26 Kasım 2014 Çarşamba

Tarihe düşülen notlar, iddialar, itiraflar, aydınlatma ve uyarılar; Eski İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin'den “Uludere, haber kanalları (mit) sorunları” hakkında çok önemli açıklamalar...

İdris Naim ŞAHİN
Millet ve Adalet Partisi (MİLAD) Başkanı İdris Naim Şahin konuştu!.. 
Eski İçişleri Bakanı ve bağımsız Ordu Milletvekili İdris Naim Şahin, 34 kişinin hayatını kaybettiği Uludere olayının MİT'ten gelen birden fazla resmî istihbarat raporları ve telefon bilgileri üzerine yaşandığını söyledi.
ULUDERE OLAYI VE MİT
Eski İçişleri Bakanı ve bağımsız Ordu Milletvekili İdris Naim Şahin, 34 kişinin hayatını kaybettiği Uludere olayının MİT'ten gelen birden fazla resmî istihbarat raporları ve telefon bilgileri üzerine yaşandığını söyledi. Uludere olayı vasıtasıyla TSK'nın terörle mücadelede operasyon yapmasının nisbi olarak önüne geçildiğinin altını çizen Şahin, böcekler üzerinden iftira atılan Emniyetin, istihbarat sağlaması ve operasyon yapmasının peyderpey sınırlandırıldığına dikkat çekti.

MİLLET VE ADALET PARTİSİ (MİLÂD) BAŞKANI
Meclis'te basın toplantısı düzenleyen Millet ve Adalet Partisi (MİLAD) kurucu üyesi Şahin, sözlerine Öğretmenler Günü'nü kutlayarak başladı. Türkiye'nin son günlerde içinden geçmekte olduğu vahim süreçte kişiler, kurumlar, siyasi partiler ve Türk Silahlı Kuvvetleri gibi devletin ve demokrasinin vazgeçilmez unsurlarını hedef alan açık-örtülü operasyonlar ve saldırılar karşısında bu açıklamayı yapma zorunluluğu olduğunu dile getiren Şahin, yakın geçmişte yaşanan bazı olayları, bugün tanıklık ettiğimiz son gelişmeler perspektifinden okuyunca 'muhteşem tesadüfler', 'gerçek tuzak ve kumpas ustaları' ve bunların amaçlarının çok daha net görüldüğünü ifade etti.
BAZI GELİŞMELERİN ARKA PLANI
"Bazı gelişmelerin arka planını, olayların sıcaklığında görmek mümkün olsa bile bunu başkalarının da görebilmesi, zaman alabilmektedir." diyen Şahin, resmin bütünlüğünü yakalamak ve bunu başkalarına gösterebilmenin de bazen yeni gelişmelerle mümkün olabileceğine dikkat çekti. 2011 yılı sonundan bugüne kadar ortaya çıkan gerçekler yan yana koyulduğunda o dönemde İçişleri Bakanlığı, asker ve polis olmak üzere devletin üç kurumuna kurulmuş olan tezgâhın, kamuoyu açısından bugün çok daha rahat okunur hale geldiğini anlatan Şahin, "O dönemde yürütülen istihbarat çalışmaları ve güvenlik kuvvetleri tarafından gerçekleştirilen başarılı operasyonlarla Bölücü Terör Örgütünün (BTÖ) KCK şehir yapılanması ve silahlı kanadı bitme noktasına doğru yol alırken, 27 ve 28 Aralık 2011 tarihlerinde maalesef, Devletimiz aleyhine önemli kırılmalar gerçekleşmiştir. Bugün gelinen noktada ise BTÖ, mevcut iktidarın kendi milletvekillerini dahi isyan ettirecek şekilde bölgede etkili hale gelmiştir. O dönemde yaşanan olaylara kronolojik olarak bakıldığında, kurulan tezgahın boyutları çok net bir şekilde görülmektedir."
diye konuştu.
"OSLO GÖRÜŞMELERİ ÖRGÜTÜN ELEBAŞLARI TARAFINDAN KASTEN YAYINLANDI"
13 Eylül 2011 tarihinde, BTÖ'nün yayın organı Dicle Haber Ajansına, Oslo'da yapılan görüşmelerin ses kayıtlarının düşmesiyle MİT içerisindeki bir kliğin, dönemin Başbakanını ikna ederek, bölücü örgütün elebaşlarıyla müzakere masasına oturduğunun anlaşıldığını dile getiren Şahin, şöyle devam etti: "Bugün daha net görülmektedir ki, bu ses kayıtları, yapılan müzakerelerin alenileşmesi ve böylelikle bu müzakerelerden habersiz istihbarat ve operasyonel çalışmalar yapan güvenlik güçlerinin durdurulması
ve örgüte meşruiyet kazandıracak sürecin başlatılması için, örgütün elebaşları tarafından kasten yayınlamıştır. Müzakere masasında örgüte verdiği sözleri yerine getirmek zorunda kalan bu klik, 27 ve 28 Aralık 2011 tarihlerinde güvenlik kuvvetlerimize ve şahsıma yönelik karalama ve etkisizleştirme operasyonlarına girişmiştir."
"MİT YETKİLİSİ ISRARLA BİLGİNİN DOĞRULUĞUNU TEYİT ETMİŞTİR"
27 ve 28 Aralık 2011 günleri, üç tezgahın eş zamanlı gerçekleştirildiği bir tarih olduğunun altını çizen Şahin, "27 Aralık tarihinde şahsım hakkında hakaretler içeren, Bakanlık görevimden alınmam gerektiği minvalinde yazılar yayınlanmış. 28 Aralık sabahı Başbakanlık Ofisinde Polisin koyduğu iddia edilen böcekler bulunmuş. Ve aynı günün akşamı MİT kanalıyla ısrarla teyit edilen tuzak istihbarata bağlı olarak gerçekleştirilen operasyon sonucunda çok üzücü bir olay yaşanmış ve 34 sivil vatandaşımız hayatını kaybetmiştir. MİT tarafından gönderilen yazılar ve üst düzey MİT görevlisi tarafından Türk Silahlı Kuvvetleri telefonla bizzat aranarak, Bahoz Erdal'ın hudut hattını geçmekte olduğu bildirilmiştir. Silahlı kuvvetlerin yetkilileri, bilginin doğru olup olmadığını defaatle sormasına rağmen, MİT yetkilisi ısrarla
bilginin doğruluğunu teyit etmiştir. Sonuçta, MİT'ten gelen birden fazla resmî istihbarat raporları ve telefon bilgileri üzerine maalesef Uludere olayı yaşanmıştır. Basın yayın organlarında şahsını hedef alan yazılar yayınlandığını ifade eden Şahin, iyi niyetli olduğunu bildiği pek çok gazeteci ve yazar arkadaşın
da farkında olmadan bu kampanyanın etkisi altında kaldığına dikkat çekti.
"BÖCEK, ÖZELLİKLE SUÇLAMA YAPABİLMEK İÇİN EMNİYET İSTİHBARAT TEKNİK PERSONELİNİN KONTROL YAPTIĞI ODAYA KONULMUŞTUR"
28-29 Aralık 2011 tarihinde Başbakanlıkta iki yerde MİT ekibi tarafından, Emniyet istihbarat personelinin yerleştirdiği iddia edilen böcekler bulunduğunu hatırlatan Şahin, şunları söyledi: "Daha sonra TÜBİTAK raporundan, kamuoyuna böcek olarak ta tanıtılan dinleme cihazının, 4-5 Aralık tarihlerinde bulunduğu yere konulduğu ortaya çıkmıştır. Emniyet teknik istihbarat personeli ise 24-25 Kasım 2011 tarihlerinde böcek taraması yapmışlardır. TÜBİTAK'ın verdiği tarih, böceklerin Emniyet taramasından çok sonra oraya yerleştirildiğini göstermektedir. Böceği bulan ekipte yer alan MİT yöneticisi ( Basri AKTEPE ), Başbakanlık müfettişlerine verdiği ifadede, 'MİT müsteşarı Hakan Fidan'ın kendisini arayarak, Başbakanlık'tan aranacağını ve gereğinin yapılması yönünde talimat verdiğini, yaklaşık 20 gün bu şekilde beklemelerinin ardından Başbakanlığa giderek aynı gün böcekleri bulduklarını' belirtmiştir. Hakan Fidan'ın MİT mensubuna ( Basri AKTEPE ), böcek aramasına gidileceğini söylediği 8 Aralık tarihi, TÜBİTAK'ın
böceklerin konulduğunu belirttiği 4-5 Aralık tarihinden 3 gün sonrasına tekabül etmektedir. O güne kadar MİT personeline hiç verilmemiş olan bu görevlendirme talimatı, dikkat edildiğinde böceğin oraya konulduğunun birileri tarafından bilindiğini göstermektedir. Öyle anlaşılmaktadır ki, böceği koyan ve bulduran ekip, TÜBİTAK'ın böceklerin konulma tarihi hakkında bu kadar net bir rapor sunabileceğini hesaba katmamıştır. TÜBİTAK' tan istifaya zorlanan Başkan Yardımcısı Hasan PALAZ, böceğin koyuluş tarihini geriye çekmesi için kendisine baskı yapıldığını söylemiştir.
DİNLETENLER, DİNLENENLER VE BÖCEKLER
Bu husus, kamuoyunun ve basınımızın da malumudur. Böcek, özellikle ve suçlama yapabilmek için Emniyet İstihbarat Teknik personelinin kontrol yaptığı odaya konulmuştur. Eğer bu personel, bir başka ofisi veya konutu kontrol etmiş olsaydı, anlaşılıyor ki cihaz ( böcek ) oraya konacaktı.
İlginçtir ki, 28 Aralık 2011'de bulunan böceklerle ilgili dosya Savcılığa intikal ettirilmemiş, konuyu öğrenen Savcının açtığı dosyanın kapatılması için Adalet Bakanlığı üzerinden baskı yapılmış, TÜBİTAK' ın verdiği rapor işleme konulmamıştır. Ne zaman, uygun savcı ve bilirkişi ayarlandıktan sonra tozlanmış dosya, ancak 2,5 yıl sonra raftan indirilmiştir. Bugün böceği önce koyup sonra bulanlar, böcek konusunu sürekli ve sadece siyasi rant malzemesi olarak kullanmaktadırlar."
"28 ARALIK 2011 TARİHİ TERÖRLE MÜCADELEDE DÖNÜM NOKTASI"

