolu’dan gelen işçilerin ailelerinin ise para verilerek susturulduğunu dile getiriyor.
15 Şubat 2018-Perşembe Tarihli EVRENSEL Gazetesi, Manşet
ÇIPLAK ARAZİ…
C. ile sabah erken saatlerde yola koyuluyoruz. Mesai akşama kadar sürecek. Yolumuz uzun. İstanbul’un beton şehre dönüşümünü seyrede seyrede ilerliyoruz. 3. havalimanı inşaat alanına girince irkiliyorum. Ormanlık alanlarından geriye çırılçıplak bir arazi kalmış. Bir kaç cılız ağaç, kurumuş çimenler ve otlar… Bölgenin 5 yıl önceki halinden eser yok. Şaşkınlıkla etrafa bakınırken, C’nin sözleriyle gerçek dünyaya dönüyorum. “3. havalimanı adı altında hazine arazisini yandaşa, akrabaya peşkeş çekip istimlak ediyorlar. Arazilere el koyuyorlar. Bir keresinde bir görevli bana, ‘hafriyatın döküleceği yeri seç, iletişimde olduğum bir miletvekili aracılığıyla sana ayarlarım’ dedi” diyor.
80 TONLA EZİLDİ
Üzüntülü ses tonuyla anlatmaya devam ediyor: “Geçen gözlerimin önünde Ordulu bir formen (ekip başı), şoförü Vietnamlı olan ve 3 çeker dediğimiz yüksek tonajlı, sadece yükü 80 ton olan aracın altında kaldı. Bu olayı özellikle takip ettim. Hiçbir gazetede, televizyon kanalında ya da sosyal medyada yer almadı. Başka bir örnek vereyim, metronun yapımında kullanılan büyük taşlar taşınırken halat koptu. Her biri 3.5 ton olan 3 taş, çocuk yaşta olan iki işçinin üstüne düştü. Basında bu ölümün haberini de duymadım. Hatta ambulans dahi gelmedi ve çocukları özel arabayla götürdüler. Havalimanı yapımında şu ana kadar 400 işçinin öldüğünden bahsediliyor.”
ŞANTİYE MEZARLIĞI
C’nin söylediklerine göre Zincirlikuyu’dan sonra İstanbul’un en büyük mezarlığı burası diye düşünüyorum. Tek bir fark var: Zincirlikuyu’da insanlar tabutla uğurlanıyor, buradan cenaze torbalarıyla. Ölen işçileri kimse bilmiyor, duymuyor. C’ye göre ölen işçinin ailesine sus payı 400 bin TL gibi bir para veriliyor. C., trajik durumu şöyle tarif ediyor: “O işçi 400 yıl yaşasa ve çalışsa o parayı yanyana göremez. Ve insanlarımızın inancı, ‘Kader. Ölenle ölünmez.’ Aile bir yerde o parayı almaya mecbur oluyor. Birileri kazanıyorken birilerinin hayatı da işte böyle zindan oluyor.”
TONAJ HESABI GÖRMEDİK
Kamyonlar, dakikada bir hafriyat yüküyle dolduruluyor. Yükü denetleyen yok. Özel güvenlikçiler, formene çay getirmekle meşgul. Hafriyatların tonaj hesabının belediyenin kantarıyla yapılması gerekiyor. Fiş alınması için. Bu işin sorumluluğu ise belediye yetkilisine ait. Ancak, orda bulunduğumuz süre boyunca yükümlülüklerin hiçbirine denk gelmiyoruz. Kulübedeki bir güvenlikçi, kamyonlardan parayı alıyor o kadar. Hiçbir ölçüm yapılmadan verilen para ise 30- 100 TL arasında değişiyor. O paradan devletin kasasına gelir yazılıyor mu bilinmiyor. Zabıtalar ise sabah geliyor, akşama kadar çayını içip gidiyor. Alanda tonajlı yüzlerce araç çalışıyor. C’nin anlatımlarına göre bir tane aracın muayenesi yok. Öz – Trans adında, özel araç muane istasyonu var. Şirketin yaptığı iş ise kâğıt üzerine, ‘bu plakalı araç muayeneye gitti’ notu düşmek. Araç muayeneye gitmese de hazırlanan evrakta aynı bilgi notu yer alıyor. Freni tutmayan araçlar bile yollara çıkıyor. Geceleri, araçların arka lambalarının hiçbiri yanmıyor. Sık sık kaza oluyor. Araçlar köylüler için de tehlike saçıyor.
