26 Şubat 2015 Perşembe

SÖZDE MEDENİ DÜNYANIN GÖZ YUMDUĞU VE GÖRMEZLİKTEN GELDİĞİ VAHŞİ, ALÇAKÇA VE HUNHARCA BİR SOYKIRIMIN SENE-İ DEVRİYES'İNDE… ULUSLARARASI BELGELERLE HOCALI

ULUSLARARASI BELGELERLE "Ermeni vahşeti ve alçakça bir soykırımın anatomisi" HOCALI
İngiltere’nin Sunday Times gazetesi 1 Mart 1992 tarihli sayısında Hocalı olaylarını, “Ermeni askerleri binlerce aileyi yok etti” şeklinde duyururken, Rusya’nın İzvestia gazetesi 13 Mart 1992 tarihli sayısında Rus Yüzbaşısı Leonid Kravets, Hocalı yakınlarındaki tepede yüzlerce ceset gördüğünü ve bunların çoğunun özel işkencelerle öldürüldüğünü ifade etmiştir.
Hocalı’ya saldırmayı kabul etmedikleri için 366. Alayın askeri iki Türkmen, Ruslar ve Ermenilerce dövülmüştü. Alay’dan kaçanlardan Türkmen asıllı Agamuhammed Mutif, Müslüman oldukları için Ermeni ve Ruslar tarafından dövüldüklerini ifade etmişler. 366. Motorize Alay’ın Hocalı’ya saldırdığını bu askerler de tasdik etmişlerdir. Gazete ve tanıkların Hocalı hakkında anlatımlarını çoğaltabiliriz.
Rusya`nın Memorial İnsan Hakları Örgütü`nün raporu, olay yerine giden gazetecilerin ve görgü tanıklarının verdiği bilgilere rağmen Ermenistan tarafı hem uluslararası örgütlerdeki temsilcilikleri aracılığıyla hem de dış işleri bakanlığı tarafından yapılan açıklamalarla Hocalı’da yapılanları farklı değerlendirmektedir. 3 Mart 1997’de Ermenistan’ın BM’deki temsilcisinin BM’ye yazdığı mektup ve 16 Şubat 2009’da Ermenistan Dışişleri Bakanlığı’nın Hocalı ile ilgi yaptığı açıklama Ermenistan tarafının sorumluluktan kaçınmaya çalıştığını göstermektedir.
Fakat Hocalı’dan hemen sonra çekilen görüntüler, yabancı gazetecilerin olaydan sonra bir hafta içinde yaptıkları haberler, uluslararası örgütlerin raporları bu konuda Ermeni tarafının gerçekleri saptırmasına izin vermeyecek kadar çoktur. Bundan önceki yazılarda Memorial İnsan Hakları Örgütü`nün Hocalı hakkında hazırladığı raporu ve bu raporda Ermenilerin Hocalı`da yaptıkları soykırımın yansıtıldığını yazdık. Bu konuda ikinci önemli belge BM İnsan Hakları Örgütü Başkanı Holly Cartner`in Ermeni temsilciye yazdığı cevap mektubudur.
22 Şubat 1997`de Azerbaycan`ın BM`deki temsilcisi BM Başkanına Hocalı`nın tanınması için bir mektup yazarak Hocalı`dan dolayı Ermenistan`ın kınanmasını ister. Bu mektuba cevap olarak 3 Mart 1997`de Cartner`e mektup yazan Ermenistan`ın BM`deki temsilcisi Abelian, Hocalı`da yaşanan soykırımın Azerbaycan iç politikasında iktidar-muhalefet çekişmesinden yaşandığını iddia eder. Abelian yazdığı mektupta ayrıca Helsinki İnsan Hakları Örgütü`nün 1992 raporunda Ermenilerin Hocalı`daki sivil Azerbaycanlıları serbest bıraktığını tespit ettiğini bildirerek Ermenilerin suçsuz olduğunu Azerbaycan`ın kendisinin sorumlu olduğunu kanıtlamaya çalışır. Cartner Ermeni temsilciye yazdığı cevap mektubunda aşağıdaki paragraf Ermeni iddialarının asılsız olduğunu ve Hocalı`da Ermenilerin soykırım yaptığını kanıtlar.
Cartner mektubunda, “ne Hocalı’da yaşananları gözden geçirmemiz, ne Hocalı’dan göç eden Azerbaycanlı mültecilerin ifadeleri sizin “Azerbaycanlılar kendileri iç çekişmeleri nedeniyle Hocalı’da katliam yaptı” tezinizi desteklemiyor. Ayrıca sizin kendi mektubunuzda bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde bizim ret ettiğimiz tezlere biz destekliyormuşuz gibi atıfta bulunmanızdan da derin endişe içindeyiz....Biz hala Hocalı’da sivillerin ölümünden Karabag Ermenilerini sorumlu tutuyoruz” deyerek Ermeni temsilcisinin iddialarını yalanlar.
İnsan Hakları Örgütü Başkanı’nın Abelian’a yazdığı bu mektup, Ermenilerin olayları ve belgeleri nasıl çarptırdığının resmi kanıtıdır. Hocalı soykırımının Ermeniler tarafından yapıldığını ortaya koyan bu belge ne Türkiye, ne Azerbaycan, ne de bu iki devletin müttefiki tarafından yazılmıştır.
Ermenilerin Hocalı’da ve genel olarak Azerbaycan’da yaptıkları katliamla ilgili ikinci bir uluslararası belge ise 26 Nisan 2001 tarihinde Avrupa Konseyi Parlamento Asamblesi’nde 30 temsilcinin sunduğu belgedir. Belgede Ermenilerin sadece Hocalı’da değil 19. Yüzyıldan günümüze Azerbaycan Türkleri’ne karşı işlemiş olduğu soykırımların tamamı kınanmaktadır.
Sonuç olarak: Bugün bütün belge ve kanıtlar Hocalı`nın Ermeniler tarafından yapıldığını ve bunu bir intikam duygusu içinde yapıldığını kanıtlamaktadır. Yazı dizisinin başında da ifade edildiği gibi Hocalı sadece bugünle değerlendirilmemeli ve geçmişte Ermeniler tarafından yapılanlarla birlikte değerlendirilmelidir. Hem uluslararası hukuk hem de tarihi gerçekliklerden yola çıkarak Hocalı katliamı bir soykırım olarak tanınmalı ve katiller cezalandırılmalıdır.
BUNU MUTLAKA HERKES OKUMALI !!!
GERÇEKLER, ÇOĞU KEZ ACI OLUYOR..
OKUDUKÇA DA CANIMIZ, ÇİĞERİMİZ YANIYOR...
Bir Katliam, Vahşet ve En Alçakça'sından Soykırım Yazısı
İŞTE HOCALI KATLİAMI!... 26.02.1992

