28 Şubat 2014 Cuma

CIA RECEP TAYİP ERDOĞAN'I NEDEN HEDEF ALDI?.. Bu haberi dikkatlice okumanızı tavsiye ederiz...

CIA Erdoğan'ı neden hedef aldı?
Bu haberi dikkatlice okumanızı tavsiye ederiz. (*)
SİBEL EDMOND; 
CIA ERDOĞAN'I NEDEN HEDEF ALDI?
"Uzun süre Türkiye'de yaşadım ve Türkiye iç politikasını çok yakından takip ediyorum. 
Ve doğrusu, benim "FBI muhbirlik" davamın konusu aslında "ABD-Türkiye arasındaki gizli görüşmeleri deşifre etmem"den kaynaklanıyor. 
Bu yüzden hem ABD'de ABD çıkarlarına zarar verdiğim, hem de Türkiye'de Türkiye çıkarlarına zarar verdiğim gerekçesiyle iki ülkede de tamamen dışlandım.
Amerikan vatandaşları Twitter üzerinden soruyorlar, "Erdoğan hakkında düşüncelerinizi bizimle paylaşabilir misiniz?" Yazdığım makalede bunu yapmaya çalıştım ve insanların konuyu doğru anlayabilmesi için, ciddi bir tarihi arkaplan bilgisi vermek zorunda kaldım. Amerikalı insanlar şaşırıyor, "Erdoğan önceleri bir melekken, nasıl oldu da ABD için şimdi bir şeytan, bir düşman haline gelebildi, bu sistem nasıl çalışıyor?" 
CIA'nın kukla hükümetler kurduğu, onları kullandığı, ve ardından bir gecede onları nasıl yok ettikleri bilenen bir gerçek. Aynı şey Erdoğan'ın da başına getirilmeye çalışılıyor.  Ah evet, bu durum pek çok Amerikalı'ya Donald Rumsfeld'in Saddam'la tokalaştığı o unutulmaz görüntüleri ve daha sonra gözden düştüğünde işgal ve yokedilişini hatırlatıyor. Aynı süreç, Erdoğan'la ilişkilerde de açıkça görülüyor.
Ve Erdoğan'ın tasfiye süreci, Gezi Parkı olayları ile başlamış gibi görünüyor, ancak makalenizde de belirttiğiniz gibi bunun çok daha geniş çaplı, farklı nedenleri var. Örneğin daha önce Bir Gladyo Projesi: Fetullah Gülen röportajımızda anlattığınız gibi.
Gülen'le de bağlantılı.
Peki, bu değişimin nedeni nedir? Erdoğan neden gözden düştü?
Evet, bütün bunlar Gülen ve Erdoğan arasındaki kavgayla başladı. Gülen cemaati AKP'nin hükümet olması için çok ciddi destek verdi, Erdoğan ve Gül'ün bütün bürokratları Gülen cemaatinin desteğiyle geldi o noktalara.
Ancak burda şuna dikkat etmek gerekiyor, Gülen sadece bir sembol. Asıl önemli olan ve işi yapan Gülen markası. Yani, "Gülen" markasının arkasına sığınarak iş yapılıyor ve Gülen de buna müsaade ediyor. 1997'den sonra CIA Gülen'i oyuna dahil etti. Tünkiye'nin laik kanadına göre Gülen, Türkiye'de şeriat düzeni kurmak istiyor ve suçlarından dolayı aranıyordu. CIA onu ABD'ye getirdi ve ne tesadüf ki, CIA merkezinin hemen yanı başında bir eve yerleştirdi. Gülen 15 yıldır ABD'de yaşıyor ve 20-25 milyar dolarlık bir ağı kontrol ediyor ve kimse gerçekten bu paranın nerden geldiğini bilmiyor. 
Bu Gladyonun A planı idi...
Gülen'in ABD dışında CIA ile birlikte açtığı okullar, camiler, medreseler birer birer kapatılıyor çünkü bu ülkeler, Gülen cemaatinin varlığının kendi ülkelerinin ulusal güvenliğine bir tehdit olduğunu, CIA ile ortak operasyonlarda kullanıldığını kavradılar. Gülen cemaati ve CIA bununla kalmadı tabii ki, Türkiye'de büyük bir medya ağı kuruldu, satın almalar yoluyla, polis teşkilatına, hukuk ve askeri alanlara sızdılar. Ve işte bu güç ağı, yani Gülen ve CIA ortak hareketi, Erdoğan'ı parlatarak hükümete taşıdı.
Aslında 97'de Erdoğan'ın üyesi olduğu parti, askerlerin müdahalesiyle kapatılmış, Erdoğan hapse atılmış iken, 2002'de bu kez askerler geri adım attı, sessiz kaldı ve Erdoğan'ın başbakan olmasına izin verdi. Peki 1997-2002 arasında değişen neydi? Evet, artık Gladyo B planına geçilmişti, Gülen ABD'daydı artık.
Erdoğan o sırada değişmiş, aşırı güven kazanmış, beslenmiş ve "bu imama (Gülen'e) artık boyun eğmek zorunda değilim, halk beni seviyor" demeye başladı. "İmam kabul etse de etmese de ben kendi istediklerimi artık özgürce yapabilirim" diyordu. "Gülen" markasının arkasındaki CIA vb. derin yapılara da başkaldırıydı bu.
Erdoğan'daki bu aşırı güven sadece bir neden. Diğer bir neden de Erdoğan'ın İsrail'e karşı sert tutumu, sözünü geçirebiliyor görüntüsüydü. Türkiye'deki bütün partilere, medyaya rağmen bunu eleştiren de Fetullah Gülen'di. Ve bu arada, bir yan not olarak şunu söyleyeyim ki, Gülen'in ABD'deki en büyük destekçisi de ordaki Yahudi lobisidir. İsterseniz  Google'a gidip, en büyük yahudi lobisi olan AIPAC'i, ya da ATC'yi "gulen aipac" yazarak sorgulayın.
İlginç olan, bir İslami imam olan Gülen'in, Yahudi lobisi tarafından destekleniyor olmasıydı. Yahudi lobisi bir İslami modeli asla desteklemez oysa. Tek başına bu durum bile, insanların Gülen hakkında şüphe duyması, soru sormaya başlaması için yeterli bir nedendir.