ŞOFÖR MAKİNE OLMUŞ
Orkun Group, 3. havalimanı projesinde hafriyat işleri yapan şirketlerden biri. Akpınar Mahallesi’ne özel yaşam alanı kurmuşlar. Camileri ve hayvanat bahçeleri bile var. Şirket yöneticileri helikopterle buraya gelip gidiyorlar. Yol üstünde duran otobüslerine rastlıyoruz. C., “Normal bir yurttaşın otobüsü olsaydı çoktan çekilmiş, ceza verilmiş olacaktı. Günlerdir orada. O araç yüzünden kaç kez başka araçlarla kafa kafaya gelip, ölümle burun buruna geldim” diyor. C., hafriyatın ise Akpınar köyünün merasına döküldüğünü dile getirerek şöyle devam ediyor: “Üç gün önce sabah işe geldim. Bakan bir tanıdığı olduğunu söyleyen yani sırtı kalın firma sahibinin şoförü, jandarma görüyor olmasına rağmen, balık sırtı dediğimiz, gereğinden fazla yük yüklemiş. Bir yandan elinde telefon, konuşuyor. Beni solladıktan sonra sürücüsü kadın olan bir araca vurdu. Aracı önüne alarak sürükledi ama durmadı. Hissetmiyor çünkü, makine gibi. Kadın araçtan inemedi, ben aşağı indiğimde kadın başını direksiyona koymuş ağlıyor. Sabah 7’de uyku sersemliğiyle işe giden kadına kocaman bir tır çarpıyor. O kadının psikolojisi şu an kim bilir nasıldır. O soför 7/24 sefer hesabıyla çalıştırıldığı için durmuyor. Anadolu’nun ücra bir köşesinde ailesine birkaç kuruş göndermek için gurbete gelmiş bir insana, ‘maaşınız 1.500 TL ve günlük ortalama 6 sefer yapacaksınız, onun dışında yapacağınız her sefer başına 10 TL alırsınız’ diyince şoför de fazla sefer yapayım diyerek resmen ölüme gidiyor. Fazla kazanayım derken hızlanıyor, acele ediyor. Normalde 8 saat çalışılması gerekiyorken, 12 saat çalıştırılıyorlar. Burada işçinin değeri sıfır.”
ŞANTİYE DIŞARIYA KAPALI
İnşaat İşçileri Sendikası (İNŞAATİŞ) Örgütlenme Sekreteri Yunus Özgür de 3. havalimanında çalışan üyelerden gelen bilgilere göre haftada en az üç-dört işçinin iş cinayetine kurban gittiğini söylüyor. Özgür, “İşçi ölümleri normalde zaten gizleniyor. 3. havalimanı gibi dışarıya tamamen kapalı bir yerde kesin bilgiye ulaşmak çok zor” diyor.
‘KAMYON TERÖRÜ VAR’
Televizyonlarda ‘kamyon terörü’ diye geçen haberler geliyor aklıma. İnsan ister istemez düşünüyor. Burada devlet ve iş sahibi, kamyona fazla yük yükletiyor, işçiyi fazla çalıştırıyor, acele ettiriliyor, baskı altında tutuyor. Jandarmaya, polise, burada çalışan arabalara ceza yazmayın dedikleri ifade ediliyor. Araçta KKC’yi (Kolin, Kalyon, Cengiz) görmeleri yeterli oluyor. Ne muayenesine, ne sigortasına, ne de şoförün ehliyetine bakılıyor. Kaza geliyorum diyor. Böylece burada ‘devletin kamyon terörü’ oluşuyor. Milete ana avrat küfür eden Cengiz, burada tonlarca para kazanıyor. ‘Cengiz Holding’e çalışıyorum’ dedin mi iş bitiyor.
İŞÇİ Mİ, KÖLE Mİ?
Havalimanında kayıtlı 31 bin işçi çalışıyor. Bunun içinde Vietnam ve Almanya’dan getirilenler de var. İşçiler köle muamelesi görüyor, sosyal aktiviteleri de yok. Yemakhanelerde doğru düzgün bir yemek dahi yok. Banyoları koku içinde. C., “Hayvan bağlasanız burada yatmaz. Ama Almanyadan gelen işçi burada ki işçilerin içinde yemek yemiyor, kendi yemeğini, yatma yerini, konteynırını tır’la kendi ülkesinden getirtiriyor. Vietnamlı işçilerin de yövmiyeleri dolarla. Buradaki aynı işi yapan işçilerden daha fazla. Kesin olmamakla birlikte 2.500 dolardan bahsediliyor, bununla birlikte sigortaları da yüksek primle yatırılıyor. Ama Türkiye yurttaşı işçiye sözleşmeyi asgari ücretten imzalatıyorlar. Ama işçi 12 saat çalıştırılıyor. Üstünü elden vereceğiz diyorlar. Vermeseler de işçi hiçbir hak talebinde bulunamıyor. Artık o paranın verilip verilmemesi patronun vicdanına kalmış. Bir keresinde, Batman’dan gelen duvarcılar çalıştılar ama o işçilerin parasını patronlar vermeyip yedi” diyor. Ekmek parası için geldikleri inşaattan cenaze torbalarıyla ayrılan işçilerin ailelerine ‘‘sus payı’’ verildiği de kamyon şoförünün verdiği bilgiler arasında.
RANT, BAŞKA BİR ŞEY DEĞİL
Kamyon yok edilmiş ormanlık alanında dolandıkça ağaçların yerine dikilecek AVM’leri, apartmanları görüyor gibiyim. C., “Şimdi Yeşilköy’de bir arsanın fiyatı ne kadarsa havalimanının etrafındaki arsanın da odur’ diyor ve ekliyor: “Yıllarını burada geçiren insanların yerine İzmir, Adana, Mersin’den gelen yandaşlar faydalanıyor. Adam İzmir’den gelip, havalimanına çalışıyorum deyip bir kuruş para vermeden istediği yeri zorla istimlak ediyor. Burası beş sene sonra İstanbul’un Yeşilköy’ü, Bakırköy’üdür. Hatta daha güzeli. Bu adam 10 kişiyi öldürtür yine bu arsayı bırakmaz. Bana verilse, ben de olsam bırakmam. Devletin eliyle verilen bir rant. Buranın tümü rant, başka da bir şeyde yok. Havalimanı hikâye. Burada havalimanı yapan Hollandalılar.”