Elleri bir ağaca arkadan bağlanan hamile bir kadının başına dikilmiş olan iki Ermeni yazı tura atıyordu. Bu kanlı kumarı yaklaşık 100 yıl önce Anadolu toprağında Kars’ta Ağrı’da Van’da Erzurum’da da ataları oynamıştı. Onlardan duymuşlardı.
Karnı burnunda çaresiz bir Azeri kadının doğumu oldukça yakın görünüyordu. Çaresiz kadın bir hazan yaprağı gibi titriyordu. Elbiseleri yırtık, ayakları çıplaktı… Ermenilerin uzun boylu olanı elindeki AK-47 model Rus yapımı otomatik tüfeğinin namlusuna monte edilen seyyar kasaturayı çıkartırken, diğeri elindeki demir parayı havaya attı:
-Akçik, manç?.. (Kız mı, oğlan mı?)
-Akçik… (Kız)
Bu cevap üzerine ‘oğlan’ diyerek bahse giren Ermeni, elindeki kasatura ile hamile kadının karnını bir hamlede yarıp çocuğu çıkarttı. Kan bürülü gözleri bebeğin kasıklarına kilitlendi.
-Tun şahetsar, ınger… (Sen kazandın, yoldaş)
-Yes şahetsapayts ays bubrikı inç bes bidigişdana… (Ben kazandım ama bu bebek nasıl beslenecek?)
-Mayrigı bedge gişdatsine. (Annesi besleyecek elbette)
Bunun üzerine daha kısa boylu olan Ermeni, bir hamlede kasaturaya geçirdiği bebeği annesinin göğsüne yapıştırdı:
-Mayrig yerahayin zizdur. (Çocuğa meme ver)
Aynı dakikalarda Hocalı’nın başka bir semtinde tek kale futbol maçı hazırlığı vardı. İki kesik Azeri kadın başını kale direği yapmışlar, top arayışına girmişlerdi. Başı tıraşlı bir çocuk bulup getirdiklerinde ise Ermeni çeteci sevinçle bağırdı:
-Asixn ma/, çimi yev bızdıge, aveg gındırnadabidi. Gıdıresek… (Bu hem saçsız hem de küçük, iyi yuvarlanır. Kopartın…)
Aynı anda çocuğun gövdesi bir tarafa, başı da orta yere düşmüştü…Ermeniler zafer naraları atarak, kanlı postalları ile kesik çocuk başına vurarak kanlı bir kaleye gol atmaya çalışıyordu.
Bu iki olay Hocalı’da bundan çok değil yalnızca 14 yıl önce yaşandı. Her iki olay da ermeni çetecilerin katliamlarına bizzat şahit olan görgü tanıklarının anlatımlarıdır. Ne yazık ki 26 Şubat 1992 günü binlerce Azeri türlü yöntemlerle vahşice katledilmiştir.
Ajanslar, katliam haberini bütün dünyaya hızla geçerken, arşı titreten ağır bir vahşet yaşanan Hocalı halkından geri kalanlar ise çaresizlik içinde kıvranıyordu. Türkiye’de büyük bir dehşet uyandıran katliama ilişkin ilk görüntüler ise TRT aracılığı ile duyurulmuştu.  Bütün olanları batılı gazeteciler, özellikle de New York Times belgeledi.
26 Şubat’ta güçlü silahlarla donatılmış Ermenistan silahlı kuvvetleri ile Hankendi’nde konuşlanmış bulunan Albay Zarvigarov komutasındaki 366’ncı Rus Motorize Alayı, Hocalı’ya saldırarak tarihin en vahşî katliamlarından birini yaptılar.
26 Şubat gecesi Rus motorize alayının tanklarından açılan top ve roket saldırıları ile Hocalı Havaalanı kullanılamaz hâle getirilerek kentin dış dünya ile ilişkisi de tamamen kesildi. Savunmasız kalan kente giren Rus destekli Ermeni askerleri, çocuk, yaşlı, kadın, bebek demeden birçok insanımızı vahşîce katlettiler.
Ermenilerin işgal ettikleri Hocalı’da dehşet verici olaylar yaşandı. Canlı canlı insanların kafa derilerini yüzdüler, sağ olarak ele geçirdiklerini ise sistematik bir işkenceye ve tıbbî deneylere tâbi tutarak, insanlık dışı muamelelere maruz bıraktılar. Hızar ve testereler ile diri diri insanların kol ve bacaklarını kestiler. Genç kızların önce saçlarını, sonra da kafa derilerini yüzdüler. Babanın gözü önünde evladını, evladın gözü önünde babayı kurşunlara dizdiler. Kesik kafaları sepetlere doldurdular.
Peki neydi bu düşmanlık? Ermenistan’daki okul duvarlarında asılan haritalarda Türkiye’nin 12 ili yer almaktayken, Ermenistan’ın bayrağında Türkiye hudutları içindeki Ağrı Dağı’nın resmi varken, Ermenistan Millî Marşı’nda “Topraklarımız işgal altında, bu toprakları azat etmek için ölün, öldürün” denmekteyken, başkaca bir neden aramaya zaten gerek yok sanırım.
Dağlık Karabağ Bölgesi’nde bulunan Hocalı’ya, eski Sovyet İttıfaki Silahlı Kuvvetleri’ne ait 366. Alay ‘ın desteği ile Ermeni Sılahlı Kuvvetleri tarafından düzenlenen saldırılar sonucu 613 Azerbaycan Türk’ünün hayatını kaybettiği resmî olarak açıklandı. Ancak kayıp sayısının bu rakamların çok çok üstünde olduğu bilinmektedir. 56 hamile kadın karnı yarılmış durumda bulunmuştur.
Bu alçak saldırıda 487 kişi ağır yaralanırken, 1275 kişi ise rehin alınmış, geri kalan nüfus da bin bir zorlukla canını kurtarmış ancak bu olayın tahribatından ruhları ve hafızaları asla bir daha kurtulamamıştır.
Şahitlerin anlattıklarını dinleyenler önce kulaklarına inanamadı. Fakat katliam sonrası Hocalı’ya girdiklerinde ise, görgü tanıklarının abartmadığını kısa sürede anladılar. Hocalı’da katliam bölgesini gezen Fransız gazeteci Jean-Yves Junet’nin gördükleri karşısında söyledikleri, katliamın boyutunu da anlatıyordu: 
“Pek çok savaş hikâyesi dinledim. Faşistlerin zulmünü işittim, ama Hocalı’daki gibi bir vahşete umarım kimse tanık olmaz.”
Peki 26 Şubat 1992 günü yaşanan bu katliamın emrini kim vermişti;
Ermenistan Devlet Başkanı sıfatını taşıyan Robert Koçaryan denilen kirli katilden başkası değildi. Yaptığı terör faaliyetlerinin oranı nispetinde terfi eden Taşnaksutyun örgütü liderlerinden Robert Koçaryan, 20 Mart 1996’da Ermenistan Başbakanı oldu. Karabağ’da barış istediği için aşırı milliyetçilerin tepkisine daha fazla direnemeyen Levon Ter Petrosyan istifa edince de 30 Mart 1998 yılında ondan boşalan Devlet Başkanlığı koltuğuna, ‘Hocalı Katliamı’ başsorumlusu olan azılı terörist Robert Koçaryan oturdu.
Hırant Dink’e Allah rahmet eylesin. Ama “Ben Ermeni değilim” 
Ne mutlu ki, Türk'üm. İnsan ve Müslümanım.
ATATÜRKÇÜ’YÜM…HEPİMİZ MUSTAFA KEMAL’İZ.
Burhan Numanoğlu na teşekkürler.. (Ulusal Haber & Ulusal Ajans, A.C.A.O.)