28 Aralık 2011 tarihinin Türkiye'nin terörle mücadelesinde bir dönüm noktası olduğunu belirten Şahin, "Bu ne muhteşem bir tesadüftür. MİT içerisindeki kliğin ürettiği ısrarlı ve kasıtlı istihbarat nedeniyle Uludere olayı yaşanmış, aynı gün Başbakanlıkta yine MİT tarafından böcekler bulunmuş ve şahsen hakkımda tezvirat kampanyası başlatılmıştır. Olayların kronolojisi ve oluş şekli bütün bunların tesadüf olamayacağını açıkça göstermektedir.
Uludere olayı vasıtasıyla TSK'nın terörle mücadelede operasyon yapmasının nisbi olarak önüne geçilmiş, bulunan böcekler üzerinden iftira atılan Emniyetin istihbarat sağlaması ve operasyon yapması peyderpey sınırlandırılmıştır. 28 Aralık 2011 tarihi; TSK, Emniyet ve şahsıma kurulan tezgâhla, ülkenin teröre teslim edilme sürecinin dönüm noktası, adeta başlangıcı olmuştur. 6 - 10 Ekim 2014 olaylarında 60' tan fazla vatandaşımızın faili meçhul cinayetlere kurban gitmesi, sokakların teröre terk edilmesi de bu başlangıcın devamıdır. Bizans entrikalarıyla devleti yönetmek için 34 vatandaşımızı vurdurtan zihniyet ve aktörler ile Türkiye'yi Suriye'de savaşa sokmak için türlü entrikalar çeviren zihniyet ve aktörler aynıdır. Böyle bir devlet yönetme ve böyle bir istihbarat anlayışını reddediyor ve kınıyorum. Bu zihniyetin ülkemizi sürüklediği ağır sorunlar batağı ortadadır. Kurumlara, kişilere, siyasete, millete tuzak kurularak devlet yönetilmez. Türkiye, maalesef ülkeyi yönetenlerle istihbarat örgütünün ortaklaşa kendi devlet kurumlarına, siyasete ve vatandaşlarına kumpaslar kurulan, siyaset kurumuna operasyon yapılan bir muhaberat devletine dönüşmüştür.
İKTİDAR VE KİRLİ TEZGÂHLAR
İktidar ve istihbarat örgütü ortaklığında kurulan bu kirli tezgahlar, her şeyden önce milletimize ve demokrasimize ağır darbeler vurmaktadır. Adeta iktidar ve istihbarat teşkilatı, ülkemizi kumpaslar ve tezgahlar sarmalı içine hapsetmiştir. Bu vesileyle Millet ve Adalet Partisi (MİLAD) olarak tezgahçı ve kumpasçı siyaset anlayışını değil, siyasette insanı merkeze alan, şeffaf, hukukun üstünlüğüne inanan yeni bir anlayışı getirecek bir miladı temsil ettiğimizi ifade etmek isterim. Demokrasimize ve milletimizin huzuruna darbe vuran her türlü hukuksuzluğa ve gayri meşruluğa karşı Milletimizin yanında olduğumuzu belirtiyorum." şeklinde konuştu. 
CİHAN_[publicize twitter] [publicize facebook] [category istihbarat]
[tags MİT DOSYASI, İDRİS NAİM ŞAHİN, ULUDERE, MİT, RESMÎ, İSTİHBARAT]

20 Kasım 2014 Perşembe

İŞSİZLİK FONU'NDA 2,2 MİLYARLIK MEÇHUL (!) HARCAMA & BİR DÖNEMİN ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI ESAT KIRATLIOĞLU'NUN KONUYLA ÖRTÜŞEN AÇIKLAMASI