40 BİN KAPLUMBAĞA
Hafriyat alanları, daha önce piknik yapılan, köylülerin hayvanlarını otlattığı, yüzlerce hayvanın da sulak alanıymış. Çırılçıplak alana çevrilmiş arazilerde, kesilen ağaçların kökleri dozerlerle kazınmış. Doğa savunucularına göre, ormanlık alanların yok edilmesiyle sadece 40 bin kaplumbağanın yuvası başka yere götürülmüş. C. bölgenin önceki halini ise şöyle hatırlıyor: “Bir kaç yıl önceye kadar da burada domuz sürüleri ve geyiklerle karşılaşırdım. Şuan üzerinde bulunduğumuz hafriyat döküm sahası ve kaynak fabrikasının yapıldığı yerde daha önce büyük bir gölet vardı. Belgrat’tan Karaca’lar oraya su içmeye gelirlerdi, tıpkı köylülerin hayvanlarını otlatması gibi. Bir de hayvancılık kalmadı diyorlar. Misal Akpınar köyü hayvancılıkla geçiniyordu.Ve burası Akpınar köyünün merasıyken, 3 yıl önceye kadar yüzlerce manda burada otlatılıp, suy içiyordu. Biz de köylüden organik temiz süt alıyorduk ama şimdi köye gitsen üç manda kalmamıştır. İki yıl önceye kadar da pazar günleri çalışmazdık çünkü insanlar buraya pikniğe geliyordu. Burası şenliğe dönüyordu. Ben de çocuklarımı kamyonla getirirdim, pikniğimizi yapardık. Daha önce bu gölette, çok güzel balıklar vardı ama artık öyle bir şey yok, masallarda bıraktılar. Balık yerine bataklık var. ‘Gel fabrikayı kur, arsa senindir’ dediler. İzmir’den adam getirdiler. Adam kaynak fabrikası kurunca, hazine malına konmuş oldu ve bu gölet onun oldu. Havalimanı bittiğinde bu adam burayı ya başka bir şekilde kullanacak ya da bir lojistik şirketine kiraya verir veya satar. Bu para da kaynakçı için yastık parası sadece. Buradaki rant hiçbir yerde yok. Sabahtan akşama kadar büyük bir alan içinde geziyoruz. Bir kargayla bile karşılaştık mı? Her yer toz duman, makine sesine hiçbir canlı burada durabilir mi ki?’
ACELE EDİN BASKISI
Yolda kamyonların plakası ilerlediğini görüyoruz. C. de bu konuya değiniyor: “Bu araçlar insana çarpar, öldürür ve gider. Bitti. Faili meçhul. Kim vurduya gitmiş olursun. Devlet istese bulur. Havalimanında çalışıyor diye cezada esneklik yapar. Bakanlık, 2019 seçimlerinden önce teslim edilsin diye ‘acele edeceksiniz’ emrini veriyor. Dikkatini çekmiştir, tüm kamyonlar balık sırtı. Normal de benim kamyonumun yük hakkı, en fazla 42 tondur. Geçersen ceza uygulanması lazım ama şu an çalışan tüm kamyonlar, 80 ton civarında. Firmanın ismini vermeyeyim, bir keresinde gereğinden daha fazla yük yüklemediğim için beni kovdu. Adama, ‘farz edin ki kaza yaptım ve biri öldü ve bu yükü kantara çektiklerinde 22 yıl verirler, yatar mısınız?’ dedim. ‘O zaman çalışma’ karşılığını verdi.”
KÖYLÜLERİ KİMSE DUYMADI
Dördüncü hafriyatı boşalttıktan sonra akşam oluyor. Robot gibiyim. C. de aynı şeyi hissettiğini dile getiriyor. “Buraya ilk olarak 2007’de geldim. Makinelerden ve egzoz dumanından yağmur değil artık asit yağıyor. Havalimanının kulesini lale sembolünde yapıp, maketini dağıtıyorlar ama onun nasıl gözüktüğünü bir de gelip Akpınar, Çiftalan, Ağaçlı, Odayeri köylülerine sorsunlar. Örneğin Öz – Trans’a, taş çeksin diye verilen arsada köylülerin hayvanları ne kadar zarar gördü? Onlar için önemli değil. Köylüler kaç sefer yürüyüş yaptı, yolu kapattı ama kimsenin kendilerini duymadığını anlayınca onlar da susmak zorunda kaldı. Evet bir tarafta çocuklarımıza bakalım derken diğer tarafta çocuğumuzun geleceğiyle oynuyoruz. Şu an çocuğumun elektrik, su faturasını, kirasını veriyor ve okutuyor olabilirim ama temiz, sağlıklı bir geleceğini de peşin olarak yok edilmesine, elinden alınmasına aracı oluyorum. Belki memleketime giderim ama 10 sene sonra özellikle burada yetişecek olan neslin doğasını, suyunu, oksijenini kısaca hayatını çalıyorum” diyor.
