22 Şubat 2017 Çarşamba

İstanbul Milletvekili İlhan Kesici, mevcut ekonomik tabloyu farklı açılardan BirGün’e değerlendirdi.

İSTANBUL MİLLETVEKİLİ İLHAN KESİCİ:
TÜRKİYE'DE; AKP’YE KADAR 5,1 OLAN BÜYÜME 3,3’E GERİLEDİ
CHP İstanbul Milletvekili İlhan Kesici, mevcut ekonomik tabloyu farklı açılardan BirGün’e değerlendirdi. Referandumdan “Hayır” çıkması halinde, bunun hükümete bir uyarı anlamına geleceğini ifade eden Kesici, “Cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar, milletvekilleri yerinde kalacak ama hükümet ‘hayır’dan bir ikaz almış olacak. Türkiye’nin hiçbir siyasi devrinde, hiçbir siyasi değişiklikle insanlar kazanımlarını kaybetmediler. Çok partili döneme geçildiğinde bir tane bile CHP’linin burnu kanamadı. O nedenle kimsenin ekonomik kazanımlarını kaybetmek gibi bir endişe duymasına gerek yok” dedi. Kesici, ekonominin düze çıkması için yegâne yolun ayrışmaktan değil, birleşmekten geçtiğine işaret ederek, OHAL koşullarının ise uzun vadede Türkiye’ye ekonomik bilançosunun çok ağır olacağına dikkat çekti.
»Ekonomi alanında uzman bir isimsiniz. Bugün birçok AKP seçmeninin, mevcut ekonomik kazanımlarının bozulacağı korkusuyla referandumda “evet” diyeceği konuşuluyor. Bu endişeyi nasıl yorumlarsınız?  - Önce tersinden bakalım. “Evet”, Türkiye’ye büyük bir belirsizlik getiriyor, bunu bilmek lazım. Düşünün ki, halihazırda ekonomiye çare bulamayan bir hükümet, sistem değişikliğiyle nasıl bir çare bulacak? Siyasi ve ekonomik belirsizlik katlanarak artacak. Ama “Hayır” çıkması halinde, bu, hükümete bir uyarı olacak. Bu iyi bir şey. Cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar, milletvekilleri yerinde kalacak ama hükümet “hayır”dan bir ikaz almış olacak. Bu uyarı neye? “Dolar aldı başını gidiyor, ekonomik büyüme gittikçe küçülüyor, dış borç bulma yaklaşımı yanlış” demenin en önemli yolu “Hayır” demek. Mesajı alıp kendilerine çeki düzen verecekler. Bakın, Türkiye’nin hiçbir siyasi devrinde, siyasi devir değişiklikleri dahil, kimse siyasi veya iktisadi kazanımlarını kaybetmedi. Tek parti döneminden çok parti çok parti dönemine geçtiğimizde, 30 yıllık CHP’den iktidar Demokrat Parti’ye geçti, hiçbir CHP’linin de burnu kanamadı. Hiçbir CHP’linin herhangi bir varlığı sıkıntıya girmedi. O nedenle kimsenin endişe etmesine gerek yok.
Şemsiye delik deşik!,
»İnsanlar bu söze neden ve nasıl güvensin? Siz, ekonomideki mevcut kötü gidişata son vermek için nasıl bir formül sunuyorsunuz? Zira CHP, kimi kesimlerce yalnızca iktidarı eleştirmekle ve somut bir öneri getirmemekle eleştiriliyor.
Bazen ülkeler sıkıştığında ülkenin bütün potansiyelini harekete geçirebilecek, tüm insan varlıklarını da bir araya getirebilecek bir formülasyon ararlar. Sayın Cumhurbaşkanı böyle bir çağrıda zaman zaman bulunuyor: “Ben şemsiye açtım, gelin altında toplanın” diyor. Ama ben bu şemsiyeye alttan bakıyorum, her tarafı delik deşik! O zaman illa bir şemsiye açılacaksa beraber yapmamız lazım. Bunun içinde AKP, CHP, MHP ve HDP olmalıdır. Ama AKP derse ki ben tek başıma hareket edeceğim, o zaman onlara vereceğimiz akıl şu olur: Ekonominin bir sözcüsü olmalıdır, bir patronu. Ve bu patron Başbakan yardımcısı seviyesinde olmalı ve tüm dünyayla muhatap bu kişi olmalı, onun dışında kimse ekonomiyi konuşmamalı. Büyük bir ekonomik program hazırlanacak ve bu program bütün dünyaya anlatılacak. Kendi ekonomik kaynaklarımızı seferber edebilmek adına da yurtiçi aktörlere bakılacak. TÜSİAD, MÜSİAD, Odalar birliği, sanayiciler, ticaretçiler, turizm yatırımcıları gibi. Bu ekonomik program bunlara anlatılacak ve bu kapsamlı programa güven sağlanacak.