Bu da Erdoğan Gülen arasındaki kavganın ikinci nedeniydi. Yani, Yahudi lobisinin desteklediği Gülen, Erdoğan'ın İsrail'e karşı sert çıkışlarını doğru bulmuyordu.
Ayrılık çanları çalmaya başlamıştı. Ve ardından Suriye konusu geldi. "Türkiye, AKP hükümeti Suriye'deki muhalifleri eğitiyor, silahlandırıyor ve bütün bunların ABD tarafından İncirlik üzerinden yönetiliyor" iddiası vardı.
Buraya kadar herşey yolunda gidiyordu. ABD'nin mevcut hükümetiyle Erdoğan iyi anlaşıyordu. Esad'ın devrilmesi için gereken herşeyi yapılıyorlardı. Ancak beklenmedik birşey oldu ABD'de. Obama karşıtı derin yapılanma, Esad'a şiddet (!) uygulandığına herkesi ikna etti, ABD müdahalesi hoş karşılanmamaya başlandı. Obama bu konudaki desteğini yitiriyordu. Ve tam bu noktada Rusya'nın devreye girmesi, ABD'yi geri adım atmak zorunda bıraktı.
Ve işte tam bu sırada, Türkiye kamuoyuna da, "Esad ile son derece iyi ilişkiler varken, muhalifler yüzünden ilişkiler bozuldu" inancı aşılandı.
ABD geri çekilince, Erdoğan tamamen ortada kaldı. Artık halkı arasında popüler değil, nefret edilen bir lider olmaya başlamıştı. ABD artık verdiği sözleri tutmuyor, Erdoğan'ı tamamen yalnız bırakıyordu ki bu da Erdoğan'ı oldukça sinirlendirmişti. Bu da üçüncü bir neden oldu.
Bu noktada başka bir olay patlak verdi; Gezi Parkı olayları. Gülen, Erdoğan'la aralarındaki kavgada, bunu bir fırsat olarak değerlendirmek istedi. Ve Gülen protestolara kendi cemaatinden insanları soktu. Erdoğan, başına neler geleceğini anlamıştı. CIA ve Gülen işe el atmış, protestolarda aktif rol oynamaya başlamıştı. 
Erdoğan bunu net olarak görüyordu.
Gezi Parkı olayları gerçek halk tarafından başlatılmış olabilirdi ancak, CIA'nın kontrolündeki Gülen cemaati ve AKP karşıtı Türkiye'nin eski güç sahipleri, bu fırsatı değerlendirmekte gecikmemişti. Ve eş zamanlı olarak ABD ve Avrupa basınında Erdoğan "diktatör" olarak anılmaya başlandı. 
Erdoğan'ın ElKaide ile ilişkili olduğu iddia edilmeye başlandı. Ki, ElKaide'nin de ne tür bir operasyon olduğunu biz açıklamaya, deşifre etmeye daha önce çalışmıştık. Erdoğan artık ElKaide'nin parasal kaynak sağlayıcıları ile bağlantılandırılmaya çalışılıyordu. Ve bütün bunlar, bu operasyonlar CIA tarafından yönetiliyordu.
Soru: Peki, bütün bunlar gayet açık, anlaşılabilir ancak benim kafama takılan soru şu, Gülen'le, daha doğrusu CIA ile Erdoğan arasında bir sorun varsa eğer, bu sorunun nedeni nedir? 
CIA Türkiye'den, Erdoğan'dan ne istiyor?
Erdoğan, AKP sadece birer sembol, tıpkı diğer ülkelerdeki kukla hükümetler gibi, Obama gibi, George Bush gibi. Asıl önemli olan, bu sembolleri yönetmeye çalışan güç, yani CIA, yani ABD Silah Sanayi. CIA'nın yapmak istediği, sözkonusu hangi ülke ise, onu tamamen kontrol altına almak, iç ve dış politikasını yönetmekti. Ki son derece düzgün bir şekilde çalıştı bu sistem uzun seneler. Diledikleri kukla hükümeti getirmeyi ve uzun süre hükümette tutmayı başardılar.
CIA'nın planı, Türkiye'yi bir model ülke olarak kullanmak ve diğer ülkeleri de aynı şekilde hizaya getirmekti. Ilımlı İslam projesini Orta Doğu'da uygulamaya geçirmekti. Erdoğan ve Gülen, daha doğrusu CIA arasındaki sorun, bu planları aksatıyordu. CIA, Erdoğan'ın kontrolünü kaybediyordu, Bu arada Gül'le hiçbir sorunları yoktu. Gül iyi bir uşak olmuştu, emirleri harfiyen uyguluyordu.
Erdoğan, CIA ile sorunu daha da büyütmek için rest çekti. Boyun eğmeyeceğini göstermek için, bir mesaj vermek için "milyarlarca dolarlık silah alımlarını ABD ile değil, Çin'le yapacağım" dedi. Tüm dünya bu reste şaşırdı. Bu, ABD ve NATO'nun en üst düzey kurallarından birinin ihlali anlamına geliyordu, yapılabilecek son şeydi. İşte bu, NATO ve ABD Silah Sanayiini çileden çıkardı.Ve Erdoğan daha da ileri giderek, "AB'ye girmek için yıllardır beklediklerini ve bunun gerçekleşmeyeceğini anladığını, bunun yerine Şangay Birliği'ne katılmak istediğini" söyledi. Ve resmen başvuruda bulundu. Ve bu davranış yine, çiğnenebilecek en son kurallardan biriydi. Batı için yüz senedir kukla olan Türkiye, kukla oynatıcısına karşı, sahibine karşı isyana kalkmıştı. Batı, zorla kurduğu bu kukla düzenini, kolay yıktırmazdı.
İşte bunları yaptığınızda, son kullanma tarihiniz dolmuş demektir. Kim olursanız olun artık bitmiştir. Ve ABD'nin uygulayacağı cezanın diğer ülkeler için ibretlik olması gerekiyordu, çünkü bu durum başkaları tarafından örnek alınabilirdi, bu risk göze alınamazdı.
Erdoğan'a şu ihtimaller sunuldu, tabii bunları hiçbir yerde duyamazsınız; 
1) Geri adım atacaksın. Herşeyi geri saracak, İsrail'le ilişkilerini düzeltecek, Çin'den silah almaktan vazgeçeceksin. Şangay'dan uzak duracaksın. Gülen'den özür dileyeceksin. Bu senin birinci seçeneğin.