KAYNAKhttps://www.turkishnews.com/tr/content/2018/02/14/ucuncu-havalimani-insaatinda-400-isci-oldu-torbayla-gomduler/

5 Şubat 2018 Pazartesi

Başta İNCİRLİK ve KÜRECİK olmak üzere "neden ve niçin" Türkiye'de ki bütün (NATO NAM ABD) ÜS'leri ABD Kullanımına kapatılmıyor? Akşener: ABD bu işin suçlusuysa, İncirlik ve Kürecik Üssü'nü kapatın.

Meral Akşener: ABD (AMERİKA) bu işin suçlusuysa, İncirlik ve Kürecik Üssü'nü derhal kapatın!... 
"Siyasetçilerin parayla askerlik yapmış çocukları Afrin'e gitmeli"
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın her fırsatta ABD’ye ‘Eyyy’ dediğini hatırlatan İyi Parti Lideri Meral Akşener, “Afrin’de Rus nüfuzu var. Amerika bu işin suçlusuysa Malatya’daki üssü, füze sistemini, İncirlik’i kapatın” dedi. Sözcü'den Zeynep Gürcanlı'ya konuşan Akşener'in açıklamalarından bir bölüm şöyle: Birr haftadır Afrin konuşuluyor. Ben gerçekten bu işin uzmanı 100'e yakın isimle konuştum. Suriye'yle ilgili esasında devletin bilgisi yok. Her şey tek kişinin inisiyatifinde yürüyor. Afrin, PYD-YPG'nin bulunduğu bir yer ama nüfuz olarak Rusya'ya ait. ABD 30 bin kişilik PYD-YPG'den oluşan bir ordu kuruyor. Amma velakin o Fırat'ın doğusunda… Şimdi yapılan konuşmalara bakıyorum; Afrin'de ağırlıklı olarak Rus nüfuzu var ama sayın Erdoğan ABD'ye bağırıyor “Eyyy” diye… Amerika bu işin suçlusuysa “Malatya'daki üssü, füze sistemini, İncirlik'i kapatıyorum kardeşim” deyin. İkincisi Rusya'yla ne konuştun Afrin konusunda? Devlet dediğim o ciddi alan Afrin'le ilgili bir ciddi karar vermişse, bir Türk vatandaşı olarak elbette devletimin yanındayız ama oraya gidip şehit düşme ihtimali olanlar ana kuzuları. Sarayda sen oturacaksın, gemicik filolarını senin çocukların yapacak, bir baltaya sap olamamış bakan çocuklarının evinden para sayma makineleri çıkacak. Sonuç itibarıyla herkes için söylüyorum, İYİ Parti de dahil CHP, MHP, AKP, adı önde olan bütün siyasetçilerin parayla askerlik yapmış çocukları Afrin'e gitmeli. O zaman anlayalım ki bu bir milli meseledir.
TÜRKİYE ÜSLERİNİ ABD KULLANIMINA KAPATMALI
Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı, IQNA’ya verdiği röportajda “Türkiye; öncelikle üslerini ABD kullanımına kapatmalı, ABD askeri varlığını sonlandırmalı ve NATO’dan çıkmak dahil can alıcı tedbirleri öncelikle uygulamalıdır” dedi.
Hem iktidar hem muhalefetin sert tepki gösterdiği NATO’nun Kasım ayında gerçekleştirdiği tatbikatında yaşanan skandal Türkiye-NATO ilişkilerinin yeniden sorgulanmasına da yol açtı. MHP lideri Devlet Bahçeli "NATO yokken biz vardık, şayet ve gerekirse biz bu yapının içinde olmazsak da dünyanın sonu değildir" derken; Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek de "NATO bize bağımsızlık vermiyor, bağımsızlığımızı yok ediyor" diyerek, çözümün Türkiye'nin bu dayatmadan kurtulması olduğunu söylemişti.
Son gelişmeleri IQNA Haber Ajansı’na değerlendiren Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı emekli Hava Pilot Tümgeneral Beyazıt Karataş, Türkiye’nin NATO’dan ayrılarak Batı Asya’da yeni ittifaklar kurması gerektiğini vurguladı. Tümgeneral Karataş, ABD, NATO’yu hep kendi çıkarları için kullandığını belirterek, IQNA muhabirinin sorularını aşağıdaki şekilde yanıtladı:
1 – Günümüzde NATO’nun Türkiye dış politikasındaki yeri nedir? Türkiye’nin NATO’dan ayrılması ülkenizin lehine mi olur yoksa aleyhine sonuçlar mı doğurur?
Türkiye’nin milli menfaatleri ve politikaları ile NATO politikaları her zaman uyumlu olmamıştır. Türkiye, Soğuk Savaş döneminde SSCB ( Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği)’ye karşı NATO üye ülkeleri içerisindeki ikinci büyük ordusu ile önemli görevler üstlenmiş ve fedakarlıklarda bulunmuştur. Soğuk Savaş sonrası NATO ve ABD dünyada tek kutuplu kalmanın verdiği cesaretle kendilerine farklı görevler bulmaya başlamıştır. Bu fırsattan istifade ile ABD, NATO’yu hep kendi çıkarları için kullanmaya ve görevlendirmeye başlamıştır. Yani NATO ABD’nin oyuncağı hale gelmiştir. Irak ve Suriye’de açıkça görüldüğü gibi terör örgütü PKK/PYD’ye “benim kara ordum” diyen ve NATO’yu örtülü olarak ABD, yani NATO’nun lider ülkesi sözüm ona IŞİD’le mücadele altında Türkiye’nin güvenliğini tehdit etmekte ve terör örgütleri ile işbirliği yapmaktadırlar.