20 Şubat 2015 Cuma

TBMM'de, Suriye topraklarında yer alan ve çepeçevre IŞİD muhasarası altında bulunan vatan toprağı; Türk yurdu "SÜLEYMAN ŞAH TÜRBESİ" konusunda korkunç iddialar!..

ŞOK HABER!.. 'IŞİD Süleyman Şah'taki askerleri rehin aldı, masada takas ve TSK'nın kapsamlı bir operasyon planı var'
Gazeteci Metehan Demir'in askeri kaynaklara dayandırdığı iddiası TBMM'de yankılandı: “Türkiye IŞİD’den, Türk Toprağı Süleyman Şah Türbesi’ndeki Askerlerin Değişimi İçin İzin İstedi”!...
Daha önce "Süleyman Şah Türbesi'nde görev yapan askerlerin IŞİD istemediği için 11 aydan bu yana değiştirilemediğini" öne süren gazeteci Metehan Demir, bu kez de "askerlerin Haziran ayından bu yana IŞİD tarafından rehin tutulduğunu askeri kaynaklardan öğrendiğini" iddia ederek, "Masada, IŞİD ile Türkiye'de tutuklu bazı isimlerin değişim müzakeresi bile var. Ama, en dikkat çekeni ise; Eğer bu şekilde devam ederse Genelkurmay'ın kapsamlı bir harekatı bile düşündüğü. Bunun için farklı senaryolar bile çalışılmış" dedi.
Bir dönem Hürriyet gazetesinin Ankara Temsilciliği'ni de yapan Metehan Demir, son dönemde ortaya atılan IŞİD'in Türkiye'de bombalı saldırılar gerçekleştireceği yolundaki haberlerin de bu bağlamda olduğunu ileri sürdü. Metehan Demir'in kişisel blog sayfasında "Süleyman Şah artık Milli kriz" başlığıyla yayımladığı (19 Şubat 2015) yazısı şöyle:
Süleyman Şah artık Milli kriz
Kamplaşma, giderek tırmanan nefret dalgası yetmiyormuş gibi ülkede ardarda yaşanan sosyolojik ve siyasi şoklar artık nefes almayı bile güç hale getiriyor.
Bir genç kızın alçakça katli, bir gazetecinin kartopu oynarken öldürülmesi,  Meclis'te milletvekillerinin yaralanmaları gibi ağır travmatik  haberler insanlarda umutsuzluk ve mutsuzluğu arttırıyor. Bu tür olayların bir daha yaşanmaması için 'ne yapmak gerekir' diye düşünmesi gerekenler ise, bakıyorsunuz ertesi gün kendi açısından olayı siyasi malzeme haline getirip karşı tarafa saldırıyor. İşte tam bunlar olurken, bu ülke diğer bazı kritik noktalarda da tüyler ürperten gelişmeler yaşıyor.
Tuzak içinde tuzak
Daha da kötüsü, içinde tuzak içinde tuzak bulunan bu girdaplarda Türkiye akıllı davranmazsa tehlikeli oldu bittiler pusuda kendisini bekliyor. 28 Ocak'ta 'Süleyman Şah'ta tüyler ürperten iddalar' başlığı ile yazdığım yazıda bazı iddiaları gündeme getirmiştim. İddialara göre, yurtdışındaki tek vatan toprağı olan Suriye sınırları içinde Süleyman Şah Türbesi'ndeki Türk askerleri IŞİD tehlikesi nedeniyle 11 aydır değiştirilemiyordu.  Süleyman Şah Türbesi'ni koruyan askerler normalde 2-3 ay veya en geç 6 ayda değiştirilirdi. Dün ulaşan bilgiler ise oldukça tatsız ve artık iddia değil gerçek. Evet... Geçen Haziran'da, Ankara'nın 40 asker için gündeme getirdiği değişiklik isteği, bölgeyi işgal altında tutan IŞID tarafından reddedilmiş.
Sonrasında da bir kaç kez daha red yanıtı alınmış.
Yani, 'askerlerin uzun döneme dayanıklılık testi yapılıyor' gibi bahaneler doğru değil. Askerler o günden bu yana da orada mahsur kalmış durumda. Türbe'den ayrılıp yola çıktıklarında saldırı tehdidi halen devam ediyor. Erzak ve gıda temini bile Türkiye'den yapılamıyor. Bazen de temini IŞİD yapıyor.
Harekat masada
Bu durum son zamanlarda Ankara'da kapalı kapılar ardında çok yakından takip ediliyor. Masada, IŞİD ile Türkiye'de tutuklu bazı isimlerin değişim müzakeresi bile var. Ama, en dikkat çekeni ise; Eğer bu şekilde devam ederse Genelkurmay'ın kapsamlı bir harekatı bile düşündüğü. Bunun için farklı senaryolar bile çalışılmış.
İşte tam bu noktada ortaya karışık bir denklem ortaya çıkıyor. Çünkü, her ne kadar kapsamlı bir harekat bazılarının egosunu okşasa da, bu aynı zamanda Türkiye'nin bir başka ülkenin toprağında yüksek yoğunluklu çatışmaya girmesi demek. Sonrasında ise savaşın içine çekilmesi gibi bir büyük riski beraberinde getirebilir.
Bu seçeneği en azından şimdilik biraz geriye atan nokta ise, Kobani'den sonra IŞİD'in üzerine etkin şekilde gitmeye devam eden Kürt Peşmerge güçlerinin Süleyman Şah'ın olduğu bölgeye de çok yaklaşması. Yani, bu güçlerin IŞİD'i kovmaya yönelik bundan sonraki başarısı Türbe'de askerlerin Türkiye'ye dönebilmesi için çok hayati.
Yalnız bütün bunlar olurken IŞİD'in de çok hayati bir hamle yaptığını ve karargahın önemli bölümünü Süleyman Şah'ın etrafına konuşlandırdığı bilgisini verelim. Böylece, Türbe'yi bir kalkan olarak kullanan IŞİD, kendini de şimdilik sağlama aldığı düşüncesinde. IŞİD'e, Türk askerlerinin Türbe'den Türkiye'ye güvenli geçişini sağlaması halinde Irak'a dönebileceği teklifi de yapılmış.
Endişe yaratan bir diğer unsur ise, mutlaka Ankara ile hesaplaşmak isteyen IŞİD'in bazı saldırıları gerçekleştirme ihtimali. Buna, yurtiçinde sınıra yakın illerde terör saldırıları ihtimali de dâhil. Zaten bu konuda valiliklere uyarı yazıları gitmiş durumda. Türkiye'nin  her yerinde arananlar var.
Her açıdan durum çok karışık ve can sıkıcı.
Unutmadan; bunu anlatan askeri kaynaklardan biri bana, 'Ama bu Süleyman Şah olayı çok gizli tutuluyordu' dedi. Ben de, 'Suriye yönetiminin, IŞİD'in ve tüm batılı gizli servislerin bildiği bir şeyi bir tek  Türk halkından gizlemek sizce tuhaf olmuyor mu?' yanıtını verdim.
Bu milli bir mesele ve milli bir kriz.. Bu iş kimsenin yıpratılması veya hedeflenmesi meselesi değil. Duygusallığa kapılmadan, savaşa girmeden ve askerler ile Türbe'ye zarar getirmeden bu işin, hükümeti, askeri, Mit'i ve muhalefeti ile çözülmesi gerekiyor.
[TARİH: 19 Şubat 2015 13:34, Gazeteci Metehan Demir, http://t24.com.tr/]
İçişleri Bakanı Efkan Ala, Süleyman Şah Türbesi'ndeki Türk askerlerinin IŞİD tarafından rehin alındığını yönündeki iddialara, “Böyle bir şey yok” yanıtı verdi.
HDP Grup Başkanvekili İdris Baluken, Süleyman Şah Türbesindeki askerlerin rehin alındığına yönelik iddialar olduğunu kaydetti. Baluken, TBMM Genel Kurulu'nda söz alarak, “Süleyman Şah türbesindeki durum nedir. Gerçekten oradaki askerlerin tamımı rehin alınmış mı dır. Bu yönde bazı haberler var. Hükümet, Genel Kurulu bilgilendirsin” şeklinde konuştu.
Bir süre sonra söz alan CHP Grup Başkanvekili Engin Altay, "IŞİD'in Süleyman Şah Türbesi'nde askerlerimiz rehin aldığı dair haberler konuşuluyor. Bu bilgi kirliliği içerisinde kanun tasarısı görüşülmesine hakarettir. Önerim gerekirse bir kapalı oturumda hükümetin Genel Kurulu bilgilendirmesidir" dedi. Ardından söz alan İçişleri Bakanı Efkan Ala, “Son derece önemli bir mevzuu gazete dedikodularıyla alarak böyle demek yanlıştır. Dışişleri Bakanlığı resmi açıklama yaptı. Lütfen sitelerden okuyunuz. Böyle bir şey yoktur" dedi.
21 AĞUSTOS 2014'DE "ULUSAL HABER" OLARAK 
TEHDİT VE TEHLİKEYE DİKKAT ÇEKMİŞTİK!... 
http://www.zekeriya-tumer.blogspot.com.tr/2014/08/gundemi-sarsacak-korkunc-bir-iddia.html/