Fakir-fukara, garip-guraba'nın umut kapısı "İŞSİZLİK FONU'nda 2,2 Milyarlık (şaibeli ve şüpheli) "MEÇHUL HARCAMA"!..
79 milyar liraya ulaşan İşsizlik Fonu’ndan 2,2 milyarın nereye harcandığının belli olmaması tartışmaya yol açtı. İşsize verilmeyen devasa para, bütçede ‘diğer gider’ olarak gösterildi. Bunun bütçe tekniğine aykırı olduğunu belirten MHP Milletvekili Lütfi Türkkan, “Ak Saray harcaması fondan karşılandı, bakanlık gizliyor.” iddiasında bulundu.
Çalışanların işten çıkarıldığında mağdur olmaması için kurulan İşsizlik Fonu’nda 79 milyar lira birikirken devasa miktara ulaşan paranın amaç dışı kullanılması sıkça eleştiriliyor. Maaş alabilmek ağır şartlara bağlandığı için 2,9 milyon işsizden eylül itibarıyla 372 bini fondan faydalanabildi. İşsizlik maaşı, kısa çalışma ödeneği ve Ücret Garanti Fonu giderleri için harcanan para, yılsonunda 1,7 milyar lirayı bulacak. İşsizlere aktarılmayan paranın ‘diğer giderler’ adı altında harcanması ise tepki çekiyor. Fondan son iki yılda yapılan 2 milyar 194 milyonluk harcamanın nereye gittiği bilinmiyor. 2010’da 233 milyon lira olan ‘diğer giderler’ kalemi geçen yıl 1 milyar 36 milyona ulaştı. Bu yılın sonunda 1 milyar 158 milyona çıkması bekleniyor. Uzmanlara göre, ayrıntısı gözükmeyen harcamaların işsizlik maaşı ödemelerine yakın bir tutar olması, fonun amaç dışı kullanıldığının göstergesi. Zaman’a konuşan MHP Kocaeli Milletvekili Lütfi Türkkan, “Böyle bir harcama normal değil. Bütçe, bilanço tekniğine de aykırı. Ak Saray harcamasının İşsizlik Fonu’ndan karşılandığına dair net bilgiye sahibim. Bakanlık, bu harcamayı diğer gider kaleminde gizlemeye çalışıyor.” iddiasını dile getirdi.
1 milyar 158 milyon lira gibi çok büyük rakamın ‘diğer gider’ adı altında gösterilemeyeceğine işaret eden Türkkan, “Diğer gider dediğiniz şey, kendi başına bütçeleştirmeye gerek duymadığınız, çok küçük, tabir yerindeyse tırı vırı harcamalardır. Bunun tutarı da çok çok küçüktür. İşsizlik Fonu’ndan ‘diğer gider’ kaleminde böyle bir harcama normal değil. Bütçe, bilanço tekniğine de aykırı. Ak Saray’a giden parayı bu yolla gizlemeye çalışıyorlar.” ifadelerini kullandı. Ak Saray olarak anılan ve halen Cumhurbaşkanlığı Sarayı olarak kullanılan Beştepe’deki yeni binaya yapılan harcamanın nereden karşılandığı muhalefet tarafından gündeme getirilmiş ancak bütçe görüşmeleri sırasında Maliye Bakanı bu sorulara net cevap vermemişti. Bu durum, Ak Saray için yapılan harcamanın İşsizlik Fonu’ndan aktarıldığı yönündeki şüpheleri artırıyor.
Çalışma Bakanlığı’nın TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’na yaptığı bütçe sunuş verilerinde yer alan İşsizlik Sigortası Fonu Gelir Gider Dengesi Tablosu, çarpıcı verileri içeriyor. Bu tabloya göre İşsizlik Fonu’nun toplam varlığı yıl sonu itibarıyla 80 milyar 764 milyon liraya ulaşacak. Fonun 2014 gelirleri 15 milyar lira olurken, giderleri 4,6 milyar lira olarak gerçekleşiyor. Gider kaleminin dağılımı ise bir hayli dikkat çekici. İşsizlik Fonu’nun asıl harcama kalemi olması gereken işsizlik maaşı, kısa çalışma ödeneği ve Ücret Garanti Fonu giderleri için harcanan para, yıl sonu itibarıyla 1 milyar 698 milyon lira olarak gerçekleşecek. Buna karşın aktif işgücünün programları olarak ifade edilen meslek kursları ve geçici istihdam için harcanan para 1 milyar 800 milyon lira. Daha dikkat çekici olan rakam ise ‘diğer gider’ kaleminde yapılan 1 milyar 115 milyonluk harcama. Fonun varlık amacı ise işini kaybedenlere, işsiz kaldıkları sürelerde ödeme yaparak geçimlerini sağlamalarına katkı yapmak. Ancak işsizlik maaşı alabilmek çok ağır şartlara bağlandığı için 2,9 milyon işsizden eylül ayı itibarıyla 372 bini işsizlik maaşı alabildi. İşsize maaş konusunda son derece cimri olan hükümet, fondan amaç dışı kullanımda ise bir hayli bonkör. İşsizlere aktarılmayan para, ‘diğer gider’ adı altında cömertçe harcandı. ‘Diğer gider’ kaleminde geçen yıl da 1 milyar 36 milyon TL harcanırken son iki yıldaki artış dikkat çekiyor. 2012’de 538, 2011’de 454, 2010’da ise 233 milyon lira harcanmıştı.
Sayıştay: Fondan mevzuata aykırı harcama yapıldı
Sayıştay raporlarında, İşsizlik Fonu’nun amaç dışı kullanımına dair önemli tespitlere yer veriliyor. Raporlardaki tespite göre, fondan 191 milyon lira mevzuata aykırı harcama yapıldı. Bu harcama, İşkur’da memur kadrosunda görev yapan kişilere yapılan giderler karşılığında aktarıldı. Ancak Sayıştay’ın tespitine göre bu harcama mevzuata aykırı. Yine Sayıştay raporlarında İşsizlik Fonu’ndan karşılanması mümkün olmayan giderlerin fondan karşılandığı, bu kapsamda yaklaşık 21,5 milyon lira harcandığı tespitine yer veriliyor.
Hükümetin işsizlere borcu 11,5 milyarı aştı
Fonun amaç dışı kullanıldığına dair çok sayıda olay yaşanırken, işsizlerin parasının harcandığı en önemli kalemlerden biri de bütçeye aktarılan kaynak. İşsizlik Fonu verilerine göre GAP’a harcanması amacıyla fondan 11,5 milyar lira Merkezî Yönetim Bütçesi’ne aktarıldı. 5 yılda yapılan bu harcamanın fona geri ödenmesi gerekiyor. Hükümetin işsizlere borcu 11,5 milyar lira. Ancak bu paranın ne zaman, hangi periyotlarla fona geri ödeneceği belirsiz.
Eski Bakan Kıratlıoğlu: Bu hırsızlık ve yolsuzluğun yüzde 1'i bizim dönemde olsaydı sokağa bile çıkamazdık
DYP’li eski Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, Demokratlar Kulübü Üyesi  Esat Kıratlıoğlu, hırsızlığın ve suçların üzerinin kapatılması için ‘paralel devlet’ denilen bir kavram uydurulduğunu söyledi. Kıratlıoğlu, “17 Aralık darbe deniyor. 17 Aralık’ta ne var? Sağ-sol çatışması mı var? 17 Aralık’ta hırsızlık var. Bunların yüzde biri bizim dönemimizde olsaydı sokağa çıkamazdık.” dedi.
İktidarın hukuk dışı uygulamaları ve yolsuzluk iddialarının üzerini örtme girişimi, siyasetinin tecrübeli isimlerini rahatsız etti. 12 Eylül döneminde enerji bakanlığı görevini üstlenen ve DYP’de siyaset yapan Esat Kıratlıoğlu, bu isimlerden biri. Yolsuzluk suçlarının yargıdan kaçırıldığını ifade eden Kıratlıoğlu, bunu ‘ihanet’ olarak değerlendirdi. Ardından çarpıcı bir tespitte bulundu: “Bu hırsızlıkların yüzde biri bizim dönemimizde olsaydı sokağa çıkamazdık. Ben hâlâ 1994 model arabaya biniyorum.”
Siyasi iktidarın son dönemdeki gayri hukuki uygulamaları ve yolsuzluk iddialarının üzerinin kapatılma girişimi, yıllarca Türk siyasetinin içinde bulunmuş tanınmış simaları da rahatsız etti. Bu isimlerden biri de 12 Eylül döneminde Enerji Bakanlığı görevini üstlenen ve uzun yıllar DYP’de siyaset yapan Esat Kıratlıoğlu. Aktif siyasette bulunduğu yıllarda renkli kişiliğiyle dikkat çeken eski Nevşehir milletvekili Kıratlıoğlu, hırsızlığın ve suçların üzerinin kapatılması için ‘paralel devlet’ denilen bir kavram uydurulduğunu düşünüyor. İddiaların yargıdan kaçırılmasını ‘ihanet’ olarak değerlendiren eski Bakan, çok çarpıcı bir tespitte bulunuyor: “Bu hırsızlıkların yüzde biri bizim dönemimizde olsaydı sokağa çıkamazdık. Bakan olduğum dönemde bütçeden harcanan paranın yüzde 47’si benim elimden geçiyordu. İstesem milyarlık bir adam olabilirdim. Ama 1994 model Mercedes’e biniyorum. Allah’ıma şükürler olsun.”
Süleyman Demirel ve Tansu Çiller’le yıllarca yan yana siyaset yapan Kıratlıoğlu, ülkenin gidişatından endişeli. 
Bir açıklama yapan Esat Kıratlıoğlu, sözlerine “Konuşacak, hükümetin yanlışlarını söyleyecek babayiğit kalmadı.” diye başlıyor. Duayen siyasetçi, iktidarın otoriterleştiği kanaatini taşıyor. İktidarın yönetim anlayışının ‘demokrasi’ olarak nitelendirilmesini yanlış bulan Kıratlıoğlu, bunun yerine ‘demokrasinin kıyısında gezinen rejim’ tanımlaması yapıyor. Medya üzerindeki baskının, gerçeklerin ortaya çıkmasını engellediği değerlendirmesinde bulunuyor. Aynı tahakkümün iş dünyası ve sivil toplum örgütleri üzerinde de oluşturulduğuna dikkat çekiyor. Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın din üzerinden siyaset yapma konusunda çok başarılı olduğunu, muhalefetin ise bu duruma karşılık vermekte yetersiz kaldığını dile getiriyor.Kıratlıoğlu’nu en çok rahatsız eden konuların başında ‘paralel devlet’ tartışmaları geliyor. Özellikle Erdoğan tarafından tekrarlanan bu iddiayı ‘uydurma’ olarak nitelendiren eski Bakan, bu söylemle hırsızlık ve yolsuzluklarının örtbas edilmesinin hedeflendiğini düşünüyor.
Hırsızlığın konuşulması gerekirken, gündemi ‘paralel devlet’ söyleminin işgal etmesini şaşkınlıkla karşılıyor. Bu ortamın meydana getirilmesinde, iktidara yakın işadamlarından toplanan paralarla satın alındığı iddia edilen  ve kamuoyunda ‘havuz medyası’ olarak adlandırılan yayın organlarının propagandasının etkin rol oynadığını anlatıyor. Ancak devletin parasına elini uzatanların bugün olmasa bile yarın mutlaka yargılanacağını söylüyor. 17 ve 25 Aralık’taki Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluk operasyonlarını ‘darbe’ olarak nitelendiren Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a da kendisine has üslubuyla cevap veriyor: “27 Mayıs’ı da, 12 Mart’ı da, 12 Eylül’ü de yaşadım. 17 Aralık’ta ne var? Sağ-sol çatışması mı var? 17 Aralık’ta hırsızlık var, hırsızlığın cezalandırılması var.”
Şatafatlı saraylar israf
Kıratlıoğlu’nun bir diğer eleştirisi de devlet bütçesinden yapılan ve son günlerde gündemin ilk maddesini işgal eden milyarlarca liralık harcamalar. Şu ana kadar yapımında 1 milyar 370 milyon TL harcanan Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nı ‘şatafat ve israf’ kelimeleriyle eleştiriyor. Kıratlıoğlu’nun son uyarısı ise terör örgütü PKK ile yürütülen müzakerelerle ilgili. Kıratlıoğlu’na göre PKK önce özerkliği, ardından da bağımsızlığı hedefliyor. Yürütülen politikalar da örgütün bu amacına hizmet ediyor.