»Sözlerinizden anladığım, siyasi arenada AKP’yi güçlü kılan ayrıştırma politikasının, ekonomik alanda onun sonunu hazırladığı. Siz de bu nedenle ayrıştırıcı değil, birleştirici adımlarla ekonominin düze çıkabileceğini iddia ediyorsunuz, öyle mi? - Aynen öyle. Dahası, bu kapsamlı ekonomi programı için de bir eylem planı çıkarmak lazım. Sonra, ekonominin patronu olacak kişinin başkanlığındaki heyetler gidip uluslararası sempozyumlar, kolokyumlar yapıp programı anlatacaklar. Bir de, uluslararası kuruluşlar olmak üzere en az 25- 30 miyar dolar para bulmaları lazım. Bunu yatırımlar için de harcamayacaklar, cari açıklar veya borç ödemek için de harcamayacaklar. Bu parayı, Merkez Bankası rezervlerini kuvvetlendirmek için kullanacaklar. Bunu yaparlarsa bu kötü gidişatı durdururuz. Ama yapmazlarsa… Bakın her zaman kıştan sonra bahar gelmez. Bazen de karakış gelir. Ve bu gidişle karakış kapıda görünüyor.
Ekonomide gösterecek iyi bir şeyleri kalmadı
»Buradan yola çıkarak, AKP’nin referandum kampanyasında “Hayır”cılara bu kadar yüklenmesinin gerisinde yatan en temel neden, ekonomideki tablo demek doğru olur mu? Tabii ki. Referandum tartışmasında ekonomide iyi gösterebilecekleri bir şey olmadığı için “hayır” demek isteyenleri suçluyor, saldırıyorlar. Kendi ellerindeki malı anlatamıyorlar, çünkü anlatacak iyi bir şey yok. Bakın, AKP iktidarı, hem siyasi, hem bürokratik yönetim hem de kurumlarıyla, fazlasıyla eskidi. Artık fikri üretkenlikleri kalmadı. Oysa ekonomide yeni fikirlere, yeni programlara ve yeni kadrolara ihtiyaç var. Mevcut ekonomide yaptıkları yanlışlıkların kabul edilmesi gerekiyor. Bugün Türkiye’de hiçbir siyasi parti Türkiye’yi yönetecek kadroyu çıkarma potansiyeline sahip değil ne yazık ki. Türkiye 80 milyonluk bir ülke.
»Başkanlık sistemine geçilirse ekonomi düzelecek mi sorusu çok havada kalıyor. Sanıyorum asıl bilmemiz gereken, bugüne kadar parlamenter sistemlerden Başkanlık sistemine geçmiş ülkelerde ekonomik büyümenin sağlanıp sağlanmadığı… - Şu anki Anayasa teklifinin sunduğu bir başkanlık sistemi değil, ki bu zaten bir sistem değil. Bu sisteme geçersek ekonomiyi tek elden daha iyi yönetiriz deniyor. Oysa bununla ilgili ellerinde tek bir çalışma yok. Aksine hazırlanan uluslararası raporlar, başkanlık sisteminin ekonomiye olumsuz etkisini ortaya koyuyor. Parlamenter sistemle yönetilen ülkelerin, başkanlık sistemiyle yönetilen ülkelere göre yıllık büyümesi 1 puan daha yüksek. Parlamenter sistemdeki ülkelerin enflasyonu yüzde 6 daha düşük. Milli gelir dağılımı da yüzde 16- 20 arasında daha iyi parlamenter sistemde. Karşılığında hükümetin buna karşılık 1 sayfalık çalışması yok. Zaten ben referandumdan büyük oranda bir hayır çıkacağına inanıyorum çünkü tek adamlık bizim tarihimizde yok. Geleceğimizde olmamalıdır ve olmayacaktır.
»Türkiye OHAL şartlarını iliklerine kadar yaşıyor. OHAL’i, şu ana kadar insan hakları ihlali boyutuyla konuştuk. Ancak işin bir de ekonomi boyutu var. OHAL’in ekonomide kısa ve uzun vadede yaratacağı olumsuz etkiyi nasıl anlatırsınız?  - OHAL, ekonomiyi doğrudan ve dolaylı olmak üzere iki şekilde etkiliyor. Öncelikle siyasal belirsizlik, siyasal iklim çok önemli. Çünkü ekonomiyle ilgili değerlendirme yapan ülkeler iç siyasal düzenin durumunu dikkate alıyorlar. Şimdi bu üniversitelerde hocalarının kendi aralarında tartışmasına bile engel olmak isteyen siyasal sistemi gören yabancı ülkeler, “aman bu ülke el yakar” derler. Bu eninde sonunda gelir, ekonomiye dayanır. Öteki kısmı da, OHAL kapsamında herhangi bir insanı herhangi bir şekilde, bir delil ya da iddianame bile olmadan, “seni bir yerden geçerken gördük karşı kaldırımda da terörle suçlanan bir adam vardı onla selamlaştın o yüzden ben seni terör zanlısı olarak alıyorum” diyebiliyor. Bunu dediği andan itibaren o kişinin bütün malına mülküne el koyuyor. O zaman Türkiye’ye borç veren insanlar da, kendi malına mülküne ne zaman el konulacağını bilemez. Yabancı yatırımcı da benim de başıma gelir diye korkar. Bunlar belli ki Batı dünyasının zihnen düşünme parametrelerini algılayamıyorlar, ya da aldırış etmiyorlar. O olmazsa Şangay Topluluğu ya da Körfez ülkelerinden alırız diyorlar.