2) Sessizce istifa edip gideceksin. Çünkü biz hali hazırda senin yerine gelecekleri belirledik. Şu ana kadar çalıp çırptığın paralar varsa, onları da beraberinde götürebilirsin. Senden öncekiler de çaldı. Paralarınla İngiltere'ye gitmene izin vereceğiz.
3) Bunları kabul etmezsen, bizi bekle. Bu sana iki senaryo sunar; a) Kaddafi gibi, Saddam gibi yokedilirsin, seni Taksim meydanında, Gezi Parkı'nda öldürürüz. b) Mübarek gibi korkak bir şekilde teslim olabilirsin. Seni İngiltere'de bir hapishaneye atarız, yaşamının kalanını orda sürdürürsün.
İşte şu anda, Erdoğan bu seçeneklerle karşı karşıya. Bu seçenekler Kaddafi, Saddam ve Mübarek'e sunulanlarla aynı. CIA böyle çalışıyor. Senaryolar o kadar aynı, şaşmaz ve detaylarıyla benzer ki, insan neredeyse aynı şeyleri tekrar tekrar görmekten sıkılıyor. Ama aynı CIA, Esad'a bu seçeneklerden hiç birini sunmadı, Obamaya rağmen.
Ve birkaç ay içinde kavga daha da büyüyecek.
ElKadı ile Erdoğan'ın ilişkisi şu anda piyasaya sürülüyor ancak, ElKadı 1990 ortalarından beri FBI tarafından biliniyordu. ElKadı'nın çalışma merkezi Şikago idi ve garip olan, Gladyo B'nin de çalışma merkezi Şikago. Aynı zamanda Abdullah Çatlı da Şikago'ya geldi, orda ona ABD'de sürekli kalma izni (Yeşil Kart) verildi, daha sonra çeşitli bölgelere gönderildi. Mesela Azerbeycan'a, baba Aliyev'i öldürmek üzere gönderildi vs. Yani Şikago bu işlerin merkezi, yönetim noktasıdır.
FBI, ElKadı'yı ne zaman Şikago'da sıkıştırıp da yakalamak istese, araya CIA giriyordu. Ve nihayet, ElKadı'ya toparlanıp Arnavutluk'a kaçması için yeterli zaman verildi. Ve kaçınca da "hay allah, elimizden kaçırdık" dendi.
Bu arada ABD onu 9-11'in para sağlayıcısı olarak her yerde deşifre ediyordu.  ABD bu kez, "onun Arnavutluk'da olduğunu biliyoruz, adresi herşeyi elimizde, Arnavutluk hükümetinden onu resmen isteyelim" dediler. Ancak ona Türkiye'ye geçmesi için gereken iki haftalık süreyi vermeyi de ihmal etmediler.
ABD bu kez "hay allah, Arnavutluk'tan da kaçırdık adamı" deyiverdi. Bu defa Türkiye ile yazıştı ve "bu adamı sizden istiyoruz" dedi. Türkiye tarihinde ilk defa, "pardon, aramızda böyle bir suçlu değişim anlaşması yok. Bu adam herhangi bir suç da işlemedi burda, bu yüzden onu size veremeyiz" dedi. Ve ABD "ah öyle mi, tamam sorun değil" diyerek dosyayı kapattı!
ElKadı, Azerbaycan dahil pek çok yere rahatça gidip gelen bir adam. Sadece Asya bölgesine değil, aynı zamanda Avrupa'ya da gidiyor. Örneğin Londra'ya, iş gezileri. Sonunda ElKadı, bir iş adamı olarak BM'ye kendisini terörist listesinden çıkarma başvurusunda bulundu ve BM de bu başvuruyu değerlendirip onu listeden çıkardı!
Ama ne olduysa, aniden Erdoğan'ın oğlunun ElKadı ile fotoğrafları servis edilmeye başlandı. Bu tür haberler yayılmaya başlandı. Ve bu haberlerin pek çoğu Gülen cemaati tarafından servis ediliyordu. Ve tabii ki CIA destekli MİT'ten bir grup tarafından... Ve çok ilginç bir nokta da şu ki, bu servis edilen haberlerin çoğu WikiLeaks'den geliyordu. Burada kafama birşey takılıyor, acaba bunlar WikiLeaks'de halihazırda bulunan bilgiler miydi, yoksa birdenbire, aniden keşfedilmiş bilgiler miydi? Bu konuda şüphelerim var. WikiLeaks, CIA'in kontrolünde olabilir mi? Sadece bir soru.
Soru: Sizce Erdoğan'ın başına gelenler ,Kaddafi ve Saddam'ın başına gelenlerle tıpatıp aynı mı olacak, yoksa biraz daha farklı bir versiyon mu göreceğiz burada?
Türkiye, Mısır ya da Libya'dan tamamen farklı bir ülkedir, dinamikleri çok çok farklıdır. Öncelikle, Türk insanı gerçekten de farkındalığı yüksek bir kitledir. Aptallar için tasarlanmış iki partili sistem, ABD'de olduğu gibi, Türkiye'de çalışmaz. Türkiye'de çok farklı fraksiyonlar, eğilimler mevcuttur. ABD'de olduğu gibi, yani Demokrat ve Cumhuriyetçiler arasında bir gel-git oyunu sergileyerek halkla dilediğiniz gibi oynamanız Türkiye'de çalışmaz.
Burada bilinç düzeyi son derece yüksek bir halk kitlesinden bahsediyoruz. ABD'den çok farklı bir kitledir bu. Eğitimli ve düşünen insanların olduğu bir ülkede bu kadar kolay oyunlar sergileyemezsiniz, bu çok zordur.
Diğer bir fark da, Türk insanının aktivist yönü. Sokaklara inen, hakları için mücadele eden bir topluluktur Türkler. Bana soruyorlar bazen, oyunu kime vereceksin diye. ben de "oyumu Türk halkına vereceğim" diyorum, çünkü onlara inanıyorum, onlar kendilerine ne olacağına kendileri karar vereceklerdir.
Türk halkı gözünü açık tutmaya devam etmeli ve Libya'da, Mısır'da olanlardan ders almalıdır. Bunları milliyetçi bir kişiliğim olduğu için söylemiyorum, burada tamamen farklı tür insanlardan bahsediyoruz.