Şu anda NATO’ya üye 29 ülkenin 28’i IŞİD’le mücadele altında ABD’nin liderliğindeki koalisyon içerisinde Suriye’dedir. Açıkca NATO ortada yok ama 28 NATO üyesi ülke ile toplamda 60 üzeri ülke Suriye savaşına dahil olmaktadır. Türkiye’nin komşularıyla ilkişkilerini bozmak için çalışan NATO, ikiyüzlü politikları ile insanlık suçu işlemektedir. Türkiye’nin üyesi olduğu 1952 yılından günümüze kadar faydasının yanısıra zararı daha fazla olan NATO, görevini tamamlamış ve “Haydut” bir organizasyon halini almıştır. Artık NATO’dan ayrılmak ve başta komşu ülkeler İran, Irak, Suriye olmak üzere Batı Asyada yeni ittifaklar kurmak Türkiye’nin öncelikleri arasında olmalıdır.
2 – ABD’ye ait nükleer bombaların İncirlik Üssü’nde bulunduğu söyleniyor. Bu bombalar neden henüz Türkiye’den çıkarılmamıştır? Bazı analistler de ABD’nin Türkiye’ye konuşlandırdığı silahların daha çok İsrail’e hizmettiğine inanmakta. Sizce Türkiye ve bölgeye karşı bu gibi tehlilkeleri önlemek için Ankara nasıl bir dış politika yürütmelidir?
Türkiye’de NATO şemsiyesi adı altında İncirlik’te bulunan 50 adet ABD nükleer bombasına ilişkin bilgiler, Kürecik Radarı ile Diyarbakır Hava Üssünün Batısında bulunan ABD askeri varlığı konusu Ekim 2017 ayı içerisinde ayrıntıları ile tarafımdan açıklanmıştır.
Daha sonra 05 Kasım 2017 tarihinde Vatan Partisi Genel Başkanı Doktor Doğu Perinçek ve tarafımdan yapılan basın toplantısında bu hususlar ayrıntıları ile tekrar kamuoyu ile paylaşılmıştır. Tek başına haber dizisi olacak bu basın toplantısının Türkçe metini EK-A olarak ilişikte sunulmuştur.
3 – Terör örgütü FETÖ elebaşı Fethullah Gülen’in iadesi’nden kaçınan ABD’liler Suriye’de de Türkiye’nin muhalefetine rağmen PYD-YPG’yi kendi kara kuvvetleri olarak kullanmakta. Yani başka bir deyişle Türkiye ve ABD’nin menfaatleri birçok konuda örtüşmemektedir. Bu durumda ABD’nin hala Türkiye için güvenilir bir müttefik olduğunu söylemek mümkün mü? ABD’nin bu yaklaşımları karşısında Türkiye’nin ne yapması gerektiğini düşünüyorsunuz?
ABD artık Türkiye için tek başına ve NATO içerisinde kesinlikle ve kesinlikle güvenilir bir müttefik değildir. Burada uzun uzun bilinen nedenlerini anlatmadan sadece özetleyeceğim. ABD, Ortadoğuda hem Türkiye için, hem de komşuları için eskiden olduğu gibi şimdide potansiyel bir tehlikedir.
ABD, daha önce örtülü olarak terör örgütlerine verdiği desteğini artık açıkça yapmaktan kaçınmamaktadır. ABD, IŞİD terör örgütünü yaratmış Irak ve Suriye’de kullanmıştır. ABD, PKK ve PYD’yi yanına alarak eğitmiş, tonlarca karadan ve havadan silah yardımı yapmış, hava gücü ile desteklemiş ve desteklemeye devam etmektedir. ABD, Suriye’de kurduğu üslerle Ortadoğu’da kalıcı olmaya ve hakimiyet alanını genişletmeye çalışmaktadır. ABD artık Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve sonrasında Türkiye ve İran’ın toprak bütünlüğünü hedef almış potansiyel bir tehdit unsurudur.
ABD’nin bu yaklaşımları konusunda Türkiye; öncelikle Türkiye’deki üsleri ABD kullanımına kapatmalı, ABD askeri varlığını sonlandırmalı ve NATO’dan çıkmak dahil can alıcı tedbirleri öncelikle uygulamalıdır.
4 – IKBY’nin sözde bağımsızlık referandumu konusunda İran, Türkiye ve Irak’ın işbirliği bölgedeki meselelerin dış güçlerin müdahalesi olmadan çözülebileceğini gösterdi. Sizce Batı Asya’daki olası krizleri engellemek için bölge ülkelerinin görevi nedir?
Bölge ülkeleri için en önemli görevler;
1-İç ve dış provakasyonlara karşı işbirliği yapmak,
2-Birbirlerinin hassas olduğu konulara daha olumlu yaklaşmak,
3-Etnik ve mezhepsel politikaları uygulamaktan kaçınmak, olmalıdır.