13 Kasım 2014 Perşembe

Türkiye'nin "Gümrük Birliği resti" ne anlama geliyor?

Türkiye'nin Gümrük Birliği resti ne anlama geliyor?
Avrupa Birliği (AB) Bakanı ve Başmüzakereci Volkan Bozkır'ın "ABD ve AB arasında imzalanacak bir serbest ticaret anlaşmasından Türkiye dışlanırsa Gümrük Birliği'ni askıya alabiliriz" sözleri yeni bir tartışma başlattı.
Ankara'yı rahatsız eden konu, dünyanın iki büyük ekonomik pazarının Türkiye'yi dışlayarak gümrüklerini karşılıklı olarak açması durumunda Türkiye'nin özellikle ABD pazarında haksız bir rekabetle karşı karşıya kalabileceği endişesi.
Türkiye Gümrük Birliği anlaşmasına imza atmış olan bir ülke olduğu için Brüksel'in imzaladığı her serbest ticaret anlaşması Türkiye'yi de bağlıyor. Yani Türkiye de diğer tüm AB üyeleri gibi anlaşma yapılan ülkeye gümrüklerini açıyor. Ancak AB ile anlaşıp Türkiye ile ikili bir ticaret anlaşması yapmayan ülkeler için aynı durum söz konusu değil.
Yani Türkiye ile ayrı bir anlaşma yapmayan bir ülke Türkiye'ye gümrüksüz mal sokarken, Türkiye'den ithal ettiği ürünler için gümrük tarifelerini çalıştırabiliyor.
'AB'nin anlaştığı ülkeye mal satamıyoruz'
"Burada teknik bir uyuşmazlık var" diyen Marmara Üniversitesi'nden AB Ticaret Politikaları uzmanı Sait Akman, AB'nin yaptığı anlaşmaların Türkiye'yi de bağlar hale geldiğini ifade ediyor ve "Danışma mekanizmaları olsa da bunlar yetersiz kalıyor" diyor.
Sanayiciler de 'ortaya çıkan haksız rekabet ortamından' rahatsız.
Denizli Sanayi Odası Başkanı Müjdat Keçeci "Avrupa Briliği'nin serbest ticaret anlaşmaları bizim en büyük sorunumuz. Anlaşma yaptıkları ülkelere mal satmakta çok zorlanıyoruz.
Rekabet edemiyoruz" diyor.
Sait Akman'a göre sanayiciyi rahatsız eden 'Gümrük Birliği'nin bağlayıcılığ'ı, söz konusu ülke ABD gibi dünyanın en büyük ekonomisi olunca siyasi tepki de çekiyor.
Türkiye'nin ABD ile ticari ilişkileri özellikle 2007'den itibaren canlanmaya başlamıştı. 2011'e kadar iki ülke artasındaki ticari ilişkiler ABD lehine gelişmiş ve Türkiye'nin ABD'ye karşı verdiği dış ticaret açığı 11 milyar doları aşmıştı. Sonraki yıllarda bu artış Türkiye'nin ihracatındaki artışla birlikte kademeli olarak kapanmıştı.
AB ve ABD arasındaki olası bir ticaret anlaşmasıyla birlikte bu tablonun tekrar terse dönebileceği ve ABD'ye karşı verilen açığın tekrar artışa geçebileceği ifade ediliyor.
İş çevreleri ise Volkan Bozkır'ın "Gümrük Birliği askıya alınır" açıklamasını farklı yorumluyor.
Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Derneği (TÜSİAD) Uluslararası Koordinatörü Bahadır Kaleağası, "Bakanın sözlerini Türkiye'nin dışlandığı bir ticaret anlaşması imzalanması halinde Gümrük Birliği'nin fiilen işlemez hale geleceği şeklinde yorumluyoruz" diyor.
AB ve ABD'nin de durumun farkında olduğunu ifade eden Kaleağası, "Türkiye'yi dışarıda bırakan bir ABD-AB anlaşması sadece Türkiye'yi değil Avrupalı ve ABD'li iş çevrelerini de rahatsız ediyor. Türkiye'de yatırımı olan Alman şirketler, ABD'li şirketler rahatsız. Bu yatırımlarını Gümrük Birliği'nin sunduğu avantajları göz önüne alarak yapmışlartdı" diyor.
Türkiye'nin en büyük ticaret ortağı Avrupa
Peki iş çevreleri, sanayiciler ve Akademisyenler bu sorunu aşmak için ne gibi öneriler getiriyor?
Denizli Sanayi Odası Başkanı Keçeci'ye göre, eğer ABD ve AB Türkiye'yi dışlarıda tutmaya devam ederse Gümrük Birliği'nin askıya alınması bir seçenek olabilir.
"Belki en son seçenektir ama Bakan'ın tepkisine katılıyorum. Yoksa bu anlaşma yüzünden Türkiye mağdur olacak" diyor.
Gümrük Birliği'nin askıya alınması durumunda ise hem Türkiye hem de AB ülkeleri karşılıklı olarak 18 yıl önce indirdikleri ticaret duvarlarını tekrar yükseltmesi anlamına gelecek.
İhracatının yüzde 50'sini Avrupa Birliği'ne yapan Türkiye için bu durum rekabet gücünün zayıflaması anlamına geliyor.
Sait Akman'a göre ise Gümrük Birliği'nin askıya alınması ya da serbest ticaret anlaşması statüsüne düşürülmesi AB'ye üyelik yolunda atılacak bir geri adım olacak.
Akman, AB ve ABD arasındaki görüşmeler devam ederken Türkiye'nin olumsuz etkilenmesini önleyecek eşzamanlı bir sürecin yürütülebileceğini ifade ediyor.
Ancak Akman, Volkan Bozkır'ın 'askıya alırız' açıklamasını kastederek "Sürekli bu tür açıklamalar ilkişkileri zayıflatır. Bu söylemlerden dışarıdan çok iç kamuoyuna yönelik" diyor.
TÜSİAD'dan Bahadır Kaleağası ise her ne kadar Türkiye'nin AB ve ABD arasındaki müzakerelere katılamayacağını söylese de "Bu müzakereleri Avrupa Komisyonu yürütüyor. Ancak Türkiye en azından gözlemci statüsünde katılabilir. En azından ne yönde ilerlendiğini daha net görebiliriz" diyor. [BBC Türkçe_BBC Turkish17 saat önce]