14 Şubat 2015 Cumartesi

İDAM CEZASINI KALDIRANLAR UTANSIN!.. Üniversiteli Özgecan Aslan'ın başına gelenler, misliyle inşallah "İdam cezasını kaldıranların başına gelir!..." Ey yasa koyucular, Özgecan Aslan sizin kızınız olsaydı, yine de 'idam cezasının olmamasını savunur muydunuz?..'

MASUM VE KORUMASIZ ÖZGECAN, "İnsanlık dışı, primitif (manyak) yaratıklar tarafından" ALÇAKÇA KATLEDİLDİ
Üniversiteli Özgecan'ı 5 bin kişi uğurladı
Mersin'in Tarsus İlçesi'nde bindiği minibüste; İnsanlık dışı yaratık ve vahşi caniler tarafından tecavüze kalkışılıp bıçaklanarak alçakça, acımasızca ve kalleşçe öldürüldükten sonra, cesedi ormanlık alanda yakılan üniversite öğrencisi 20 yaşındaki korumasız, masum ve çaresiz genç kız, Özgecan Aslan'ın cenazesi, büyük çoğunluğunu kadınların oluşturduğu 5 bin kişi tarafından son yolculuğuna uğurlandı.
ÖZGECAN’IN TABUTUNU KADINLAR SIRTLANDI
Tarsus ilçesinden Mersin’e gitmek isterken kaybolan, daha sonra bıçaklanmış ve yakılmış cesedine ulaşılan Özgecan Aslan’ın iki katil zanlısının ardından aranan üçüncü şüpheli yakalandı. Üç kişi sağlık kontrolünden geçirilmek için getirildikleri Tarsus Devlet Hastanesi'nde kalabalık tarafından linç edilmek istendi. Özgecan'ın annsesi zanlıların en ağır cezayı almasını istedi ve "Sabah sütünü verdim, harçlığını verdim gitti. Saatler geçti gelmeyince gece karakola 'kızım kayıp, kaçırdılar mı' diye başvuruda bulundum... 
Masum bir kızın ölmesine neden olanların benim kızımdan beter olmasını istiyorum" dedi. "Kızımın tek hatası dolmuşa binip evine gelmek mi?"
Özgecan Aslan'ın annesi Songül Aslan, kızının ölümüyle ilgili olarak "Bir dolmuşa binip de evine gelirken bu katliamın olmasına benim aklım ermiyor, akıl sır erdiremiyorum. Kızımın tek hatası dolmuşa binip evine gelmek mi" dedi. Aslan, kızı için Mersin Şehir Mezarlığı'nda düzenlenecek cenaze töreni öncesi gazetecilere yaptığı açıklamada, kızının katil zanlılarının en büyük cezayı almasını istediğini söyledi.
"Masum bir kızın ölmesine neden olanların benim kızımdan beter olmasını istiyorum. Bu hakkın yerde kalmamasını istiyorum. İdam edilsin, işkence edilsin. Özgecan melek gibi kalbi temiz, yüreği temiz, her konuda herkese iyilik yapan bir insandı. Okuyup adam olma hedefleri vardı. Psikolojiyi bitirip kendine iş yeri açmak hedefiydi. Hep çalışıyordu ve çok başarılıydı ama yapamadı maalesef. Bir dolmuşa binip de evine gelirken bu katliamın olmasına benim aklım ermiyor, akıl sır erdiremiyorum. Kızımın tek hatası dolmuşa binip evine gelmek mi?" Tarsus ilçesinde, dün sabah saatlerinde cesedi bulunan 20 yaşındaki üniversite öğrencisi Özgecan Aslan'ın ailesi, Mersin'de evlerinin önünde kurulan taziye çadırında sinir krizi geçirdi.
"Sütünü ve harçlığını verdim gitti"
Kızını en son okula yolcu ettiği sabah gördüğünü anlatan Aslan, "Sabah sütünü verdim, harçlığını verdim gitti. Üç gün önce telefonu bozuktu. Arkadaşının telefonundan ablasına 'Annem merak etmesin 20.00'de Mersin'de olacağım' diye mesaj atıyor. 
Bekliyorum, bekliyorum gelmiyor. 
Saatler geçti gelmeyince gece karakola 'kızım kayıp, kaçırdılar mı' diye başvuruda bulundum. Kimliğini verdim, araştırıyoruz dediler" diye konuştu. Özgecan'ın ablası Beste de kardeşinin en son kendisine mesaj attığını kaydetti. Mersin'in Tarsus ilçesinde cesedi bulunan üniversite öğrencisi Özgecan Aslan'ın, katil zanlıları Tarsus Devlet Hastanesi'nde sağlık kontrolünden geçirildi. Zanlılardan Fatih G. de kontrolden geçirildi.
Kalabalık linç etmek istedi