ABD'nin planları Libya ve Mısır'da olduğu kadar kolay işlemeyecektir Türkiye'de.
Diğer bir konu da, AB meselesi. Daha önce AB'yi bir kurtuluş olarak gören Türk insanı, AB'nin politik ve ekonomik çöküşünü görüyor. Almanların Türkiye'deki işlere başvurduklarını, Avrupa'da işsizliğin boyutlarını görüyor. AB'ye girmemiş olmanın bir avantaj olduğunu düşünüyorlar.
TIMETURK / HABER MERKEZİ
(*) Ortadoğu'da ve Türkiye'de son günlerdeki gelişmeleri daha iyi anlayabilmek için çok açıklayıcı okunması gereken bir röportajı Timetürk olarak sizler için çevirdik 

22 Şubat 2014 Cumartesi

Medeni Bir Hukuk Devleti ve İslâm Ülkesinde "Hayvan Katliamları, Jenosid, Vahşet ve Mezalim" Önlenebilecek mi?...

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BASIN AÇIKLAMALARI TBMM ÇEVRE KOMİSYONU...    
Hayvan Hakları Koruma Kanunu'nda değişiklik yapılmasını öngören yasa tasarısı, TBMM Çevre Alt Komisyonu'na sevkedildi.
(Ankara, TBMM-19 Şubat 2014 Çarşamba)
AK Parti (Adalet (!) ve Kalkınma Partisi) İstanbul Milletvekili Erol Kaya başkanlığında toplanan komisyon, 11 Eylül 2012 yılında TBMM'ye sevk edilen "Hayvan Haklarını Koruma ile ilgili" tasarıyı ele aldı. Komisyon görüşmelerine, Haytap dâhil olmak üzere çok sayıda hayvansever, gönüllü, sivil toplum örgütü temsilcileri ile Sanatçı Yonca Evcimik katıldı. Kaya, düzenlemenin içeriği hakkında bilgi vererek, tasarı komisyona sevkedildikten sonra STK ve hayvanseverleri dinlediklerini, önerilerin mümkün olduğunca tasarıya dercedileceğini söyledi.
BAKAN VEYSEL EROĞLU 
Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, tasarıyla ilgili sunuş konuşmasında, "Bizim kültürümüzde hayvanları sevmek çok önemlidir. Biz diğer ülkelerden çok daha ilerideyiz. Onlarda uyutma var, uyutma dediğimiz aslında hayvanı yok etme, bir hayvanı öldürmek asla kabul edilebilecek bir şey değil. Bizim kültürümüzde bir hayvanı öldürmek yoktur. Türkiye’de şöyle bir problem var, çocuğu hayvanı seviyor diye alıyor, bir hafta sonra usanıyor sonra sokağa atılıyor, bu kabul edilebilecek bir şey değil" dedi.
Yeni bir düzenlemeye niçin ihtiyaç duyulduğuna ilişkin olarak Eroğlu, öngörülen tedbirlerin koruma için yeterli olmadığını, görev ve yetki boşlukları meydana geldiğini, cezaların yetersiz kaldığını belirterek, şöyle konuştu:
"Tehlikeli hayvanlar ve sahipsiz hayvanlar büyükşehirlerde toplum sağlığını tehdit eder duruma gelmiştir, geçici hayvan bakım evleri yetersiz kalmış ve yönetim zafiyetleri oluşmuş, sahiplendirmede istenilen seviyeye ulaşılamadı. Daha önce ormanlardan hayvan barınakları ve rehabilitasyon merkezleri için yer verilmiyordu. 
Biz ilk defa büyük bir cesaretle hayvan barınakları ve rehabilitasyon merkezleri için ormanlık alanlarda geniş alanlar verilebilir diye böyle bir madde koyduk. Şu anda 3 tane dünyada en güzel örnek kuruyoruz. Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile birlikte Kandıra yolu üzerinde çok geniş bir ormanlık alanı verdik. Bir bakarsanız burası sizin istediğiniz manada. Burada hayvan hastaysa tedavi edilecek, kısırlaştırma, aşılama, küpeleme ve sahiplendirme yapılacak. Bu maksatla doğal hayat parkları ilave edildi. 
Maksat hayvanların toplanıp buraya atılması değil. Kanun da bir eksiklik varsa bunu telafi edebiliriz. Hayvanlar adeta daracık hapishane gibi yerlerde bulunmasın. Geniş ormanlık alanlarda rehabilite edilsin. Sahiplenmeyi kolaylaştırmak için çok özel bir veri tabanı oluşturuyoruz. Doğal Hayat Parkları denilince bir tepki oldu, sanki bütün hayvanlar alınıp oraya tıkılacak gibi bir uygulama yok. Aynı şeyi Trabzon’da ve şimdi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na çok büyük bir alan verdik. Bunu ben de kafa yordum, yanlış anlamayın barajlardan daha çok buna kafa yoruyorum. Böylece sahipsiz hayvanlar bulundukları anda yerel yönetimler tarafından hayvan bakımevlerine götürülecek, müşahede altına alınacak, aşılanacak, işaretlenecek, kısırlaştırılacak, gerekirse rehabilite edilecek, sahiplendirilinceye kadar bakılacak. Kati süratle öldürme, uyutma yok. Kırsal alanda ise özel idarelere görev vermeyi planlıyoruz." 
Tasarıyla, meskenlerde bulanabilecek hayvan tür ve sayısı belirlendiğini, tehlikeli köpek ırklarını sahiplenme yasağı getirildiğini, sahipsiz hayvanların ormanlık alanlara bırakılmasının yasaklandığını anlattı. 
Eroğlu, "Hayvanlara işkence yapmak, psikolojik acı çektirmek, hayvanları dövmek, aç ve susuz bırakmak, hayvanları sokağa terk etmek, aşırı soğuk veya sıcağa maruz bırakmak artık cezai müeyyideye giriyor. Cinsi istismarda bulunmak, tehlikeli köpek ırklarını üretmek, sahiplenmek, ülkemizi girişini, satışını ve reklamını yapmak, takas etmek, sergilemek ve hediye etmek yasaklar kapsamına alınıyor. Ev ve süs hayvanı satışı yapılan yerlerde yırtıcı ve zehirli hayvanları satmak yasak. Hayvanları işkence yaparak öldürmenin büyük bir cezası var. Cezalar çok ağırlaştırıldı, 2 yıla kadar hapis cezaları var. Kanunda verilen idari para cezalarının 1 ay içinde ödenmesi hükme bağlanıyor. Bu tasarı bu haliyle bile, bütün Avrupa ülkelerinden çok daha gelişmiş bir düzenleme" dedi. 