6 Kasım 2014 Perşembe

Başbakan Ahmet DAVUTOĞLU açıkladı: İşte 9 maddelik eylem planı!...

İşte, Hükümet'in 9 maddelik eylem planı:
Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Ekonomide Öncelikli Dönüşüm Programı Eylem Planı"nı programını açıkladı. Davutoğlu, 25 alanda geniş kapsamlı dönüşüm öngören programın ilk 9 maddesini paylaştı.
Davutoğlu'nun açıklamalarından satır başları:
Sanayi devrimi sonrası imparatorlukların nasıl bittiğini hep birlikte yaşadık. Dışa açılma politikaları Özal ile birlikte başladı. AK Parti iktidarı son 200 yıllık modernleşme tarihinin altın 10 yılıdır 62. hükümet programını yazım sürecinde ısrarla üzerinde durduğumuz konu şuydu. Bu hükümet programının 2015 seçimlerine olan dönem değil 2023'e kadar giden 9 yıllık bir süreci düşünmüştük. Şimdi açıklayacağımız programla hedefleri paylaşacağız.
İŞTE 5 ANA PRENSİP
5 ana prensipten bahsetmek istiyorum. Siyasi istikrar ile ekonomi arasındaki dengedir. Seçimlere giderken ve daha sonraki dönemleri planlarken siyasi istikrar önemlidir.
İkincisi insan odaklı kalkınma önemlidir. Çünkü Türkiye'nin kaynakları itibariyle 2 önemli kaynağın altını sürekli çizdik. İnsanımız ve bulunduğumuz coğrafya. Ekonomide niteliksel dönüşümün doğal kaynağı insanımızdır.
Üçüncüsü insan odaklı teknolojinin gelişmesi. Sanayide kaybettiğimiz yüz yılı yeni dönemde ARGE'ye ağır vererek yeni kayıplar oluşturmayacağız.
Dördüncüsü ekonomide bütüncül bir anlayış geliştirmek. Ekonomi entegre bir bütündür. Reel sektörden kopuk bir finans sektörü devam edemez. Dolayısıyla siyasi istikrarla ekonomi arasında bir bağ varsa finans ile reel sektör arasında da bir bağ vardır. Bankacılık sektörü çöktüğünde fabrikalarda kapanmaya başladı. Bu dönemde en temel konu ekonominin bir bütün olarak yönetilmesidir.
Beşinci ilke ise ekonominin dünya ile bütünleşmesidir. Kapalı ekonomi sistemler varlığını devam ettiremez. Dünyadan kopuk ekonomiler krizleri yönetme kabiliyetlerini kaybeder. Küresel ekonomik gelişmeleri anlayabilen ve yönetebilen bir ülke olmalıyız.
"HAYAL OLARAK GÖRÜLMESİN"
Eğitimde çok büyük reformlara imza atılmıştır. 12 yıl önce açıkladığımız hedefler o günlerde hayalcilik olarak görülebilirdi ama şimdi görüldü ki bunlar gerçekleştirildi. Şimdi ilan edeceğimiz planlar da gerçekleşecektir. İlgili bakanlıklarımız detaylarıyla çalıştılar.
1-İthalata olan bağımlılığın azaltılması programı
Cari açığın arkasında bu sebep vardır. Bu problemi çözmek önemlidir. Türkiye'nin ihtiyacı belirlenerek MTA'nın yurt dışında da madencilik yapacağını sağlayacağız. Enerjide kullanılan techizatın yurt içinde üretilmesini sağlayacağız. Yurt dışından alınmayacak. Demir sektörünün hurdaya bağımlılığını azaltacağız. Sanayi statejini revize edecek sektörel stratejileri bulacağız. Elektrikli araçlar için batarya geliştirilmesini destekleyeceğiz.
2-Teknoloji alanlarında ticarileştirme programı
Öncelikli sektörlerde teknoloji yatırımlarını destekleyeceğiz. Enerji, sağlık, hava, uzay sektörlerinde teknoloji yatırımlarını destekleyeceğiz. Ülkemizde test alt yapısını geliştireceğiz. Kobiler başta olmak üzere girişimciler ve yatırımcılar arasındaki bağları geliştireceğiz. Kümelenme çalışmalarını destekleyeceğiz. Bu yolla 2018 yılına kadar ürün ve marka sayımızı arttıracağız.
3-Kamu alımları yoluyla teknoloji geliştirme programı
Kamu kurum ve kuruluşlarında farkındalığı arttıracağız.
4-Yerli kaynaklara dayalı enerji alım programı
Bu alana özgü yeni destek programları bulacağız. Kurumlar arası koordinasyonu destekleyeceğiz. Linyit kaynaklarımızı ekonomimize kazandıracağız. Dış ticaret gibi önemli bir konuda da zaafı gidermeyi umut ediyoruz.
5- Enerji verimliliğini geliştirme programı
Bilinçlendirme programlarını yaygınlaştıracağız. Enerji verimliliği yatırımlarını geliştirmek için programlar bulacağız. Sanayide yüksek verimli motorları geliştirmeyi destekleyeceğiz. Akıllı ulaşım sistemlerini yaygınlaştıracağız. Termik santrallerde atıklardan azami seviyede yararlanacağız.
6-Tarımda su kullanımının etkinleştirilmesi programı
Modern sulama metotlarını yayınlaştıracağız. Açık sistemleri kapalı sistemlere dönüştüreceğiz. Arıtım sularının tarımda kullanacağız. Çiftçiler başta olmak üzere bilgilendirmeler yapacağız.
7-Sağlık endüstrilerinde yapısal dönüşüm programı
Yönlendirme komiteleri oluşturacağız. İlaç ve tıbbi ilaç alımlarında yerli üretimi arttıracağız. Biyo teknolojik ilaç alanlarında araştırmaları geliştireceğiz. Kobilere yönelik finansal destek mekanizmaları bulacağız.
8-Sağlık turizminin geliştirilmesi programı
Sağlık turizminde hedef ülke bazında programlar hazırlayacağız. Bu alanda hizmet verecek işletmelere ağırlık vereceğiz. Yabancı dil başta olmak üzere çalışanlara eğitim vereceğiz. Yurt dışı tanıtım kapsamında geliştirmeler yapacağız.
9-Taşımacılıktan lojistiğe dönüşüm programı
Lojistik alanda çalışan tüm kurumlar için programlar kuracağız. Ulaşımda elektronik sistemleri geliştireceğiz. Devlet demir yollarının yapılanmasını tamamlayacağız. Gümrük işlemlerini hızlandıracağız. Gümrük kapılarının sayısını arttıracağız.
ÇÖZÜM SÜRECİ
Aslında vurguladığım gibi ülke ekonomisindeki gelişmelerin tüm bölgelere yayılmasına önem veriyoruz. Doğuda da ciddi bir yatırım cazibesi oluşmuştu, oralarda ekonomik bir canlanma gözlemlendi. En fazla teşvike mazhar durumda. Huzur ile istikrar ile bu teşvikler bir araya geldiğinde Doğu'da büyük bir kalkınma olacağına inancımız tam. Son 6-7 Ekim olaylarında iş yerlerinin hedef alınması aslında o bölgede kalıcı bir yatırım hedeflenmesi gerektiğini gördük. Bölgede yaşayan vatandaşlarımıza hükümetimiz kararlı bir mesaj veriyor. Zikrettiğim hususlarda teknoloji olan alanlarda ek teşviklerin verilmesi.
TARIMA ÖZEL BİR KOMİTE
Yapısal dönüşüm planlarına baktığınızda tarım sektörüne özel bir ilgi gösterdiğimiz görülür. Sulama alanında yapacağımız modernizasyon önemlidir. Tarım alanında özel bir komite kuruyoruz.
DÜNYADA İLK 10'DA OLMAK İSTİYORUZ
Son 12 yıl içinde en yakından takip ettiğimiz hususlardan biri Türk ekonomisini dünyaya duyurmak. Dünyada ilk 10 ekonomi içinde olmak istiyoruz. Diğer 9 ülkeye baktığınızda coğrafya olarak Türkiye'den çok büyük ülkelerdir. Engelleri kaldırmakla bu mümkün olabilir. Vizeleri kaldırmak gibi. Ticaret alanımızı genişletmenin en önemli etkeni de gümrük kapılarıdır. [ulusal haber & ulusal ajans_06 Kasım 2014_Perşembe_Ankara) 