»Şangay Topluluğu ya da Körfez ülkelerinin bizim ekonomideki sorunlarımıza çare olamayacağı çokça dile getirildi. Ama bir de sizden dinleyelim zira siz rakamlarla konuşuyorsunuz. Neden AKP, Batı ile ilişkilerini, en azından ekonomik tabloyu göz önünde bulundurarak, iyi tutmak konusunda ısrarcı olmalı? - Bakın, 2003- 2015 yılları arasında, bütün dünyaya ihracatımız 1.5 trilyon dolar. Peki Şangay Beşlisi ülkelerine ne kadarını yapmışız? 102 milyar dolar. Bunu Almanya ile kıyaslayalım. Sadece Almanya’ya 151 milyar dolar ihracatımız var. Yani bir tek Almanya eşittir bir buçuk katı Şangay topluluğu. Öbür perspektif olan Körfez ülkelerine bakalım. Bir kere Körfez ülkeleri tarihlerinin en vahim ekonomik durumlarını yaşıyorlar. Bu ülkelerin en zengini olan Suudi Arabistan’ın 2015 yılındaki cari işlemler açığı 53 miyar dolar, 2016’da da 42 milyar dolar. İki yıldaki cari işlemler açığı 100 milyar dolar yani. Şu an Suudi Arabistan kendi için dış borç arar durumda. Bir diğer “gözde” ülke Katar’ın da 2016’daki cari işlemler açığı eksi 2 milyar dolar. Yani körfez sermayesi deyip kafa karıştırmak anlamsız. O nedenle yegâne yol yine Batı’daki ülkelerdir.
Kişi başına düşen gelir giderek azalıyor
»Cumhuriyet Dönemi ekonomisinin tablosuna ilişkin hazırladığınız bir kitapçık var. Söz konusu kitapçıktan en önemli başlıkları paylaşır mısınız? - AKP’nin 14 yıllık iktidarı boyunca ekonomik büyümenin ortalaması yüzde 4.6. Ancak Cumhurbaşkanı’nın da (Abdullah Gül), Başbakan’ın da (Recep Tayyip Erdoğan) AKP’li olduğu, tüm bakanların ve Meclis başkanının AKP’li olduğu, parlamentoda üçte iki çoğunluğa yakın temsillerinin bulunduğu ve yüzde 47- 49 arası oy aldıkları 2007- 2016 arasına baktığımızda, gerçek tablo çok daha net ortaya çıkıyor. Zira bu 10 yılın büyüme ortalaması yüzde 3.3. Bu çok vahim bir tablo. Zira Türkiye Cumhuriyeti’nde, İkinci Dünya Savaşı gibi en vahşi savaş sorası artçı etkileri, 1960 ihtilali, 1971 darbesi, 1980 darbesi, arada 1974 Kıbrıs Savaşı ve bu nedenle Türkiye’ye konulmuş olan ekonomik ambargo ve askeri ambargolar, yanı sıra, petrolün varilinin 1970’de 1 dolar iken 1980’de 36 kat artması, 28 Şubat dönemi, 1994 ile 2001 ekonomik krizlerini de göz önünde bulundurduğumuzda, AKP dönemine kadarki yıllık ortalama büyüme hızı yüzde 5.1.
Bunun yanı sıra, 2008’de başına düşen milli gelir 10 bin 444 dolar iken, 2014’te 10 bin 380 dolarmış. 7 yıl yerimizde saymışız, yani patinaj yapmışız. Ama patinajdan çıkılabilirdi, değil mi? Öyle olmadı. 2014’ten itibaren kişi başına düşen milli gelir de aşağı doğru düşmeye başladı. 2015’te kişi başına düşen milli gelir 9 bin 286 dolar, 2016’da 9 bin 200 dolar, 2017’de daha da küçük olacak. Demek ki burada vahim bir tablo var. 
Dahası, şimdi de, Türkiye’nin 2017 yılı içerisinde 200 milyarlık bir dış kredi borcunu döndürmesi lazım. Hem bunu döndürmemiz gerekiyor hem de bir yandan reyting kuruluşları Türkiye’nin notunu düşürüyor, hem de bir yandan IMF “aman” diyor. Aynı zamanda da, bizim bugüne kadar borç alıp verdiğimiz ülkelerle aramız tarihimizin en bozuk seviyesinde. Dahası, para verip abone olduğumuz, değerlendirme yaptırdığımız reyting kuruluşlarını en yüksek ağızdan rüşvetçilikle suçluyoruz. (REF: İLHAN KESİCİ, MELTEM YILMAZ - @meltemmmylmaz, Fotoğraflar: Recep Yılmaz [[BirGün, 21.02.2017-01:30 Söyleşi]] ÖNEMLİ NOT: Bu yayın için Sayın İLHAN KESİCİ'den "ULUSAL HABER & ULUSAL AJANS" adına (22 Şubat 2017-Çarşamba günü) özel olarak yayın izni alınmıştır. Teşekkür ederiz.  