İSTANBUL MİLLETVEKİLİ MELDA ONUR
Komisyon gündeminde bulunan yasa teklifinin sahibi CHP İstanbul Milletvekili Melda Onur, tasarıda sakıncalı bulduğu bazı düzenlemeler olduğunu belirterek, hayvanlarla ilgili en acil konunun hayvanlara yapılan işkence, öldürme ve tecavüzün cezalandırılması olduğunu anlattı. Kısa bir süre önce bir gencin kedisini işkenceyle öldürmesinin tasarıyı gündeme getirdiğini savunan Onur, işkence, işkenceyle ölüme sebebiyet verme ve tecavüze hapis cezası verilmesi ve bu cezanın paraya çevrilmemesini istedi. Tasarıda öngörülen doğal hayat parkları, meskende barındırılacak tür ve sayının belirlenmesi, tehlikeli türlerle ilgili düzenlemelerin yanlış olduğunu ifade eden Onur, Komisyon Başkanı Kaya'ya, "Oğlunuzun Dogo Argentino'su olduğunu biliyoruz. Bunu tasarıdan kurtarırız diye düşünüyorum" dedi.
CHP İstanbul Millevekili Mahmut Tanal, borcu nedeniyle hayvanların haczedilmesinin kabul edilemeyeceğini belirterek, insanlar üzerinde yapılan deneylerde alınan koruma önlemlerinin hayvanlar için de olması gerektiğini söyedi. Lazer ışınları, kazalarda çarpmanın etkisini ölçmek, leopar kürkünün tümüyle çıkarılması için hayvanlara eziyet edildiğini anlatan Tanal, Türkiye'de "Hayvan Hakları Bakanlığı" kurulması gerektiğini söyledi. Tanal'ın bu sözlerine, MHP Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan, "İnsan haklarını da oraya bağlayalım" diye laf attı.
KARABÜK MİLLETVEKİLİ OSMAN KAVVECİ
AK Parti Karabük Milletvekili Osman Kahveci'nin, gelecek süreçte sokak hayvanlarının sayısının sahiplendirme ve kısırlaştırma yoluyla azaltılabileceğini belirterek, "Sokak hayvanları çok masum değil, bazıları insanlara saldırabiliyor. Çok şikayet alıyoruz. Benim küçük çocuğuma site içinde sokak hayvanı saldırdı" demesine, bazı STK temsilcileri, "tinerciler de insana saldırıyor" diye tepki gösterdi.
CHP Kocaeli Milletvekili Mehmet Hilal Kaplan'ın, "Keşke hayvan haklarına gösterdiğiniz duyarlılığı insan haklarında da gösterseniz" demesine bazı hayvanseverler ve STK temsilcileri, "Bunu hakaret sayarız" dedi.
Kaplan, "Hayat parkı eğer toplama kampı olacaksa anlamı yok. Okullarda çevre dersinde hayvanlarla yaşam konusunda eğitim verilmesi zorunlu olmalı" görüşünü savundu.
MHP'li Türkkan, "Bir canavarın kediyi vahşice öldürmesi bu tasarının gündeme alınmasına neden oldu. Sayın Bakan bir gün herhangi bir belediyenin barınağına gidin. O kediyi vahşice öldürülmesinden farkı olmayan tablolar göreceksiniz. Belediyelerin yaptığı hayvanlara eziyet haline gelmiş durumda. Şimdiden Kandıra'dan feryatlar geliyor. İstanbul'dan ne kadar atılan hayvan varsa buraya getiriliyor. Bu kadar hayvanı orada bakacak imkan yok. Belgrad ormanı sahipsiz hayvanlarla dolu. Petshop'lar hayvana eziyet yerleridir, oralarda 20. yüzyılın esir pazarı görüntüleri var" diye konuştu.
Komisyonda daha sonra hayvan severler ve 
STK temsilcilerine söz verildi
Hayvan Hakları Federasyonu Başkanı Nesrin Çıtırık, sahipsiz sokak hayvanlarının sahiplenilmesinin "kandırmaca" olduğunu, sokak hayvanlarının değil, evinde atılan cins hayvanların sahiplenildiğini belirterek, "Kedi ve köpekler orman hayvanı değil, bunları doğal hayat parklarına koyamazsınız. Bu hayvanların bulundurulacağı yer en fazla 300-500 metre olmalı ki bir kavgada ölmesin. Sahipsiz hayvanların ormanlık alana konulması asla kabul edilemez. Meskenlerdeki hayvanların sorumluluğu sahibine aittir. Niye evde 30-40 kedi ve köpek besliyor çünkü belediyeler bu hayvanları doğru koşullarda tutmuyor. Kimse aklını kaçırmış değil, bu hayvanları petsohplardan almadı, belediyelerin elinden kurtardı. Çünkü belediyeler bu hayvanları pisliğiyle, açlığıyla yaşamaya mahkum ediyor" dedi.
Bazı belediyelere ait hayvan barınaklarının durumuna ilişkin fotoğraflar gösteren Nesrin Çıtırık (HAYTAP),
"Sokaklarda sahipsiz hayvan bulundurulmamasına ölümüne karşıyız. Bunların toplanmasına ve doğal yaşam parklarına götürülmesine de ölümüne karşıyız. Anadolu'da 50 binden fazla pitbull var. Devletin gözü önünde üretildi, insanlar bunlardan para kazandı ama şimdi yaşamına izin vermiyor. 50 hayvana bakamayan belediye, bunlara nasıl bakacak? Tasarıdaki tehlikeli hayvan kavramı değiştirilmeli. Ayrıca, hayvanlara işkence yapmak serbest ama işkenceyle ölürse ceza veriliyor. Sokaktaki gariban hayvan, milyonda bir insana saldırır" görüşünü savundu. 
İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Taner Dodurka, Türkiye'de geniş ve insanının gidemeyeceği yerlerde rehabilitasyon olamayacağını savunarak, hayvanlara işkence edilmesine mutlaka hapis cezası getirilmesi gerektiğini söyledi.