5 – Suriye konulu Soçi Zirvesi’nde İran, Türkiye ve Rusya arasında önemli mutabakatlara varıldı. Sizce gelecekte de Ankara-Şam ilişkilerinin normalleşmesi mümkün mü? Türkiye artık Suriye’ye yönelik nasıl bir politika izlemelidir? Türkiye ve Suriye’de yaşayan sade vatandaşlar arasında kesinlikle düşmanlık sözkonusu değildir. Kırgınlıklar olabilir ama düzeltilmeyecek hususlar değildir. Türk kamuoyu en kısa zamanda Suriye ile direkt temas kurulmasından yanadır. Bakın göreceksiniz Ankara-Şam ilişkileri 2-3 yıl içerisinde yavaş yavaş normale dönmeye başlayacaktır.
EK-A: 05 Kasım 2017 Basın Toplantısı: İncirlik’teki Nükleer Bombalar, Batı Asya ve Dünya’ya Tehdit; İncirlik’teki Nükleer Bombalar; Batı Asya ve Dünya’ya Tehdit
Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek ve Genel Başkan Yardımcısı E. Tümgeneral Hava Pilot Beyazıt Karataş, Vatan Partisi İzmir İl Başkanlığı’nda ortak basın açıklaması düzenlediler. Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in basın açıklaması:
Değerli basın mensuplarımız. Değerli İzmir öncüleri. Bu tarihi günlerde hepinizi sevgiyle, saygıyla ve güvenle ve Türkiyemizin geleceğine iyimserlikle, umutla bakarak selamlıyoruz.
Türkiye çetin günlerde, büyük başarılarla çetin günlere giriyoruz. FETÖ'yü temizledik, PKK'yı hendeklere gömdük. Batı Asya'da dostlarımızla buluştuk. İran ile Suriye ile Rusya ile beraberliğimiz sayesinde ABD ve İsrail'i İkinci İsrail girişimini bozguna uğrattık. Artık Batı Asya, Batı Asyalılarındır. Burada davetsiz olarak bulunan, Atlantik ötesinden gelen güçler, fazla zora sokmadan kendi ülkelerine dönmelidirler. Ama bu süreç çetin geçecek, öyle gözüküyor. Kesinlikle buradan şunu ilan ediyorum: Kandil beyaz bayrak çekecek. Türkiye, İran, Rusya birlikteliğine beyaz bayrak çekecek, Türkiye'ye beyaz bayrak çekecek. Türkiye'nin bütünlüğü içinde yer alması için herkese çağrıda bulunuyorum. ABD planlarına alet olma dönemi bitmiştir. ABD'den silah alarak, o silahı kardaşlarının üzerine çevirmek, Türkün, Kürdün, Arabın üzerine o silahı, o namluyu çevirme dönemi bitmiştir. İhanet dönemi bitmiştir. Onun için herkesi Batı Asya'nın birliği içinde yer almaya, Türkiye'nin vatan bütünlüğü, huzuru, barışı, üretim ekonomisini kurma mücadelesi içinde yer almaya davet ediyorum. Bu çetin sürecin tabi çeşitli tehlikeleri mevcuttur. Karşımızda, ABD gibi İsrail gibi dünyanın ağalığı iddiası olan güçler bulunmaktadır. Bu çetin koşullardan belki de en önemlisi Türkiye topraklarının altında, Türkiye'de ABD'nin nükleer silahlarının bulunmasıdır. Bu konudaki kesin bilgileri, sayın komutanımız, Genel Başkan Yardımcımız, Partimizin Genel Başkan Yardımcısı ve Türk Hava Kuvvetleri'nin seçkin generallerinden, Emekli Tümgeneral, Hava Pilot Tümgeneral Beyazıt Karataş komutanımız açıkladı, Türkiye'ye, kamuoyuna, dünya kamuoyuna. Büyük ilgi gördü. Komutanımız sayın Beyazıt Karataş'ın Genel Başkan Yardımcımızın açıklamaları Batı Asya'da ve dünyada yankılandı. İran'da, Mısır'da Suriye, Irak ve Rusya'da komutanımızın açıklamaları basında geniş bir şekilde yer buldu. Şimdi bu çetin koşullara girerken, engin bilgisiyle sayın komutanımızın Türkiye, Batı Asya ve dünya kamuoyuna nükleer silahlar konusundaki açıklamasını İzmir'den dinleyeceğiz.
Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı E. Hava Pilot Tümgeneral Beyazıt Karataş’ın yaptığı basın açıklaması: Bu basın toplantısında; Öncelikle 1951 yılından günümüze kadar Türk-Amerikan ilişkilerinde önemli bir yer tutan, 1954 yılında yapılan ilk anlaşmadan, 1969 yılında imzalanan gizli anlaşmaya, 1974 Kıbrıs Barış Harekatından sonra ABD tarafından Türkiye’ye uygulanan ambargo nedeniyle 1975 yılında ABD kullanımındaki üslerinin kapatılmasına, 1980 yılında imzalanan Savunma Ekonomik İşbirliği Anlaşması (SEİA) ile kullanımına devam edilen Türkiye ve Amerika tarafından müşterek kullanılan İncirlik Hava Üssü ile ilgili bilinen bilinmeyen bazı önemli konuların yanısıra, özellikle Türk Kamuoyunun yakından ilgileneceği “İncirlik’te Nükleer Tehlike” boyutundan bahsedip, Üs’de bulunan nükleer bombalara ilişkin güncel bilgiler vereceğim. Ayrıca, konunun bir bütün olarak ele alınması ve daha iyi anlaşılması için yine büyük ilgi uyandıracak “Türkiye’deki NATO ve ABD Varlığına” ait son durumu sizlere aktaracağım.