Cinayetle ilgili araştırmasını sürdüren polis ve jandarma ekipleri, cuma günü üçüncü şüpheli olan firari  Suphi A.'yı, saat 21.00 sıralarında Fatih Mahallesi'nde bir alışveriş merkezinin yakınlarında saklanırken yakalandı. Gözaltına alınan şüpheli önce sorgulanmak için emniyete götürüldü. Burada işlemleri yapılan Suphi A., babası Necmettin A., ile Fatih G., ile birlikte sağlık kontrolü için Tarsus Devlet Hastanesine getirildiler. Jandarma ve polis ekipleri çevrede geniş güvenlik önlemi alırken, hastanede bulunan kalabalık cinayet zanlılarına saldırarak linç etmek istediler. Sağlık kontrolünden geçirilen şüpheliler, polis ve Jandarma ekipleri tarafından kordon oluşturularak hastaneden çıkarıldı. Şüphelilerden Suphi A.'nın jandarmada, Necmettin A. ile Fatih G.'nin ise polisteki sorgusu devam ediyor.
Evine gidiyordu
20 yaşındaki Özgecen Aslan, 11 Şubat 2015 günü okuldan çıktıktan sonra Tarsus’ta bir alışveriş merkezinde arkadaşıyla buluştu.
Birlikte yemen yiyen iki kız, daha sonra Mersin'e sefer yapan bir midibüse bindi. Arkadaşı yolda inen Özgecan Aslan'ı bundan sonra gören olmadı. Kızlarından haber alamayan ailesi kayıp başvurusu yaptı.
Jandarmaya yol sordular
Perşembe akşam saatlerinde Tarsus-Mersin-Adana arasında yolcu taşımacılığı yapan minibüs sürücüsü 26 yaşındaki Suphi A. jandarma noktasında durarak otoyola nasıl çıkacağını sordu. Jandarma ekipleri, minibüsün, tarif ettikleri yol yerine ormanlık alana doğru gittiğini fark edince şüphelenip takip etti. Jandarma peşinden gittiği minibüsü yol kenarında durdurup arama yaptı. Minibüste kan izlerine rastlandı. Sürücü ile beraberinde babası 50 yaşındaki Necmettin A. ile 20 yaşındaki Fatih G.'nin bulunduğu minibüste kan izlerine rastlandı. Necmettin A, kan izlerini, müşteri olarak minibüse aldıkları iki yolcunun ettiği kavga ile açıkladı. Bunun üzerine araçta bulunan sürücü, 50 yaşındaki babası Necmettin A. ve 20 yaşındaki Fatih G. gözaltına alındı. Üç kişi, işlemlerin ardından serbest bırakıldı.
Şapkası bulundu
Bu arada Jandarma'ya, Özgecan Aslan'ın kayıp bilgisi ulaştı. Ekipler bunun üzerine tekrar söz konusu midibüsü aramaya başladı. Tarsus'ta yapılan yol kontrolü sırasında aynı midibüs içindeki Necmettin A., Fatih G. ile birlikte yakalandı. Midibüste yeniden yapılan aramada, bulunan bir kadın şapkası, kayıp öğrencinin babası Mehmet Aslan'a gösterildi. 
Baba Mehmet Aslan, şapkanın kızı Özgecan'a ait olduğunu söyledi. Bunun üzerine sorgulanan insanlık düşmanı, adi, alçak ve cani, ruhsuz yaratıklar Necmettin A. ve Fatih G., suçlarını itiraf ederek genç kızı öldürdükten sonra benzin dökerek yakıp, Çamalan Köyü Alman Mezarlığı yakınındaki Cin deresine attıklarını itiraf ettiler. 'Sütünü ve harçlığını verdim gitti', Ceset, arkadaşına gösterildi
Özgecan Aslan'ın cesedini jandarma ekipleri buldu. 
Zanlıların gösterdiği yerde yapılan aramada bir bölümü yanmış kadın cesedi bulundu. 
Tarsus Devlet Hastanesi'ne getirilen cenaze, kayıp genç kızın Tarsus'ta en son birlikte görüldüğü kız arkadaşına gösterildi. Cesedi teşhis edemeyen ve ismi açıklanmayan genç kız, kıyafetleri görünce arkadaşına ait olduğunu söyleyip fenalık geçirdi. Jandarma tarafından sakinleştirilen genç kız, "Öğlene kadar birlikte okuldaydık. Saat 13.30'da okuldan birlikte çıktık. Alışveriş merkezinde yemek yedik, akşam saatlerinde midibüse bindik. Ben yolda indim o da evine gitmek üzere devam etti. Aynı gece kayıp olduğu bilgisini aldık, bir gün sonra da okula gelmedi" dedi.
DNA belirleyecek
Yüzüyle birlikte vücudunun bir bölümü yanan cenazenin kesin olarak Özgecan Aslan'a ait olduğunu belirlemek için aile fertlerinden alınan DNA örnekleri ile karşılaştırma yapılacak. Necmettin A. ve Fatih G.'nin sorgusu devam ederken ilk gözaltına alındıklarında midibüsü kullanan şoför Suphi A.'in yakalanması için çalışma başlatılmıştı. Şüphelilerin, genç kızı neden öldürüp yaktıkları ise yapılan soruşturma sonucu ortaya çıkacak. [Fotoğraf: AA] (Kaynak: DHA & Al Jazeera_Ulusal Haber_Ulusal Ajans)

11 Şubat 2015 Çarşamba

Gazetecilik, Gazeteler, toplumun namusu, sessiz sözsüz yığınların sesi-soluğu ve "denetim unsuru" olarak MEDYA hakkında bir öngörü ve öz eleştiri!..