Sanatçı Yonca Evcimik, hayvanlar konusunda belediyelerin çalışmadığını ifade ederek, "Tehlikeli ırk değil, tehlikeli sahip var. Hayan dövüşleri yapılıyor. Bir süre önce bunu haber aldık. Ekip olarak gece oraya gittik, onları takip ettik. 155 hattına ihbarda bulundum. Bir polis arabası önlerini kesmedi. 30 kişilik basın ordusu gelince polisler geldi. 
Ama onlara baskını gerçekleştiremedik. 150 bin avro gibi paralar döndüğünü öğrendik" dedi. 
Bakan Eroğlu, eleştirileri yanıtlarken, tasarının yasalaşma sürecinde tavsiyelerin dikkate alınacağını belirterek, hayvanları korumak için yeteri kadar bütçe ayırdıklarını söyledi. Hayvanları korumada eğitimin önemli olduğunu vurgulayan Eroğlu, Türkiye'de bu alanda eksiklik olduğunu, konunun okullarda ders olarak okutulması gereğine işaret etti.
Kandıra'da yapılacak rehabilitasyon merkezinin toplama yeri olmayacağının altını çizen Eroğlu, petshoplarla ilgili eleştirilerin doğru olduğunu söyledi. Eroğlu, kendisinin de bundan çok rahatsız olduğunu kaydederek, yapılacak düzenlemede bununla ilgili gerekenin yapılacağını ifade etti.
Kedisinin olduğunu ifade eden Eroğlu, "Çocukken köpeklerin saldırısına uğradım. Ama büyüklerimiz bizi eğitmişti. Bayırdan bisikletle inerken büyük 3 kopek üzerime saldırdı, ben de hemen zınk diye durdum. Çoban ıslık çalınca köpekler gitti" dedi.
Eroğlu, bir gencin kedisine işkenceyle ölümüne neden olmasıyla ilgili olarak, "Kedi parçalanmasına ben de çok üzüldüm. Bu kanun çıksaydı 2 yıla kadar hapisle cezalandırılacaktı. Bizim de niyetimiz bu konuda en iyi kanunu çıkartmaktır. Ben de en az sizler kadar hayvanları seviyorum. Hayvanı sahiplenen, 'artık çocuğum istemiyor' diye sokağa atamayacak" diye konuştu.
Konuşmaların ardından tasarı, alt komisyona gönderildi.
*****
TOPLUMSAL ETİK DERNEĞİ; "HAYVAN HAKLARI" HAKKINDA
Sayın: Mustafa Nevruz SINACI    
Siyaset Bilimci –Hukukçu, Araştırmacı, Gazeteci - Yazar
Hayvan haklarında insan haklarını da beraber düşünerek savunmamız gerekmektedir. Ülkemizde, insanlar köpeklerin korkusundan sokağa çıkamıyorsa, sahipsiz köpeklerce parçalanarak öldürülüyorsa, sorumluluğu hiçbir kurum üslenmiyorsa en ideal kanunları yapsanız bile o kanunlar geçersiz kalmaya mahkûmdur. Aşağıda detaylarını verdiğimiz ve “sokak köpekleri ilgili” kanunun uygulayıcısı ve takipçisi Orman ve Su İşleri Bakanlığı başta Büyükşehir ve ilçe belediyeleridir.
Ahmet AKGÜN
Toplumsal Etik Derneği
Genel Başkanı
Hayvan hakları konusu 1960’ların başından bu yana dünyanın çeşitli yerlerinde ele alınmış, tartışılmış ve bu süreç "Hayvan Hakları Evrensel Bildirgesi"nin kabulü ile sonuçlanmıştır. Türkiye’de ise hayvan hakları ile ilgili ilk kanun tasarısı 1995 yılında Tarım ve Orman Bakanlığınca TBMM’ne sunulmuş ve 1 Temmuz 2004 yılında “Hayvanları Koruma Kanunu” 5199 sayı ile yürürlüğe girmiştir.
Kanunun; hükümet ve TBMM gündeminde bulunduğu 9 yıl boyunca çeşitli kurum ve kuruluşlar lehte veya aleyhte görüş alarak kanunlaşmıştır. Kanunun amacı; hayvanların rahat yaşamalarını ve hayvanlara iyi ve uygun muamele edilmesini temin etmek, hayvanların acı, ıstırap ve eziyet çekmelerine karşı en iyi şekilde korunmalarını, her türlü mağduriyetlerinin önlenmesini sağlamaktır.
Kanunun getirdikleri ve amacı incelendiğinde hayvanların genel olarak korunmasını kapsamakla birlikte, en çok sokaklardaki sahipsiz kedi ve köpeklerin rehabilitasyonuna yönelik olduğu görülecektir. Kanunun çıkarılmasının ana nedenlerinden bir tanesi ve belki de en önemli gerekçesi sokaklardaki sahipsiz hayvanların belediyelerce sokak ortalarında öldürülmesidir. Bu durum; etik anlayışa uymamaktadır.
Kanun yürürlüğe gireli yaklaşık yedi yıl olmasına rağmen ülkemizde bu sorunla ilgili pek bir şey değişmemiştir. Kanunun uygulamasını yapacak Orman ve su işleri Bakanlığı’nın konu ilgili bir alt yapısı mevcut değildir. Kanun TBMM’nde görüşülürken bu durum hiç dikkate alınmamıştır. Bakanlığın merkez ve taşra örgütlenmesi orman hizmetleri ağırlıklıdır; personel istihdamı ve iş planlaması da bu hizmetler göz önüne alınarak yapılmaktadır. Hayvanları Koruma Kanunu, Bakanlığa yeni ve bünyesine uygun olmayan görevler yüklemiştir. Bakanlığın bu yapısı ile bunun üstesinde gelmesi mümkün görülmemektedir. Kanunun getirdiği görevler veteriner hekimlerinin uğraşı alanlarına girmektedir. Oysa Bakanlığın bünyesinde 10 civarında veteriner hekim bulunmaktadır.