İNCİRLİK’TE NÜKLEER TEHLİKE
2009 yılında NATO’da yapılan görüşmeler sonrası nükleer caydırıcılık bahane edilerek NATO’nun bazı ülkelerinde bulunan ve eski nesil olduğu ifade edilen uçaklardan atılabilen “B61-3/4” nükleer bombaların, yeni nesil olduğu belirtilen yine uçaklardan atılabilen “B61-12” tahrip gücü çok yüksek olan termonükleer bombalarla değiştirilmesi Avrupa ve Türkiye’de konuşlandırılması kabul edilmiştir. Açık kaynaklardan elde edilen bilgilere göre; Bu plan doğrultusunda yeni nesil uçaklardan atılabilen “180 adet B61-12” termonükleer bomba 70 adet İtalya, 50 adet Türkiye, 20 adet Almanya, 20 adet Belçika ve 20 adet Hollanda olmak üzere “5 NATO” üyesine yerleştirilmiştir. Ayrıca ABD’nin 8-12 milyar dolarlık bir bütçeyle 400-500 adet nükleer bombayı uçak gemilerine ve denizaltılara yerleştirileceği ifade edilmiştir.
2015 yılında Alman televizyon kanalı ZDF’ye konuşan ve Pentagon belgelerine dayanarak verdiği bilgilerde Amerikan Bilimler Konfederasyonu üyesi nükleer fizikçi Hans Kristensen, ABD unsurlarının bulunduğu Türkiye’deki İncirlik Üssünde nükleer modernizasyon kapsamında yeni nesil nükleer bombaların yerleştirileceği “21 Sığınağın" bulunduğu “Nato Sahasının” güçlendirildiğini ifade etmiştir. Yine açık kaynaklardan elde edilen bilgiler ve uydu görüntülerinden; Nükleer bombaların Türkiye dahil Avrupa’da yerleştirilmesi düşünülen hava üslerine ilişkin gerekli güvenlik tedbirlerinin alınması için alt yapı inşaatlarına 2015 yılının ilk yarısında başlandığı, 2015 yılı sonlarında tamamlandığı, ABD’nde devam eden uçuş test atışları biten bombaların 2017 yılı başından itibaren Türkiye’de İncirlik Üssüne yerleştirilmeye başlandığı anlaşılmaktadır.
Yerleştirildikleri üslerde bulunan nükleer bombaların ABD ve bazı ev sahibi ülke uçakları tarafından atılması hedeflenmiştir. Türkiye’de İncirlik’te bulunan nükleer bombaların ise ABD F-15 ve F-16 uçakları tarafından atılması planlanmıştır. Türkiye’nin kendi F-16 uçakları ile nükleer bomba atılması önerisinin kabul edilmediği anlaşılmaktadır Alman ZDF kanalına konuşan Hans Kristensen, kısa bir zaman içinde Avrupa ve Türkiye’de konumlandırılacak nükleer bombaların modernize edilen bombalar olmadığını, çok işlevli yeni bir nükleer silah olduğuna vurgu yapmıştır. Kristensen, B61-12 nükleer bombaların “Hiroşima’ya atılan atom bombasının asgari dört katı gücünde ortalama 50 kiloton” yıkıcı bir güce sahip olduğu, bu bombaların birden çok bomba işlevi gördüğü, yer altı ve üssündeki hedefleri yok etme gücüne sahip olduğunu vurgulamıştır.
TÜRKİYE NÜKLEER HEDEFTİR
2009 yılında NATO’da alınan bir kararla daha önce yine topraklarımızda İncirlik’te konuşlandırılan nükleer bombaların yeni nesil nükleer bombalarla değiştirilmesini ABD’nin baskısı ile kabul eden Türkiye, anlaşıldığı ve görüldüğü gibi bu kararı ile nükleer savaşta ülkemizi nükleer tehdit altına diğer bir deyişle “nükleer hedef”konumuna getirmiştir.
İNCİRLİK ÜSSÜ MERKEZLİ ÖNEMLİ TARİHİ OLAYLAR
1951 yılında inşaatına başlanan ve 1954’de tamamlanan üs, ABD’nin dünya çapında “Ana Harekât Üssü statüsü”verdiği az sayıda üsten biridir ve bin millik (1800 Km.) harekât yarıçapıyla Amerikan Hava Kuvvetleri’nin Karadeniz, Doğu Akdeniz ve Ege ile birlikte asıl Basra ve Hazar petrol bölgelerini kapsayan bölgede kontrolü sağlamasına önemli katkı sağlamaktadır. 1958 yılında Almanya’dan gelen Amerikan deniz piyadelerinin “Türk hükümetinin iznini” bile beklemeye gerek duymadan İncirlik üssünden Ürdün’e gitmelerine sahne olmuştur. 1958 yılında ABD’nin Lübnan müdahalesinde etkin bir şekilde kullanılmıştır.