5 Kasım 2014 Çarşamba

MEDAR-I İFTİHARIMIZ. MİLLETE BÜYÜK MORAL; "TÜRK İKTİSAT PROFESÖRÜNE BÜYÜK ONUR Prof. Dr. Gökhan Çapoğlu Meksiko City'de...."

TÜRK İKTİSAT PROFESÖRÜNE BÜYÜK ONUR
 Prof. Dr. Gökhan Çapoğlu Meksiko City'de…
 Prof. Dr. Gökhan Çapoğlu Meksiko City'de…
Meksika Ulusal Otonomi Üniversitesi (UNAM) Ekonomi Fakültesinin 29, 30, 31 Ekim 2014 tarihlerinde; İki yılda bir düzenlenen 5. Uluslararası Heterodox Mikroiktisat seminerinin onur konuğu olarak Meksiko City'e davet edildi. MEKSİKA ULUSAL OTONOMİ ÜNİVERSİTESİ (UNAM)
Meksika Ulusal Otonomi Üniversitesi (UNAM) 300,000 öğrencisi, 3 Nobel ödülü ile Meksika'nın en köklü, eski, itibarlı ve etkili üniversitesi.
UNAM Ekonomi Fakültesi Prof. Dr. Gökhan Çapoğlu’nun 1991 yılında İngiltere'de Edward Elgar yayınevinin 'Modern Ekonomi'de Yeni Yönler' serisinde yayınlanan "Fiyatlar, Kârlar ve Mali Yapılar; Rekabete Post-Keynesian Bir Yaklaşım" başlıklı kitabını bu yıl 5. düzenlenen  uluslararası seminerin “ANA KONUSU” olarak seçti. 
ULUSLARARASI SEMİNERİN ANA KONUSU OLARAK SEÇİLDİ
Prof. Çapoğlu bu kitabında, rekabeti mevcut egemen neoklasik anlayışın statik piyasa yapısı anlayışı yerine, dinamik yaşam mücadelesi olarak kavramlaştırdı. Bu şekilde firmaların fiyatlama, yatırım ve mali yapı davranışlarını doğru bir şekilde yorumlamak mümkün oldu. 
Uluslararası Heteredox Mikro İktisat  Semineri
1991’den sonra yapılan bütün çalışmalar da Prof. Çapoğlu’nun yaklaşımını destekleyince, mevcut egemen neoklasik iktisat anlayışının artık geçerli olmadığını gören UNAM Ekonomi Fkültesi iki yılda bir düzenlediği Uluslararası Heteredox Mikro İktisat  Semineri’nin geçtiğimiz hafta yapılan 5’incisinin ana konusu olarak Prof. Çapoğlu’nun 23 sene önce yayınladığı "Fiyatlar, Kârlar ve Mali Yapılar; Rekabete Post-Keynesian Bir Yaklaşım" adlı kitabını seçti.
Prof. Çapoğlu’nun kitabı, son iki yüzyıllık kapitalist dünya ekonomisinde teknolojik gelişmeleri ve güç dağılımında ülkelerin yerlerinin neden değiştiğini, nasıl politikalar izlenmesi gerektiğini de açıklıyor.
Prof. Dr. 'Conferencia Magistralı
Prof. Dr. 'Conferencia Magistralı' olarak üç gün boyunca sabahları 9.00-11.00 arası seminer verirken, Meksikalı iktisatçılar Çapoğlu’nun kitabında yer alan konuların Meksika ekonomisine uyarlaması konusunda tebliğler sundular.
Seminer sonrasında UNAM Ekonomi Fakültesi Prof. Çapoğlu’nun 1991 yılında İngiltere'de yayınlanan kitabını İspanyolca yayınlamak istediğini belirtti.
Tercüme gerçekleştiğinde Prof. Gökhan Çapoğlu; “Kitabı İspanyolcaya çevrilen ilk Türk iktisatçısı” olacak. (Ulusal Ajans & Ulusal Haber) 

3 Kasım 2014 Pazartesi

Buğday, saman ve ottan sonra süt ithalatı da yolda!.. TURKİYE’NİN AKP ÇIKMAZI!...