Kanunun omurgasını teşkil eden sahipsiz sokak hayvanlarının rehabilitasyonunu yapacak olan belediyelerin konu ile ilgili olmaları gereken çok mesafe bulunmaktadır. Her şeyden önce sokak hayvanlarına bakış açılarını ve onların yaşam hakları olduklarına kendilerini inandırmaları, ona göre bütçe, personel, araç-gereç tedarik etmeleri ve uygun bir alt yapı oluşturmaları gerekmektedir. Kanunu ülke genelinde uygulayacak Bakanlığın bu yapısı ile bu işi yapması mümkün görülmemektedir. Bunu yapabilmesi için merkezde bu işlerle ilgili bir genel müdürlük, taşrada ise il müdürlükleri bünyesinde bu işlerle ilgili şube müdürlükleri ve her ilçede de teşkilatlanması, gerekecektir. Her şeyden önce bu iş için ayrılmış bütçe gerekmektedir. Kanunun çıkış nedeni olan sahipsiz sokak hayvanlarının sayılarının kontrol altına alınması için kısırlaştırma önemli bir çare olarak görülmelidir. Belediyelerin yukarıda da bahsettiğimiz gibi bu işleri önemsemeleri ve imkânlarını buna göre ayarlamaları gerekmektedir. Başlangıçta ülke genelinde kamu ve bu işle ilgili sivil toplum kuruluşlarının topyekûn bir kısırlaştırma kampanyası başlatarak üremenin azaltılmasını sağlamaları belediyelerimizin işlerini kolaylaşacaktır.
Sahipli ve sahipsiz tüm kedi ve köpeklerin kayıt altına alınarak, sahipli kedi ve köpeklerin sokağa terk edilmeleri halinde sahiplerinden para cezası alınmalıdır. Bu paralar bir fonda tutularak yine sokak hayvanları için sarf edilmelidir. Yeterli barınaklar yapılarak sahipsiz kedi ve köpekler bu barınaklara yerleştirilmelidir. Hayvanlara, acı, ızdırap ve eziyet çektirerek ölümlerine sebep olanlara idari para cezası yerine ceza kanunlarına konulacak hükümlerle cezalandırılmalıdırlar.
            Medeni ülkelerde sokaklarda başıboş dolaşan, insanlara saldıran, sahipsiz köpeklere rastlanamaz. Çünkü merkezi ve mahalli idareler kesinlikle görevlerini aksatmayarak kanunları uygulamaktadırlar. Büyük şehirlerde insanlar, sokak köpeklerinin korkusundan sokağa çıkamaz durumdadırlar. Bu sorun, sürüncemede bırakılarak büyümektedir. Sorunun çözümü için ilgililer ve yetkililerin ciddi adım atmalarını beklemekteyiz. Her konuda en iyi kanunları yapıyoruz. Ama kanunlara vatandaşlar uymadığı gibi maalesef denetimde yeterli olamıyor. Onun için kanunları çiğneyenlere hak ettikleri ceza verilemiyor.
Saygılarımızla… Ankara, 22 Şubat 2014 – Cumartesi,
AHMET AKGÜN
Yönetim Kurulu Adına
                                                                                                          Genel Başkan
İLETİŞİM:
Toplumsal Etik Derneği Genel Merkezi
0532. 434 32 32 - 0543. 409 29 39
e-mail: ahmet.akgun06@hotmail.com
***
HAYVAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ
Giriş:
Yaşamın tek olduğunu.,
yaşayan bütün canlıların ortak bir kökeni olduğunu ve türlerin evrimi yönünde farklılaştığını, 
yaşayan bütün canlıların doğal haklara sahip olduğunu ve sinir sistemi olan her hayvanın kendine özgü hakları bulunduğunu., 
bu doğal hakların küçümsenmesi ve hatta kolayca göz ardı edilmesinin doğa üzerinde ciddi zararlar doğuracağını ve insanoğlunun hayvanlara karşı suç işlemesine sebebiyet vereceğini, 
türlerin birlikte olmasının diğer hayvan türlerinin yaşama hakkının insanoğlu tarafından tanınmasını ifade edeceğini., 
insan oğlu tarafından hayvanlara saygı gösterilmesinin bir insanın bir diğerine gösterdiği saygıdan ayrı tutulamayacağını dikkate alarak, ilan edilir ki;
Madde 1: Bütün hayvanlar biyolojik denge kavramı içerisinde var olmak bakımından eşit haklara sahiptir.
Madde 2: Bütün hayvanlar saygı gösterilme hakkına sahiptir.
Madde 3: 1. Hayvanlara kötü muamele edilemez veya zalimane davranışlarda bulunulamaz.
2. Eğer bir hayvanın öldürülmesi gerekiyorsa, bu bir anda, acısız ve korku yaratmaksızın yapılmalıdır.
3. Ölü bir hayvana saygıyla davranılmalıdır.
Madde 4: 1. Vahşi hayvanlar yaşama hakkına ve kendi doğal çevrelerinde özgürce üreme hakkına sahiptirler.
2. Vahşi hayvanların özgürlüğünden uzun süreli alı konulması, avlanma ve balık tutma geçmiş zamana ait olup hangi sebeple olursa olsun vahşi hayvanların bu şekilde kullanımı hayati olmayıp, akis davranışlar bu temel hakka karşıdır.
Madde 5: 
1. Bir insanın desteğine ihtiyaç duyan her hayvan uygun beslenme ve bakımı görme hakkına sahiptir.
2. Hiçbir koşul atında terk edilemez veya adil olmayan bir şekilde öldürülemezler.
3. Her tür soy üretme ve hayvan kullanımında soyun fizyolojisine ve kendi türüne özel davranışlarına saygı gösterilmesi zorunludur.
4. Hayvanları içeren sergiler, gösteriler ve filmler hayvanların onuruna saygı göstermek zorunda olup hiçbir şekilde şiddet içeremezler.
Madde 6:
1. Hayvanlar üzerine yapılan fiziksel ya da psikolojik acı çekmeye sebep olan deneyler hayvanların haklarının ihlalidir.
2. Soyu tükenen hayvanların ya da yok edilen bir hayvanın yerine yenisinin ikame edilmesi yöntemleri geliştirilmeli ve sistemli olarak devam ettirilmelidir.
Madde 7: Gereği olmayacak şekilde bir hayvanın öldürülmesini içeren her kanun ya da buna yol açan her karar yaşama karşı işlenmiş suç kapsamındadır.
Madde 8: 1. Vahşi bir hayvan soyunun hayata kalma onurunu hiçe sayan her yasa ve böylesi bir harekete sebep olan her karar soykırıma eşdeğer olup soya kaşı işlenmiş suçtur.