01 Mayıs 1960 tarihinde Amerikan Pilotu Gary Powers yönetimindeki bir Amerikan U–2 uçağı Sovyetler Birliği toprakları üzerinde casusluk uçuşu yapmak üzere İncirlik üssünden havalanmış ve uçak Sovyetler tarafından düşürülmüştür. Türkiye bu önemli olayı “uçak düşürüldükten üç gün sonra” yine Sovyet makamlarının açıklamalarıyla öğrenmiştir. 1978 yılında, İsrail’in Filistin Tel-Zaatar kampını bombalaması olayında ABD İncirlik Üssünden lojistik destek vermiştir. 1986 yılında Libya’nın bombalaması sırasında ABD, İncirlik Üssüne intikal eden F–111 uçaklarını da kullanmıştır.
1991 yılındaki Birinci Körfez Savaşından 2003 yılındaki Irak’ın işgaline kadar olan 12 yıl boyunca İncirlik Üssü “Kuzeyden Keşif Harekatı/Çekiç Güç” için yoğun bir şekilde kullanılmıştır.
ABD’nin 11 Eylül olaylarını bahane ederek gerçekleştirdiği Afganistan işgalinde “ele geçirdiği El–Kaide elemanlarının” CIA ajanları tarafından seyyar sorgu merkezi olarak İncirlik Üssünü kullandığı bilinmektedir. IŞİD’le mücadele kapsamında 2013 yılından itibaren PKK/PYD/YPG/YPJ terör örgütlerine İncirlik’ten destek vererek “Türkiye’nin güvenliğini” göz göre ihlal etmektedir.
15 Temmuz 2016 tarihinde “Amerikan-CIA destekli FETÖ/PDY Darbe Girişimi” sırasında 10’ncu Tanker Üs Komutanlığı-İncirlik Üssünde konuşlu tanker uçakları ile darbeci F-16 uçaklarına havada yakıt ikmali yapılarak uçakların inmeden saatlerce uçması sağlanmıştır.
TERÖR YUVASI İNCİRLİK, KÜRECİK FÜZE SAVUNMA RADARI İLE DİYARBAKIR HAVA ÜSSÜ ABD KULLANIMINA KAPATILMALIDIR
PKK/PYD/YPG/YPJ’ye FETÖ/PDY’ye yani terör örgütlerine açık destek veren ABD, 15 Temmuz darbe girişimini yapan FETÖ/PDY terör örgütünün elebaşına 1999 yılından itibaren ev sahipliği yapmakta ve çok açık bir şekilde 15 Temmuz darbe girişiminin arkasındadır. Sonuç olarak;
Nükleer silahlarını baskıyla Türkiye’ye yerleştirerek “Türkiye’yi nükleer hedef” haline getiren, “terör örgütlerine destek” veren ve bunlar için İncirlik Üssünü kullanan, bugüne kadar kendisine anlaşmalarla sağlanan hakları ihlal ederek burayı bir “terör yuvası” haline getiren “ABD’ye İncirlik Üssünün kapatılması” (Fotoğraf-1,2,3,4),
2011 yılı sonu 2012 yılı başından itibaren NATO maskesiyle Malatya/Kürecik’e konuşlandırılan “füze savunma radarının kapatılması” (Fotoğraf-5),
01 Ekim 2015 tarihinden itibaren sözde Arama-Kurtarma maksadıyla Diyarbakır Hava Üssünde bulunan 3 Silahlı Helikopter, 2 Silahlı Ulaştırma Uçağı ile 500-1000 ABD askerinin kaçak olarak adlandırdığımız “Diyarbakır Hava Üssünü kullanmasına son verilmesidir” (Fotoğraf- 6,7).
Fotoğraf-1
Fotoğraf-2
Fotoğraf-3
Fotoğraf-4
Fotoğraf-5
Fotoğraf-6
Fotoğraf-7
TÜRKİYE’DEKİ NATO VE ABD VARLIĞI
1. Müttefik Kara Komutanlığı-İzmir (NATO-ABD)
2. Çabuk İntikal Kolordusu (3.Kolordu Komutanlığı)-İstanbul (NATO-ABD)
3. Barış İçin Ortaklık Eğitim Merkezi-Ankara (NATO)
4. Terörle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi-Ankara (NATO)
5. ABD Savunma İşbirliği Ofisi (ODC-Turkey)-Ankara (ABD)
6. NATO AWACS arafından kullanılan Konya Hava Üssü-Konya (NATO)
7. ABD tarafından da kullanılan Mersin Limanı (ABD)
8. 39.Hava Üs Komutanlığı (39.Air Base Wing)-İncirlik (ABD)
9. İspanya PATRIOT Hava Savunma Bataryası-İncirlik (NATO)
10. İtalyan ASTER-30 Hava Savunma Bataryası-Kahramanmaraş (NATO)
11. Füze Savunma Radarı-Kürecik (NATO-ABD)
12. Yedek Uçuş Meydanı (Emercensi)-Erhaç/Malatya (ABD)
13. Füze Savunma Radarı Komuta Merkezi-Diyarbakır (NATO-ABD)
14. ABD Arama-Kurtarma (MAK) Birliği-Diyarbakır (ABD)
15. Yedek Uçuş Meydanı (Emercensi)-Batman (ABD) & Muhabir: Morteza Karimi