20 Şubat 2017 Pazartesi

İHANETE YARDIM VE YATAKLIK TIRMANIYOR!.. KÜRT ENSTİTÜSÜ VE AB KOL KOLA. "Emperyalizmin kanatları altında, basına kapalı kollok Paris’te yapılacak"

İHANETTE SON  TANGO!.. EMPERYALİZMİN KANATLARI ALTINDA BİR KOLLOK!..
Emperyalizmin kanatları altında, basına kapalı kollok Paris’te yapılacak
Paris Kürt Enstitüsü Vakfı, niyetlerini de ortaya koyan ‘Türkiye İç Savaşın Kıyısında mı?’ temalı bir kollok düzenliyor. 17 şubat Cuma günü Pariste Fransız Millet Meclisi'ne bir kaç yüz metre mesafede toplanacak olan kollok iki açık oturumdan oluşuyor.
İlk oturum  ‘Türkiye’de Durum’,  moderatörü Le Monde gazetecisi Marc SEMO. M.Semo, Liberation gazetesi eski Türkiye muhabiri ve ‘Türkiye uzmanı’ gazetecilerden. Bu bölümde katılımcılar: Benjamin ABTAN, avrupa ırkçılığa karşı Hareket başkanı (EGAM). Hamit BOZARSLAN, l’EHESS’de Prof. Bu zat PKK/HDP,APO tezlerinin akedemik dünyadaki sözcülerinden. Ayrıca sözde ermeni soykırımı tezini, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Perinçek-İsviçre Kararına karşın, hala savunan sözde ‘bilim adamı’. Marie JEGO, Le Monde Türkiye Muhabiri. Ahmet NESİN yazar, Nesin soyadını hak etmesi tartışılan bir isim. Paris barosundan Martin PRADEL, avukat. Ve İstanbul’dan Radikal gazeteci Fehim TAŞTEKİN, Kafkas halklarının savunulucuğundan güneydoğuya savrulan bir isim. ‘Rojava Kürtlerin Zamanı’ kitabı, İletişim yayınlarında..!
İkinci oturum gene bir niyet ifadesi ‘Batılı müttefikler Türkiye’de ne yapabilir?’ Moderatörü Kendal NEZAN, Fransanın kanatları altındaki, Paris Kürt Enstitüsü Vakfı başkanı. Katılımcılar: Daniel AUROI, Avrupa İşleri Komisyonu başkanı katılıp katılmayacağı belirsiz. Osman BAYDEMİR, HDP Urfa milletvekili...  Sergio CORONADO milletvekili. Ska KELLER, avrupa parlamentosu Yeşiller Grubu eşbaşkanı. François LONCLE, milletvekili katılıp katılmayacağı belirsiz. Marianne MIKKO Avrupa Konseyi parlamenterler Asamblesi eşraportörü, katılıp katılmayacağı belirsiz. David PHILLIPS, ABD Kolumbiya Üneversitesinden hukukçu prof. Ve Mithat SANCAR, HDP Mardin milletvekili hukukçu prof.
Kollok, BOP çerçevesinde PKK/PYD terör örgütüne başta ABD-İsrail, emperyalizmin silahlı ve siyasi desteğinin devam ettiği koşullarda toplanıyor. Kollok, HDP başkanı Selahattin Demirtaş’ın ‘Emperyalizmle mücadele etmiyeceğiz’ sözünü kanıtlıyor. Emperyalizmin kanatları altında yapılan işbirliği bu tür kollokların  kimleri bir araya getirdiğini de gösteriyor Kolloğu,13 şubat sonrası akreditasyon kapandığı için basın izleyemiyecek. (Ajanslar, Gürler Akdora/Paris) 

11 Şubat 2017 Cumartesi

YSK (Yüksek (?) Seçim (!) Kurulu Başkanı: Sadi Güven) İLAN ETTİ! REFERANDUM: 16 NİSAN 2017, PAZAR

SON DAKİKA: "Yüksek Seçim Kurulu İLÂN ETTİ!.."