2. Vahşi hayvanların katledilmesi ve üreme yumurtalarının kirletilmesi, yok edilmesi soykırım cürümüdür.
Madde 9:
1. Hayvanların kendilerine özgü yasal statüleri ve hakları hukuk tarafından tanınmak zorundadır.
2. Hayvanların güvenliğinin koruma altına alınması hususu Devlet örgütleri düzeyinde temsil edilmelidir.
Madde 10: Eğitimden ve okullaşmadan sorumlu merciler, vatandaşlarına çocukluktan itibaren hayvanları anlamayı ve saygı göstermeyi öğrenmeleri için olanak sağlamak zorundadır.
Hayvan Hakları Evrensel Beyannamesi 15 Ekim 1978 tarihinde Paris’teki UNESCO Merkezi’nde törenle ilan edilmiştir. Bu metin, 1989 yılında Hayvan Hakları Birliği tarafından tekrar düzenlenerek 1990 yılında UNESCO Genel Direktörü'ne sunulmuş ve aynı yıl halka açıklanmıştır.
*
YORUM, KATKI VE ÖNERİ:
Hayvan haklarına saygı duymayan ve "zorunlu, mecburi ve hayati beslenme ihtiyacı dışında" hayvan katline/cinayetine izin veren yönetimler insanlık dışı ve gayrimeşru; Buna seyirci kalan sorumsuz "insan formu görüntülü varlıklar" hayvan altı; Süfli ve hayvan cinayetleri sonucu elde edilen ürünleri kullananlar; Akıl, iman ve ahlâken malûl necis mahluklardır!..
TALEP: TCK'NUN "GASP, DARP, CEBİR, İŞKENCE, CİNAYET VE ŞİDDET'E İLİŞKİN HÜKÜMLERİ", HAYVANLAR İÇİN'DE AYNEN TEŞMİL EDİLMEK VE GEÇERLİ KILINMAK ZORUNDADIR.  
Eğer (yasa yapıcı muhataplar) İnsan, Müslüman ve Evrensel (doğal) Hukuka saygılı iseler elbet!.....
Mustafa Nevruz SINACI

14 Şubat 2014 Cuma

Kumpasta TBMM görevini yapmalı

Kumpasta TBMM görevini yapmalı
Hasan KORKMAZCAN
TBMM eski Başkanvekili Korkmazcan, “Siyasi sorunlar siyasi araçlarla çözülür. Kumpas davalar konusunda görev Meclis’e düşmektedir” dedi.
ANKARA- TPB Onursal Başkanı Hasan Korkmazcan, kumpas davalar konusunda TBMM’yi göreve çağırdı. Gündeme dair çok önemli açıklamalarda bulunan Korkmazcan açıklamasında “Siyasi sorunlar siyasi araçlarla çözülür’’ diyerek ‘’kumpas davalar” konusunda görevin TBMM’ye düştüğünü söyledi.
TBMM Eski Başkanvekili Hasan Korkmazcan açıklamasında şu görüşlere yer verdi: 'Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy ve benzeri siyasi davaların, itirafçıların deyimiyle birer kumpas, tertip ve komplo' olduğu açıkça ortaya çıkmıştır. Bu itirafları destekleyen maddi kanıtlar, resmi raporlarla sabit hale gelmiştir. Bu durumda, bu davalarda yargılanmakta olan veya haklarında kesinleşmiş hüküm bulunanların suçsuzlukları, kamuoyunda tartışılmaz konuma dönüşmüştür.
Sürecin, mağdurların ihlal edilen hakları dışında, Türkiye Cumhuriyeti'nin, Türk yargısının ve Türk Ordusunun itibarlarına bir saldırı olduğu da açıklığa kavuşmuştur. Geride kalan hukuka aykırı uygulamalar safhasının, Türk Devletine yönelik çok yönlü bir saldırının yargı eliyle yürütülmesi olduğundan artık kuşku duyulamaz. Böyle bir saldırının, sanki ortada normal işleyen bir yargı süreci varmış gibi değerlendirilmesi kabul edilemez. Mağdurların şahsında, onların mensup olduğu kurumlar ve esas olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti tertip hedefi yapılmıştır. Uygulamaların hukuk dışına çıkmasından beri ve özellikle Sayın Haberal'ın tutuklandığı günden itibaren, konunun, TBMM tarafından ele alınması ve yasama tasarruflarıyla soruna çözüm bulunması gerektiğini ifade ettim.
TBMM Başkanı, Başbakan ve sırasıyla 3 Adalet Bakanı ve muhalefet liderlerinin değerlendirmeleri, aynı ortak noktada buluşmaktadır: 'Davalar kirli bir siyasi tertiptir.' Bu şartlar altında, siyasi sorunların siyasi araçlarla çözülmesi ilkesi çerçevesinde yasama araçlarının hayata geçirilmesi gerekmektedir. Türk Milletinin, TBMM'den acilen beklediği çözüm, ülkemize ve devletimizin kurumlarına yönelik bu karanlık saldırının durdurulmasıdır. Saldırı mağdurları hakkındaki tutukluluklar, yargılamalar ve yargı hükümleri ortadan kaldırılmalıdır. İkinci olarak bütün mağdur vatanseverler kesintiye uğrayan görevlerine iade edilmeli ve onların mesleki ve kişisel zararları tazmin edilmelidir.
Üçüncü olarak bu karanlık tertiplerin iç ve dış failleri ve işbirlikçileri cezalandırılmalıdır. Sorun artık adliye koridorları ve mahkeme salonlarında sonlandırılamayacak, bir milli felaket haline gelmiştir. Hiç kimse Türk Milletinin duyarlılığını başka amaçlar ve hesaplar için kullanmaya kalkışmamalıdır. Beklentilerin aciliyeti, başka suçların örtülmesi heveslerine yol açmamalıdır. Vatanseverleri rehine konumuna getirerek paralel çıkarlar aranmamalıdır. Hukuk içi çözüm görüntüsü altında, yasadışı tertiplere, hukuki kılıflar ve meşruiyet değerleri yüklenmeye girişilmemelidir. Milletçe gözümüz, itiraflarla hesaplaşılması kaçınılmaz duruma gelen 'kumpas sürecinin' üzerindedir. Beklemiyoruz, 'derhal çözüm!' diyoruz. Sonra Türk milleti benzer felaketleri bir daha yaşamamanın önlemlerini alacaktır.