Gazeteci, devlet bekçisidir!
Richard Nixon’un yasadışı faaliyetlerini haberleriyle deşifre eden Amerikalı gazeteciler, 8 Ağustos 1974 günü Nixon’un ABD başkanlığından istifa açıklamasını televizyondan izliyorlar.
"OYSA!., Türkiye Cumhuriyetinde gazetecilik yaptığını sanan yüzlerce kişi, toplumu iliklerine kadar sömüren ve akla, hayale gelmeyecek her türlü yolsuzluk, hırsızlık, görevi ihmal ve suiistimali pervasızca yapan unsurlara karşı sessiz, tepkisiz, takipsiz ve duyarsız olmayı ve seyirci kalmayı tercih etmektedirler."
Süreli günlükler, 1600’lü yıllarda İngiltere’deki kahvehanelerde ilk kez satılmaya başlandıklarında, kendilerine biçtikleri misyon, araştırmacılıktı. ‘Parliament Scout’ 1643 yılında yayına başladığında gazeteciliğe yeni bir boyut getirecekti: Sadece kendisine ulaşan haberlerle yetinmeyecek, artık yeni gelişmeleri (news) araştırıp, keşfetmek için gerekli her türlü çabayı da sergileyecekti. Bir sonraki yıl ‘Spie’ adlı gazete yayına başladığında okuyucularına, ‘Krallık’ta dönen dolapları ve iç mücadelelerdeki hile hurdayı keşfedip okurlarımza sunmayı planlıyoruz. Bunun için de kendimizi saklayarak(undercover) çalışacağız’ sözü veriyordu.
"ÖZGÜR BİLİM; Medeni ve mütecanis bir toplum için ne kadar önemli, gerekli, hayati ve değerli ise; ÖZGÜR (namuslu, şerefli, onurlu, sorumlu, denetçi ve takipçi) BASIN-YAYIN/MEDYA'da, en az onun kadar ve dahi ondan da da önemli, hayati ve değerlidir.."
Gazetelerin, Anglo-Saxon sistemlerinde ‘anayasal özgürlük garantisi’ kazanmalarında, bu erken dönem araştırmacı çalışmalarının etkisi büyüktür. Spie ve Scout gibi gazeteler, tarihte ilk kez devletin iç işleyişine ışık tutarak, hükümet işlerinde yönetilenlerce de görülebilir bir şeffalığa yol açıyordu. Gazeteler ortaya çıkmadan önce, ‘saray’da olan biteni, sadece, içeri alınma ayrıcalığı lutfedilmişler bilebiliyordu. Halkın, kralları ve padişahları hakkında duyduğu herşey ya sokağa kadar inmiş dedikodulara ya da, halka davulcularla okunan fermanlara dayanıyordu. Ancak, gazetelerin ortaya çıkmasıyla, kasıtlı sızdırılmış dedikodular veya aleni fermanlardakinin aksine, sarayda ‘gerçekten olup bitenler’i ahali öğrenmeye başladı. Gazeteciliği, yöneticilerle yönetilenler arasındaki diğer iletişim araçlarından ayıran şey, devlete dönük bu araştırmacı sorgulayıcı fonksiyonu oldu. ABD Anayasası’nın en önde gelen mimarlarından ve ülkenin 4. başkanı James Madison, gazeteciliğin bu fonksiyonundan dolayı, basın özgürlüğünü, ‘özgürlük kalesinin surları’na benzetti. Amerikan literatüründe bu fonksiyona ‘watchdog’ deniyor. Kültür farklılığı algısı olmasa pekala bire bir çeviriyle ‘bekçi köpeği’ de diyebiliriz. Peki neyin bekçiliği? Anayasa ve yasayla, iktidara sunulan güç ve yetkilerin bekçiliği. Bunların suistimali bir ülke için her zaman bir numaralı ve en yaşamsal tehdittir.
"GAZETECİLİK: Sadece ve yalnızca MİLLET'TEN, ADALET, HAK, HUKUK VE REEL, OBJEKTİF GERÇEKTEN yana olmak zorunda ve durumundadır. Bu çerçevede: Basın objektif, doğru, dürüst, adil, tarafsız, özgür ve bağımsız olmak zorundadır." OYSA; Basın hürriyetinin önemine değinen Atatürk, basının milletin sesi olduğunu ifade etmiştir. Gazetecilerin gördüklerini, düşündüklerini ve bildiklerini samimiyetle, açıkça ve dürüstçe yazmalarını isteyen Atatürk, basın özgürlüğü hakkında duygu ve düşüncelerini ifade etmekle beraber, basınında doğru ve dürüst bir şekilde yayın yapmasının şart olduğunu, elindeki imkânları kişiselleştirmemesi gerektiğini kesin bir dille tavsiye etmiştir. Atatürk’ün sözleri bu günde her yönüyle dikkate alınmalı ve Cumhuriyet basınının izlemesi gereken yegâne bir yol olmalıdır.
Bakın ne diyor: Basın, milletin müşterek sesidir. Bir milleti aydınlatma ve irşatta, bir millete muhtaç olduğu fikrî gıdayı vermekte, hulâsa bir milletin hedefi saadet olan müşterek bir istikamette yürümesini teminde, basın başlı başına bir kuvvet, bir mektep, bir rehberdir.(1922)
Her muktedir veya her iktidar adayı, gazeteciliğin bekçilik fonksiyonuna, James Madison gibi bakmayacaktı elbette. Gazetecilik geliştikçe, muktedirlerle veya devlet aygıtıyla gazetecilik arasındaki çatışmalar da gelişti.
ABD’de bir çok kez bu gerilim mahkemelik oldu ve bir çoğunda Yüksek Mahkeme, ‘watchdog’ fonksiyonunun vazgeçilmezliğine vurgu yaparak basın özgürlüğü lehine içtihatlarda bulundu. ABD Yüksek Mahkemesi, Pulitzer ile Başkan Roosevelt’i karşı karşıya getiren, ‘yolsuzluk haberlerine yayın yasağı‘nı yok sayarken de, 1931’de Minnesota eyaletinin ‘fitneci ve skandal yayıncılığı yasaklama’ kararını iptal ederken de, gazeteciliğin devlet gücünün suistimaline karşı bekçilik fonksiyonunu biraz daha tahkim etti.
Atatürk’ün basın-yayı ne Gazetecilik ile ilgili sözleri:
"Basının tam ve geniş hürriyeti iyi kullanmasının, ne derecede nazik bir vaziyet olduğunu söylemeye lüzum görmem. Her türlü kanuni kayıtlardan evvel bir kalem sahibinin ilme, ihtiyaca ve kendi siyasi telakkilerine olduğu kadar vatandaşların hukukuna ve memleketin, her türlü hususi telakkilerin üstünde olan, yüksek menfaatlerine de dikkat ve hürmet etmek manevi zorunluluğu, asıl bu mecburiyettir ki umumi düzeni temin edebilir. Bununla beraber bu yolda yanılma ve kusur olsa bile; bu kusuru düzeltecek etken ve vasıta; basın hürriyetinden doğan mahzurların giderilme vasıtası, yine basın hürriyetidir.(1924)
Gazeteciler, gördüklerini, düşündüklerini, bildiklerini samimiyetle yazmalıdır.(1929)
Gazeteciler kanunun ve umumun menfaatlerinin aksine muamelelere şahit ve vakıf oldukları takdirde gerekli yayında bulunmalıdır.(1923)
Basın hürriyetinin mahzurlarının giderilmesinin yine basın hürriyetiyle mümkün olduğuna dair bu büyük meclisin yol gösterme ve düzenleme sahasında güzel karşılanan esaslar, eğer Cumhuriyetin ruhu olan faziletten mahrum kendini bilmezlere, basının sinesinde haydutluk fırsatını verirse, eğer halkı aldatan ve doğru yoldan çıkaranların fikriyat sahasındaki uğursuz tesirleri, tarlasında çalışan suçsuz vatandaşların kanlarını akıtmasına, yuvalarının dağılmasına sebep olursa ve eğer en nihayet haydutluğun en kötüsünü göze alan bu gibi kimseler, kanunların özel müsaadelerinden istifade imkânını bulursa, Büyük Millet Meclisi eğitici ve ezici kudretinin müdahale ve uyarması elbette gerekli olur.(1925)
Özel maksatla neşriyat yapan bazı gazetelerin, halkın ekseriyeti üzerinde yaptığı tesir, her memlekette olduğu gibi o gazetelerin lehinde değildir.(1924)
Cumhuriyet devrinin kendi zihniyet ve ahlakıyla donanmış basınını yine ancak Cumhuriyetin kendisi yetiştirir.(1925)
Matbuat hiçbir sebeple tahakküm ve nüfuza tabi tutulamaz.(1923)"
ABD devriminden 200 yıl sonra New York Times ile ABD Devleti, Vietnam Savaşı ile ilgili gizliPentagon Belgeleri’nin yayınının durdurulması konusunda mahkemelik olduğunda ABD Yüksek Mahkemesi, basının ‘devlet bekçiliği’ fonksiyonuna muazzam bir katkı daha yaptı, ve devlet sırrı gerekçesiyle, belgelerin yayınlanmasının durdurulamayacağına hükmetti. Yüksek Mahkeme’nin 34 yıl üyeliğini yapan yargıç Hugo Black, lehte oy karar yazısında şöyle dedi:
Kurucu Babalarımız, Anayasa’nın birinci tashih maddesi ile özgür basını koruma altına aldılar ki, demokrasimizin özü için bu çok önemli fonksiyonunu yerine getirebilsin. Basın, yönetenlere değil, yönetilenlere hizmet için vardır. Devletin basını sansür gücü (censor) yok edildi ki, basın devleti sertçe eleştirebilme (censure) gücüne sonsuza kadar sahip olsun. Basın, devletin içindeki sırları ortaya çıkarabilsin ve böylece halkı bilgilendirebilsin diye, anayasal koruma altındadır. Sadece özgür ve baskı altında olmayan bir basın, devlet içindeki usulsüzlük ve yolsuzlukları etkin şekilde deşifre edebilir. (…) ‘Güvenlik’ kelimesi, Anayasa’nın birinci maddesi ile garanti altına alınmış basın ve ifade özgürlüğünü lağvetmeye yetmeyecek, müphem ve geniş bir kavramdır’’.
ABD’de 1960 ve 1970’li yıllarda bu anlayışın yürüttüğü kampanya ile ‘millet’, devlete karşı bir kazanıma daha sahip oldu: Enformasyon Özgürlüğü Yasası. Bizdeki oldukça yetersiz taklidinin adıyla ‘bilgi edinme yasası’… Basına ve yurttaşlara, devletin harcamaları, devlet içindeki karar, işlem ve rakamlarla ilgili bilgi ve belgelere ulaşma adına çok hayati bir olanak sunarak gerçek bir ‘ileri demokrasi’ örneği sergiledi bu yasa.
Günümüzde de küre üzerindeki gazetecilerin çoğu, medyanın en önemli iki fonksiyonunun, ‘halkı bilgilendirmek’ ve ‘bekçilik’ olduğuna inanıyor. Pew Araştırma şirketinin yaptığı bir araştırmaya katılan her 10 kişiden 9’u, basının, ‘’politikacıların, yapmamaları gereken şeyleri yapmamalarının en önemli sebebi’’ olduğuna inandığını ortaya koydu.
Chicago’lu gazeteci ve komedyen Finley Peter Dunne, gazeteciliğin, ‘bekçilik fonksiyonu’ prensibini, ‘’rahatsızları rahatlatma, rahatları rahatsız etme’’ şeklinde yarı şaka bir şekilde formüle ediyor. Elbette ki gazetecilik üzerine araştırmalar yapan enstitütü ve eğitim kurumları, ‘bekçilik’ fonksiyonunun, basitçe ‘rahatlatma ve rahatsız etme güdülerine’ indirgenmesine çok sıcak bakmıyor. Onlara göre bu fonksiyonun esası, toplumun çoğunluğunu, bir tiranlığın eline düşmeye karşı, korumak için, azınlıktaki muktedirleri yakından ve sürekli gözetlemedir. Böylece sadece, iktidarın kullanım şeklini şeffaflaştırmakla kalmayıp, bir yandan da toplumu bu gücün potansiyeli ve yapabilecekleri hakkında bilgili ve uyanık hale getirmek amaçlanır.
İmalı veya aleni tehditlerle sürekli, gazetecilere, ‘devlet’ dedikleri iktidarlarına, bağlılık yemini ettirmeye çalışanlar, gerçek gazeteciliğe, dolayısıyla ‘ifade özgürlüğü’ne, dolayısıyla ‘demokrasi’ye, dolayısıyla da bütün topluma kast ederler. Böylelerine karşı, ”Gazeteci devletin bekçisi değildir. Gazeteci devlet bekçisidir!” diye anında tek ses olup gürleyebilecek medyası olan toplumlar talihli ve korunaklıdır…
(REF: CEMAL TUNÇDEMİR, 11 Şubat 2015,  http://amerikabulteni.com/2015/02/10/gazeteci-devlet-bekcisidir/?utm_source=feedburner&utm_medium=email&utm_campaign=Feed%3A+amerikabulteni+%28Amerika+Bulteni%29)