REFERANDUMUNUN KESİN TARİHİ: 
16 NİSAN 2017, PAZAR
Yüksek Seçim Kurulu Başkanı Güven, anayasa değişikliği referandumunun 16 Nisan 2017'de yapılacağını açıkladı.
[[AA.11.02.2017-13.30-Ankara]]
Beyaz zemin üzerine "evet" Kahverengi zemin üzerine "hayır" basılacak. Güven, düzenlediği basın toplantısında, TBMM Genel Kurulu tarafından kabul edilen 6771 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un, Resmi Gazete'de yayımlandığını anımsattı.
Anayasa değişikliklerinin halk oyuna sunulması hakkındaki kanunun 2'nci maddesinde, halk oylamasının yapılmasına ilişkin, "Kanunun Resmi Gazete'de yayımını takip eden 60. günden sonraki ilk pazar günü yapılır." ifadesinin yer aldığını aktaran Güven, "Bu hüküm çerçevesinde, anayasa değişikliği halk oylamasının, kurulumuzun 74 sayılı kararıyla 16 Nisan 2017 Pazar günü yapılmasına karar verilmiştir." dedi.
Bugün itibarıyla yurt içi kütüğüne kayıtlı seçmen sayısının 55 milyon 336 bin 960 olduğunu belirten Güven, yurt içinde kurulacak sandık sayısının ise yaklaşık 164 bin olduğunu bildirdi. Yurt dışı seçmen kütüğüne kayıtlı seçmen sayısının da 2 milyon 929 bin 389 olduğunu kaydeden Güven, bu seçmenlere halk oylamasında 57 ülke 119 temsilcilik ve 32 gümrük kapısında kurulacak sandıklarda oy kullandırılmasının planlandığını anlattı. Güven, belki birkaç ülke ve temsilcilikte değişiklik yapılabileceğini dile getirdi.
Gümrükler ve yurt dışı temsilciliklerinde kurulan sandıklarda oy kullanma arasında hiçbir fark bulunmadığına dikkati çeken Güven, "Yurt dışı seçmen kütüğü bu seçimde tek seçim çevresi olarak oluşturulmuştur. Böylece yurt dışı seçmen kütüğüne kayıtlı seçmenler bağlı bulundukları temsilcilik görev çevrelerinde kurulan sandıklarda veya oy verme günlerinde bulundukları yerlerdeki temsilciliklerde kurulan sandıklarda oylarını kullanabileceklerdir." diye konuştu. Güven, oy verme işlemlerinin yurt dışındaki temsilciliklerde 27 Mart-9 Nisan, gümrük kapılarında ise 27 Mart-16 Nisan tarihlerinde yapılacağını söyledi.
Sadi Güven, "Halk oylamasında beyaz renk üzerine 'evet', kahverengi üzerine 'hayır' ibareleri bulunan 2 ayrı renkten müteşekkil birleşik oy pusulası kullanılacaktır. Seçmenler tercih mührünü kullanarak oy verme işlemini gerçekleştirecektir." ifadelerini kullandı.

6 Şubat 2017 Pazartesi

VARLIK FONU?.. Anlamsız Hukuk Dışı Bir Uygulama mı? Yoksa, Kamu İhale Yasası Kapsamında mı; SAYIŞTAY Denetimine Tabi mi? TBMM'nin "Millet Adına" Ne Kadar Takip, Kontrol ve Teftiş Yetkisi Var?..