Hükümet; Buğday, saman ve ottan sonra süt ithalatı yolda!..
TÜRKİYE’NİN KÂBUSU VE AKP ÇIKMAZI
Son 10 yılda Belçika kadar 1. sınıf tarım arazisini terk ve en verimli toprakları sanayi ve iskân'a tahsis eden Türkiye, 2,5 milyon ton buğday ve süt ithal edecek!
Ziraat Mühendisleri Odası’ndan yapılan açıklamada, AKP hükümetinin aksi yöndeki açıklamalarına rağmen Türkiye tarımının içinde bulunduğu derin kriz gözler önüne serildi. Son yıllarda uygulanan emek karşıtı politikalar nedeniyle küçük üreticilerin eritildiğine dikkat çeken ZMO, toprak koruma kurullarının toprağın tarım dışı amaçla kullanım taleplerinin sekreteryası gibi çalıştığına işaret ederek, son 10 yılda Belçika büyüklüğündeki tarım arazisini terk eden Türkiye’nin Bakanlar Kurulu kararıyla buğdaydan süte, besilik danadan pirince kadar pek çok ürünün sıfır gümrük vergisiyle ithal edilmesinin önünün açıldığını açıkladı…
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası’nın, (ZMO) 44. Dönem 1. Danışma Kurulu toplantısı 24 -26 Ekim  tarihleri arasında Manisa’da gerçekleştirildi. Türk tarımının içinde bulunduğu durum ile mesleki alanları ilgilendiren güncel gelişmelerin de tartışıldığı toplantıda, sorunların çözümüne ilişkin değerlendirmeler yapıldı. Danışma Kurulu toplantısının ardından ZMO tarafından basın açıklamasında, Türkiye tarımında özellikle son çeyrek asırdır uygulanan neo-liberal politikalar çerçevesinde çiftçilere yapılan yetersiz desteklemeler nedeniyle üretim kısıtlandığı belirtilirken, altyapı yatırımlarının da ihmal edilerek tarımın iklim koşullarına bağımlı yapısının devam ettiği kaydedildi.
KAYISI, FINDIK VE BUĞDAY ÜRETİMİNDE BÜYÜK DÜŞÜŞ VAR
2013-2014 tarım yılında yaşanan meteorolojik olumsuzluklar nedeniyle bitkisel üretimde bir önceki yıla göre önemli gerilemeler olduğuna dikkat çekilen açıklamada,  buğday üretiminin 13,8, arpanın yüzde 20,3, nohutun yüzde yüzde 11,1, kırmızı mercimeğin yüzde16,5, tütünün yüzde 22,2, kayısının yüzde 65,4, fındığın ise yüzde 25 oranında düştüğü vurgulanarak, “Yaşanan şiddetli kuraklığa karşın ekonomik ölçütlerde sulanabilir tarım arazilerimizin yüzde 30’dan fazlası hala sulama yatırımlarının yapılmasını beklemektedir. Kuraklığın tarım alanları dışında mera alanlarına olan etkisi de göz ardı edilemez. Yem bitkileri gibi yaprak aksamı yüksek olan bitkiler hafif kuraklıklardan dahi zarar görmektedirler. Bu kapsamda, kuraklığın mera alanlarındaki etkilerinin ölçümü ve değerlendirilmesinin yapılması bu konuda Tarımsal Kuraklıkla Mücadele Eylem Planı tedbirleri içinde meralara ilişkin önlemlerin acilen alınması ve kuraklığa dayanıklı yem bitkisi çeşitlerinin ıslah edilerek geliştirilmesi hayvancılığımız ve doğal kaynaklarımızdaki tahribatı durdurmak açısından büyük önem taşımaktadır” görüşüne yer verildi.                                                                  
KURULLAR, TOPRAĞIN TARIM DIŞI AMAÇLA KULLANIMINA HİZMET EDİYOR
Yasa gereği ZMO temsilcilerinin de yer aldığı Toprak Koruma Kurullarının, fiilen tarım arazilerinin tarım dışı amaçla kullanımı taleplerinin sekretaryası gibi çalışmakta olduğunun altı çizilen ZMO açıklamasında, şöyle denildi: “ Bilindiği üzere 5403 Sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu`nun 14. Maddesi tarımsal potansiyeli yüksek büyük ovaların belirlenmesi ve korunması ile ilgilidir. Ovalarımızın korunabilmesi için, kurulların asli işlevlerinin başında gelen ‘Büyük ovalarda koruma ve geliştirme amaçlı tarımsal altyapı projeleri ve arazi kullanım planları kurul veya kurulların görüşü alınarak, Bakanlık ve valilikler tarafından öncelikle hazırlanır veya hazırlattırılır’ hükümlerini yerine getirilmek için acilen çalışamaya başlamaları sağlanmalıdır. 6360 Sayılı Büyükşehir Yasası ile yapılan düzenlemelerin, süreç içinde topraklarımız ve özellikle meralarımız bakımından giderilmesi imkânsız sonuçlar doğuracak uygulamalara yol açacağı kaygısını taşımaktayız. Bunun somut örneği, gerek 3202 Sayılı Köye Yönelik Hizmetlere İlişkin Kanun ve gerekse 5403 Sayılı İl Özel İdaresi Kanunda yazılı görev ve sorumlulukların 6360 Sayılı yasa ile devri yapılan Büyükşehir Belediyelerinin teşkilat yapılarında ve uygulamalarında görülmektedir. Büyükşehir belediyelerinin tarımsal sulama hizmetleri başta olmak üzere tarımsal-kırsal altyapı hizmetlerini yerine getirmede isteksiz hatta kayıtsız kaldığı gözlemlenmektedir. Bu anlayış ve uygulamalar bir an önce terk edilmelidir.”
‘TARIM ARAZİLERİ İMARA AÇILIYOR’
6360 sayılı Büyükşehir Kanunu gereğince 30 Mart 2014’ten sonra 16 bini aşkın köy mahalleye dönüştüğüne vurgu yapılan açıklamada,  bu yerlerde köy tüzel kişiliğine ait tüm varlıkların belediyelere devredildiği belirtilerek, “tarım arazileri, meralar ve yaylakların imara açılmaktadır. Böylelikle tarımsal üretimden zaten kazanç sağlayamayan çiftçilerin ellerindeki araziyi satıp üretimden çekilmeleri için zemin hazırlanmış olmaktadır” ifadelerine yer verildi.
AKP hükümetinin tarımla ilgili büyüme rakamlarına karşın Türk tarımındaki büyük yalanların gözler önüne serildiği ZMO açıklamasının çarpıcı ayrıntıları şöyle:
30 YILDA KEÇİ YÜZDE 73, MANDA YÜZDE 92 AZALDI
-1980-2009 yıllarını kapsayan 30 yıllık dönemde sığır varlığı yüzde 33, manda varlığı yüzde 92, koyun varlığı yüzde 55, keçi varlığı yüzde 73 düzeyinde azalmıştır. Buna karşılık 2009’u izleyen 4 yılda sığır, manda ve koyun varlığı yüzde 35; keçi varlığı is ise yüzde 80 düzeyinde artmış ya da artırılmıştır. Hayvan popülasyonumuzun bu kadar kısa sürede bu denli artması biyolojik olarak mümkün değildir. İthalatla artırılan sayılar ise hayvancılığımızın gelişmesi olarak ifade edilemez. Tarım istatistikleri hızla daha güvenilir bir hale getirilmelidir. 
TARIMDA YAPAY BÜYÜMENİN SONUNA GELİNDİ