3 Şubat 2015 Salı

ÖZEL DOSYA; TBMM Başkanlığı'na sunulan iç güvenlik paketinin özü ve haber özeti

Anarşi, terör-tedhiş, nitelikli dolandırıcılık, yankesicilik, hırsızlık ve yolsuzluk duracak!..
İşte TBMM Başkanlığı'na sunulan iç güvenlik paketinin özü ve haber özeti
Sokak eylemlerine verilen hapis cezalarının artırılmasını ve Jandarma'nın İçişleri Bakanlığı'na bağlanmasını öngören 'İç Güvenlik Reformu Paketi' Meclis Başkanlığı'na sunuldu
Jandarma, emniyet ve nüfus idaresinin görev alanları ile yetkilerinde çeşitli düzenlemeler içeren "İç Güvenlik Reformu Paketi" TBMM Başkanlığı'na sunuldu. Paket, sokak eylemlerine verilecek hapis cezalarının artırılmasını, molotof’a silah muamelesi yapılmasını ve polislerin arama yapmasının amir iznine bağlanmasını öngörüyor.
Jandarmayı İçişleri Bakanlığı'na bağlayacak düzenlemenin de yer aldığı 'İç Güvenlik Reformu Paketi'nden detaylar şöyle:
Jandarmaya yetki
Belediye sınırları içinde olmakla birlikte, hizmet gerekleri bakımından uygun görülen yerler jandarmanın görev alanı olarak tespit edilecek.
Jandarmayı içişleri atayacak
Jandarma teşkilatında daire başkanı ile il ve ilçe jandarma komutanlarını atama yetkisi, İçişleri Bakanlığı’na verilecek. General düzeyindeki subay atamaları, müşterek kararname ile yapılacak. Sahil Güvenlik komutanlarını, İçişleri Bakanı atayacak.
Jandarmaya kaymakam denetimi
İl ve ilçelerde jandarmanın disiplin amiri vali ve kaymakamlar olacak. Kaymakamlar, askeri görevler dışında jandarmayı denetleyecek. Bu madde için Genelkurmay’dan görüş alınacak.
Suç işleyen jandarmayı, bakan uzaklaştıracak
İçişleri Bakanı, Jandarma Genel Komutanı hariç, jandarma teşkilatı personelini, askeri nitelikte olmayan görevleri nedeniyle işledikleri suçlardan dolayı görevden uzaklaştırabilecek. Askeri suçlarla ilgili kararı, Jandarma ve Sahil Güvenlik Komutanlığı, kendi bünyesinde alacak.
Amir izniyle arama
Polis; suç işlemenin önlenmesi, kaçan failin yakalanması, yurttaşların hayatlarına, mal varlığına veya topluma yönelik tehlikenin önlenmesi amacıyla amirin emriyle kişilerin üstünü, eşyasını ve aracını arayabilecek.
Uzaklaştırma
Polis, toplumsal olayları önlemek için kişileri o anda bulundukları yerden geçici olarak uzaklaştırabilecek veya bir yere girmelerini engelleyebilecek.
Molotofa karşı silah
Molotof, silah olarak kabul edilecek. Vatandaşın canına, konutuna, işyerine, aracına, halkın tek tek veya toplu halde bulunduğu açık ve kapalı alanlara molotof ve benzeri maddelerle saldırılması hallerinde kolluk güçleri silah kullanabilecek.
Polise ek gözaltı
Polise, 48 saate kadar gözaltı hakkı verilen düzenleme, sadece suçüstü hallerini kapsayacak. Cinsel saldırı, çocukların cinsel istismarı, uyuşturucu imali, fuhuş, cebir ve şiddet içeren suçlar, sokağa çıkma yasağını ihlal etme, bulaşıcı hastalıklara ilişkin önlemlere aykırı davranma, kolluk kuvvetlerine direnme ve mukavemet, sokağa çıkma yasağının ihlali durumunda bu yetki kullanılacak.
Demir bilye, taş ve sapana hapis
Gösterilere; silah, taş, sopa, sapan, demir bilye ile havai fişek, yakıcı, yaralayıcı maddelerle katılanlara 2.5 yıldan 4 yıla kadar hapis cezası verilecek.
Maskeye 4 yıl
Gösterilerde yüzlerini bez ve benzeri unsurlarla tanınmayacak biçimde kapatanlara, 2.5 yıldan 4 yıla kadar hapis verilecek. Terör örgütünün propagandası şekline dönüştürülen toplantı ve gösterilerde yüzünü kapatıp şiddete başvuranlara verilecek cezaların alt sınırı 1 yıldan 2.5 yıla çıkarılacak.
Uyuşturucu cezalarına artış
Uyuşturucu kullanan ve satanların cezaları; bu suçun okul, yurt, hastane ve ibadethane gibi yerlerde işlenmesi halinde yarı yarıya artırılacak.
Vali ve kaymakama yetki
Valiye ve kaymakama, adli kolluk amir ve memurlarına suçluları arama ve suçun aydınlatılmasıyla sınırlı ‘emir verme’ yetkisi veriliyor. Vali ve kaymakamlar, asayişi sağlamak amacıyla kamu kurum ve kuruluşlarının araç, gereç ve personelinden yararlanabilecek. Buna uymayanlar, oluşan zararlardan sorumlu tutulacak.
‘Sokağa çıkma’ya hapis
Toplumsal olaylar sırasında alınan tedbirlere uymayanlara, 3 aydan 1 yıla kadar hapis cezası verilecek.
- Polis koleji kapatılacak. Öğrenciler, Milli Eğitim Bakanlığına bağlı dengi okullara aktarılacak. Güvenlik bilimleri fakültesi kapatılacak ve polis amir eğitim merkezine dönüştürülecek.
- Polis akademilerindeki personelin görevine son verilecek. Buradaki öğretim üyeleri YÖK'e yönlendirilecek, öğrenciler ise üniversitelere yerleştirilecek.
- Polis eğitim merkezi müdürüne il emniyet müdürü maaşı ödenecek.
[Ulusal Haber & Ulusal Ajans, 03 Şubat 2015_19.30 // Zekeriya Tümer-İstanbul)