KURULUŞLARIN 'VARLIK FONU'NA DEVREDİLMESİ NE ANLAMA GELİYOR?
Ekonomist Uğur Gürses, Hazine uhdesinde bulunan bir kısım kamu sermayeli şirketler ile özelleştirme programında bulunan bazı şirketlere ait hisselerin Bakanlar Kurulu kararıyla Türkiye Varlık Fonu'na devredilmesiyle ilgili olarak "Anlamsız, hukuk dışı bir uygulama" dedi. Söz konusu kararla Varlık Fonu'na devredilen kuruluşların çiftlik gibi kullanılacağını savunan Gürses, "Olağanüstü hâl (OHAL) ile ilgisi olmayan bir kanun hükmünde kararname (KHK) ile 'yetki' yaratılıp şirketler, bankalar Varlık Fonu'na devredilmiş oldu" diye konuştu.
ZİRAAT BANKASI, PTT, BİST HİSSELERİ VARLIK FONU’NA DEVREDİLDİ
Bakanlar Kurulu'nca; Türkiye Cumhuriyet Ziraat Bankası AŞ, Boru Hatları ile Petrol Taşıma AŞ, Türkiye Petrolleri AO, Posta ve Telgraf Teşkilatı AŞ, Borsa İstanbul AŞ, Türksat Uydu Haberleşme Kablo TV ve İşletme AŞ'nin sermayelerinde bulunan Hazineye ait hisselerin tamamı, Türk Telekomünikasyon AŞ'nin yüzde 6,68 oranındaki Hazine'ye ait hissesi ile Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü ve Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğünün Türkiye Varlık Fonuna aktarılması kararlaştırıldı. Başbakanlık'tan yapılan yapılan açıklamada, Türkiye Varlık Fonu’nun söz konusu şirketleri, Bakanlar Kurulu tarafından onaylanacak ‘Stratejik Yatırım Planı’ çerçevesinde yöneteceği kaydedildi.
Bakanlar Kurulu kararını T24'ten Miray Tamer'e değerlendiren Uğur Gürses'in açıklamaları şöyle: "Eskiden Hazine'nin mal varlığında olan kurumlar özelleştirme idaresi kanalıyla satılıyordu. Geliri yine hazineye geliyordu. Şimdi KHK ile hazinenin mal varlığındaki kuruluşlar, varlık fonuna devredilebiliyor. OHAL koşullarında KHK çıkarma yetkileri var, ancak bunun OHAL ile ilgisi yok. Hukuk üstü bir uygulama. Bu kuruluşlar bütçe denetiminin dışına çıkarılmış oluyor. Anlamsız, yani, dediğim gibi hukuk dışı bir uygulama"
"MECLİS'İN KANUN YAPMA YETKİSİYLE YAPILMADI"
"Karar o kuruluşların çiftlik gibi kullanılması anlamına geliyor. Patronaj Hazineden Varlık Fonu'na geçirilmiş oldu. Dolayısıyla hukuk dışı bir yolla geçiriliyor. Meclis’in kanun yapma yetkisiyle yapılmış bir uygulama değil" (05.02.2017)
TÜRKİYE VARLIK FONU YÖNETİM KURULU ATAMALARI YAPILDI
Türkiye Ticaret Sicil Gazetesi'ne göre Türkiye Varlık Fonu A.Ş. Yönetim Kurulu Üyeliklerine Yiğit Bulut, Kerem Alkin, Himmet Karadağ ve Oral Erdoğan atandı.
Kuruluşların “VARLIK FONU”NA DEVREDİLMESİ NE ANLAMA GELİYOR?
Daha önce Başbakanlıktan alınan bilgiye göre Varlık Fonu Genel Müdürlüğü'ne ve Yönetim Kurulu Başkanlığı'na Mehmet Bostan atanmıştı. Ziraat Bankası, PTT, BİST hisseleri Varlık Fonu’na devredildi. Söz konusu atamaların Başbakan Binali Yıldırım tarafından onaylandığı belirtildi.
BAŞBAKANLIK AÇIKLAMASI VE ANADOLU AJANSI HABERİ:"BAZI ŞİRKETLERE AİT HİSSELER TÜRKİYE VARLIK FONU'NA DEVREDİLDİ"
Hazine uhdesinde bulunan bir kısım kamu sermayeli şirketler ile özelleştirme programında bulunan bazı şirketlere ait hisseler Türkiye Varlık Fonu'na devredildi. [AA, 05.02.2017] ANKARA
Başbakanlıktan, Hazine uhdesinde bulunan bir kısım kamu sermayeli şirketler ile özelleştirme programında bulunan bazı şirketlere ait hisselerin Bakanlar Kurulu kararıyla Türkiye Varlık Fonu'na devredildiği bildirildi. "Bakanlar Kurulunca, Türkiye Cumhuriyet Ziraat Bankası AŞ, Boru Hatları ile Petrol Taşıma AŞ, Türkiye Petrolleri AO, Posta ve Telgraf Teşkilatı AŞ, Borsa İstanbul AŞ, Türksat Uydu Haberleşme Kablo TV ve İşletme AŞ'nin sermayelerinde bulunan Hazineye ait hisselerin tamamı, Türk Telekomünikasyon AŞ'nin yüzde 6,68 oranındaki Hazine'ye ait hissesi ile Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü ve Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğünün Türkiye Varlık Fonuna aktarılması kararlaştırıldı…"
Bu kararın uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkabilecek tereddütleri gidermeye ve gerektiğinde uygulama esaslarına belirlemeye Başbakan yetkili kılındı. Ayrıca mülkiyeti Hazineye ait Antalya, Aydın, İstanbul, Isparta, İzmir, Kayseri ve Muğla'da bulunan bazı taşınmazların tahsislerinin kaldırılarak Türkiye Varlık Fonuna devredilmesi kararlaştırıldı. Söz konusu taşınmazlar devir ve tescil işlemleri tamamlanıncaya kadar Maliye Bakanlığı tarafından yönetilmeye devam edecek.
Başbakanlık'tan yapılan yazılı açıklamada, Türkiye Varlık Fonu'na devredilen söz konusu şirketlerin mevcut yönetimleri ve işletme politikaları ile iş planlarının, yatırım ve büyüme stratejilerine uygun olarak devam edeceği, uluslararası finans kuruluşları da dahil olmak üzere ilgili paydaşlarla sağlanan işbirliğinin sürdürüleceği belirtildi. Açıklamada, Türkiye Varlık Fonu'nun söz konusu şirketleri, Bakanlar Kurulunca onaylanacak Stratejik Yatırım Planı çerçevesinde yöneteceği kaydedildi.
SAVUNMA SANAYİİ DESTEKLEME FONUNA AİT 3 MİLYAR LİRA DA AKTARILDI. Öte yandan Bakanlar Kurulunca Savunma Sanayii Destekleme Fonuna ait veya bu fonun tasarrufunda bulunan 3 milyar lira tutarındaki kaynağın en geç aktarım tarihini izleyen 3 ay içinde geri ödenmek kaydıyla Varlık Fonuna aktarılması kararlaştırıldı. SÖZ KONUSU KARAR DA BUGÜN İTİBARIYLA YÜRÜRLÜĞE GİRDİ. Başbakanlığa bağlı, ana faaliyet konusu fonların kurulması ve yönetimi olan, sermaye piyasalarında araç çeşitliliği ve derinliğine katkı sağlamak, yurt içinde kamuya ait varlıkları ekonomiye kazandırmak, dış kaynak temin etmek, stratejik, büyük ölçekli yatırımlara iştirak etmek için Türkiye Varlık Fonu ve bu fona bağlı alt fonları kurmak ve yönetmek üzere Türkiye Varlık Fonu Yönetimi Anonim Şirketi kurulmuştu. Muhabir: Mümin Altaş)