-Gayri safi yurtiçi hasıla 2014 yılı ikinci çeyreğinde bir önceki yılın aynı çeyreğine göre sabit fiyatlarla yüzde 2,1’lik artış göstermiş, yılın ilk 6 ayındaki büyüme ise yüzde 3,3 olarak gerçekleşmiştir. Buna karşılık tarım 2014 yılı ikinci çeyreğinde yüzde 1,8 oranında küçülmüş, yılın ilk 6 ayındaki büyüme ise yalnızca yüzde 0,2 olarak gerçekleşmiştir. Bu veriler tarımda yapay büyüme döneminin sonuna gelindiğini göstermektedir. 
PİYASA KOŞULLARI ÇİFTÇİYİ SÖMÜRÜYOR
-2014 yılı prim desteğinde sadece yağlık ayçiçeğinde (kilo başına 6 kuruş) ve pamukta (kilo başına 5 kuruş) artış yapılmıştır. Diğer 15 üründe ise geçtiğimiz yıl olduğu gibi bu yıl da herhangi bir artış yapılmamıştır. Tarımda koruma ve müdahale bir zorunluluktur. Aksi halde çiftçiler girdi satın alırken ve/veya ürünlerini satarken, piyasa koşullarından dolayı çift yönlü sömürüye maruz kalmaktadırlar. 
DESTEKLEME YÜZDE 165, MAZOT YÜZDE 300 ARTTI
-Yağlık ayçiçeği tohumu destekleme fiyatları 2002-2014 döneminde yüzde 165 oranında artırılmıştır. Buna karşılık söz konusu dönemde kimyasal gübre fiyatları cinsine göre yüzde 240yüzde 320 düzeyinde yükselmiş, karma yem ve mazot fiyatlarındaki artış ise yüzde 300’ü bulmuştur. 
ZEYTİNLİKLER YIKIMA AÇILDI
-30 Ağustos 2014 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı’na göre elektrik borcunu ödemeyen çiftçilerin bu borcu 2014 yılı tarımsal destekleme ödemelerinden mahsup edilecektir. Başka bir deyimle elektrik borcu olan çiftçinin tarımsal desteklemesine el konularak, elektrik firmalarına verilecektir. Hükümet bu kararı ile elektrik firmalarının tahsildarlığını üstlenmiştir. 
Elektrik Piyasası Kanunu ile Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerin Araştırılması Hakkında Kanun Değişikliğine Dair Kanun Tasarısı ile zeytinlikler ‘seracılık, madencilik, elektrik üretimi, petrol ve doğalgaz arama ve işletme, konut, yol altyapı ve üstyapısı’ yatırımlarına açılmak istenilmektedir. Öte yandan zeytin bahçelerinin ortalama büyüklüğünün 10 dekar olduğu ülkemizde 25 dekardan küçük zeytinliklerin zeytinlik saha olarak kabul edilmemesi, toz ve duman çıkaran tesislerin kurulmasına izin verilecek olması zeytinciliğin ölüm fermanı anlamına gelmektedir.
BAKANLAR KURULU KARARIYLA 2,5 MİLYON TON BUĞDAY İTHAL EDİLECEK
-19 Nisan 2014 tarihli Bakanlar Kurulu Kararına göre Toprak Mahsulleri Ofisinin (TMO) toplam 4,2 milyon ton hububat ithalatı yapabilmesi için tarife kontenjanı açılmıştır. Karara göre, TMO ihtiyaç halinde sıfır gümrük vergisi ile 2,5 milyon ton buğday, 1 milyon ton arpa, 500 bin ton mısır ve 200 bin ton pirinç ithal edebilecektir. 
BESİLİK DANA İTHALATININ ÖNÜ AÇILDI
-Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Hayvancılık Genel Müdürlüğü, besilik dana ithalatında uygulanacak şartları belirlemiştir. Hastalık nedeniyle yasak konulan ülkeler dışında kalan tüm ülkelerden besilik dana ithalatı yapılabilecek; işletmesinde 100 baş hayvanı olmayanların başvuruları dikkate alınmayacaktır. Ayrıca 100 baş hayvan sahibi kişi veya işletme en çok 40 baş besi hayvanı ithal edebilecektir. 
SÜT İTHALATI YOLDA
-Hayvan ithalatından sonra sırada zincirin son halkası olan süt ithalatı vardır. Süt sanayicileri Dahilde İşleme Rejimi (DİR) kapsamında yurtdışından süt ithal edebilecekler. Gerek canlı hayvan, gerekse süt ithalatına ilişkin kararların hayvancılığı tümüyle dışa bağımlı hale getireceği, üretici fiyatlarını baskılayacağı ve sektörü geri dönüşü olmayacak şekilde olumsuz etkileyeceği konusunda yetkilileri uyarmak istiyoruz.
MERALARA APARTMAN YAPILABİLECEK
-Soma faciası sonrasında iş güvenliği ve işçi sağlığını daha iyi duruma getirme iddiası ile çıkarılan ve 11 Eylül 2014 tarihinde yayımlanan 6552 sayılı Kanunda 4342 sayılı Mera Kanunu`nun 14. maddesinin birinci fıkrasına bir bent eklenmiştir. Buna göre ‘Bakanlar Kurulunca kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı olarak ilan edilen’ yerlerin tahsis amacı değiştirilebilecek (mera amacı dışında kullanılabilecek), kentsel dönüşüm adı altında betonlaşacak, kentleşecektir. Hayvancılığını geliştirmek isteyen bir ülkenin meralarını kentsel ranta açması değil, meralarını ıslah edip ot kalitelerini yükseltmesi gerekir. 
Başta Ege bölgemiz olmak üzere jeotermal kaynaklarımızdan faydalanmaya yönelik çabalar hız kazanmıştır. Ancak bu kaynakların kullanımı sırasında ortaya çıkacak kirlilik ve ekolojik dengeye olan etkisi göz ardı edilmemelidir. 
TÜRKİYE BELÇİKA BÜYÜKLÜĞÜNDEKİ TARIM ARAZİSİNİ TERK ETTİ
-Nüfusumuzun 2003 yılında 70,8 milyon olduğu dönemde çiftçi sayımız 3 milyon iken, 2013 yılında 77 milyona yükselmesine rağmen çiftçi sayısı 2 milyona düşmüştür. Buna paralel olarak son 10 yıllık dönemde 30 milyon dekar arazi (Belçika’nın toplam yüzölçümüne eşdeğerdir) tarımsal üretimde kullanılmaz olmuştur. 
EMEK KARŞITI POLİTİKALARLA KÜÇÜK ÇİFTÇİLİK YOK EDİLDİ
-2014 yılını ‘Uluslararası Aile Çiftçiliği Yılı’ ilan eden Birleşmiş Milletler; açlık ve yoksullukla mücadele, gıda güvenliği ve yeterli beslenme, doğal kaynakların yönetimi, çevrenin korunması, kırsal kalkınma açısından aile çiftçiliğinin ve küçük ölçekli çiftçiliğin önemine dikkat çekmektedir. Türkiye’de son yarım yüzyıldır uygulanmakta olan emek karşıtı politikalarla aile çiftçiliği ve küçük ölçekli çiftçilik büyük ölçüde erimiştir. Böylesi bir yapıya direnmek için küçük ölçekli çiftçilerin güçlerini birleştirmeleri büyük önem kazanmaktadır. 
GIDA FİYATLARI YÜZDE 15 ARTTI, GIDA GÜVENLİĞİ TEHLİKEDE
-Gıda fiyatlarının, ortalama enflasyonun üzerine çıkarak yüzde15 oranında artması, uygulanan tarım ve gıda politikalarının yanlışlığını kanıtlamaktadır. Tüketicinin gıdaya erişimi giderek zorlaşırken, sektördeki özelleştirmeler ve gıda güvenilirliğini tehdit eden uygulamalar, yaşanan sıkıntıları daha da artırmaktadır. 
((Yusuf Yavuz; Turkish Forum-Dunya Turkleri Konseyi_World Turkish Coalition dtk@turkishforum.com.tr))