2 Şubat 2017 Perşembe

ALMANYA'DA YAŞAYAN TÜRKLERİN TEHLİKELİ KAMPLAŞMASI (REUTERS & sputniknews.Türkiye)

ALMANYA'DA YAŞAYAN TÜRKLERİN AYRIŞMA EĞİLİMİ VE TEHLİKELİ KAMPLAŞMA SÜRECİ!.. 
© REUTERS/ Vincent Kessler
Ana Vatan Türkiye'de yaşanan siyasi gelişme, fikri çatışma, ayrışma ve çekişmeler, Almanya'da yaşayan Türklere de yansıyor. Konuyu araştıran Uzmanlar, bazı siyasetçiler ve göçmen temsilcileri; Şimdilik sathi (yüzeysel olan) bu durumun, ilerleyen süreçte Türkiye kökenliler arasında ayrışma, kamplaşma ve kutuplaşmaya yol açmasından endişe ediyorlar. 
© REUTERS/ YVES HERMAN
YAKLAŞIK 40 TÜRK SUBAYI ALMANYA'DAN SIĞINMA İSTEDİ: "ALÂKAMIZ YOK" 
DW Türkçe'ye konuşan Alman iç güvenlik uzmanı Dr. Bernd Liedtke, son dönemdeki gelişmelerin oldukça kaygı verici olduğunu belirtirken, "Almanya'da bir tarafta Adalet ve Kalnma Partisi, (AKP)'liler, diğer tarafta Cumhuriyet Halk Partisi, (CHP)'liler, bir diğer yanda ayrılıkçı Kürtler gibi gruplaşmalar keskinleşiyor, ayrışma, kutuplaşma ve  kamplaşmalar artıyor. Zaman zaman Kutuplaşmanın karşılıklı tahrik ve fiziksel şiddetle sonuçlandığı olaylara da tanık oluyoruz" dedi. Türkiye kökenlilerin yoğun olarak yaşadığı Kuzey Ren Vestfalya eyaletinde 40 yıldan uzun süre polis teşkilatında görev yapan, emekli olduktan sonra uyum ve güvenlik konularında akademik çalışmalarını sürdüren Dr. Liedtke, son dönemde ayrışma, kamplaşma ve kutuplaşmanın kahveler, iş yerleri ve sokakları da aşıp, ailelere kadar herkesi etkilediğine dikkat çekiyor.
© AP PHOTO/ DPA, MAURİZİO GAMBARİNİ
CEM ÖZDEMİR, TÜRK TAKSİCİLERİ ŞİKÂYET ETTİ: "TEHDİT EDİYORLAR" 
‘ÇOCUĞUNA DOĞUM GÜNÜ YAPMAK İSTEYEN ANNE, AKP'Lİ EŞİNİN AİLESİ VE CHP'Lİ KENDİ AİLESİ ARASINDA KAVGA ÇIKMAMASI İÇİN ÖNCESİNDE HER İKİ TARAFLA DA KONUŞMAK ZORUNDA KALIYOR'
Alman uzman, son dönemdeki gözlemlerini aktarırken, "Çocuğu için bir doğum günü kutlaması yapmak isteyen bir anne, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)'li olan kocasının ailesiyle, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)'li olan kendi ailesi arasında bir kavga çıkmaması için öncesinde her iki tarafla da konuşmak, yatıştırmak zorunda kalıyor" örneğini anlatıyor. Birçokları için farklılıkların bir kenara bırakılarak bir araya gelinen düğünler ya da acının paylaşıldığı cenazeler bile, bu siyasi hizip, ayrışma ve kutuplaşmanın bir kenara bırakılmasına vesile olamıyor.  Alman uzmanların dikkat çektiği bu kutuplaşma, Almanya'daki göçmen dernekleri arasında da kaygılara yol açıyor.
© FOTOĞRAF: FACEBOOK
BERLİN TAKSİCİLERİ DERNEĞİ BAŞKANI: "CEM ÖZDEMİR BİZE SÖYLESEYDİ MUTLAKA GEREKENİ YAPARDIK"
Avrupa Türk İslam Birliği (ATİB) Başkanı İhsan Öner, yaşanan olumsuzluk, geçimsizlik ve gerginlikler konusunda endişelerini, "Acı ama gerçek. Gerginliğin ulaştığı boyutu görmezden gelemeyiz. Maalesef okullarda kendi çocuklarımız arasında bile bu tür kaygı verici ve nahoş sürtüşmeler olduğu kulağımıza geliyor" sözleriyle ifade ediyor.
'GERİLİMDE SİYASETÇİLERİN VE MEDYANIN ROLÜ VAR'
Türkiye'deki siyasi üslubun Almanya'daki Türk toplumu içerisindeki kamplaşmanın derinleşmesine yol açtığını söyleyen Öner, "Söylemlerinizi çok sivri noktalara taşırsanız kamplaşmalara vesile olursunuz. Siyasiler kadar Türk medyasının da bu konuda rolü var" görüşünü kaydetti.
© AFP 2016/ MAJA HITIJ
DİTİB'LE İLGİLİ CASUSLUK İDDİALARI BÜYÜYOR!..
‘MAALESEF ŞÖYLE BİR YAKLAŞIM VAR: YA ERDOĞANCISINIZ YA DA FETÖ'CÜSÜNÜZ VEYA ŞUCU BUCU…'
Öner, bir taraftan tırmanan yabancı ve İslam düşmanlığına karşı mücadele ederken diğer taraftan Türkiye kaynaklı kamplaşmanın karşılıklı suçlamaları beraberinde getirdiğine, bunun demokratik tartışma ortamına zarar verdiğine işaret ederek, "Türkiye'deki siyasi akımlarda da maalesef şöyle bir yaklaşım var: Ya Erdoğancısınız ya da FETÖ'cüsünüz veya şucu bucu…. Hem Türkiye'de hem burada ya siyahsınız ya da beyaz. Bütün renkler hükmünü yitirmiş durumda. Oysa iktidar kadar muhalefetin varlığı demokrasilerin vazgeçilmezi, olmazsa olmazıdır" şeklinde konuştu.
© AFP 2016/ BART MAAT
ALMANYA, DİYANET'İN "İSTİHBARAT FAALİYETİ'NE İNCELEME BAŞLATTI..
"Aklı başında insanların Türkiye'de yaşananları Almanya'ya taşımama konusunda hassasiyet göstermeleri gerekir" diyen Öner gerilimin aşılmasında Türkiye'deki siyasetçilere görev düştüğünü vurguladı: "Kamplaşma çok tehlikeli bir duruma doğru gidiyor. Bunun önüne geçilmesi Türkiye'deki siyasi sürtüşmelerin dengeli bir şekilde yürütülmesine bağlı. Türkiye'nin siyasete bir seviye kazandırması gerektiği kanaatindeyim."
Son aylarda Almanya'da yaşanan gerilim dönem dönem radikal gruplar arasında sokak kavgalarına, şiddet eylemlerine yol açmış, çeşitli cami derneklerini hedef alan saldırılar düzenlenmişti. Avrupalı Türk Demokratlar Birliği'nin (UETD) bazı şubeleri de taşlı ya da molotof kokteylli saldırılara hedef olmuştu.
ALEVİ TOPLUMU DA ENDİŞELİ
© AP PHOTO/ MARKUS SCHREİBER
"ALMANYA'DA Kİ TÜRK İMAMLARA AJANLIK SUÇLAMASI" NA, DİTİB'DEN DOĞRULAMA!.. 
Berlin Alevi Toplumu Başkanı Halit Büyükgöl de, bu ay Baden-Württemberg eyaletindeki bir cemevinin kapısına kırmızı boya ile X işareti çizildiğini, Türkçe hakaret ve tehdit içeren yazılar yazıldığını belirterek, bu gelişmelerden kaygılı olduklarını ifade etti.
‘GERÇEKLİĞİMİZ ALMANYA'DA GÖÇMEN OLUŞUMUZ'
Türkiye'deki gelişmelerin Almanya'ya olumsuz bir şekilde yansıdığını, bundan üzüntü duyduklarını dile getiren Büyükgöl şunları anlattı: "Her ne kadar doğduğumuz topraklardan binlerce kilometre uzakta da olsak orada olumlu ya da olumsuz gelişmeler bizi burada etkiliyor. Yüreğimiz yurdumuzda atıyor, acı olaylar bizleri üzüyor. Buradaki demokrasilerden nasiplenmemiş gruplar, kişiler var. Ancak ister Kürt ister Türk ister Çerkez ister Alevi ya da Sünni olalım ortak gerçekliğimiz Almanya'da göçmen oluşumuz. Ama bunu hiçbir zaman bir araya gelerek konuşamıyoruz."
© AA/
Almanya'da dönem dönem karşıt gruplar arasında yaşanan gerginliklerde, STK(Sivil Toplum Kuruluşları)'ların yanı sıra; Özellikle Türkiye Cumhuriyeti kökenli bazı siyasetçiler de tansiyonun düşürülmesi için çaba gösteriyor.
Bu isimlerden, Berlin Eyaleti Meclisi'nin Sol Parti milletvekillerinden Hakan Taş, bunun o kadar da kolay olmadığını ifade ediyor.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ DIŞİŞLERİ BAKANI ÇAVUŞOĞLU: "ALMANYA İLE PROBLEMİMİZ YOK AMA..."
‘YAKLAŞIK 6 BİN KİŞİNİN TÜRK İSTİHBARAT SERVİSİNCE GÖREVLENDİRİLDİĞİ YA DA YURTDIŞINA GÖNDERİLDİĞİ İDDİALARI VAR'
Farklı görüşteki insanların bir araya getirilmesi arayışının sürdüğünü, yapılan bazı girişimlerden henüz sonuç alınamadığını aktaran Taş, "Ayrıca Türkiye'deki hükümetin bazı kışkırtıcı faaliyetleri var. Yaklaşık 6 bin kişinin Türk istihbarat servisi tarafından görevlendirildiği ya da yurtdışına gönderildiği iddiaları var. Bu gibi sayı ve söylemler korkutucu" diye konuştu.